Ufuk Peygamberi
TARİHTE SÜNNETİN HÜCCET DEĞERİNE DİL UZATANLAR-3
B. Hint Kıtası
Geçen yüzyılda İngilizler Hindistan'ı tamamıyla sömürgeleştirdiler. Müslümanlar -başarısızlıkla da sonuçlansa- ülkelerini sömürgecilerin elinden çıkarmak için İngilizlere karşı cihad ilan ettiler. Ancak İngilizler silahlı cihadın arz ettiği tehlikeyi sezip, ulemadan silahlı cihadı inkar eden bir grup oluşturdular. Bunu da cihad hadislerini inkar ederek gerçekleştirme yoluna gittiler.
Çerâğ Ali ve peygamberlik taslayan Gulâm Ahmed Kâdiyânî bu akımın öncü isimleri arasında yer aldı.
Öte yandan çöküş ve mağlubiyet psikolojisi Seyyid Ahmed Hân, Abdullah el-Cekrâlevî ve Ahmeduddîn el-Emretserrî gibi isimlerin çıkmasına neden oldu.
Son olarak Gulâm Ahmed Pervîz çıkıp Ehl-i-Kur'an adında bir cemiyet kurdu. Bunun yanı sıra aylık bir dergi çıkardı ve bu doğrultuda bazı kitaplar yayımladı.
Gulâm Ahmed Pervîz içtihad ve istiklâl davası güttüğü halde tamamıyla Tevfik Sıdkî'yi taklid edip, Hadislerin teşri' değerini tamamen inkâr ediyordu. Sadece âhâd hadisleri reddetmekle kalmıyor; beş vakit namazı, namazların rekât ve şekilleri gibi tevatürle bize intikal eden sünnetleri de reddediyor ve şöyle diyordu: "Kur'an bize sadece namaz kılmayı emretmektedir. Namazın eda şekline gelince bu devlet başkanına bırakılmış bir husustur. Devlet başkanı, zamana ve mekana göre istişarede bulunarak bunu belirler."
Bunlar daha önce Tevfik Sıdkî'nin "İslam Sadece Kur'an'dan İbarettir" isimli makalesinde ileri sürdüğü, ancak sonradan vazgeçtiği görüşlerin aynısıdır.
C. Türkiye
İnkar boyutunun Türkiye ayağı ile ilgili olarak şunları söylemek mümkündür.
Çağımızda Türkiye'de de bazı kimseler, bu akımın bayraktarlığını yapmışlardır. Bu kimseler iddialarında fikrî bağımsızlık görüntüsüne bürünseler de aslında oryantalistlerden ve onların yerli takipçilerinden özellikle de Advâun ale's-Sünnet-i-Muhammediye adlı kitabın müellifi Mısırlı yazar Ebu Reyye'den beslenmektedirler. Hâlbuki bu kitap yayımlandığı günden itibaren birçok muhakkik âlim tarafından tenkid edilip çürütülmüştür. Mezkûr cereyanın bayraktarları içtihad ve bağımsız düşünme davası güttükleri halde, üstü kapalı bir tarzda bu kitabı referans alıp, harfiyen taklid etmişlerdir.
Bunların haricinde Türkiye'de başka bir gurubun da varlığından bahsedilebilir. Bunlar, mevcut konjonktür karşısında ruhen sarsıldıkları gibi Sünnetin hüccet değerini inkar edenler karşısında da psikolojik çöküntüye uğramış kimselerdir. Bunlar vücûtta meydana gelen şişikleri kabartan tabib gibi konjöktürü meşrulaştırmaya çalışmaktadırlar. Bu grup Sünneti reddetmese de ona tamamıyla itimad da etmemektedir. Sünnetin hüccet değerini inkâr edenlerle ümmetin ittifakla benimsediği sünnet anlayışı arasında gidip gelmektedirler.
Esefle belirtmek gerekir ki, Türkiye'de durum budur. Bu ülke İslam dünyasında tüketilip dışlanan görüş ve eğilimlerin revaç bulduğu bir pazar haline gelmiştir. Söz konusu fikirler İslam dünyasında çürütüldükten sonra Türkiye'de birileri çıkıp onları benimsiyor ve yaymaya çalışıyor. Bu da birçoğunun yeniliğe ve muhalefete aşırı derecede düşkün olmasından kaynaklanmaktadır. "Muhalefet et, meşhur olursun." (hâlif tu'ref) cümlesinde ifade edilen duruma benziyor. Bu kişiler muhalif görüşleri gündeme getirmeselerdi gündemde olmaz ve tanınmazlardı.
Sözün Özü
Hicrî ikinci yüzyılda az sayıda bazı kimseler, Sünnetin teşriî değerini inkâra kalkıştılar. Bu tutumun temelinde cehalet yatmaktaydı.
Bunun haricinde mütevatir dışındaki hadisleri de inkar eden başka bir güruh daha türedi. Ancak bunlar da ikinci yüzyıldan sonra inkıraza uğrayıp, ortadan kalktılar.
Çok sonraları -belki de batı sömürgecilerin etkisiyle- bu akımlar tekrar ortaya çıktı. Bunlardan bir kısmı sadece cihad hadislerini inkar ederken, bazıları hadisleri tamamıyla (mütevatir, meşhur ve âhâd) hepsini inkar ettiler.
Her halükarda modern akımların Sünneti inkârı hicrî ikinci yüzyıldaki inkârdan farklı değildir. Modern inkarcıların seleflerine ilave ettiği bir argüman bulunmamaktadır. Meşhur deyişle ifade etmek gerekirse "bu gün, ne kadar da düne benziyor.
Çalışmamıza tabiî bir neticeyle son vermek istiyoruz. O da şudur: Allah'a ve Ahiret gününe inanan bir müslümanın Sünnetin hüccet değerini inkar etmesi mümkün değildir. Meğer cehalet ya da şüphecilerin telkinleri sonucu meseleleri karıştırarak aldatılmış olsun.
Bu konuyu Dr. Abdulganî Abdulhalık, Hücciyyetu's-Sünne adlı kitabında güzel bir şekilde tasvir edip özetlemektedir. Allah kendisine rahmet etsin ve Ümmet-i Muhammed namına onu en güzel şekilde mükâfatlandırsın. Onun açıklamalarını sözümüze misk-i hitâm kılmak istiyoruz.
Şöyle diyor Abdulganî Abdulhalık:
"Kendilerini ilim adamı olarak lanse edip Sünneti bizatihi inkâr eden bazı kimseler bulunmaktadır. Ancak bunların durumunu inceleyip gerçek amaçlarını deşifre ettiğimizde üç tipten birine dahil olduklarını görürüz
Bunların ilki, dinle alakası olmayan inançsız ve zındık kimsedir. Bu tipler, İslam'ı yıkmak ve Müslümanları yok etmek amacıyla İslam'ın esasları etrafında şüphe uyandırmak için küfrünü gizleyip müslüman olarak görünürler. Bunlar dine ve dinin esasını teşkil eden Kur'an'a açıkça saldıramadıkları için başka bir zaviyeden yani Sünnet cephesinden saldırıyorlar. Zira Sünnetin ortadan kalkmasıyla Kur'an anlaşılmaz hale gelir ve Kur'anî hükümler de işlevsiz kalır. Böylece Kur'an'ın varlığı, yokluğuna eşdeğer olur. Sonuçta Kur'anı, arzu ve isteklerine göre yorumlayıp tevil edebilecekleri bir oyuncak haline getirmeye çalışırlar. Onlar şu ayetlere bağlı görünmeye çalışarak Kur'an'ı anlayabileceklerini sanıyorlar.
"Biz Kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık" (En'am; 6/38)
"Biz Kitabı her şeyin açıklayıcısı olarak sana indirdik." (Nahl: 16/89)
Bu ifadeler haktır fakat bunlarla batıl bir hedef amaçlanmaktadır. Kuran, şeriatın tamamını kapsar; şer'î bütün hüküm ve kanunların esasıdır. Ancak bu husus, söz konusu kimselerin hedeflediği batıl amacı yani Sünnetin hüccet değerini inkar etme sonucunu doğurmaz.
İkincisi, küfrünü açıkça ilan edip maskesini çıkaran kimsedir...
Üçüncüsü ise, hakka ve hakikate kavuşmayı uman inançlı, ancak aldatılmış kimsedir. Değişik temayüller aklını çelip onu farklı yönlere çeker. Dine bağlı, din konusunda duyarlı gibi görünen ve dini savunma kisvesine bürünen dinsizler ve zındıkların ileri gelenleri, keskin dilleriyle ve sahte dinî görüntüleriyle bozuk görüşlerini ve batıl mezheplerini bu gibi zavallılara süslü gösterirler. Hüccet ve delil namına bir takım şeyler derleyip hakkı batılla karıştırırlar. Karşılarındakiler de onların dini koruduklarını zannederek iyi niyetlerinden ötürü söylenenleri alırlar. Bunların sahih ve güçlü görüşler olduğuna inanarak insanları buna davet ederler. Bunların içerdiği hata ve dalâletin, doğurduğu fitne ve fesadın farkında olmaksızın olanca gücüyle bunları savunur. Bundan dolayı "akıllı düşman, cahil dosttan daha iyidir" denilmiştir.
Şüphesiz bu gibi insanların muhalefeti müçtehidlerin Sünnetin hüccet olduğu ve kendisiyle amel edilmesi gerektiği şeklindeki icmaına halel getirmez. Nitekim bu konu, dinin bedâhetle bilinen (malûmun mine'd-din bi'z-zarûre) meseleleri arasında yer almıştır. Daha önce de belirtildiği gibi dinin bedîhî meselelerinden pek çoğu da bu konuya dayanmaktadır."
Yorum yapın
Yorum yapmak için giriş yapın.
0 Yorumlar