KUR'AN TERCÜMELERİ MESELESİ

Terceme, bir sözün manasının diğer bir dilde ona eş bir tabir ile aynen ifade etmektir. Tercemenin, aslın manasına tamamen uygun olabilmesi için ilimde ve san’atta aslın ifadesine eş olması gerekir.


İsmail Hakkı Zeyrek

ekremyilmaz08@gmail.com

2009-09-24 01:03:52

Terceme, bir sözün manasının diğer bir dilde ona eş bir tabir ile aynen ifade etmektir.

Tercemenin, aslın manasına tamamen uygun olabilmesi için ilimde ve san’atta aslın ifadesine eş olması gerekir. Halbuki çeşitli diller arasında ne kadar ortak taraf bulunursa bulunsun, birini diğerinden ayıran birçok özellikler vardır. Bilhassa kalbe hitap eden edebî kıymeti yüksek, san’at zevki büyük olan canlı eserlerin tercümelerinde başarı göstermek çok güçtür.

Kur’an’a gelince: Harflerdeki seslerin en güzellerinden, en güzel nağmelerinden bütün insanların anlayabileceği en güzel kelimelerden seçilerek Allah’tan başka kimsenin yapamayacağı canlı bir dokuya sahip ve lafız mananın, mana lafzın aynası haline gelerek sonsuz parıltılar gösteren öyle i’cazlı bir nazımdır ki, Arapça bilmeyene de, kendisinin güzel ve tatlı olduğunu duyurur. Arapça bilen, benzerini yapabilirim zanneder. Fakat üzerinde biraz durunca her tarafında mana fışkırmaya başlar ve o adam anlar ki, Kur’an taklidi mümkün olmayan bir kolaylık içindedir.

Kur’an’da manası bulunmayan hiçbir kelime yoktur. Fakat manası çok derin veya bütün doğru manaların bir kelime etrafında toplandığı yerler de çoktur. Bunun bazılarını tercüme etmek mümkün olsa da, bütün manaları tercümeye aksettirebilmek mümkün değildir. Bazılarından fedakârlık yapılarak te’vil ve tefsir şeklinde söylemek gerekir. İşte terceme, diğer manaları aksettirmeyeceği için bunlar da kaybolur gider. Bu kısa açıklamalarımızdan da anlaşılıyor ki, Kur’an’ı gerçek manası ile tercüme etmek mümkün değildir. Kur’an’ı anlamanın ve hükümlerini kavramanın yolu, onu Arapçasından ve hakiki tefsirlerinden anlamaya çalışmaktır.

Bu söylediklerimizin kuru bir iddiadan ibaret kalmaması için: (ve mimmâ razaknâhum yunfikûn = rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.- Bakara:3) mübarek cümlesinin İşarat-ül İ’caz adlı tefsirdeki tahlilini görelim. (Sadeleştirerek alınmıştır.)

“Bu cümlenin heyetleri – keyfiyetleri – sadakanın beş şartına işaret eder.

Birinci Şart:

Sadakaya muhtaç olmayacak derecede sadaka vermektir ki, (mimmâ) lafzındaki teb’iz (bir bütünün parçalarını gösterme) manasında olan (min ) ile o şartı ifade eder.

İkinci Şart:

Ali’den alıp, Veli’ye vermek değil; belki kendi malından vermektir. Bu şartı (razaknâhum ) = onlara verdiğimiz rızıktan lafzı ifade ediyor.

Üçüncü Şart:

Minnet etmemek – yani; başa kakmamak – Bu şarta (razaknâ) daki (nâ) lafzı işaret eder. Yani; ben size rızık veriyorum, benim malımdan, benim kuluma vermekte minnetiniz – başa kakmaya hakkınız – yoktur.

Dördüncü Şart:

Nafakasına sarf eden adama vereceksin, yoksa sefahete sarf edenlere sadaka versen makbul olmaz. Bu şarta (yunfikûn) lafzı işaret ediyor. Yani; mal benimdir. Benim namımla vermelisiniz.

Beşinci Şart:

Kemaldir. Yani; sadaka mal ile olduğu gibi, ilimle, sözle, nasihatla da olur. İşte buna (mimmâ) lafzındaki (mâ) kelimesi genişliği gösteren manası ile işaret ediyor.

Hem cümle bizzat kendisi de, aynı şeyi ifade ediyor. Çünkü; (yunfikûn) mutlak manadaki harcamayı gösteriyor.

İşte sadakadan bahseden şu kısacık cümle, beş şart ile beraber sadakanın geniş dairesini akla ihsan ediyor. Heyeti ile hissettiriyor. İşte Kur’an’da bunun gibi pek çok hey’et ve nazımlar (kelime ve cümleler arasındaki bağlantılar) vardır.”

Şimdi Kur’an-ı Kerim’in bu tek cümlesi, tek bir cümle ile tercüme edildiği zaman, acaba o terceme aslındaki bu geniş manaları ifade edebilecek midir? Edemeyeceğine göre, Allah’ın bir kısım emir ve maksatları ortadan kaybolmayacak mıdır?

İkinci bir misal olarak şu ayeti ele alalım:

“Ey iman edenler, siz sarhoş iken ne dediğinizi bilinceye, bir de cünüp iken – yolcu olmanız müstesna – gusül yapmadıkça namaza yaklaşmayın.” (27)

İşte burada (lâ takrabûs salâte = namaza yaklaşmayın) cümlesini şarta bağlı bir cümle yapan iki “Hal zarfı” vardır.

Birincisi: (ve entum sukârâ = sarhoş iken), İkincisi de: (cunuben = cünup iken) kelimeleridir. Birinci hal zarfı (ve entum sukârâ = sarhoş iken) devam manasını gösteren isim cümlesi ile getirilmiştir ki, sarhoşluğun namazdan önce yasak olduğuna da, delalet etsin. Sarhoşluk, tam namaz vaktinde yasak olduğu gibi, namaz vaktinden önce de yasaktır. Çünkü, namaz vakti girince sarhoş olan kimse, ya namazı terk etmek zorunda kalacak, yahut da sarhoş iken namaza duracak, bu şıklardan her ikisi de yasaktır.

Demek (ve entum sukârâ = sarhoş iken) tabiriyle namaz vaktine kadar devam edebilen sarhoşluk yasaklanmıştır.

İkinci hal zarfı, (cunuben = cünup iken) kelimesi müfret olarak getirilmiştir. Çünkü; cünüp bulunmak ancak namaz sırasında yasaktır. Şimdi yapılacak en güzel tercemenin bu incelikleri taşıyabileceğini ileri sürmek acaba mümkün müdür? Şu halde Kur’an tercemelerinden hiç birisi, Kur’an hükmünde kabul edilemez (28).

Kur’an-ı Kerim ayetlerinin bir araya toplanması:

Kur’an-ı Kerim, ilahî vahye dayandığı gibi, ayetlerin gördüğümüz bugünkü şekli ile bir sıraya konması – Hz. Cebrail’in – bildirmesi ve Peygamberimizin emirleri ile olduğundan, yine vahye dayanmaktadır.

Çünkü; her ayet nazil olduğu zaman hangi sûrenin neresine yazılacağını Allah’ın Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) vahy kâtiplerine emreder, onlar da öyle yazarlardı. Kur’an-ı Kerim daha Peygamberimizin hayatında bütünü ile bu şekilde yazılmış ve sıraya konmuştur. Sahabiler tarafından da böylece ezber edilmiştir. Yalnız Kur’an’ın tamamı bir yere toplanmamıştı. Hz. Ebûbekir (Radıyallahu anh)’ın Halifeliği zamanında Peygamberlik taslayan yalancı Müseylemetül-Kezzap ile (Yemame) de yapılan savaşta birçok Kur’an hafızları şehit oldu. Zamanla bazı ayetlerin unutulabileceğini göz önünde tutan büyük halifenin Zeyd b. Sabit (Radıyallahu anh)’ın başkanlığında kurulan bir heyet tarafından Kur’an-ı Kerim sayfaları yazıldı. Her sûrenin ayetleri Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin devrindeki sırası ile yazıldı. Ancak, sûreler sıraya konmamıştı. Hz. Osman (Radıyallahu anh)’ın Halifeliği zamanında toplanarak (Mushaf) adı verilmiştir. Böylece meydana gelen Kur’an-ı Kerim’in nüshaları çoğaltılarak gereken merkezlere (29) birer tane gönderilmiştir. Bu hizmetinden dolayı Hz. Osman (Radıyallahu anh)’a (Camiûl Kur’an = Kur’an Toplayıcısı) adı verilmiştir.

Kur’an ayetleri Peygamberimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimizin devirlerinden beri çok kuvvetli bir tevatür yolu ile nakledilmiş, her asırda yüzbinlerce müslümanın hafızalarını süslemiş ve aslî şekli muhafaza edilmiştir.

Mushaflara nokta ve hareke konması daha sonra olmuştur. Bu, Kur’an’ın aslına tesir etmemekte, bilakis Kur’an’ın daha kolaylıkla okunabilmesini sağlamaktadır.

İslam’ın ilk devrinde Araplar Naptî ve Kûfi (=Hîrî) denilen yazılar kullanırlardı. Bu yazılarda nokta yoktu. Kur’ân-ı Kerim ve dinî inançlar Kûfi ile, mektup ve diğer yazışmalar (Ebûbekir, Ömer, Osman, Ali) (Radıyallahu anhüm)’ün devirlerinde mushafta nokta ve hareke yoktu, Emevî Halifelerinden Abdülmelik zamanında, isim, fiil ve harfi birbirinden ayırmak için Kur’an-ı Kerim’e ilk nokta, yani; hareke nahiv ilminin kurucusu (Ebü’l-Esved Ed-Dueli) tarafından konmuştur.

Buna göre bir harfin önündeki nokta üstünü, altındaki esreyi, sonundaki nokta da ötreyi gösteriyordu. Fakat ( ha, cim), (te, be) gibi birbirine benzeyen harfleri birbirinden ayırmak için konulan işaret –ki, buna i’cam denir- Irak Valisi Haccac-ı Zalim’in emri ile olmuştur. Fakat bu işi yapan hakkında çeşitli rivayetler vardır. Buna göre, şu üç zattan birisi koymuştur. (Nasr b. Asım El-Basri), Merv Kadısı (Yahya b. Ya’mer), (Hasan Basri), Eb’ül-Esved harekeyi, Nasr b. Asım ile Yahya b. Ya’mer’in noktayı koymuş olmaları daha çok ihtimal dâhilindedir.

Hemze, Şedde… gibi diğer işaret (i’cam) ları tamamlayan ise, hicretin ikinci asrında yaşamış olan, lügat ve aruzun vazıı (koyucusu) Halil b. Ahmet’tir.

Kur’an-ı Kerim’in Muhtevası (İçindekiler):

İslam âleminin tek kurtuluş rehberi ve hayatının hayatı, nur’u ve esası olan Kur’an-ı Kerim, İbn’i Abbas (Radıyallahu anh) dan gelen rivayete göre (6666) ayetten ibarettir. Ve (114) sûresi vardır.

Başlıca ihtiva ettiği hakikatler:

1- İ’tikadiyât: Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetleri Allah’ın varlığı ve birliği, Peygamberler, melekler, semavî kitaplar, kaza ve kader, dünya ve ahiret ile ilgili iman esaslarından bahseder.

2- İbadetler: Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara farz kılınan Namaz, Oruç, Hac, Zekât ve diğer bir kısım ibadetlere dair birçok ayetler vardır. İnançla ilgili hükümleri kuvvetlendirmek, sabitleştirmek ve meleke (tekrar ile yapılan bir iş ve tecrübeden sonra meydana gelen bilgi) haline getirmek ancak ibadetlerle mümkündür. Allah’ın emirlerini yapmak ve yasaklarından uzak olmak demek olan ibadetle, vicdan ve akla hitap eden imanî hükümler takviye edilmezse, tesirleri zayıf kalır.Aynı zamanda ibadet, dünya ve ahiret saadetlerine bir vesiledir. İnsanın ve insanlığın yükselmesine bir vasıtadır. Allah ile kul arasında çok şerefli ve yüksek bir ilgi kurma demektir.
“Ey insanlar, Rabbinize ibadet ediniz.” (30)“Ben, insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (31) gibi ayetler, bu şerefli vazifeyi çağırmaktadır.

3- Muâmelat: Medenî bir toplumun varlığını koruyabilmesi, düzeninin devam edebilmesi, ancak onu meydana getiren fertler arasındaki muamelelerin adalete, sevgi ve saygıya dayanması gerekir. Bunun için Kur’an-ı Kerim’de alış-veriş, emanet, hibe, vasiyet, miras, nikâh, boşanma gibi aile hayatına ve diğer hususlara ait hükümler bulunmaktadır. Mesela:“Gerçekten Allah, size emanetleri ehline vermenizi emreder.” ayeti, maddî ve manevî emanetlerin zayi olmaması için ehlilerine vermenin vacip olduğunu bildirmektedir.“Ey mü’minler, Allah’a ve Peygambere hainlik etmeyin, bile bile aranızdaki emanetlere de hainlik etmeyin.” (33) ayeti de emanete hıyanet etmenin, akıl ve şeriat yönünden çirkin olduğunu ve insanların her zaman muhtaç oldukları bir muamelenin kapısını kapamanın ve umumî nizamı bozmanın bir cinayet olduğunu hatırlatmaktadır.Allah ve Resulünün emirlerinin aksine hareket etmek ise; daima tekrar edilen bir hainliktir, diye işaret etmektedir.

4- Ukubat: (Cezalar): Cemiyetlerin saadet ve huzur içinde yaşayabilmeleri, bu toplumu meydana getiren fertlerin dine ve dünyaya ait hükümlere uymaları ile mümkündür. İslam toplumunda da öyledir. Bu hükümlere uymayanlar, toplumun huzur ve sükûnunu bozacaklarından, cezaya hak kazanmış olurlar. Bundan dolayıdır ki, Kur’an-ı Kerim, hırsızlık yapan, zinâ eden, adam öldüren, yol kesen, anarşist hareketlerde bulunan ve diğer huzur bozucu ve nizam yıkıcı kimseler hakkında çeşitli cezalar vermiştir. Mesela; suçsuz bir kimseyi amden öldüren şahsın, kısas yolu ile öldürülmesi Kur’an hükmüdür. Kısasta toplum için hayat olduğu, adalet ve merhamete aykırı olmadığı:“Kısasta sizin için hayat vardır.” (34) ayeti ile açıklanmıştır.

5- Edep ve ahlâk: Kur’an-ı Kerim’de edep ve ahlâkla ilgili pek çok ayetler vardır. Allah Teâlâ Hazretlerini büyük tanımak, Resûlü Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Efendimize sevgi ve hürmet göstermek, ana ve babanın haklarını çiğnememek, insanlar ile iyi geçinmek Kur’an’ın öğrettiği edep esaslarındandır.İyiyi emir, kötüyü kaçındırmak, kötü zandan uzak durmak, cahillerden yüz çevirmek, Kur’an’ın telkin ettiği yüksek ahlâk prensiplerindendir. Bir Âyet-i Kerim’de:
“Affı (esas) al, iyilikle emret ve söz (söz dinlemeyen, kabiliyetsiz) cahillerden de yüz çevir.” (35)

6- Nasihatler ve vasiyetler: İnsanları gafletten uyandırmak ve hayatı tehlikelerden korumak için indirilmiş birçok ayetler vardır.Müslümanların Allah’ı daima anarak gaflete ve neflerinin arzularına dalmaktan kaçınmaları birbirini kardeş bilerek islaha çalışmaları, takva sahibi olmaları, Kur’an’ın öğütleri arasındadır.
“Ey mü’minler, Allah’tan korkun (fenalıklardan sakının) ve doğrularla beraber olun.” (36)“Mü’minler ancak kardeştirler, onun için (ihtilaf ettikleri zaman) iki kardeşin arasını düzeltin ve (Allah’ın emrine aykırılık yapmaktan) sakının ki, merhamet olunasınız.” (37) ayetleri bu yüksek öğütlerden sadece iki örnektir.

7- Va’d ve Va’id: (Va’d: Söz vermek – hayırda kullanılır - ; Vaîd: Şerre niyet ettiğini, korkulacak iş yapılacağını haber vermekle korkutmak demektir.)Allah Teala Hazretlerinin emirlerine uyan, yasaklarından kaçan mü’minlerin mükâfata mazhar olacakları hakkında ilahî va’di ihtiva eden; emirlerine uymayan ve yasak ettiği şeyleri yapanların ceza görecekleri hakkında birçok ayetler vardır:
“Muhakkak ki, iyiler naîm cennetindedirler, facirler (kâfirler) ise cehennemdedirler.” (38) ayetlerinde hem va’d ve hem de va’id vardır.

8- Kevnî hakikatler: Kur’an-ı Kerim’de kâinat ve varlıkların yaratılışı hakkında bir hayli ayetler vardır. Fakat Kur’an’ın bunlardan bahsetmesi yukarıda işaret ettiğimiz gibi, bir astronomiye, jeolojiye, fizik ve kimyaya dair bilgi vermek için değil, sadece Allah’ın büyüklüğünü ve eşsiz kudretini göstermek, varlıkların faydalarından bahsetmekle, Cenab-ı Hakk’ın insanlar üzerindeki sonsuz lütûflarına dikkatleri çekmek içindir. Çünkü; kâinat hakkında bu gayenin dışında bilgi vermek, Kur’an’ın aslî gayesinin dışındadır. Peygamberler gönderilmesinde kitaplar indirilmesinden esas maksat da bu değildir.Hilalin çeşitli safhalar göstermesindeki sebep sorulunca: Bu safhaların faydalarını göstermek suretiyle cevap verilmesi, bu gerçeği ifade eder.

9- Kıssalar ve Vak’alar: Kur’an-ı Kerim’de bazı Peygamberlerin hayatlarına, geçmiş ümmetlerin tarihlerine dair bir kısım bilgiler verilmiştir. Bu husustaki ayetlerin bir kısmı Peygamberimizin mübarek gönlünü almak, bir kısmı kavminin her türlü eziyet ve işkencelerine uğrayan o aziz Peygamberi teselli etmek, bir kısmı da bu ümmete ibret dersi vermek gibi hikmetlere dayanmaktadır.Geçmiş ümmetlerin tarihine ait Kur’an-ı Mu’cüz-ül-beyan’ın haber verdiği şeyler tamamen gerçektir. Bunların arasında akl-ı selimin kabul edemeyeceği hiçbir kıssa yoktur. Kur’an’ın birtakım efsanelere dayanan hikâyelerden bahsettiğini kabul etmek, büyük bir cehalettir. Kur’an kendisine bu isnatta bulunanları
“Ona ne önünden, ne ardından (hiçbir suretle) bâtıl yaklaşamaz. O Hamid (= herkes tarafından öğülen), Hakîm (= hikmet sahibi olan) Allah’tan indirilmiştir.” (39) ayeti ile yalanlamakta ve kınamaktadır.Mesela; Kur’an-ı Kerim, Nûh Tufanı, Zülkarneyn, Ashab-ı Kefh v.s. hakkında bazı bilgiler veriyor ki, bunlar aslında büyük hadiselerdendir ve alıştığımız hayata uymayan tarafları vardır. Fakat bunlardan hiç biri, aklın kabul etmeyeceği şeyler değildir; Allah’ın sonsuz kudretine, mucizelere ve diğer harikalara inananlar için bunlar, inkâr edilecek şeyler değildir. Çünkü; Allah:
“O, her şeye kadirdir.”

Dipnotlar

 27-Nisâ: 43.

28-Dinî ve İlmî İncelemeler, Sadrettin Yüksel.

29-Sekiz nüsha yazılmış, yedisi Medine, Mekke, Yemen, Bahreyn, Şam, Kûfe, Basra’ya gönderilmiştir. Diğer Mushaflar bunlara uygun olarak yazıldı. Hz. Osman (R.A.)’ın yanında kalan nüshaya (İmam) adı verilmiştir.

30-Bakara: 21.

31-Zariyat: 56.

32-Nisâ: 58.

33-Enfal: 27.

34-Bakara: 179.

35-A’raf: 199.

36-Tevbe: 119.

37-Hucurat: 10.

38-İnfitar: 13-14.

39-Fussilet: 42.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

İnsanlar yalnız inandık demeleri ile bırakılıveriliceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandılar?

Ankebut, 2

GÜNÜN HADİSİ

Sizden biriniz, kendisi için sevdiği şeyi (mü'min) kardeşi için de sevinceye kadar kamil mümin olmaz.

250 Hadis, s.148

TARİHTE BU HAFTA

*Fazıl Mustafa Paşa'nın Belgrad'ı Fethi(9 Ekim 1960) *HAZRETİ HÜSEYİN (r.a.) Şehid Edildi-Kerbela Vak'ası(10 Ekim 680) *Ömer Nasuhi Bilmen Vefat Etti(12 Ekim 1971) *Ankara Başkent Oldu(13 Ekim 1923)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI