HZ. MUAVİYE'NİN, OĞLU YEZİD'İ VELİAHD TAYİN ETMESİ

Meseleyi iki açıdan ele almak durumundayız: A. İslâm şeriatına göre veliahtlığın hükmü B. Muâviye'yi (radıyallâhu anh), Yezid'i veliaht yap¬maya sevkeden sebeb. A. İSLÂMA GÖRE VELİAHD TAYİN ETMENİN HÜKMÜ İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de Nevevî ve diğer âlimlerden şöyle bir alıntıda bulunur:


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2022-10-22 08:57:24

Meseleyi iki açıdan ele almak durumundayız:  

A. İslâm şeriatına göre veliahtlığın hükmü

B. Muâviye'yi (radıyallâhu anh), Yezid'i veliaht yap­maya sevkeden sebeb.

A. İSLÂMA GÖRE VELİAHD TAYİN ETMENİN HÜKMÜ

İbn Hacer Fethu'l-Bârî'de Nevevî ve diğer âlimlerden şöyle bir alıntıda bulunur: "Hilafetin aşağıdaki üç şekilde gerçekleşebileceği konusunda ulema icma etmiştir:

1-Halifenin, bir kimseyi kendisinden sonraki halife olarak tayin etmesiyle hilafet mün'akid olur.

2-Hilafet, ehlü'l-hal ve'l-akdin bir kimseye biat etmesiyle sahih olur. Bu surette önceki halifenin başka birini tayin etmemesi şartı vardır.

3-Halifenin bu işi, sayıları belli veya belirsiz bir gru­bun meşveretine bırakması da caizdir."(1)

Hâfız İbn Hacer İbn Battâl'dan naklen şöyle devam ediyor: Hz. Ömer'in halifeyi tayin etme işini meşverete bırakması olayı gösteriyor ki, iş başında olan halifenin, kendisinden sonra bir kimseyi halife tayin etmesi caizdir ve halifenin bu emri diğer bütün müslümanları da bağlar. Nitekim bütün Sahabiler Hz. Ebûbekir'in Hz. Ömer'i kendisinden sonraki halife olarak tayin etmesini onayladılar. Keza onlar, Hz. Ömer'in hilafeti -kendi aralarında birine karar vermek üzere- altı kişilik şuraya havale etmesi konusunda da ihtilafa düşmediler.

İbn Battâl diyor ki: Bu durum, bir babanın kendi ölü­münden sonra evladına bakması için birine vasiyette bulunmasına benzer. Zira babanın bu işe bakabilecek birini tayin etmesi baş­kalarından daha isabetli olur. İşte halifenin durumu da böyledir.(2)

İbn Hazm şunu kaydediyor: Halife tayin etmenin en iyi en sa­hih şekli, halifenin, vefatından önce bir sonraki halifeyi seçip tayin etmesidir. Bunu sağlıklı iken ya da ölü­müne yakın veya hastalığı esnasında yapmak arasında bir fark yoktur. Zira bu şekillerden herhangi birisinin caiz olmadığına dair bir nass veya icma yoktur. Nitekim Allah Rasûlü (sallalahu aleyhi ve sellem) Hz. Ebûbekir'e böyle davrandı. Hz. Ebûbekir de Hz. Ömer'e öyle davran­dı. Keza Süleyman b. Abdulmelik, Ömer b. Abdulaziz'i bu şekilde tayin etmiştir. Bu konuda bizim tercih ettiğimiz tayin şekli budur. Zira bu şekilde hilafet inkıtaa uğramamış olur. İslâm'ın ve Müslümanların işi daha düzenli olur ve bunun dışındaki uygulamalarda olduğu gibi endişe edilen durumlar ortadan kalkar. Örneğin ümmetin bir süre başıboş kalması, işin çığırından çıkması, nefislerin kabarması ve bazılarının heveslenip yersiz beklentilere kapılması gibi durumlar ortadan kalkmış olur.(3) 

Ancak İbn Teymiyye, veliahd tayin etmenin sadece bir aday gösterme olduğunu, bir "akid" olmadığını savunarak şunları kaydeder: "Hz. Ömer her ne kadar Hz. Ebûbekir tarafından veliahd olarak tayin edilmişse de ancak halkın ona biat ve itaat etmesinden sonra halife olmuştur. Dolayısıyla şayet halk Hz. Ebûbekir'in onu veliahd olarak tayin etmesini geçerli saymayıp ona biat etmeseydi halife olamazdı.(4) "İbn Teymiyye aynı görüşlerini Hz. Osman hakkında da tekrarlıyor.

B. HZ. MUÂVİYE'Yİ YEZİD'İ VELİAHT YAP­MAYA SEVKEDEN SEBEB

Ehl-i Sünnet olup Hz. Muâviye'nin büyüklüğünü bilen hiç bir kimse, onun oğlu Yezid'i veliahd tayin ederken iyi bir niyetle hareket ettiğinden şüphe etmez.

Ne var ki birçok kimse bu niyetin ne olduğunu fark edemi­yor. Ancak âlimlerimiz konuyu Hz. Muâviye'nin büyüklüğü, adaleti ve Sahabiliğiyle uyumlu ve makul bir şekilde izah edip ortaya koymuşlardır.

Hâfız İbn Kesîr diyor ki: Hicri 56. senede Hz. Muâviye, halkı veliaht sıfatıyla Yezid'e biat etmeye çağırdı. Ve taşraya bu konu­da mektuplar yolladı. Bunun üzerine değişik bölgelerde bütün halk ona biat etti. Ancak, Hz. Ebûbekir'in oğlu Abdur­rahman, İbn Ömer(5), Hz. Hüseyin, İbnü'z-Zübeyr ve İbn Abbas (Allah hepsinden razı olsun) biat etmediler.

Muâviye, oğlu Yezid'in buna ehil olduğunu düşünüyordu. Bu ise babaların evlatlarına duyduğu aşırı sevgiden kaynaklana bir durumdu. Aynı zaman­da Hz. Muâviye dünyevî işlerde Yezid'de bir üstünlük görüyordu. Zaten padişah çocukları; savaş, yönetim ve yönetimin gerektirdiği ihtişama uygun davranma konusunda daha bilgili ve daha fazla beceri sahibidirler. Hz. Muâviye Sahabe çocuklarından başka birinin bu işi tam manasıyla yürütemiyeceğini düşünüyordu. Bundan dolayı Abdullah b. Ömer'le olan konuşmasında şöyle demektedir: "Ölümüm­den sonra tebayı çobanı olmayan dağınık koyunlar gibi bırakmaktan korktum."

Bize ulaşan rivayetlerde belirtildiğine Hz. Muaviye, bir hutbesinde şöyle dua etmiştir: Allah'ım! Eğer benim onu (Yezid'i) bu işe liyakatinden dolayı tayin ettiğimi biliyorsan, onu buna mu­vaffak eyle. Eğer onu sevdiğim için bu işin başına getirmişsem onun işini tamamına erdirme."(6) Hz. Muâvi­ye'nin yaptığı bu dua onun, Yezid'i veliahd tayin etme konusunda Allah rızasından başka bir şey amaçlamadığı hususunda şüpheye mahal bırakmıyor.

Doktor Muhammed Ziyauddin er-Rayyis diyor ki: "Biz, Hz. Muâviye'yi böyle davranmak zorunda bırakan se­bep ve maslahatları görmüş olduk. Bunları şöyle özetleyebiliriz: "Gerek Hz. Muâviye, gerekse ona böyle dav­ranmasını tavsiye edenler herhangi bir fitneye veya kan akıtılmasına yol açacak bir münakaşanın ortaya çıkmasından korkuyorlardı. Nite­kim dönemin halifesi Hz. Osman'ın öldürülmesinden sonra çıkan fitnelerde çok kan dökülmüş ve acı hatıralar zihinlerde canlı olarak duruyordu. Hz. Muâviye de bazı konuşmalarında bu hususa açıkça işaret etmekte ve ümmet-i Muhammedi çobansız ko­yunlar gibi bırakmaktan hoşlanmadığını belirtmekteydi. Bütün bu hususlar aklın kabul edebileceği sebeplerdir.

Ziyâuddin er-Rayyis sözlerine şöyle devam ediyor: "Üstelik insaflı olmak gerekirse Hz. Muaviye döneminde öncesine göre zaman ve şartların değiştiğini de belirtmemiz gerekir. İslâm toplumunun Medine ile sınırlı olduğu ve müslümanların sayıca az olduğu, biraraya gelip istişare edebildikleri, sahip oldukları takva ve vera' sayesinde rahatlıkla toplanıp ortak karar alabildikleri dönemler geride kalmıştı. Müslümanlar değişik memleketlere dağılmış, sayıca artmıştı. Farklı mezhepler(7) ve milliyetçilikler (asabiyye) ortaya çıkmıştı. Bundan dolayı halkın bir araya gelip bir konu veya şahıs hakkında ittifak etmeleri oldukça güçleşmişti. Artık, şura veya seçim ya da herkesin(8) katılabileceği umumi biat düzenini -en ideal ve en kâmil İslâmi nizam olmakla beraber- tatbik etmek çok zor idi. Veraset nizamına başvurmak adeta zaruri bir hal almıştı.(9) Bundan dolayı İbn Hazm, bu gibi şartlarda, hilafet için en iyi ve en doğru yöntemin ''veliahtlık" yöntemi olduğu görüşünü savunmuştur.(10)

Hz. Muâviye'nin veliahtlık meselesinde yaptığı bir olumsuzluk varsa o da mafzûlü (fazilette önde olmayanı) fâzıla (fazi­lette önde olana) tercih etmesidir. Tabii ki bunu da müslümanların maslahatı için ve onların, ayrılıp parçalanmamaları ve ihtilafa maruz kalmamaları için yapmıştır. Nitekim daha önce de aktardığımız üzere kendisi birçok vesileyle şöyle demiştir: "Ben tebayı,çobansız ko­yunlar gibi bırakmaktan endişe ettim." Hz. Muaviye'nin vefatından sonra Yezid'in irtikab ettiği fısk ve zülme gelince, doğrusu Hz. Muaviye bunların hiçbirini ne biliyor ne bekliyordu. Gaybı da bilecek değildi. Netice itibariyle mesele içtihadî bir meseleydi. Belki de Yezid'i tayin etmeseydi Yezid'in sebebiyet verdiği olaylardan daha feci olaylar, parçalanmalar ve çatışmalar çıkardı, belki de bunlar olmaz daha hayırlı sonuçlar ortaya çıkardı.

İmâmül-Haremeyn Giyâsî adlı eserinin "mefzûlün İmâmeti/halifeliği" adlı bölümde diyor ki: "Üzerinde durulması gereken şudur: Halifelik konusunda fazilette önde olan ve olmayan değerlendirmesi yapılırken ölçü, amel noktasında Allah'a daha fazla yakın olma ve derece bakımından daha yüksek olma değildir. Nitekim yeryüzünün kutbu ve evrenin dire­ği olup Allah'a yemin ettiğinde yemini doğru çıkacak olan ancak bununla beraber Müslümanları yönetme konusunda kendisinden daha yararlı kimseler bulunan nice veliler vardır. Bundan dolayı halifelik konusunda en faziletli kişi (efdal) dediğimizde, bununla halkın işlerini en iyi şekilde idare edebi­lecek kişiyi kastederiz."

İmamü'l-Haremeyn daha sonra mafzûlün (fazilette önde olma­yan) halife olmasının caiz olup olmadığı konusundaki ihtilafı zikrettikten sonra şunları kaydediyor: "Ancak durum aşağıda arzedeceğimiz şekilde olursa bütün âlimler mafzûlün tercih edilmesi gerektiği konusunda müttefiktir: Fâzılın olan adayın seçilmesi zor olursa, Müslümanların maslahatı -toplumda sahip olduğu nüfûz ve destekten dolayı- mefzûlün tercih edilmesini iktiza ederse, fâzılın seçilmesi halinde fitneler baş gösterip sıkıntılar çıkarsa, güç kaybedilip ordular dağılacaksa hülasa siyasi ve idari olarak, mefzûlün tercih edilmesi gerekiyorsa, fâzıl yerine mefzûl tercih edilir.(11)

C. MUHAKKİK ÂLİM İBNİ HALDÛN'UN KONUYA DAİR İZAHI

Büyük alim ve muhakkik tarihçi İbn Haldûn Mukaddime adlı eserinin "veliahdlik" bölümünde bu iki konuyu yani İslamda veliahtlığın hükmü ve Muâviye'nin Yezid'i veliahd olarak tayin etmesi) konusunu etraflı ve sağlam bir şekilde izah etmiştir. Biz de bu bölümü olduğu gibi bu­rada nakledeceğiz. Zira içinde başka kaynaklarda nadiren görülebilen güzel konular vardır.

İbn Haldûn şöyle diyor: "İmametin/hilafetin hakikati (gerçek amacı) ümmetin gerek dünyevi gerekse dînî maslahatlarını gözetlemektir. Dolayısıyla halife ümmetin velisi ve başlarında güvendikleri emin bir kimsedir. O, sağlığında onları gözetlediği gibi ölümünden sonrası için onları gözetler ve tedbir alır. Dolayısıyla hayatta iken ümmetin işlerine baktığı gibi ölümünden sonrası için de onların işlerine sahip çıkacak birini tayin etmesi gerekir. Buna karşılık, tebanın da daha önce olduğu gibi ölümden sonrası için aldığı tedbirde de ona güvenmesi gerekir. Nitekim veliahtlık konusunda ümmetin fiili bir ittifakı/icmaı olduğundan dolayı bunun meşrû olduğunu söyleyebiliriz. Zira Sahabenin huzurunda Ebûbekir (radıyallâhu anh) Hz. Ömer'i veliahd tayin etmiş ve Sahabiler de bunu geçerli saymış ve Hz. Ömer'e itaat etmeyi kendilerine va­cip görmüşler. Allah hepsinden razı olsun. Keza Hz. Ömer Aşere-i Mübeşşereden hayatta kalan altı kişiyi kendi araların­dan birini müslümanların başına halife olarak tayin etmekle görevlendirmişti. Onların da bir kısmı kendi haklarından vazgeçerek işi diğerlerine bıraktılar. Niyahet tayin işi Abdurrahman bir Avf'a havale edildi. O da içtihatta bulunup müslümanlarla müzakereler yaptı. İnsanların Hz. Osman ile Hz. Ali konusunda müttefik olduklarını gördü. O ise şahsi kanaatini kullanarak Hz. Osman'ı tercih etti.

Zira Hz. Osman, çıkacak her konuda kendi içtihadını kullanmadan Hz. Ebûbekir ve Hz. Ömer'e uymaya bağlı kalacağı konusunda kendisi­ne söz verdi ve böylece Hz. Osman'a biat akdini yaptılar ve kendisine itaat etmeyi vacip gördüler. İşte gerek birinci­sinde (Hz. Ömer) gerekse ikincisinde (Hz. Osman) Sahabiler hazır bulundular ve onlardan hiç biri işin bu şekilde ya­pılmasına karşı çıkmadı. Binaenaleyh onların karşı çıkmaması bu akdin sahih olduğu konusunda müttefik olduklarını ve bunun meşruiyetini bildiklerini göstermektedir. Bilindiği üzere "icma" da şer'î deliller arasında yer almaktadır.

Halife babasını ve oğlunu dahi veliahd olarak tayin ederse bu konuda (suçlanıp) itham edilmez. Zira sağlığında tebanın işlerine bakma konusunda güvenilir kabul edilen bir kimsenin, ölümünden sonrasına yönelik olarak bu konularda her hangi bir vebali yüklenmeyeceği evleviyetle kabul edilir.

Öte yandan bazıları halifenin evladını veya babasını bazıları ise sadece evladını tayin ettiği takdirde itham edilebileceğini savun­muşlarsa da bu doğru değildir. Zira halifenin makamı bu konuda sui zandan uzaktır. Hele hele ortada halifeyi böyle bir tercihi yapma­ya sevkeden bir sebep, örneğin bir maslahatı gözetmesi ve bir fitne­den korkması söz konusu ise bu takdirde bu zan tamamen ortadan kalkar. Nitekim Hz. Muâviye'nin, oğlu Yezid'i tayin etmesinde de böyle bir durum söz konusu idi. Muaviye'nin bu fiili yapması, insanların da buna muvafakati, bu konuda (veliahtlığın meşruiyeti) başlı başına bir delildir.

Hz. Muâviye'yi, başkasını değil de oğlu Yezidi veliahd olarak tercih etmeye zorlayan maslahat, o dönemde ehlü'l-hal ve'l-akd olan Ümeyye oğullarının ittifak etmesiyle, halkın da tek görüşte birleşip dağılmalarının önlenmesi düşüncesi idi. "Ehlü'l-hal ve'l-akd olan Ümeyye oğulları" dedik. Zira o dönemde Ümeyye oğulları, Kureyş'in güçlüleri ve Ümmetin bütün idaresini elinde tutan hâkim güç idi ve kendileri dışında birinin halife olmasına rıza göstermezlerdi. İşte Hz. Muâviye da halifeliğe en elverişli olduklarını düşündüğü kişiler arasında Ye­zid'i diğerlerine tercih etti. Şeriatın nazarında daha ehemmi­yetli bir şey olan birliği sağlamayı çok istediğinden fazilette önde olmayanı fazilette önde olana tercih etti. Hz. Muâviye'nin adil ve Sahabi oluşu bizi bu olayı başka bir şekilde yorumlamaktan ve ona karşı kötü zan beslemekten alıkoymaktadır. Binaenaleyh orada hazır bulunan büyük Sahabilerin da olumsuz bir tavır takınmaması, Hz. Muâviye hakkında kötü bir şüpheye mahal olmadığına delil teşkil etmektedir. Zira Sahabiler hakkı söylemek konusunda esneklik gösterecek kimseler olmadıkları gibi Hz. Muâviye de hakkın söylenmesine karşı çıkıp gururlanacak biri değildi. Çünkü onların hepsi bu gibi şeylerden pak oldukları gibi adaletleri de bunları engelle­mektedir. Abdullah b. Ömer'in bu işten kaçınması ise onun takvasından kaynaklanan ve ister helal, ister haram olsun, her­hangi bir işe girmekten kaçınması ile yorumlanabilir. Nitekim onun böyle bir tutuma sahip olduğu meşhurdur. Cumhurun itti­fak ettiği veliahdlık konusunda, İbn Zübeyr'in dışında hiç kimse muhalif kalmamıştır.(12) (Muhalifin az oluşunun hükmü açıktır yani yok hükmündedir.)

Bununla beraber İbn Ömer Hz. Muaviye'ye karşı hüsnü zan beslemekteydi. Bu da herkesin teslim ettiği bir husustur. Zaten Hz. Muâviye hakkında başka türlü düşünülemez. Hz. Muâviye, Yezid'in böylece fasıkça yaşayacağını bile bile onu veliahd yapacak değildi. Onu bundan tenzih ederiz.(13) Nitekim Hz. Muâvi­ye sağlığında Yezid'i musıkiden dolayı azarlayıp nehyediyordu. Oysaki musıki, Yezid'in sonraki hareketlerinden daha ehvendi ve selefin mezhepleri bu konuda yani musıkinin caiz olup olmadığı hususunda farklı idi.(14)

Hz. Muâviye'den sonra gelen Beni Ümeyye'den Abdulmelik ve Süleyman gibi, Abbâsîlerden Seffâh, el-Mansûr, el-Mehdî, Harun Reşit gibi titizlikle hakkı gözetleyip onunla amel eden halifeler de onun gibi hareket edip "veliahd" tayin ettiler. Bu kimseler de adaletli olarak bilinen ve Müslümanların maslahatlarını düşü­nen ve gözeten kimselerdi. Ancak bunların veliahdlik konusunda evlatlarını veya kardeşlerini tercih etmeleri ve böylece dört halifenin izinden çıkmaları yaldırganamaz. Zira onların durumu dört halifenin durumundan farklı idi. Nitekim dört halife döneminde henüz "salta­nat" karakteri oluşmamıştı ve insanların kötülüğe temâyül etmesine engel olan şey, din idi. Dolayısıyla herkesin kalbinde kendisini kötülük yap­maktan engelleyen dinî bir hassasiyet vardı. Böylece Dört halife döneminde dînî açıdan en fazla beğenilen kişi halifelik konusunda başkalarına tercih edilir ve onun dışında bu işe heveslenen de kalbin­deki "dinî hassasiyetle" başbaşa bırakılırdı. (Tabii ki o da taşıdığı dini hassasiyetten dolayı baş kaldırıp tefrika çıkarmazdı.)

Onların döneminden sonra Hz. Muâviye döneminden itibaren artık asabiyyet son sınıra yani saltanat noktası­na gelmiş, insanların kalbindeki "din engeli" zayıflamış ve insanların baş kaldırmasını, tefrika çıkarmasını ve kötülük yapmasını bertaraf edecek, saltanata ve asabiyyete dayalı bir engele ihtiyaç vardır. İşte böylesi bir durumda, o dönemde hakim olan asabiyyetin istemediği birine veliahdlik verilseydi, asabiyyet bunu reddedecekti, iş sür'atla çözülecek ve birlik yerine tefrika ve ihtilaf hakim olacaktı.

Adamın biri Hz. Ali'ye sordu: "Halka ne oldu da Ebûbekir ile Ömer'e itaatsizlik edip ters düşmediler de sana itaatsizlik edip ters düştüler?" Hz. Ali şöyle cevap verdi: Çünkü Ebûbekir ile Ömer benim gibilere idarecilik yaptılar, ben ise senin gibilere idarecilik yapıyorum." Hz. Ali bu sözüyle önceki dönemde var olan dinî hassasiyete işaret ediyordu.

Yine Halife Me'mûn, Ali b. Mûsa b. Ca'fer es-Sâdık'ı "veliahd" olarak tayin edip ona "er-Rızâ" ismini verince Abbasiler şiddetle buna karşı çıkıp ona olan biatlarınıbozdular ve Amcası İbrahim b. el-Mehdi'ye biat ettiler. Ciddi manada kargaşa ve ihtilaf meydana geldi, yollar kesildi, çok sayıda isyancı grup ortaya çıktı. Nerdeyse iş çığırından çıka­caktı ki Me'mûn alelacele Horasan'dan Bağdad'a geldi ve yeni­den onların istediği kişiyi veliahd olarak tayin etti.

Öte yandan Ömer b. Abdulaziz, Kâsım b. Muhammed b. Ebûbekiri gördüğünde "elimde imkân olsaydı onu halife olarak tayin edirdim" diyordu. Dolayısıyle o, Kasım b. Muhammed'i veliaht olarak tayin etmeyi düşünseydi bunu yapacaktı. Ne var ki o, ehl-i hal ve'l-akd olan Beni Ümeyye'den -daha önce belirttiğimiz sebeplerden dola­yı- korkuyor ve bölünme olmasın diye halifelik işini onlardan başka birine tevdi edemiyordu.(15)

Hülâsâ veliahd tayininde bu tür dengeleri dikkate almak ge­rekir. Zira, hükümler asırlar içinde beliren hadiseler, kabileler, asabiyyetler ve maslahatlara göre değişir ve her devrin kendine has bazı şer'î hükümleri vardır. Bu da Allah'ın kullarına bir lütfudur.

Eğer Veliahd tayin etmekten maksad, evlatlara miras bırak­mak ise bu dini prensiplere aykırıdır. Zira halifelik Allah'ın emirlerindendir, onu kullarından istediğine verir.

Bu konuda dini mevkileri küçük düşürmemek için mümkün olduğu kadarıyla iyi niyetli olmak gerekir. Zaten hâkimiyet (mülk) Allah'ındır, onu dilediğine verir.(16)

Dipnotlar

1-Fethu'l-Bârî, XIII/176.

2-Fethu'l-Bârî, XIII/176.

3-İbn Hazm, el-Fisal, IV/169.

4-Minhâcu's-Sünne, I/142; Geniş bilgi için bkz. en-Nazarâtu's-Siyâsiyye el-İslâmiyye, s. 235 vd.

5-İbn Kesîr'in burada "İbn Ömer'in de diğer dört arkadaşı gibi Yezid'e biattan kaçındığı" şeklindeki ifadesi sahih olan görüştür. Ancak ilerde İbn Haldûn'dan nakledeceğimiz üzere İbn Ömer, Hz. Muâviye'nin vefatından sonra kararından dönüp Yezid'e hilafet biatı yapmıştır. Yine Buhârî'nin hadisinde belirtildiği gibi Medineliler Yezid'i hal' edince İbn Ömer onu hal' etmedi. Kâdî Ebûbekr (Allah affetsin) bu konuda bazı hatalara düçar olmuştur. Kâdî Ebûbekr, İbn Ömer'in Yezid'e veliaht olarak biat ettiğini iddia ediyor. Bu iddiasma delil olarak Buhârî'nin İbn Ömer'den naklettiği şu hadisi zikretmektedir: Hafsa'nın yanına girdim. Örgülerinden sular damlıyordu. Kendisine: İnsanların durumu gördüğün gibi oldu. Bana ise bu işte herhangi bir şey verilmedi, dedim. O ise: Halka katıl, onlar seni bekliyor. Uzak kalman bir tefrikaya sebep olur diye korkuyorum, dedi. Ravinin bildirdiğine göre, Hz. Hafsa onu görmeden bırakmadı. Halk dağılınca Muâviye bir konuşma yaptı ve "Kim bu konuda konuşmak istiyorsa bize boynuzunu gösterip ortaya çıksın. Biz, ondan da babasından da bu işe daha layıkız." Şeklinde konuştu. Habib b. Mesleme olayı nakleden İbn Ömer diyor ki: "Sen neden ona cevap vermedin?" İbn Ömer: Ben yerimden kıpırdadım ve "İslâma girmeniz için sana ve babana karşı savaşan bu işe senden daha layıktır" diye söylemek istedim. Ama birliği dağıtacak, kan dökülmesine sebep olacak ve maksadımdan farklı olarak benden nakledilecek bir söz söylemekten korktum. Ve Allah'ın Cennetlerde (sabredenler için) hazırladığı şeyleri hatırladım" dedi. Bunun üzerine Habib: "Sen Allah tarafından muhafaza edilmiş ve korunmuşsun" dedi.

İşte Kâdî Ebûbekr yukarıdaki rivayette geçen bu olayın, Hz. Muâviye'nin Yezid'i veliahd ola­rak ilan ettiği sırada cereyan ettiğini sanmıştır. Halbu ki bu doğru değildir. Doğrusu bu olay iki hakemin Ezruh'ta biraraya geldiği ve anlaşamadığı sırada vaki olmuştur. (Dolayısıyla bu hadisin Yezid'e biat etme olayıyla hiçbir ilgisi yoktur).

Şimdi Hâfız İbn Hacer el-Askalânî'nin bu rivayetle ilgili açıklamalarını sunalım: İbn Ömer, rivayette geçen "insanların durumu gördüğün gibi oldu. Bana ise bu işte herhangi bir şey verilmedi" sözüyle kasdetmekteydi: Hz. Ali ile Hz. Muâviye arasında Sıffîn günü çıkan olaylarda, taraflar anlaşmazlığa düştükleri konuda hakemlere başvurma konusunda anlaştılar. Bunun üzerine gerek Haremeyn (Mekke ve Medine) gerekse başka yerlerdeki sahabilere gelmeleri konusunda mektublar yazdılar ve sonunda bu işi görüşmek için toplanmaya karar verdiler. İşte İbn Ömer toplantıya katılıp katılmama konusunda bazısına danışmıştır. Ablası ise onun orada hazır bulunmamasından kaynaklanan bir fitnenin çıkmasından endişe ettiği için insanlara yetişip aralarına katılmasını tavsiye etmiştir." Yine Hadiste geçen "Halk dağılınca..." Yani iki hakem Ebû Musa el-Eş'ari ile Amr b. El-As ihtilafa düşüp anlaşamadıktan sonra (Halk dağılınca...) Nitekim Abdurrazzak Ma'mer'den yaptığı rivâyette bu ifade yerine "iki ha­kem ayrılınca" şeklinde bir ifade geçiyor. İşte bu ikinci rivâyet şekli yuka­rıdaki birinci rivâyet maksadı açıklıyor ve bu olayın Sıffın'de cereyan ettiğini belirtiyor. Zira hakem olayı orada olmuştur. 

Başkaları bu hadisi zikrettiğimiz tarzdan farklı bir şekilde açıklamışlarsa da mutemed olan Abdurrezzak'ın rivayetinde açıkça belirtildiği gibidir. İbn Hacer şöyle devam ediyor: Daha sonra Habib b. Ebi Sabit'in İbn Ömer'den bu hadisi rivayetinde şu ifadeleri gördüm: "Dûmetulcendel" denen yerde Muâviye, muhalifleriyle biraraya geldiği gün, Hafsa bana dedi ki: Allah'ın, Ümmet-i Muhammed'in (sallallahu aleyhi vesellem) arasını dü­zelteceğigün barış antlaşmasında hazır bulunmaman sana yakışmaz! Nite­kim sen Allah Rasûlünün kaynı ve Ömer b. Hattâb'ın oğlusun". İbn Ömer diyor ki: O gün Muâviye buhtî denen büyükçe bir devenin üzerinde geldi ve şöyle konuştu: Kim bu işte (halifelikte) umut ve beklenti içine giriyor veya boynunu uza­tıyor? (Hadisi Taberani rivâyet etmiştir.)

Muâviye (radıyallâhu anh) halifelik konusunda yetenek, görüş (akıl) ve marifet bakımından önde olanın İslâm'a giriş, dini hayat ve ibadet bakımından önde olana tercih edilmesi gerektiğini savunuyordu. İşte Muâviye buna dayanarak kendisinin bu işe daha layık olduğunu söyledi. İbn Ömer ise bunun tersini savunuyor ve fazilette geride olana biat edilemeyeceğini söylüyordu. Ancak İbn Ömer'e göre, fitnenin çıkmasından endişe ediliyorsa buna biat edilir. Zira kendisi de daha sonra Hz. Muâviye'ye ondan sonra da Yezid'e biat etmiş ve çevresini bu biatı bozmaktan nehyetmiştir. Daha sonra da Abdulmelik b. Mervan'a biat etmiştir. Bkz. Fethu'l-Bârî, VII/323-324.

6-Bkz. el-Bidâye ve'n-Nihâye, 79-89; Ayrıca bkz. Taberî, Târîh, VI/169-170.

7-Bölgeler birbirinden uzaklaşmış, İslâm Devleti "küçük bir devlet" görünümünden "evrensel cihanşümul" ve sınırları birbirinden uzak büyük bir devlete dönüşmüştü. Tabiri caiz ise bir "İmparatorluk" durumuna gelmiştir. Ancak bu tabir baskı ve zulmü çağrıştırdığından burada kullanılmaz.

8-Aslında bir halifeye biat etmenin sahih olması için "ehlü'l-hal ve'l-akd" in bulunması kâfidir ve herkesin katılması gerekmez.

9-en-Nazariyyâtu's-Siyâsiyye el-İslâmiyye, 190/191.

10-İbn Hazm, el-Fisal, IV/169.

11-Cüveynî, Gıyâsu'l-Ümem, 165-167.

12-Ancak daha önce İbn Kesîr'den naklettiğimiz üzere muhalifler arasında Hüseyin, İbn Abbas ve Abdurrahman b. Ebi Bekr de vardı.

13-Parantez içindeki kısım Mukaddime'nin 206. sahifesinden alınmıştır.

14-Parantez arası 212. sahifeden alınmıştır.

15-Parantez içindeki bölüm 206. sabiteden alınmıştır.

16-İbn Haldûn, Mukaddime, s. 210-212.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

AFETLER VE KURTULMA YOLLARI

AFETLER VE KURTULMA YOLLARI

A-ZAHİRİ AFAT: -İflas. Müslümanların çoğu iflasla kuşatılmasının sebebi: bilgi azlı

TEŞRİK TEKBİRLERİ

TEŞRİK TEKBİRLERİ

Teşrik tekbirlerinin ve ihlas suresinin Arefe gününde 1000 defa okunmasının bazı hikmetleri:

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-3

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-3

Bediüzzaman’ın Müdellel Ümidi: Bediüzzaman hazretleri, (31 Mart hadisesinden bir müddet son

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-2

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-2

II. HZ. PEYGAMBERDEN GELEN BEŞARETLER Hayatı boyunca ümmetine karşı gösterdiği ilgi, şefkat

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-1

İSTİKBAL İSLAM’INDIR-1

Gelecekte İslamiyet’in hâkimiyetine işaret eden beşaretler: Kur'an-ı Kerim'in istikbalin hâ

ÖLENLER EŞİT DEĞİLDİRLER

ÖLENLER EŞİT DEĞİLDİRLER

İnsanların ölüme negatif düşüncelerle bakmalarındaki sıkıntılardan biri de şudur ki, onu

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

CENNET VE CEHENNEM SADECE MANEVİ DEĞİLDİR

Cennet ve Cehennem iki yurttur; birisi sevaba birisi azaba, birincisi muttakilere, ikincisi kâfirle

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

ACBU’Z ZENEB HADİSİ

Bir sorunun cevabı; “Müzedeki bir insanın iskeleti 2.000 senedir var olduğu söyleniyor. Halbu

NAMAZDA 17 SIRRI

NAMAZDA 17 SIRRI

İslam Literatüründe “el-Mabud” kelimesi hakiki mabud olan Allah’ın bir vasfıdır. Ebced d

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

İNSANLARIN AYIBINI GİZLEMEK

Kişi kendisine nasıl davranılmasını istiyorsa, başkalarına da öyle davranmalıdır. Bu minva

CEHENNEM NEREDEDİR?

CEHENNEM NEREDEDİR?

Soru: Cehennem Nerededir? Cevap: Cennet ise Kur’an-ı Kerim'de zikredildiği gibi yüksektedir ve

Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter.

Ahzab, 33

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Dâvud

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI