TARÄ°HTE SÃœNNETÄ°N HÃœCCET DEÄžERÄ°NE DÄ°L UZATANLAR-1

Sünneti terk edip sadece Kur'anla yetinmek mümkün değildir. Keza İslam'ın öğretilerine bağlılık iddiasıyla Sünnetin delil oluşunu inkâr etmeyi bağdaş¬tırmak da mümkün değildir.


Muhammed Salih Ekinci

sghursi@gmail.com

2016-10-17 14:59:40

Sünneti terk edip sadece Kur'anla yetinmek mümkün değildir. Keza İslam'ın öğretilerine bağlılık iddiasıyla Sünnetin delil oluşunu inkâr etmeyi bağdaş­tırmak da mümkün değildir.

Ancak bazı insanlar, meseleleri kavrayamamakta, hatta bedîhî konulan bile idrak edememektedirler. Sünnet-i Nebeviye konusunda da durum bundan farklı değildir.

Nitekim sahabe (radiyallâhu anhum) döneminde de Sün­netin teşriî değerini takdir edemeyenler olmuştur.

Hasan [el-Basrî] der ki: İmrân b. Husayn, Peygamber (S.A.V.)'in Sünnetinden bahsettiği bir sırada adamın biri "Ey Ebu Nuceyd! Bize Kur'an'dan bahset" dedi. İmrân cevaben şöyle dedi: "Sen ve arkadaşların Kur'an'ı okuyor musunuz? Bana namazdan ve namazın içindeki hususlardan ve namazın hükümlerinden bahseder misin? Yine bana altın, deve, sığır ve diğer malların zekâtından bahsedebilir misin? Ancak ben bun­lara -Sünnette- şahit oldum, fakat sen kaybettin." İmrân sonra şöyle dedi: "Allah Rasûlü (S.A.V.) bize zekâtta şunları farz kıl­dı." Bunun üzerine adam şöyle dedi: "Beni ihya ettin, Allah da seni ihya etsin." Hasan der ki: "O adam, Müslümanların fakih-lerinden biri olarak vefat etti."

Öyle anlaşılıyor ki bir benzer problemi de Umeyye b. Halid yaşamıştır. O, bütün meselelerin çözümünü sadece Kur'an'da bulmaya çalışıyordu. Abdullah b. Ömer'e şöyle der: Biz ika­mette ve korku halinde kılınacak namazların Kur'an'da yer aldı­ğını görüyoruz ancak, yolculuk halinde kılınan namazı Kur'an'da göremiyoruz? Abdullah cevaben şöyle der: Ey karde­şimin oğlu, Allah Hz. Muhammed (S.A.V.)'i hiçbir şey bitmedi­ğimiz bir anda bize gönderdi. Biz sadece Allah Rasûlünün yap­tığı şeyleri yapıyoruz.[

(Rivayetlerden) anlaşıldığına göre zamanın ilerlemesiyle problemlerini sadece Kur'an ışığında çözmek isteyenlerin sayısı da artmıştır. Hatta Eyyûb es-Sahtiyânî (68-131) şöyle demiştir: Kendisine Sünnetten bahsettiğinizde "bırak bunları, bize Kur'an'dan bahset" diyen biri bilmiş olun ki haktan sapan ve saptıran bir kimsedir."

Öyle anlaşılıyor ki, zikrettiğimiz bu kimseler, herhangi bir fırkayı ya da kolektif bir yönelişi temsil ediyor değillerdi. Aksine bunların (sınırlı) ferdî tutumlar olduğu anlaşılmaktadır. Ve muh­temelen bu kimselerin sayısı zamanla daha da artmıştır.

Dr. Mustafa el-A'zamî, Dirâsâtun fi'l-Hadisi'n-Nebevî ve Ta­rihi Tedvinihi adlı değerli eserinde şöyle der:

"Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta var. O da söz konusu akımın bütün İslam ülkelerinde yaygın olmayıp ge­nelde Irak yöresinde mevcut olmasıdır. Zira İbni Hibbân'ın da belirttiği gibi İmrân b. Husayn Irak'ta bulunuyordu. Keza Eyyûb es-Sahtiyânî de Basra'da ikamet ediyordu. Öyle "anlaşılıyor ki Şafiî'nin zikrettiği Sünnetin hücciyyetini inkâr edenlerde genelde Basralı kimselerdir.

Bu tarihî veriler ışığında şunu söylemek mümkündür: Ta­rihte Sünnetin hüccet değerini inkâr akımı genelde Irak'a özgü bir olaydır.

Sahabe döneminde bazı şahısların Sünnetin hüccet değe­rini takdir edemediklerini gördük. Ancak daha önce de belirtil­diği gibi bu olaylar ferdî olarak kalmış daha sonra yaygınlaş­mıştır.

Neticede hicri ikinci asrın sonlarına doğru İmam Şafiî'nin el-Umm'da belirttiği gibi Sünneti teşrî kaynağı olarak kabul etmeyen küçük bir fırka zuhur etmiştir. Şafiî bu fırkayla ilgili de­ğerlendirmeyi "Bütün haberleri reddeden fırkanın görüşlerinin nakli" başlığı altında verir. Şafiî'nin belirttiğine göre mütevatir dışındaki hadisleri reddeden bir fırka daha bulunmaktadır. Şafiî bunlarla ilgili değerlendirmeyi de "Haber-i hassayı reddedenle­rin görüşlerinin nakli" başlığıyla verir. Bu sonuncu görüş Mu­tezileden Nazzâm'a nisbet edilmiştir.

Sözün özü şudur: Geçmişten günümüze İslam Ümmeti, Sünne-i Nebevîyenin teşrî kaynağı olup bütün müslümanlar için bağlayıcı olduğu konusunda fikir birliği halindedir. Tarihte bazı şahıs veya fırkalar Sünnet hakkında olumsuz bir tavır takınmış­lardır. Ancak bu durum, hicrî ikinci asrın sonlarına doğru veya genel itibariyle hicrî üçüncü asrın sonunda nihayet bulmuş ve geriye hiçbir eser kalmamıştır. Fakat bu fitne, birazdan görüle­ceği üzere geçen yüzyılda batılı sömürgecilerin etkisiyle bir kez daha baş kaldırmıştır.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Üstünlük ve şeref ancak Allah'ın, Peygamberinin ve mü'minlerindir.

Münâfikûn, 8

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Kurban hakkında

"Kim gönül hoşluğu ile,sevabını Allah'tan umarak kurbanını keserse,o kurban onu ateşten koruyan bir perde olur"Tergib ve Terhib:2/155

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI