MODERN DÖNEMDE SÜNNETİN HÜCCET DEĞERİNE DİL UZATILMASI
FİTNENİN TARİHÇESİ Dr. Mustafa el-A’zamî “Dirasat fi’l-Hadisi’n-Nebevî” adlı kitabında şunları kaydediyor:(1) “Tarih, hicri ikinci asırdan sonra İslama mensup hiçbir fert veya topluluğun Nebevî Sünneti terketmeyi savunduğunu kaydetmiş değildir. Hicrî ikinci asırda bunu savunanlara gelince, onlar varlıklarını sürdüremeyip tarihte kalmışlardır. Yaklaşık on bir asır boyunca durum bu şekilde devam etmiştir. Daha sonra zaman değişmiş, müslümanların
Dr. Mustafa el-A'zamî "Dirasat fi'l-Hadisi'n-Nebevî" adlı kitabında şunları kaydediyor:(1)
"Tarih, hicri ikinci asırdan sonra İslama mensup hiçbir fert veya topluluğun Nebevî Sünneti terketmeyi savunduğunu kaydetmiş değildir. Hicrî ikinci asırda bunu savunanlara gelince, onlar varlıklarını sürdüremeyip tarihte kalmışlardır. Yaklaşık on bir asır boyunca durum bu şekilde devam etmiştir. Daha sonra zaman değişmiş, müslümanların devleti ve hakimiyeti gitmiş, sömürge ve köleleştirme dönemi gelip çatmıştır. Sömürgeciler İslamın dinamiklerini ortadan kaldırmak için habis fikirlerini yaymaya başlamıştır.
İşte bu sırada Irak coğrafyasında Sünneti terketmeye çağıran bazı kimseler zuhûr etmiştir.(2)
A. Mısır
Mısır'a gelince, şayet Ebu Reyye'nin anlattıkları ve çıkarsamaları doğru ise –ki kendisi aslında güvenilir biri değildir- "Sünnet'i terk" fitnesi Muhammed Abduh dönemine dayanmaktadır.
Şöyle der Ebu Reyye: "Üstad Muhammed Abduh ( r.a) der ki: çağımızda müslümanların Kur'an'dan başka bir rehberi (imâm) yoktur. Gerçek İslam, fitne olaylarının zuhurundan önce ilk kuşak müslümanlarının takip ettiği İslam'dır."
"Üstad (rh.a) şöyle der: Bu kitaplar –dipnotta belirtildiği üzere el-Ezher'de okutulan kitapları kastediyor- ümmet içinde olduğu sürece ümmet ayağa kalkamaz. Ümmet, ilk asırdaki ruhla yani Kur'an'la ancak ayağa kalkabilir. Bunun dışındaki her şey ümmetle ilim ve amel arasında gerilmiş bir perdedir."(2)
Daha sonra Tevfik Sıdkî aynı yolu takip ederek el-Menâr dergisinde "İslam, Sadece Kur'an'dan İbarettir" başlığıyla iki makale yazdı. Bu makalede Sünnete ihtiyaç olmadığı iddiasını isbat için bazı ayetlerle istidlal etmeye çalıştı.
Reşîd Rıza Dr. Tevfik Sıdkî'nin makalesi üzerine yazdığı yorumda şöyle diyordu: "Geriye tartışmaya açık başka bir konu daha kalıyor. O da şudur: Acaba Kavlî Sünnetler denen hadisler -ilk dönemlerde herkesin ameline ve ittibaına mazhar olmamakla birlikte- din, şeriat ve genel din olarak kabul edilebilir mi? Bu soruya evet dediğimizde Peygamber'in (S.A.V) Kur'an dışında kendisinden duyulan şeylerin yazılmasını yasakladığı, sahâbenin hadis yazmadığı, sahâbeden alim simâların ve halifeler gibi önde gelen kimselerin hadise önem vermediği hatta bu işten yüzçevirdiklerine dair rivayetler büyük bir şüphe olarak önümüze çıkar. Nitekim bunları henüz konuyla ilgili bir şey yazmadığı bir dönemde Tevfik Sıdkîyle yaptığım bir müzakerede kendisine söylemiştim."(4)
Reşîd Rıza, Dr. Tevfik Sıdkî'nin yazdıklarını büyük oranda desteklemektedir. Zira o da nebevî hadisleri mütevatir ve gayr-i mütevatir olarak ikiye ayırmaktadır. Namazın rekatları ve oruç gibi tevatürle bize aktarılan hadislerin kabul edilmesi gerektiğini savunuyor ve bunlara genel din (ed-Dinu'l-Âmm) diyordu. Bu nitelikte bize aktarılmayan hadisleri de özel din (ed-Dinu'l-Hâss) olarak isimlendiriyor ve bunları kabul etmek zorunda olmadığımızı savunuyordu.
Reşîd Rıza, hadis yazımından kaçınmakla ilgili rivayetleri verdikten sonra şöyle diyor: "İbn Abdilber ve benzerlerinin aktardığı Hz. Ebubekir'in yazdıklarını yakması, sahâbe sahifelerinden tâbiîne bir şeyin ulaşmaması, taibiîlerin emirlerin direktifi haricinde hadisi neşretmek üzere tedvin etmemesi gibi hususlar göstermektedir ki, sahâbe sadece bir şeyi ezberlemek için yazar, sonra da onu silerdi. Sahâbeden büyük zatların hadis rivayetine rağbet etmediklerini hatta bu işten yüz çevirip bunu nehyettiklerini de göz önüne aldığımızda onların bütün hadisleri Kuran gibi 'genel din' yapmak istemedikleri ihtimali güçlenmektedir."(5)
Ancak Mustafa Sibâî (r.a)'nin de belirttiği gibi Reşid Rıza'nın ömrünün son dönemlerinde bu görüşlerinden vazgeçtiği anlaşılıyor.(6)
Daha sonra 1929'da Ahmed Emin Fecru'l-İslam adlı kitabını yayımladı. Nebevî Sünnetle ilgili yazdığı bölümde doğru ve yanlışları birbirine karıştırdı. Ölünceye kadar görüşleri üzerinde kaldı.(7) Esefle belirtmek gerekir ki, Ahmed Emin, ilmî nisbeti olmayan hatta ilmî güvenilirliği şüpheli bir kimsedir.
Daha sonra h. 1353'te İsmail Ethem, Sünnet'in tarihiyle ilgili bir risale yayımlar ve şunları ifade eder: "Sahiheynin hadisleri de dahil olmak üzere hiçbir hadisin aslı ve esası sabit değildir. Aksine bunların nisbeti şüphelidir. Geneli uydurma niteliklidir."(8)
Kitabına karşı büyük tepkiler gösterilince el-Feth dergisinde yayımladığı makalesinde söylediklerine birçok edebiyatçı ve alimin de katıldığını ve bu cümleden olarak Ahmed Emin'in kendisine bir mektup gönderdiğini söylüyordu. Ahmed Emin ise bu yazıyı tekzip etmedi. Hatta bazı dergilerde çıkan yazılarında arkadaşının başına gelenlerden duyduğu acıyı dile getirip bunun fikir özgürlüğüne karşı bir savaş ve bilimsel araştırmalara karşı bir köstek olduğunu yazdı.(9)
Adı geçen bu şahıslardan sonra sancağı Ebu Reyye devraldı. Ebu Reyye, araştırmasının sonuçlarını "Advâun ale's-Sünneti'l-Muhammediyye" adlı kitabında yayımladı.
Gerçekte Ebu Reyye, yeni bir düşünce veya orijinal bir istidlâl ortaya koymuş değildir. Aksine o; İsmail Ethem, Tevfik Sıdkî ve Reşîd Rıza'nın söylediklerini karıştırarak derlemiştir. O, Reşid Rıza'dan çok farklı bir sonuca varmamıştır. Bilakis ictihad davasını güttüğü halde Sünnet kelimesini açıklarken Reşid Rıza'yı taklit etmiştir. Şöyle diyor Ebu Reyye: "O gün [Peygamber dönemini kastediyor] Sünnet denince sadece amelî sünnetler anlaşılıyordu."(10)
Advâun ale's-Sünne adlı kitabında da görüldüğü gibi Ebu Reyye'ye göre amelî sünnet, amelî ve mütevatir olan sünnetlerdir: "Peygamberin mütevatir sünnetleri –ki bunlar amelî olan ve ilk dönem müslümanlarının üzerinde ittifak ettiği ve onlar tarafından bedâhetle bilinen sünnetlerdir. Hiç kimsenin inkâr edemeyeceği ya da tevil veya içtihadla reddetme yetkisine sahip olmadığı sünnetlerdir. Bildiğimiz farz namazların beş olduğu, sabah namazının iki, akşam namazının üç ve geri kalan diğer vakitlerin dört rekat olduğu, her rekatın kendi içinde kıyâm, kırâat, rükû ve iki secdeye şamil olduğu gibi Peygamber'den (S.A.V) günümüze kadar amel edilegelen ve bilinen hususları buna örnek vermek mümkündür. İşte Peygamber'in (S.A.V) Sünneti buna denir. Sünnetin hadisleri de kuşatacak şekilde kullanılması sonradan oluşmuş bir ıstılahtır.(11)
Âhad hadisler hakkında da şöyle diyor: "Herkes kendisine göre rivayet ve delâlet bakımından sahih olan âhâd haberlerle amel eder. Ancak bütün ümmetin, haberi kabul eden şahsı taklid ederek onun bütün ümmet için bağlayıcı genel bir teşri olduğu söylenemez."(12)
B. Hint Kıtası Geçen yüzyılda İngilizler Hindistan'ı tamamıyla sömürge haline getirdiler. Müslümanlar –başarısızlıkla da sonuçlansa- ülkelerini sömürgecilerin elinden çıkarmak için İngilizlere karşı cihad ilan ettiler. Ancak İngilizler silahlı cihadın arzettiği tehlikeyi sezip ulemadan silahlı cihadı inkâr eden bir sınıf oluşturdular. Bunu da cihad hadislerini inkâr ederek gerçekleştirme yoluna gittiler.Çerâğ Ali ve peygamberlik taslayan Gulâm Ahmed Kâdiyânî bu akımın öncü isimleri arasında yer aldı.
Öte yandan çöküş ve mağlubiyet psikolojisi Seyyid Ahmed Hân, Abdullah el-Cekrâlevî ve Ahmeduddîn el-Emretserrî gibi isimlerin çıkmasına neden oldu.
Son olarak Gulâm Ahmed Pervîz çıkıp(13) ve Ehlu'l-Kur'an adında bir cemiyet kurdu. Bunun yanısıra aylık bir dergi çıkardı ve bu doğrultuda bazı kitaplar yayımladı.
Gulâm Ahmed Pervîz içtihad ve istiklâl davası güttüğü halde tamamıyla Tevfik Sıdkî'yi taklid ediyordu. Hadislerin teşrî' değerini tamamen inkâr ediyordu. Sadece âhâd hadisleri reddetmekle kalmıyor; beş vakit namazı, namazların rekat ve heyetleri gibi tevatürle bize intikal eden sünnetleri de reddediyor ve şöyle diyordu: Kur'an bize sadece namaz kılmayı emretmektedir. Namazın eda şekline gelince bu devlet başkanına bırakılmış bir husustur. Devlet başkanı, zamana ve mekana göre istişarede bulunarak bunu belirler.
Bunlar daha önce Tevfik Sıdkî'nin "İslam Sadece Kur'an'dan İbarettir" isimli makalesinde ileri sürdüğü, ancak sonradan vazgeçtiği görüşlerin aynısıdır.
C. Türkiye
İnkar cereyanın Türkiye ayağı ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür.
Çağımızda Türkiye'de de bazı kimseler, bu akımın bayraktarlığını yapmışlardır. Bu cümleden en bariz örnek olarak Yaşar Nuri Öztürk'ü zikredebiliriz. Bu kimseler iddialarında fikrî bağımsızlık görüntüsüne bürünseler de, aslında oryantalistlerden ve onların yerli takipçilerinden özellikle de Advâun ale's-Sünneti'l-Muhammediye adlı kitabın müellifi Mısırlı yazar Ebu Reyye'den beslenmektedirler. Halbuki bu kitap yayımlandığı günden itibaren birçok muhakkik alim tarafından tenkid edilip çürütülmüştür. Mezkûr cereyanın bayraktarları ictihad ve bağımsız düşünme davası güttükleri halde, üstü kapalı bir tarzda bu kitabı referans alıp, harfiyen taklid etmişlerdir.Evet, bunlardan ayrı olarak Türkiye'de dördüncü bir grubun varlığından daha bahsedilebilir. Bunlar, mevcut konjönjktür karşısında ruhen sarsıldıkları gibi Sünnetin hüccet değerini inkâr edenler karşısında da psikolojik çöküntüye uğramış kimselerdir. Bunlar vücûtta meydana gelen şişikleri kabartan tabib gibi konjönktürü meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu grup Sünneti reddetmese de ona tamamıyla itimad etmemektedir. Sünnetin hüccet değerini inkâr edenlerle ümmetin ittifakla benimsediği telakki olan Sünnete bağlılık arasında gidip gelmektedirler.
Esefle belirtmek gerekir ki, Türkiye'de durum budur. Bu ülke daima İslam dünyasında tüketilip dışlanan görüş ve eğilimlerin çöp sepeti haline gelmiştir. Sözkonusu fikirler İslam dünyasında çürütüldükten sonra Türkiye'de birileri çıkıp onları benimsiyor ve yaymaya çalışıyor. Bu da bir çoğunun yeniliğe ve muhalefete aşırı derecede düşkün olmasından kaynaklanmaktadır. "Muhalefet et, meşhur olursun." (hâlif tu'ref) cümlesinde ifade edilen duruma benziyor. Şayet muhalefet olmasaydı, bunların ne adı ne de şanı olurdu.
Dipnotlar
1-el-A'zamî, Dirâsât fi'l-Hadisi'n-Nebevî, 26-29
2- Mevdûdî, Sünnet Ké Aînî Haysiyet, 16
3- Ebu Reyye, Advâun ale's-Sünne, 405-406
4- Mecelletu'l-Menâr, 9: 929-930
5- Mecelletu'l-Menâr, 10: 511
6- es-Sünne ve Mekânetuha, 42 Nedvî'nin "TahkÎku Ma'na's-Sünneti ve Beyânu'l-Hâceti İleyhâ" adlı eserine bir takdim yazması da onun eski görüşlerinden vazgeçtiğine gösteriyor.
7- İkinci baskıda Ahmed Emin'in Girişine bakınız. Burada kitabın ilk baskısının 1929'da yapıldığını belirtilmektedir. Şu an elimizde bulunan 1969'a ait onuncu baskısında da aynı tutarsızlıklar var.
8- Sibâî, es-Sünne ve Mekânetuha, 213
9- Sibâî, es-Sünne ve Mekânetuha, 214
10- Ebu Reyye, Advûn ale's-Sünne, 404
11- Ebu Reyye, Advûn ale's-Sünne, 406-407
12- Ebu Reyye, Advûn ale's-Sünne, 407
13- Mevdûdî, Sünnet Ké Aînî Haysiyet, 16
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Andolsun ki biz, öğüt alsınlar diye, bu Kur'an'da insanlara her türlü misali verdik.
Zümer, 27
GÜNÜN HADİSİ
İki ni'met (iki güzel hal) vardır ki, insanlardan çoğu bu ni'metleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat, boş vakit.
Abdullâh b. Abbâs (r.a)'dan
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...