İMAN
DERS-3 DERSİN KONUSU: İcmalî iman – Tafsîlî iman – Zaruriyat-ı diniye – İmanın sahih olabilmesi için üç şart vardır – Mukallidin imanı – İman ile Amel arasındaki ilgi – Tasdik ve inkâr bakımından insanl
DERS-3
DERSİN KONUSU:
İcmalî iman – Tafsîlî iman – Zaruriyat-ı diniye – İmanın sahih olabilmesi için üç şart vardır – Mukallidin imanı – İman ile Amel arasındaki ilgi – Tasdik ve inkâr bakımından insanlar; (Müslim, Mü’min, Münafık, Kâfir, Müşrik.)
İman, lügatte bir şeye inanmak, bir kimseyi veya bir haberi tasdik etmek, iz’an (bilerek anlayış ve teslimiyet içinde) ve kabul ile ona sadık kalmak manasınadır. Teslim olma ve boyun eğme manasına da gelir.
İmanın dinî ve şer’i manası:
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in Allah’tan getirip bildirdiği, kesinlikle belli olan her hususta tereddütsüz olarak tasdik etmek ve tamamen boyun eğip, teslim olmaktır. (1)
Peygamber Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bildirdiği her şeyi Allah’tan alarak tebliğ etmiştir. Onun her sözü vahye ve Allah’ın bildirmesine bağlıdır. Kur’an-ı Kerim’de:
“Hz. Peygamber havadan söz söylemez, onun bildirdiği şey ilahî vahiyden başka değildir.” buyurulmuştur. (2)
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in bildirdiği şeylerin temeli Allah Teala’ya, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kaza ve Kadere inanmaktır ki, bu altı şey İslam inancının temelini teşkil eder. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) “İman nedir?” sorusuna:
“İman; Allah’a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Ahiret gününe, Kadere, Hayır ve şerrin Allah’ın yaratması ile olduğuna inanmaktır.” diye cevap vermişlerdir. Tahkik ehline göre (3) iman, kalben tasdik demektir. Kalben tasdik eden bir kimse, kendisine teklif yapılmadığından dolayı dili ile ikrar etmemiş olsa bile, Allah katında mü’min sayılır. Yani; dil ile ikrar, iman hakikatının dışındadır. İman’ın kalbe ait bir sıfat olduğu:
“Kalbi iman ile mutmain (kararlaşmış) olarak…” (4)
“İşte bunların kalplerine Allah imanı tesbit buyurdu.” (5)
“Ama kalpleri iman etmedi.” (6) gibi, Kur’an-ı Kerim ayetlerinden anlaşılmaktadır. Ancak tasdik, görülen ve duyulan bir şey değildir. Bunun insanlar tarafından bilinmesi için açık bir delil bulunması gereklidir. İşte bu delil ikrar ve şehadettir. İmanını dili ile ikrar etmeyen bir kimsenin, İslamiyetini anlamak mümkün olamayacağından, hakkında İslamî hükümler uygulanamaz. Öldüğü vakit İslam mezarına gömülemez.
İCMALÎ İMAN – TAFSÎLÎ İMAN:
İman, icmalî ve tafsîlî olmak üzere ikiye ayrılır.
a) İcmalî İman:
(En kısa ve toptan iman demektir.) Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in tebliğ buyurduğu şeylerin hepsine birden inanmaktır. Bu da:
“Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah’ın Peygamberidir.” sözü ile ifade edilmiştir. Şu halde: “Allah birdir, Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Allah’ın peygamberidir. Söylediklerinin hepsi haktır.” diye tasdik eden, buna inanan, kalbini buna sımsıkı bağlayan kimse, icmalî bir iman ile mü’min olur ve kâfirlikten kurtulur. Çünkü bu iki cümlede iman edilmesi zarurî olan şeylerin hepsi vardır.
b) Tafsîlî İman:
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tarafından bildirilen şeyleri birer birer bilerek tasdik etmektir. Küfürden kurtulmak için icmalî iman yeterli ise de, namaz, oruç ve diğer ibadetleri öğrenip, tasdik etmek suretiyle imanını olgunlaştırmak her müslümana borçtur. Mesela; Müslüman olmayan bir kimse, -hiçbir şey belirtmeyerek- “Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ‘in bildirdiği şeylerin hepsi haktır.” diye doğruluğunu kabul edince, icmalî iman ile mü’min olur. Sonra Namaz, Oruç, Hac vesair dinî hükümler hakkında bilgi edinerek, bunları da tek tek tasdik edince, tafsîlî iman ile mü’min olur.
ZARURİYAT-I DİNİYE:
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in bildirdiği kesinlikle belli olan hükümlere ve haberlere denir. Her mü’minin bunları tasdik etmesi şarttır. Bunların birinde şüpheye düşecek olursa, iman dairesinden çıkar. Bunların kesinlikle belli olması iki şekilde olur:
1- Ya saadet asrında bulunarak, doğrudan doğruya Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in dilinden duymak ile,
2- Veya Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’den tevatür yolu ile nakledilmek suretiyle olur.
Zaruriyat-ı diniyeden olan şeyleri tasdik etmek her mü’min için lüzumludur. Mesela; Kur’an, Allah kelâmıdır. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Efendimize indirilmiş ve ondan bize tevatür yolu ile nakledilmiştir. Her mü’minin buna tereddütsüz inanması gerekir.
Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim’in kesinlikle ve açıkça belirttiği hükümleri, haberleri ve mesela; Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in peygamberliğini, Namaz, Oruç, Zekat ve Hac’cın farz olduğunu; hırsızlık, zinâ ve şarabın haram kılındığını, şeksiz ve şüphesiz tasdik etmesi gerekir. Bunlardan herhangi birisini tasdik etmeyen kimse, iman şerefinden mahrum kalır.
İMANIN SAHİH (HALİS ve ŞÜPHESİZ) ve MAKBUL OLMASI İÇİN ÜÇ ŞART VARDIR
1- İman, yeis (ümitsizlik) halinde olmamalı, yani; Allah’ın azabını gözü ile gördükten sonra, iman sahih olmaz. Mesela; bir kâfir ölürken, Allah’ın azabını gözlerinin önünde gördüğü bir anda iman etse, bu iman makbul olmaz. Çünkü:
“Azabımızı gördükleri vakit, edecekleri imanları kendilerine bir fayda verecek değildir.” (7) ayeti bu gerçeği anlatır. Cenab-ı Hak bu halde iken, Firavn’un imanını kabul etmediğini, şu ayetler ile bildirmektedir:
“İsrailoğulları’nı denizden (salimen karşı tarafa) geçirdik. Fir’avn hemen askerleri ile zulüm ve saldırganlık yaparak arkalarına düştü. Nihayet denizde boğulmaya başlayınca, şöyle dedi: “İman ettim, gerçekten İsrailoğulları’nın iman ettiğinden (Allah’tan) başka hiçbir ilah yoktur. Ben de, ona teslim olanlardanım.”
“Şimdi mi (elinden bütün kuvvet ve imkân gittikten sonra mı) iman ediyorsun? Halbuki sen bundan önce isyan etmiş ve daima müfsidlerden olmuştun.” (8)
“O kimseler (takva sahipleri) ki, gabya inanırlar.” (9) gibi ayetler ancak gabya iman edenlerin hidayete nail olacaklarını bildiriyor. Halbuki azabı gördükten sonra, gabya iman kalmaz.
2- Mü’min, zarûriyat-ı diniyeden birini inkâr veya inkâra işaret eden bir şeyi kendi iradesiyle yapmamalıdır.
Bu şarta göre, bir kimse bütün peygamberlere inandığı halde, yalnız bizim Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in peygamberliğini inkâr etse, mü’min sayılamıyacağı gibi, kat’î bir farzı inkâr etmek veya kendi iradesiyle puta tapmak gibi, bir inkâr belirtisi ile de dinden çıkar. Çünkü iman parçalanmaz. Dinin esaslarından bir şeyi inkâr etmek, bütün dini inkâr demek olur.
3- Dinin bütün hükümlerini beğenerek kabul etmek ve hiçbir hükmünü küçümsemeyerek yerine getirmek gerekir.
Buna göre bir kimse namaz, oruç gibi dinî bir emri beğenmese veya Allah’a inad kasdiyle dinî bir emri terk veya yasak ettiği bir şeye karşı çıkarak, bir haramı işlerse, artık o kimse mü’min sayılamaz.
Bu şartları taşıyan imanın, sahibini azaptan kurtarması ve ebedî saadete kavuşturması için, ömrün sonuna kadar devam etmesi de şarttır. Çünkü; itibar sonadır. İmanını son nefesine kadar koruyamayan kimseye, geçmişteki imanı hiçbir fayda sağlamaz.
Mukallidin imanı (Mukallid, başkasının sözünü delilsiz kabul eden) :
İmanın sahih olabilmesi için, onu mutlaka delilleri ile öğrenmek şart değildir. Yani; mesela, babasından, hocasından veya sözüne itimad ettiği başka kimselerden duymak suretiyle elde edilen iman da, sahih ve makbuldür. Çünkü; saadet asrında, delilleri inceleyemeyen çöldeki Araplar, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Efendimizin huzuruna gelerek, sadece Kelime-i Şehadeti söyleyerek (mü’mün) oluyorlardı. Ancak mümkün olduğu kadar nazar (10) ve istidlalde (11) bulunmak farz olduğundan, onu terk eden günahkâr olur. Delilleri araştırmanın farz olması İslam’ın ilim ve hikmet dini olduğunu ve körü körüne kabul istemediğini açıkça ispat eder.
İMAN İLE AMEL ARASINDAKİ MÜNASEBET (İLİŞKİ)
İman, kalbin kat’i ve şüphesiz bir tasdikinden ibaret olduğuna göre, imanda artma ve eksilme diye bir şey bahis konusu olamaz. Ebû Hanife (Rahimehullah)’a göre:
“İmanın artıp eksileceğini beyan eden ayetler, saadet asrındaki mü’minlerin imanına delalet etmektedir. Çünkü; sahabî, Allah ve Resulüne iman etmişti. Fakat farz ve haramları bildiren ayetler sona ermemiş ve hergün bir başka şey farz veya haram kılınıyordu. Bu suretle icmalî bir imana sahip olan sahabî, İlahî hükümler çoğaldıkça, bunlara da iman etmesi zarurî olduğu için, onun imanı da artıyordu. İlahî vahy sona erdiğinden, bunun saadet asrından başka devirlerdeki mü’minler için düşünülmesi mümkün değildir.
Yahut imanın artacağına delalet eden ayetlerden maksat, imanın meyvelerinin ve kalplerdeki nurunun ve parlaklığının artmasıdır. Çünkü bu nur iyi amellerle artar, günahlarla azalır.” (12)
Gerçekten günahlardan sakınan ve kendilerini ibadete veren mü’minlerle günahkârların, imanlarındaki nur ve parlaklık aynı derecede değildir. İyi ameller sayesinde kalp nurlanır, inanç kuvvet kazanır.
“Onlara (mü’minlere) Allah’ın ayetleri okunduğu zaman, imanlarını artırır.” (13) Ayet-i Kerimesi gibi, imanın artacağına delalet eden şer’i naslar, imanın parlaklık bakımından artacağını gösterir. Aksine kötü ameller yüzünden kalp kararır, i’tikad gevşer, iman nurunu kaybetmeğe başlar. Bu durum böyle devam ederse,-ki, bundan Allah’a sığınırız- son anda imanı kaybetme tehlikesi baş gösterebilir.
Bu sebepledir ki, Allah’ın insana en büyük nimeti olan imanı güzelce koruyabilmek için, Allah’ın emirlerine uymak ve yasak ettiklerinden uzak kalmak her mü’min için lüzumludur.
Birçok âlim ve muhaddislere göre; namaz, oruç gibi Allah’ın emrettiği güzel işler ve ibadetler (kâmil iman)’ın bir parçasıdır. Buna göre farzlardan herhangi birini terk eden veya haramlardan birisini işleyen kimse, imansız sayılmazsa da, imanın kemalini kaçıracağından, onu tehlikeye düşürmüş olur. Nasıl ki, insanın parmakları, ağacın dalları ve yaprakları onların kemalinden birer parçadır. Parmakları kesilmiş olan bir adam yine insandır, fakat eksik bir insandır; dalları ve yaprakları yok edilmiş bir ağaç, yine ağaçtır, ama kemalini ve güzelliğini kaybetmiş bir ağaçtır. Bu durum devam ettiği takdirde, belki bir gün kuruyabilir.
İnsan, Allah’ın yasak ettiklerinden kaçınıp emrettiklerini yapmalıdır k, kendisinde kâmil iman (olgun ve mükemmel iman) meydana gelsin.
“Kasem olsun asra ki, gerçekten insan ziyandadır. Ancak iman edip, iyi ameller işleyenler müstesna…” (14) ayetlerinde iman ile beraber ile amel işleyen insanların ziyandan müstesna olduğu açıklanmıştır.
TASDİK VE İNKÂR BAKIMINDAN İNSANLAR:
(Mü’min, Müslim, münafık, kâfir, müşrik)
Kur’an-ı Kerim’de, Bakara Sûresi’nin başındaki ayetleri incelediğimiz zaman, iman bakımından insanların üç gruba ayrıldığını görürüz:
a) Mü’min,
b) Kâfir,
c) Münafık.
Mü’min:
İslam dininin iman ve i’tikad esaslarını gerçekten kabul ve tasdik edenlere mü’min ve Müslim adı verilir. Mesela; biz Cenab-ı Hakk’ın birliğini, ahiret âlemini, Peygamberimizin son peygamber ve bize bildirdiği her şeyin gerçek olduğunu, kesin olarak bilip, tasdik ederiz. Bu cihetle bizler mü’min ve müslimiz.
Kur’an-ı Kerim, mü’minleri şu sıfatlarla bildiriyor:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmin, Allah ve Resulüne muhalefet eden kimselerle, velev ki, bu kimseler onların babaları yahut oğulları yahut kardeşleri yahut aşiretleri dahi olsa, dostluk ettiklerini göremezsin. İşte onlar, o kimselerdir ki, Allah onların kalplerine imanı yazmış ve tesbit buyurmuş ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları altından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da Allah’tan hoşnud olmuşlardır. İşte bunlar Allah taraftarlarıdır. İyi bilin ki, Allah taraftarı olanlar, gerçekten onlar zafer bulanlardır.” (15)
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah’a ve peygamberine iman etmişlerdir. Sonra (imanlarında) şüpheye düşmemişler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşmışlardır. İşte böyle kimseler imanlarında sadık olanlardır.” (16)
“İman” ve “İslam” kelimeleri lügat bakımından birbirinden ayrılır, fakat şer’i hüküm itibariyle birdir.
İman lügatte, inanmak ve bir şeyi tasdik etmek manasınadır.
İslam ise lügatte, ihlas ve itaat etme manasınadır. Şeriat dilinde Peygamber Efendimizin tebliğ ettiği her şeyi gizli ve aşikâr kabul etme ve beğenme; ve Cenab-ı Hakk’a itaat etme ve boyun eğme demektir.
KÂFİR ve MÜŞRİK:
Kâfir, örtmek manasına gelen (kefere) kelimesinde türetilmiştir. Hakkı görmediği ve göstermediği, iman esaslarına veya bunlardan birine inanmadığı için bu isim verilmiştir. Mü’minin zıddıdır. Bunlar hakkında:
“Kâfir olup, ayetlerimizi tekzip edenlere gelince, onlar da cehennemliktir.” buyurulmuştur (17).
Küfür iki kısımdır:
1- Bilmediği için inkâr eder,
2- Bildiği halde inkâr eder. Bu da üç kısımdır:
a) Bilir, fakat inanmaz.
b) Şüphesi yoktur, itikadı da yoktur.
c) Doğruluğunu kabul eder, fakat teslim olup, itaat etmez.
MÜŞRİK:
Allah-u Teala’ya ortak kabul eden demektir. Kur’an-ı Kerim’de:
“Allah’a ortak koşma. Çünkü; Allah’a ortak koşmak, en büyük bir zulümdür.” (18) buyurulmuştur.
Şirkin, İlahî affın dışında bulunduğunu, şu ayetler açıklamaktadır:
“Doğrusu Allah kendine eş koşulmasını (eş koşanın günahını) bağışlamaz, ondan başkasını dilediği kimse için bağışlar ve mağfiret buyurur. Ve kim Allah’a eş koşarsa, gerçekten pek büyük bir cinayet uydurmuş olduğunda şüphe yoktur.” (19)
“Muhakkak ki, Allah kendine ortak koşanları bağışlamaz. Bu günahtan başkasını dilediği kimseden mağfiret buyurur. Kim Allah’a eş koşarsa, doğrusu çok uzak bir sapıklığa sapmıştır. (Yani; öyle sapıtır, öyle sapıtır ki, hak yoldan pek uzaklara düşer.)” (20)
Büyük müfessir Elmalılı Hamdi Efendi merhum, müşriki ikiye ayırarak, şu bilgileri veriyor:
“Müşrik, Kur’an dilinde iki manaya gelir. Biri zâhirî, diğer hakikidir.
Zahirî Müşrik: Açıktan açığa Allah’a şerik koşan teaddüd-ü ilâha –Allah’ın hâşâ birden çok olduğuna- kâil olanlardır. Bu manada kitap ehline müşrik denemez.
Hakikî Müşrik: Hakikaten Allah’ın birliğini ve İslam dinini inkâr edenler, mü’min olmayan gayr-i müslimlerdir. Bu manada kitap ehli olan Yahudiler ve Hıristiyanlar da müşriktir. Zira; bunlar görünüşte Allah’ın birliğini kabul ettiklerini söylüyorlarsa da, hakikatte Allah’ın oğlu bulunduğunu iddia ediyorlar. Hıristiyanlar teslise (21) inanırlar ve Hz. İsa, Allah’ın oğludur, derler. Yahudiler de Hz. Uzeyr, Allah’ın oğludur, demişlerdir. Böyle demekle beraber, tevhid (Allah’ın birliğini) de iddia ederler. Buna binâen her ikisi de, görünüşte müşrik değilseler de, hakikatte müşriktirler. Bunun için mutlak manada müşrik denildiği ve bilhassa iman karşılığı zikredildiği zaman, mutlak manada anlaşılır ve umumiyetle kâfirlere şamil olur.” (22)
MÜNAFIK:
Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed (Sallallahu aleyhi ve Sellem)’in peygamberliğini kabul ettiklerini, dili ile söyleyip, kalbi ile tasdik etmeyen, dışı Müslüman, içi kâfir olan ikiyüzlü şaşkınlardır. İman ile küfür arasında bocalar, piyasaya göre değişir dururlar, daima gösteriş yaparlar. Her münafık müraidir. Fakat her mürainin münafık olması gerekmez. Riya ve gösteriş imana zıt olmayarak bazen amelde de olabilir. Asıl münafık ise, akîdenin zıddına olan imandaki mürailiktir. Bununla beraber sırf amel ile ilgili olan münafıklık da vardır. Bu itibarla münafıklık ile riyakârlık (gösteriş yapmak) birbirine yakındır. Sahih bir Hadis-i Şerif’te:
“Münafığın alameti üçtür: Söz söylediği zaman yalan söyler, kin beslediği zaman edepsizlik eder, bir şey emanet edildiği zaman hainlik yapar.” buyurulmuştur.
Bakara Suresi’nin başında sözleri ve davranışları bir olan kâfirler hakkında ancak iki ayet nazil olduğu halde kâfirlerin en zararlı cinsi olan ve küfür ile iman arasında dolaşıyor gibi görünen münafıklar hakkında 13 ayet nazil olmuştur.
Münafıklar hakkında Cenab-ı Hakk’ın böyle uzunca beyanda bulunmasının birçok hikmetleri vardır. Biz burada sadece ikisine kısaca işaret edeceğiz:
a) Düşman gizli olunca daha zararlı olur, kandırıcı olursa daha alçak olur, aldatıcı olursa daha çok karıştırıcı olur, içten olursa fenalığı daha yıkıcı olur. Çünkü; içteki düşman kuvveti dağıtır, cesareti kırar; dıştaki düşman ise, aksine milli duyguları harekete geçirir, metaneti artırır.Münafıkların İslam’a karşı işledikleri cinayetler pek büyüktür. İslam âlemini çalkantıya sürükleyen yine bu münafıklık hareketi olmuştur.
b) Alay etme, ikiyüzlülük, yalancılık, oyun yapma gibi kötü huylar münafıklarda daha çoktur. Öteki kâfirlerde ise, bu derecede değildir.
Kur’an-ı Kerim’de: “Muhakkak ki, münafıklar cehennemin en aşağı tabakasındadırlar. (Cehennemin dibindedirler.) Asla onların azabını kaldıracak bir yardımcı bulamazsın.” (23) buyurulmakla münafıkların öteki kâfirlerden daha kötü oldukları ve bu cihetle cehennemin en aşağı tabakasında yer alacaklarına işaret olunmuştur.
Cenab-ı Hak münafıkları Müslümanlara tanıtmak için, çok açık beyanlarda bulunmuş ve hatta bunlarla ilgili Münafikun Suresi’ni (Kur’an-ı Kerim’de 63. Sure) indirmiştir. Bu Sure’de münafıkların çeşitli hilelerinden ve Müslümanlığa karşı duydukları kin ve düşmanlık duygularından bahseder.
Dipnotlar:
1. Kabul etmeden Allah’ı sadece bilmek, iman değildir. İman, kabul ve tasdik ile birlikte olan bilgidir. Cenab-ı Hak, kâfirler hakkında: “Onlar Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i öz oğullarını tanır gibi tanırlar.” (Bakara: 146) buyurmaktadır. Eğer Allah ve Resulünü sadece tanımak iman olsa idi, bu kâfirlerin de mü’minlerden olmaları gerekecekti. Çünkü onlar Hz. Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in peygamberliğini kabul etmemekle beraber, peygamber olduğunu biliyorlardı. Demek ki, imanda bilmek ile beraber kabul etmek de şarttır. (Akaid-ül Hayriye, Sh: 117. M. Vehbi, Mısır)
2. Necm: 3-4.
3. Ebû Mansur Matüridi başta olmak üzere, birçok Maturidi imamları ile Eş’ariler ve hatta İmam A’zam’ın görüşü olduğu nakledilmiştir.
4. Nahl: 106.
5. Mücadele: 22.
6. Maide: 41.
7. Mü’min: 85.
8. Yunus: 90-91. Buradaki (hemze) istifham-ı inkârî hemzesidir. Firavn’ın çaresizlik anında imanının makbul olmadığını anlatmaktadır.
9. Bakara: 3.
10. Bir şeyin delilini incelemek.
11. Delil getirmek.
12. İbnü Ömer (R.A)’dan rivayet edilen Hadis-i Şerif de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. İbni Ömer şöyle anlatıyor:
“Dedik ki, ey Allah’ın Resulü, iman artar ve eksilir mi? Evet, sahibini cennete sokuncaya kadar artar, cehenneme atıncaya kadar da eksilir.” buyurdular. Teftezanî, Şerh-i Akaid, S. 264
13. Enfal: 2.
14. Asr: 1:3.
15. Mücadele: 22.
16. Hucurat: 15.
17. Mâide: 10.
18. Lukman: 13.
19. Nisa: 48.
20. Nisa: 116
21. Teslis: Üçleme. Hıristiyanların sonradan uydurdukları ve dinlerinin esasında olmayan bir inançtır ki, bazılarının –hâşâ- Cenab-ı Hakk üçyür, bazıları da, üçü birdir, diyerek Allah’a şerik ve ortak tanımaları, Cenab-ı Hakk’ı üç unsur demeleri.
22. Hak Dini Kur’an Dili, C. 1, S. 770 (Sadeleştirerek alındı).
23. Nisa: 145.
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Onu(Kuranı) Ruh-ul Emin(Cebrail), inzar edenlerden olasın diye, kalbine apaçık Arapça olarak indirmiştir.
Şuara:193-195
GÜNÜN HADİSİ
Zühd hakkında
Kendisine çok konuşmama ve zühd duygusu verilen kimseyi gördüğünüz zaman ona yaklaşın.Zira o hikmet telkin eder.İbn-i Mace-Zühd:1
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...