DOKUZUNCU SÖZ'DEN BİR DERS
Geçen Şubat ayında Rahmet-i Rahman’a tevdi ettiğimiz merhum Prof. Dr. Alaaddin Başar beyin Namazın mana ve hakikatı hakkında 9. Sözden yaptığı bir dersin yazı dökümünü sizlere sunuyoruz. Konuşma üslubu muhafaza edilmiştir. Mevlamız istifadeye medar yapsın, merhuma da zâd-ı ahiret eylesin. Amin. Cevaplar.org
Takdim
Geçen Şubat ayında Rahmet-i Rahman'a tevdi ettiğimiz merhum Prof. Dr. Alaaddin Başar beyin Namazın mana ve hakikatı hakkında 9. Sözden yaptığı bir dersin yazı dökümünü sizlere sunuyoruz. Konuşma üslubu muhafaza edilmiştir. Mevlamız istifadeye medar yapsın, merhuma da zâd-ı ahiret eylesin. Amin. Cevaplar.org
9. Söz
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
فَسُبْحَانَ اللَّهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ * وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمَوَاتِوَاْلاَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ
Ey birader! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsisini soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz.
(Niye Cenab-ı Hakk namazı 5 vakitte kılıyoruz hikmeti ne? Başka vakitlerde de olabilirdi, niye bu vakitlerde kılıyoruz, hikmeti soruluyor.)
Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işaret ederiz. (Pek çok hikmetler var da, birisine işaret edecek, iyice küçüldü yani.)
Evet, her bir namazın vakti, mühim bir inkılab başı olduğu gibi, (1. Sebebi bu. Bir hadise olmuş. Bir şey de değişir, dönüşür. Gece gidiyor, gündüz geliyor, bu bir değişmedir. Güneş kemâle eriyor, bu bir inkılabtır. Güneş, zevale eriyor, bu da bir inkılâptır, akşam batıyor, inkılab. Gece tamamen gözden kayboluyor, bu da bir inkılabtır. Bu beş inkılab, kutlama gerektiriyor. Kutlamayı nasıl yapacağız? Bunu göreceğiz.)
azîm bir tasarruf-u İlahînin âyinesi (O inkılabta Allah'ın azim bir tasarrufu var. Cenab-ı Hakk büyük işler görüyor. Etti 2.)
ve o tasarruf içinde ihsanat-ı külliye-i İlahiyenin birer ma'kesi olduğundan, (Cenab-ı Hakk, büyük işler görür de, bize yaramayabilir. Hem bir inkılab başı, hem azim bir tasarruf var, Cenab-ı Hakk'ın büyük işleri var. Bir de, bunlar bize yarıyor. Geceyi götürüp, gündüzü getiriyor. Bu hadise bize yarıyor. Bu da üç. Ne yapacağız bu ihsana, bu tasarrufa karşı?)
Kadîr-i Zülcelal'e o vakitlerde daha ziyade tesbih (kutlama bu işte. Bu vakitlerde Allah'ı daha çok tesbih edeceğiz. Noksan sıfatlardan tenzih edeceğiz.) ve ta'zim (Cenab-ı Hakk 'ın azametini yad edeceğiz)
ve hadsiz nimetlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür. Ve hamd demek olan namaza emredilmiştir. (Nimetlerini düşünüp şükredeceğiz. Hadsiz nimetleri var da, onlar iki vakit ortasına toplanmış yekûnlar. Sabahleyin Cenab-ı Hakk 'ın azim nimeti var, öğle de azim bir nimeti var. İkisi arası hep nimet dolu. Bu nimetleri Cenab-ı Hakk bir vakitte şükür istiyor. Sabahtan beri Allah'ın nimetleri ile nimetleniyoruz. Bizden bir şükür istiyor. Aslında sabahtan öğlene dek şükretmemiz lazım. En üç taneye bakalım. Dünya, sabahtan öğlene kadar dönüyor değil mi? Buna şükredeceğiz. Kanımız devamlı deveran ediyor, buna da şükredeceğiz. Devamlı nefes alıyoruz, buna da şükredeceğiz. Bir yandan görmemiz, işitmemiz, düşünmemiz, anlamamız bir sürü de iş yapıyoruz. Sadece şunlara öğlene kadar şükretsek yetmez. Cenab-ı Hakk ne yapıyor? Bizden öğlene kadar olan nimetlere karşılık 4 rekât farz namaz istiyor.
Hadis-i kutsi var ya, Cenab-ı Hakk "kulum bana nafilelerle yaklaşır." Farz olanı, emrolunanı tutacaksın. Resulullah efendimiz de bakmış bizim halimize, bunlar nafile namazı zor kılar, en iyisi ben bunlara bir de sünnet bırakayım da… 4 rekât sünnet, 2 rekât ta son sünnet, al sana 6 rekat nafile namaz. Elhamdülillah. Bunları ahirette anlayacağız, öğlenin sünnetini kılmasaydım şu köşküm olmayacaktı. Üstad diyor ya "burada elhamdülillah dersin, orada elhamdü yersin." Burada her ibadet orada maddi nimet oluyor. Bazı şiirlerde ifade oluyor ya, cenneti de biz buradan götürüyoruz, cehennemi de. Her günah cehennemde bir azap oluyor, her sevap cennette bir saray oluyor, bir lezzet oluyor, bir nimet oluyor. Orada, herkes ne göndermişse onu yiyecek. Mesele bu. Cennette insanların dereceleri muhtelif... herkes burada yaptığı ibadet kadar, salih ameli kadar, takvası kadar, imanı kadar orada ne yapacak? Lezzetlerden istifade edecek. Cennet bahsinde bahsediyor. Herkes aynı şeyleri yapıyor görülecek, ama herkesin lezzeti farklı olacak. Neye benzer? Mesela aynı tabaktan, aynı sofradan on kişi yemek yesin, hepsinin kuvve-i zaikaları, tat alma duyguları farklı olsa. Görünüşte herkes aynı şeyi yiyor ama lezzet almaya gelince herkes farklı. Peygamber efendimiz bu cihette ayrı bir nimet, sünnet namazları var ya, ayrı bir nimet. Öğlede sünnetleri kıldık mı bitti bizim işimiz, şükür vazifemizi Allah kabul ediyor, bu kadar kâfi. İkindiye kadar helal dairesinde çalışabildiğiniz kadar çalışın, ikindiye kavuşursan bir dur, 4 rekât kılacaksın, kavuşamazsan zaten sorun yok. Vakit gelecek ki namaz farz olsun. İnsan, insan oldu mu illa şükredecek.
Hayvan haklarında insanlar kadar eşitlik istiyorlar. Bir davete köpeği ile gidiyor biz iki kişiyiz diyor. Eşitlik yapıyor, asıl eşitlik sen de köpek te yiyorsunuz ve ikiniz de şükretmiyorsunuz. Kur'anı Kerim böyle bir eşitlik olmayacağını açıklamakla beraber, hayvandan daha aşağıya da düşebilirsin diyor o eşitlikte, biraz daha aşağı düşecek. Cenab-ı Hakk insana şükür ve hamd için namazı vermiş.)
Şu ince ve derin manayı bir parça fehmetmek için "beş nükte"yi nefsimle beraber dinlemek lâzım...
Birinci Nükte: Namazın manası, Cenab-ı Hakk'ı tesbih ve ta'zim ve şükürdür. (Namazın manası bu. Kelime var, bir de manası var. Ağzımızdan çıkan bir ses var, bir de onun manası var. Namaza baktın mı onun bir sesi var; harekettir, bir de onun manası var. O mana ne? Biz o namaz da ne yapıyoruz? Ellerini kulaklarına götürdü tekbir vaziyeti, bunun bir manası var. Manası ne? Secdeye kapanıyorsun, bu da bir lafızdır. Bunun manası ne? Namazın manası neymiş? Cenab-ı Hakk 'ı tesbih, ta'zim ve şükür. Allahuekber deyip ta'zim ediyoruz. Sübhaneke diyoruz tesbih ediyoruz..Rükuya kapanıyoruz, secdeye kapanıyoruz. Cenab-ı Hakk 'ın izzeti, azameti karşısında aczimizi dile getiriyoruz. Hamd ediyoruz, O'nu meth ediyoruz. Kendimizi zelil ediyoruz. Buradan bunu anlıyoruz. İnsan kendi zilletini bilecek ki, Allah'ı ta'zim etsin.
Bugün insanlar niye ibadet etmiyorlar? Hâşâ hâşâ kendilerini ta'zim ediyorlar da onun için. Üstadtan böyle anlıyoruz. Üstad böyle demiyor, ama buna yakın diyor. Nefsi anlatırken diyor ki, "Mabuda layık bir medihle kendini methetmek ister. Mabuda layık bir tenzihle kendini naiften tenzih eder" diyor. Bu çok ince bir şey. Bu gün insanlar niye Allah'ı tesbih etmek istemiyorlar? Çünkü kendileri tesbih ediyorlar. Kendini nasıl tesbih ediyor? Kendini methediyor, kendini noksan sıfatlardan beri ediyor, "benim gibisi yok diyor, "nerede bulacaksın benim gibisini." Hele siyasi ise onun gibisi hiç yok. Bu asrı, bir asır öncesine götür, tükürürler. "Ne ayıp bir şey, adam kendini metheder mi?" Ama bu asra layık, çünkü alıştık. Pis havayı ala ala artık midemiz bulanmıyor. Ağzımız açık dinliyoruz, hiç ayıp demiyoruz. Kendimizi methetmeye hakkımız yok ki, Allah'ın kuluyuz, ama Allah'ın bize verdiği bir şey varsa ona şükredeceğiz, bizim vazifemiz o. İşte bunu yapmadığımız için namaz kılamıyoruz, kendimizi tesbih ediyoruz, kendimizi ta'zim ediyoruz, kendimizi büyüklendiriyoruz. Böyle adam namazı zor kılar.
Önce namazın manasını öğrenmek lazım. Tesbih edeceğiz, noksan sıfatlar bize ait, bunları kendimize alacağız. Ta'zim edeceğiz, bütün küçüklükler alçaklıklar bize ait. Şükredeceğiz, şükür borcu bize ait.)
Yani, celaline karşı kavlen ve fiilen "Sübhanallah" deyip takdis etmek. (Cenab-ı Hakk 'ın azametini tesbih diyor. Kibriyası, azameti, kudreti bu tesbih. Seni, noksan sıfatlardan tenzih ederiz.)
Hem kemaline karşı, lafzan ve amelen "Allahü Ekber" deyip ta'zim etmek. (Bir de O'nun kemâli var, biz kemâlini idrak edemiyoruz, edemeyiz de. Cenab-ı Hakk 'ın kemâli idrak edilmez, iman edilir. Cenab-ı Hakk 'ın sonsuz kudretine iman edilir. Nasıl iman ederiz? Görürüz şu sonsuz fezayı hadsiz yıldızlarıyla, zemini hadsiz çiçekleriyle, denizi hadsiz balıklarıyla, âlem-i ervahı hadsiz melekleriyle Allah idare ediyor. Bu sonsuz kudret gerektirir ama o sonsuz kudreti yine anlamıyoruz çünkü sonsuz anlaşılmaz. Akıl mahdutdur, sınırlıdır bunun için anlaşılmaz. Akıl, sonsuzun sonsuz olduğunu anlar ve Allahuekber der, yeri bu işte Allahuekber, biz Senin azametini, kibriyanı anlamaktan aciziz demektir. Biz, Seni ne kadar büyük tanısak Sen daha, daha daha büyüksün. Daha daha biz anlamayız vesselam.)
Hem cemaline karşı, kalben ve lisanen ve bedenen "Elhamdülillah" deyip şükretmektir. (Cemal dediği, Allah'ın cemali isimleri var. Cenab-ı Hakk 'ın bir ismi Cemil. Birde cemali isimleri var. Şükrü icap ettiren isimler var, bunların hepsine cemali isim deniyor. Halık ismi, bizi yaratmış. Rezzak ismi bize rızık veriyor. Yuhyi ismi bize hayat vermiş, Gaffar ismi, günahlarımızı affediyor, Settar ismi ayıplarımızı örtüyor ilââhir. Cenab-ı Hakk'ın cemali isimleri şükrü gerektiriyor.
Bir de celali isimleri var bunlar da havfı icap ettiriyor. Üstad bir yerde diyor ki; "kemal, zatında sevilir." O kemal oldu mu illa sevilir. Sana faydası olsun olmasın. Diyelim bir adam mükemmel cami yapmış. O camiyi biz mi yaptık? Yooo. O camiyi takdir eder miyiz, etmezmiyiz? Ederiz, çünkü kemal var orada. Biz yapalım, yapmayalım orada kemal oldu mu, methedilir. Üstad diyor ya; "Cenab-ı Hakk'ın bütün esması nihayet kemaldedir, bütün sıfatları nihayet sonsuz kemaldir" Bugünkü tabirle sevginin göstergesi ne? Namaz. Sevmenin alameti itaat, itaatin de ifadesi namaz oluyor. Cemal, celal, kemal üçü de ibadeti gerektirir. Kemal ise, zatında sevilir, ibadeti gerektirir. Cemal ise, hadsiz nimetten istifade ediyoruz, ibadeti gerektiriyor. Celalse bu azamete karşı başımızı yere eğmemiz, alnımızı yere koymamız gerekiyor. Burada lafızla mana birleşiyor diyor. Nasıl birleşiyor? Allahuekber derken ağzımız, diğer taraftan da elimizi kaldırıyoruz. Allahuekber derken ağzımız, belimizi büküyoruz. Allahuekber derken dilimiz, başımızı secdeye koyuyoruz. Başımız da yere sürülerek Allahuekber diyor, belimiz eğilerek, elimiz kalkarak Allahuekber diyor. Demek ki Allah namazdaki manalara uygun hareketler emretmiş. Mana lafız birliği namazın görülüş şeklinde de var.
…Cenab-ı Hakk bir kulunun eliyle diğer kullarına rahmet ediyor. Bir mahlûkun eli diğer mahlûka gıda veriyor, bir mahlukun eliyle diğer mahluka ziya veriyor. Mesela deniz bir mahlûk ama balık veriyor. Böyle büyük zatların eliyle de Cenab-ı Hakk bizlere böyle dersler veriyor.)
"Demek tesbih ve tekbir ve hamd, namazın çekirdekleri hükmündedirler. Ondandır ki, namazın harekât ve ezkârında bu üç şey, her tarafında bulunuyorlar. Hem ondandır ki, namazdan sonra, namazın manasını te'kid ve takviye için şu kelimat-ı mübareke, otuzüç defa tekrar edilir. (Namazın sonunda 33 defa Subhanallah, Elhamdülillah, Allahuekber bu ne mana ifade ediyormuş? Namaz boyunca yaptıklarımızı, namazı özetliyormuşuz yani. Biz namaz boyu ne yaptık? Allah'ı tesbih ettik, tekbir ettik, hamdettik. …) Namazın manası, şu mücmel hülâsalarla te'kid edilir.
İkinci Nükte: İbadetin manası şudur ki: Dergâh-ı İlahîde abd, kendi kusurunu ve acz ve fakrını görüp (İbadetin manası şudur: Allah'ın dergâhında kul, abd kendi kusurunu görecek. Burada kusur deyince, bütün noksanlıklarımız kusurdur, günahlarımız daha da büyük kusurdur.)
kemal-i rububiyetin ve kudret-i Samedaniyenin (Bizim aczimiz var Allah'ın kemali rububiyeti var, kudreti Samedaniyesi var bir de rahmeti ilahiyesi var. Biz bunlarla besleniyoruz. Üstad, aczimizi anlatıyor. En kolay yaptığımız iş yemek, içmek. Alıyoruz lokmayı ağzımıza, çekiliyoruz. Ağza giren nimete bakın; mesela ekmek, ağza götürdük mü? Şu ekmeğin bize gelmesine bakın. Allah toprağı buğday ediyor, bu bizim dışımızda iş oradan başlıyor. Allah suyu buğday ediyor. Her tarafta su, toprak var, buyurun buğday yapın. Ekiyorsunuz başında bekliyorsunuz, zaten Allah buğdayı yapmış, ekiyorsunuz toprağa, böyle duruyorsunuz, aczinizi ifade ediyorsunuz. Su ortada toprak ortada. Zaten zoru toprak yapmak. 1 gramında 4 milyar bakteri varmış. Ne mümkün toprak yapmak. Faraza yaptın kabul et, geleceksin toprağa yine buğday alamıyorsun. Demek ki toprak buğday oluyor, Allah yapıyor. Biz hazır buğdayı öğütüyoruz, pişiriyoruzCenab-ı Hakk bizim midemizi öyle yapardı ki, hayvanları biliyorsunuz işte ne öğütme ihtiyaçları var, değirmen burada, ağızda öğütüyor, tamam. Ne pişirmeye ihtiyacı var. O şekilde doyardık yani. Allah'ın lütfu işte bizi onlardan ayırıyor biz pişirip yiyoruz. Soyup yiyoruz, tabağa koyup yiyoruz, beraber oturup beraber yiyoruz. Hiç birbirlerine ikram etmiyorlar. Bunlar insani vasıflar Allah bizi ayırıyor. O buğdayı ekmek yapıyor onu atıyoruz ağzımıza bir de çiğniyoruz. Aslında çiğnemeyi de Allah yapıyor ya haydi o da dursun orada. Gırtlağımızdan öteye yine elimiz kavuşmuyor. İçeride ne oluyorsa, oluyor. Demek toprağın içinde Allah bir değirmen çalıştırıyor, toprağı buğday yapıyor, içimizde de bir değirmen çalıştırıyor yediğimiz gıdayı et yapıyor, kan yapıyor, saç yapıyor... Değirmeni Allah çalıştırıyor vesselam. Bizim bir şey yaptığımız yok, bunu anlamamız lazım bizim hiçbir şeye gücümüz yetmez, hep Allah yapıyor. İnsan bu şuurda oldu mu, o zaman kalbi Allah'a şükürle dolar, minnettarlıkla dolar. Bu adam sormaz ki ben niye namaz kılıyorum? Bu kadar nimete karşı niye şükretmeyim? Bu kadar azamete karşı niye tesbih etmeyim ki, bu kemale karşı niye tekbir etmeyeyim ki? Adamın vicdanı der zaten o da bunu namazda ifade eder.) ve rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir kudret-i Samedaniyenin rahmet-i İlahiyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmektir
Yani rububiyetin saltanatı, nasılki ubudiyeti ve itaati ister; (Bu cümleyi alsak kessek yeter bize. Bunu alsanız kimse karşınıza çıkamaz. Rububiyet, terbiye etmek. Niye baban senden hürmet bekliyor? Seni terbiye etmişte ondan. Rububiyetin saltanatı itaati ister. Komutanın niye senden hürmet bekliyor? Niye devletin senden itaat bekliyor? Seni terbiye ediyor da onun için. Seni muhafaza ediyor, yiyeceğini içeceğini temin ediyor. Demek ki terbiye edildik mi bunun karşılığı itaattir. Kaldı ki onlar bizim zahirimizi terbiye ediyorlar, bizi terbiye eden Allah. Yediğimiz gıdayı hücre yapan Allah, babamız annemiz değil ki. Padişahımız da değil. Toprağı gıda yapan da Allah ne annemiz ne babamız demek ki Rabbimiz Allah. Bize az çok faydası olanlar bizden itaat beklerlerse itaat etmeyince asi olursak, ayıplanırsak, ne nankör adam denirsek. Ne annesine ne babasına itaat ediyor hâlbuki ne emekler verdiler buna bu ithamlara layık olursak ibadetimizi nasıl düzenleriz onu diyor. Nefis diyor ya niye namaz kılıyorsun? Bunun için işte. Seni O terbiye ediyor.)
"Rububiyetin saltanatı nasıl ki ubudiyetin itaatini ister) rububiyetin kudsiyeti, paklığı dahi ister ki: Abd, kendi kusurunu görüp istiğfar ile ve Rabbını bütün nekaisten pâk ve müberra (Allah'ı zatında bütün noksanlıklardan pak ve müberra) ve ehl-i dalaletin efkâr-ı bâtılasından münezzeh ve muallâ (Allah hakkında bir takım fikirler var, konuşmalar var bunlardan da Allah münezzeh, etti iki)
ve kâinatın bütün kusuratından mukaddes ve muarrâ olduğunu; tesbih ile Sübhanallah ile ilân etsin. (Bütün mahlukatın kusurları var. Kusur, noksanlık demek, günah değil. Mesela ne diyoruz Cenab-ı Hakk'ı uyku tutmaz. Uyku kusurdur, noksandır. Cenab-ı Hakk bu noksandan münezzeh. Mahlûkat yemeğe içmeye muhtaç, Allah bu noksandan münezzeh. Mahlûkat doğar, doğurur Cenab-ı Hakk münezzeh ilââhir. Bu da üç. Bu üçünü sübhanallahla ifade ediyormuşuz. Sübhanallah derken bu üçünü kastediyormuşuz veya kastetmemiz gerekiyormuş.)
Hem de rububiyetin kemal-i kudreti dahi ister ki: Abd, kendi za'fını ve mahlukatın aczini görmekle kudret-i Samedaniyenin azamet-i âsârına karşı istihsan ve hayret içinde Allahü Ekber deyip huzû ile rükûa gidip ona iltica ve tevekkül etsin. (Kudret-i Samedaniyenin azamet-i asarına karşı. Allah'ın azamet-i âsârı var. Bazı adamlar var; bu tip adamlar eksik olmuyorlar, diyorlar ki; "Cenab-ı Hakk'ın eserlerinden neye bahsediyorsun sen? Çiçeklerden, hayvanlardan bundan neye bahsediyorsun?" Geçen sene şöyle söyledim: "Cenab-ı Hakk'ın zatı bilinmez, zatını anca kendisi bilir. Zatı ne ile bilinir? Âsârı ile bilinir. Zaten manevi olan kemalat görülmez ki bir maddede tezahür eder. Bu kaidedir. Cenab-ı Hakk bunu bize vermiş ki, buna şuunat deniyor, bizde de var, işi anlayalım. Mesela bir adamda ressamlık vardır, hattatlık vardır. Hattatlık kemal mi değil mi? Mimarlık vardır. Yazı yazmasa, cami yapmasa ne bileyim mimarlığını? Caminin kubbesi taştır. Mimarlık ise manevi bir kemaldir. Manevi olan kemal, maddi taşta görülüyor. Taş maddedir ama bir manayı gösteriyor. Nedir o mana? Mimarlıktır. Kitap, maddesi kâğıt, harflerde madde, mürekkepte madde burada bir ilim görülüyor. İlim manevi bir kemaldir. Kitap yazmasa ilmi göremezsin ki. Ne bileceksin bu zat âlimdir. İlim nasıl belli olacak? Şu kitabı yazacak, biz şu maddeye bakacağız, o manayı anlayacağız. İnsanın vazifesi bu. İnsan bunun için yaratılmış. Bu sıfat hayvanda yok, insan da var. Demek ki Allah'ın eserine bakıp Allah'ın azametini, kudretini, kibriyasını, rahmetini eserden anlayacağız. Başka nasıl anlayacağız? Allah'ın eserlerini incelemeyince Allah'ın sıfatını nasıl anlayacağız? Eserleri inceliyoruz, incelememiz lazım, aklımız almıyor, orada Allahuekber diyoruz. Bir nutfeyi Allah nasıl adam yapıyor? Bir yumurtayı nasıl uçuruyor? Yumurtanın şen'i yuvarlanmak adı üstünde yumurta yumurcak bir şey. Yuvarlanan nasıl uçuyor? Bir terbiyeden geçiyor. Rab, terbiye ediyor, onu terbiye ediyor uçuruyor.
Şu cemaat terbiyeden geçip geldik. Dün bir nutfeydik, basit bir suyduk Allah bizi terbiye etti de bu şekle girdik.. Bunu düşünmeyelim mi? Düşündük mü bunu aklımız almayacak. Bu ne büyük iş diyecek. Ne büyük iş demenin ifadesi Allahuekberdir. Bu insan aklının ötesinde bir kemal deyip Allahuekber diyeceğiz. Allah'ın zatı bilinmez. Peygamberimiz buyurmuş: "Allah'ın zatını düşünmeyin, şirke girersiniz." Bunlar diyorlar ki Allah'ın eserlerini düşünmeyin. Peki biz ne yapalım? Allah eserleri ile bilinir. Allah'ın hiçbir eseri küçümsenmez. Küçümseyenler dalalete gittiler. Cenab-ı Hakk bunu bize Kur'an da haber veriyor. Sivrisineği misal veriyor. Bunu bazıları yadırgadılar, dalalet gittiler. Sen sineği küçümseyemezsin ki. Sinek küçükse, Allah küçük yarattığı içindir. Sen büyüksün, seni büyük yarattığı içindir. Senin bir şeyin yoktur. Büyük harfle küçük harf vardır. Büyük harf diyemez ki ben büyük harfim. Kâtip onu büyük yazmış diğerini de küçük yazmış. Onu sinek yazmış beni de adam yazmış. Ben büyüklenemem, ancak şükrederim Allah'a. Sinek te büyük bir sanattır, Uçaklarımız ona kavuşamıyor. Gidiyoruz havaalanına, bir dostumuz gelecek. Efendim, uçak inemedi. Kim var başında? Adam var. Sinekler nasıl inip duruyorlar? Bir anda konuyor kalkıyor. Adam utanır da. Sen sineği küçümse, sineğe kavuşama. Ankara'dan Erzurum'a geliyorsun, inemeden geri dönüyorsun. Sinekte böyle bir acizlik var mı? Yok. Allah cihetinden baktın mı sinek büyük bir sanat. Şöyle küçük görürsün. İnsaniyete göre sineklik küçüktür bu başka mesele. Onu sinek yaratmış, beni adam yaratmış bu başka mesel. Bu şükre götürür. Ötekisi Allah muhafaza adamı saptırır.Eserleri güzel göreceğiz, hayret edeceğiz.Ve bu hayret bizi nereye götürecek? Allahuekber deyip huzur ile rükuya gidip O'na iltica ile tevekküle götürsün.)
Hem rububiyetin nihayetsiz hazine-i rahmeti de ister ki: Abd, kendi ihtiyacını ve bütün mahlûkatın fakr ve ihtiyacatını sual ve dua lisanıyla izhar ve Rabbının ihsan ve in'amatını, şükür ve sena ile ve Elhamdülillah ile ilân etsin. (Bu da fakrımız. Her mahlûk, her insan fakirdir. Birbirlerine göre zengindirler. Neyin fakiridir? En basitinden elimizin fakiriyiz. Ele ihtiyacımız var mı yok mu? Var. İhtiyacın varsa fakirsin. Peki, biz mi yaptık? Yok, Allah yaptı. Burada şükür. Gözün fakiriyiz ona da şükür borçluyuz. Ağzın, dilin, dişin fakiriyiz. Şu tükürük bezinin bile fakiriyiz. Beş vakit namazla sadece tükürük bezinin şükrünü yapamayız. Her şeyin fakiriyiz, her şeyi Allah yaptı. Yoksa elbisem eski, bu değil fakirlik. Her mahlûk fakirdir, her ihtiyacını Allah görür. İnsan bunu idrak etti mi Cenab-ı Hakk'a hamdü sena eder. Eline eder, gözüne eder, aklına eder, insaniyetine eder, sıra gelir önünde ki zeytine, peynire. Elma için de eder, et için de eder o başka. Ama biz önümüzde ki zeytine şükrediyoruz da zeytini tutan elimiz aklımıza gelmiyor. Hepsinin fakiriyiz, kâinatın fakiriyiz. Hepsini Allah bizim için yaratmış. Namaz da bunu düşünüp hamd etmektir. )
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
"Allah bize yeter, O ne güzel vekildir" dediler.
Âl-i İmrân; 173
GÜNÜN HADİSİ
Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.
Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...