Cevaplar.Org

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-2

Sultan İbrahim tahta çıkar çıkmaz başta Koçi Bey olmak üzere musâhipleri (özel danışmanları) tarafından hazırlanan lâyihalar (raporlar) ile memleketin durumu hakkında bilgi edinmiş; ülkenin siyâsî, mâlî ve iktisâdî iç ve dış meseleleri hakkında bilgi toplayarak onlarla yakından ilgilenmeye başlamıştır.


Saim Turgut

2022-07-01 09:14:11

SULTAN İBRAHİM'İN DEVLET İDARESİNDEKİ UYGULAMALARI  

Sultan İbrahim tahta çıkar çıkmaz başta Koçi Bey olmak üzere musâhipleri (özel danışmanları) tarafından hazırlanan lâyihalar (raporlar) ile memleketin durumu hakkında bilgi edinmiş; ülkenin siyâsî, mâlî ve iktisâdî iç ve dış meseleleri hakkında bilgi toplayarak onlarla yakından ilgilenmeye başlamıştır.

Ne yazık ki, şu ana kadar bazı yazarlar Sultan İbrahim'in siyâsî başarılarını ele almadıkları gibi, mantık ve terbiye sınırlarını aşan bir takım iftiralarla geçmişte devlet idare etmiş bir Türk büyüğünü küçük gösterilmeye çalışılmışlardır.

Sultan İbrahim'in şahsiyetini, devlet hizmetini anlayabilmek için; onun yakından takip ettiği,(1) bu günkü bakanlar kurulu durumunda olan "dîvân-ı hümâyûn" toplantılarında alının kararların kaydedildiği "mühimme"; Padişah tarafından sadrazama gönderilen bildiri ve emirleri ifade eden, "nâme-i hümâyûn" ve yabancı ülkelerle padişah tarafından gönderen resmi yazı olan "Hatt-ı hümâyûn" defterleri yanısıra söz konusu dönemdeki askeri, hukûkî ve idarî konulardaki yazışmaları ihtiva eden diğer belgelerin incelenmesi gerekir. Ayrıca bu dönemin kültür, sosyal ve dini hayatında önemli şahısların hayatlarını anlatan eserlere (tezkire ve terâcim kitapları) incelenmesi gerekmektedir.

Sultan İbrahim, Divân-ı Hümâyun toplantıları ile yakından alakadar olduğu gibi ayni hassasiyetle idareciler ve eyaletlerle ilgilenirdi. Boş kalmaktan, eyaletlerden haber alamamaktan büyük üzüntü duyduğunu Sadrazama'a belirten Sultan, iyi haberler geldikçe de sevindiğini ifade ederdi. Hatt-ı hümâyûnlarında devlet işlerini yakından takip ettiğini anlaşılan Sultan İbrahim, Sadrazama "...kendü kendünden bir iş ettüğüne asla ve kat'â rızâ-yı şerîfim yoktur. Şimden giru sana doğruluktan gayri fikir caiz değil! Gözün aç!..." diyerek kimsenin kendi başına iş yapmasına müsaade etmediğini ve bütün olup biten işlerden haberdar olmak istediğini belirtiyordu. Eyaletlerin servet kaynaklarının tespit edilmesine ehemmiyet veren Sultan, Sadrazama yazdığı hat-ı hümâyûnda; "Hangi sancağın mahsulu ziyadedir; kangisi çürüktür. Bir hüccet üzre yazdır, hilâf yazılmasını istemem..." şeklinde sözleri ile bunların doğru olarak yazılmasını emrediyordu. Vali ve Sancakbeylerinin tayinleriyle de ilgilenen Sultan İbrahim, gereksiz yere sık sık görevlilerin yerlerini değiştirmekten de kaçınmıştır.(2)

Sultan İbrahim'in haksızlığa tahammülsüz tabiatı, sevenlerinin azalmasına yol açmıştı. O, vezirine hitaben fermanlarında "Eğer bir yanlış yazdım ise bildiresin" diyecek kadar mütevâzı idi. Vezir-i azam Semin Mehmed Paşa'ya "Önceki lalam (vezirim) Mustafa Paşa bazen bana itiraz edip, bu iş makul değildir, derdi. Senden hiç böyle bir söz çıkmadı. Ne desem sualsiz kabul ediyorsun. Bunun aslı nedir?" diye sormuştu. Onun bu ciddi devlet adamlığı sebebiyle, etrafında işe yarar adam kalmamış, dalkavuk ve ikiyüzlü kimseler padişahın sonunu hazırlamıştı.(3)

Öncelikle halkının problemleriyle yakından ilgilenen Sultan İbrahim, sadrazama gönderdiği nâmede, çarşıları dolaşmasını ve fiyatların kontrol edilmesini emrederken, "Hayır duâya mazhar düşelim, âdil (adaletli) padişaha eyü vezîre düştük deyü..."(4) şeklinde halkın memnuniyet sözlerini duymak istediğini ortaya koymuştur.

Zaman zaman kendisi de tebdil-i kıyafetle (bir vatandaş gibi giyinerek) halk arasında da dolaşırdı. Sultan İbrahim, bir gün insanların bir fırın önlerinde ekmek kuyruğunda beklediklerini görmesi üzerine Sadrâzam'a, "Fırın önlerinde ekmek almak için bekleyenler gördüm. Tebeâ-yı şâhânemden (halkımdan) hiç birisinin ekmek almak için bir an dahi olsa beklemesine rızâ-ı şâhânem yoktur. Bir hoşça mukayyed olasın..." şeklinde bir hatt-ı hümâyunla sadrazama bu problemin çözmesini emreder. Ayrıca, halkın zarûrî ihtiyaç maddelerinin fiyâtlarıyla daima alakadar olmuş; halkın zararına ihtiyaç maddelerinde pahalılık meydana getirilmemesi için müdâhalede bulunmuştur. Sadrâzamlarına zamanında çok âdil olarak isim bırakmak istediğini bunun için gayret etmelerini defalarca bildirmiştir. Hattâ bâzı husûsî hatt-ı hümâyunlarında ahâlinin meseleleri için duyduğu ızdırâbı anlatmış, Allah'a karşı büyük mes'ûliyetini dile getirmiş; bâzan bunun için sabahlara kadar uyuyamadığını ifâde etmiştir.(5)

SULTAN İBRAHİM'İN RUS SİYASETİ VE AZAK KALESİNİN GERİ ALINMASI

 

Sultan İbrahim'in tahta çıkışını tebrik için İstanbul'a gelen Rus elçileri, Kazaklar'ın işgal ettiği Azak Kalesi konusunda Rusya'nın Kazaklara yardım etmeyeceklerine dair Moskova'nın kararını haber verdiler. Bunun üzerine, Kazaklara karşı destek vermeme ve Osmanlı'nın bir eyaleti olan Kırım'a vergi ödemeleri şartı ile Lehistan ile anlaşma yapıldı.(6)

Altınordu Devleti'nde hanların birbirleriyle mücadelesinden istifade eden Ruslar, onların hakimiyetinden kurutularak müstakil bir devlet haline gelmeye başlamıştı. (1480) Bir kara devleti olarak kurulan Rusya, 16 yüzyıldan itibaren Karadeniz, Baltık Deniz'i ve Hazar Denizi'ne inmeyi millî siyâseti haline gelmişti. Fatih Sultan Mehmed, Kırım'ı Osmanlı himayesine alarak Ruslar'a karşı burayı kalkan olarak kullanmıştı. Bu arada, Don Nehri çevresinde bulunan Ortadoks propagandası ile Ruslaşan Kazaklar, Osmanlı için bir tehdit unsuru olarak ortaya çıkmıştı.

1558'den itibaren Azak Kalesi'ne saldıran Kazaklar, 1637'de Kırım Hanlığı'ndaki iç çekişmelerden istifade ederek Azak Kalesi'ni alarak pek çok müslümanı şehid ederler. Sultan İbrahim, Rusların öncü kuvvetleri olan Kazakların işgal ettiği Azak Kale'sini geri almak için 1641'de Kaptan Siyavuş Paşa komutasında bir donanma gönderir. Ancak kışın girmesi ve barutun tükenmesi üzerine kale alınamaz. Ertesi sene, Sultan İbrahim, Vezir Semiz Paşa komutasında bir donanmayı daha Rusya üzerine gönderirken, Kırım hanının da Azak Kalesi'ni karadan kuşatmakla görevlendirir. Osmanlı ordusuna karşı duramayacağını anlayan Çar, şehri baştan başa yıkarak terk eder. Böylece Azak kalesi Osmanlı'nın eline geçerken, Rusya'nın Karadeniz'e doğru inme politikası Sultan İbrahim döneminde kapanmış olur. (7)

SULTAN İBRAHİM'İN RUSLARA KARŞI KIRIM'I KULLANMASI

 

Kırım meselesi ile yakından ilgilenen Sultan İbrahim, İslam Giray'ı Kırım'a han tayin eder. İstanbul'da Sultan İbrahim'i ziyaret ederek ona bağlılığını ifade eden İslam Giray, rusları yıpratmak maksadı ile Lehistan içlerine akınlar yapar. Kırım Han'ının bu hareketlerini Osmanlı'ya şikayet için Rus elçileri İstanbul'a gelir. Sultan İbrahim, onlara yıldırma siyasetini göstererek rusların Kırım'a verdiği vergiyi zamanında ödemeleri gerektiğini bildirir. Moskova tahtının hakiki varisi olduğunu iddia eden bir prensi de destekleyen Sultan İbrahim, ondan çar olduğu zaman Kazan ve Astırahan'ı Kırım'a vereceği vaadini alır. Kırım hanının Rusya içlerine yaptığı akınların devam etmesi üzerine yeniden İstanbul'a şikayet için gelenlerin çoğalması üzerine, Kırım hanından bu konuda bilgi ister. İslam Giray Han Sultan İbrahim'e, "Biz padişahımıza bağlı kimseleriz. Ruslar ve Kazaklar ancak gösteriş için ve bizim üstün geldiğimiz zamanlarda sulh isterler. Fakat biz rahat bırakırsak, Anadolu sahillerini tahrip ederler... Eğer hareketsiz kalırsak, Akkerman'ı ve Boğdan'ı işgal edeceklerdir." şeklinde cevap verir. Sultan İbrahim döneminde Ruslara karşı kuzeydeki dengenin Osmanlı lehine tutulması için gerekli siyâsî girişimler yapılmış, Lehistan'ın Rusya ve Almanya'ya karşı daima Osmanlılar'a bağlı şekilde kalmaları sağlanmıştır.(8)

Sultan İbrahim'in Osmanlı tahtına çıkışını tebrik için Rusya'dan gelen iki elçi, Rusya'nın Azak meselesine karışmacakları konusunda söz vermelerine rağmen Rus çarı Aleksi, seksen bin kadar asker ile Azak'a saldırır (1646). Kırım Hanı da bunları geri püskürtüp 400 kadar Rus'u esir alır. Bunun üzerine Kırım hânını şikayet için Rus çarı tarafından İstanbul'a gönderilen iki elçi, gelişen hadiseleri doğru anlatmadıkları için Sultan İbrahim tarafından hapsettirilir. Bu esirler ancak üç sene sonra serbest bırakılır. (9)

 Sultan İbrahim'in tahta çıkışının beşinci senelerinde Kırım Tatarlarının Lehistan'a saldırması üzerine, Lehistan'ın yardımına müracaat ettiği güç yine Osmanlı idi. Lehistan defalarca Sultan İbrahim'e elçi göndererek yardım isterken Osmanlının bölgede denge unsuru olduğunu kabul ediyordu. Kazaklar Azak'ı terk ettikleri zaman, Rus Çar'ı Miçal sulhun temini için İstanbul'a elçi göndererek Sultan İbrahim ile dostluğun devamını istediğini arz etmiş, Osmanlı sultanı da kendilerine Kazakların Karadeniz sahillerindeki taşkınlıklarına destek vermemesi uyarısında bulunarak Osmanlı'ya ödenecek olan verginin Kırım'a ödenmesi lazım geldiğini bildirmiştir.(10)

SULTAN İBRAHİM'İN BATI SİYASETİ

 

Sultan İbrahim, Osmanlı tahtına geçer geçmez, Fransa'ya, Flemenk'e İngiltere'ye Venedik'e ve Viyana'ya elçiler göndererek dış siyasetle ilgilenmeye başlar. Alman imparatoru ve Lehistan'a asla yardım etmemeleri şartına bağlı olarak Macarlar ile arasındaki barışın devamını garanti veren Sultan İbrahim, Leh kralına gönderdiği nâme-i hümâyunda, onlara Ruslar ile ittifak etmemeleri uyarısında bulunmuştur.

 Sultan İbrahim'in tahta geçtiği günlerde Baloton gölünü geçerek tahribat yapan Avusturyalılara karşı gerekli gözdağı vermek üzere Osmanlı akıncıları Aşağı İstirya'yı ele geçirmişlerdi. Bunun üzerine, Avusturya'dan, Sultan İbrahim'in tahta geçişini tebrik için İstanbul'a gönderilen elçi aracılığı ile iki ülke arasında yeniden sulh yapılır.(11)

Avustarya ile yenilenen bu sulh anlaşmasında Osmanlı, Viyana'dan bir büyük elçinin gönderilmesini ister. İmparator Rakoçi, bu elçiyi İstanbul'a ancak beş sene sonra gönderir. Avusturya elçisi Baron Dö Çernin Sultan İbrahim'in huzuruna girince, Sultan; "Niçin daha evvel gelmediniz? İmparatorunuz benim beş seneden beri cülüs ettiğimi bilmiyor mu? Bu hâl dostâne muâmele değildir..." diyerek elçiye hesap sorar. Yine aynı günlerde, Fransa ile İngiltere'nin birbirine saldırması ile aralarında problemin büyümesi üzere, her iki devlet de Osmanlı'dan yardım etmeleri isteyerek Sultan İbrahim'in huzuruna büyük hediyeler ile elçiler göndermişlerdir.(12)

Sultan İbrahim, Osmanlı hakimiyeti altında bulunan Avrupa ülkelerinden ve anlaşma gereği vergi aldığı devletlerden gelecek paranın düzenli olarak gönderilmesini yakından takip etmekteydi. Girit seferi ile başlayan Osmanlı-Venedik savaşları sırasında Macaristan Osmanlı'ya ödemesi gereken vergileri ödemek yerine, basit hediyelerle bir elçisini İstanbul'a gönderir. Osmanlı tahtı huzuruna getirilen Macar elçisine Sultan İbrahim celallenerek;

"Efendine söyle ki, Venedik ile muharebeme mağrur olmasun, ve bu ceng bütün kuvvetimi işgal eyliyor sanmasın.; bir gün kendisine ansızın hücum edeceğim ve Erdel'i başkasına vereceğim. İyice anladın mı!?" şeklinde tehdit ifade eden söyler söyledi. Hammer, Sultan İbrahim'in bu sözleri işiten elçinin çok korkmasından dolayı hastalandığını diğer bir Venedik memurunun da yine korkudan yatağa düştüğünü ve ondört gün sonra da öldüğünü nakleder.(13)

GİRİT'İN FETHİ

 

Doğu Akdeniz'de Venedik'in deniz ticaret üssü olan Girit Adası'nın alınması öteden beri Osmanlı devlet adamlarının dış siyasetinde gündem oluşturmaktaydı. Zira Venedik korsanları, zaman zaman Osmanlı gemilerine saldırmaktaydı. Akdeniz adalarına sahip olan Osmanlılar, böyle ehemmiyetli bir strateji noktasını ele geçirmek için fırsat kollamaya başlar.

Kızlar ağası Sünbül Ağa hacca giderken Mısır yakınlarında Malta şövelyelerinin saldırısına uğrar. Osmanlı gemilerindeki beşyüz kadar hacc yolcusu da şehid edilerek mallarına el konulur. Bu feci haberi işiten Sultan İbrahim, duyduğu üzüntünün tesiri ile bir anda ülkedeki bütün Hıristiyanların kılıçtan geçirilmesini emreder. Ancak, müftü Ebû Said Efendi'nin böyle bir uygulamanın İslam dinine göre caiz olamayacağını söylemesi üzere Sultan bu kararından vazgeçer. Osmanlı siyaseti açısından mutlaka ele geçirilmesi gerekli görülen Girit seferi için aranan bir fırsat ele geçirilmiştir. Bunun için gerekli hazırlıkların başlatılmasını emreden Sultan İbrahim, aylarca devam eden donanma, techizat ve mühimmat hazırlıklarını bizzat nezâret ederek her gün tersaneye uğrayarak çalışmaları yakından takip eder. (14)

1645 Haziran'ında Sultan İbrahim'in böyle bir seferi başlatması ve adanın fethi için kilit durumunda olan Hanya ve Resmo ile bir çok kalenin fethedilmesi onun askeri başarılarındandır. Kandiye kuşatıldı ise de bu sırada Sultan İbrahim tahttan indirildiği için fetih gecikti.(15) Girit ancak Sultan IV. Mehmed zamanında fethedilir.

SULTAN İBRAHİM'İN ŞEHİD EDİLİŞİ

 

Sultan İbrahim'in son senesinde bir taraftan Girit fethi uzarken diğer taraftan şiddetli bir kış İstanbul'u kasıp kavuruyordu. Haliç ve Boğaz donduğu için şehre yiyecek getiren gemiler yanaşamamış; pahalılık başgöstermişti. Sultan'a karşı olanlar bunları onun uğursuzluğuna yükleyip Padişahı tahttan indirmeye karar verdiler.

Âsiler daha sonra saraya yürüyüp padişahı ayak divanına çağırdılar. Padişah kabul etmeyince, âsilerin yanındaki bazı ulemâ padişahın yanına çıkıp azledildiğini bildirdi. Heyetin başındaki Karaçelebi-zâde padişaha ağza alınmayacak hakaretlerde bulundu. Padişah da kendisini hıyânet ve hurûc ale's-sultan (padişaha isyan) ile suçladı. Bu arada âsiler sarayı basıp padişahı bir odaya hapsettiler.

Ertesi günü, isyana katılmayan sipahiler vaziyeti işitip padişahı tekrar tahta çıkarmak üzere harekete geçince, âsiler padişahın intikamından çekinerek dehşete kapıldı.  Sadrâzam, şeyhülislâm ve yeniçeri ağası padişahın hücresine geldi. Bu esnâda o, Kur'an-ı Kerim okuyordu. Kararı işitince elindeki Kur'an'a işaret ederek, "Beni bundaki hangi hükme göre öldürüyorsunuz?" diye sordu. 33 yaşındaki padişah, gözü yaşlı saraylıların önünde boğduruldu. Ayasofya'da kendisi gibi talihsiz amcası Sultan I. Mustafa'nın yanına defnolundu. (16)

 

SONUÇ:

 

Batılı ülkelerin ve Rusya'nın güçlenme arayışlarına geçtiği bir dönemde sekiz sene Osmanlı Devleti'ni idare eden Sultan İbrahim, bu ülkelere karşı uyguladığı başarılı siyâsî icraatlarıyla kendi döneminde dünya siyasî dengelerini Osmanlı lehinde tutmayı başarmıştır. XVII. yüzyılın ilk yarısında, Venedik korsanlarının bir üssü haline gelen Girit Adası'nın alınması emrini veren ve bunun için hazırlanacak donanmanın inşasını yakından takip etmek üzere, aylarca her gün tersaneye giden Sultan İbrahim, başarılı bir devlet adamı olarak vazifesini yerine getirmiştir. Onun döneminde devletinin mâlî, siyâsî ve idârî durumu ile ilgili olumlu göstergeler ışığında Osmanlının "duraklama devri" olduğunu söylemek mümkün değildir. Nitekim tarihçi R. Murphey de Osmanlı'da yükselme devrinin 1680'lere kadar devam ettiğini belirtir. (17)

Tarihi şahsiyetler üzerinde çalışma yapılırken, onların yaşadıkları dönemlerin şartlarını dünya devletleri çapında ele alamayan ve buna göre değerlendirme yapmayan araştırmacı, okuyucusunu yanlış sonuçlara ulaştırabilir. Bizim için önemli olan, tarihi şahsiyetlerin devlet hizmetlerini yürütürken sorumluluklarını ne derece üstlenmiş oldukları ve bu doğrultuda hizmet edip etmemeleridir. Petro, ülkesini kalkındırma adına yaptığı çılgınca icraatlar sırasında kendi oğlunu dahi öldürecek boyutta vatandaşlarına zulüm etmesi sebebi ile, o dönemdeki halkın kendisine "deli" lakabını vermelerine rağmen Rus tarihçileri onu "büyük" sıfatı ile anmaktadırlar.(18)

Yaptığımız sınırlı çerçevedeki bu çalışmamızda, Sultan İbrahim'in devletin iç ve dış meseleleri ile yakından ilgilendiği; üzerine aldığı devlet idaresinde sorumluğu yerine getiren bir devlet adamı olduğu ortaya çıkmaktadır. Sultan İbrahim'e ait resmî belgelerin ve eserlerin tamamının incelenmesi, bu mağdur Osmanlı sultanının daha objektif bir şekilde tanınmasına vesile olacağı ve kendisine iâde-i îtibâr edilmesi gerektiği konusunda uzman tarihçilerimiz de ittifak halindedir. (19) Bu itibarla, hamiyet sahibi araştırmacılarımızdan, dönemin kaynaklarına inerek Sultan İbrahim hakkında daha geniş bir araştırma eser ortaya koymalarını bekliyoruz.

Dipnotlar

 

1-Çağatay Uluçay, "Sultan İbrahim Deli mi, Hasta mıydı?" Tarih Dünyası, 1950, sayı:2, s. 434-435.

2-Çağatay Uluçay, gös yer.

3-Ekrem Buğra Ekinci, gös. yer.

4-Uluçay, 489.

5-Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul 1994, II, 187.

6- Hammer, V, 316.

7- Süleyman Kocabaş, Tarihte Türk-Rus Mücadelesi, Vatan Yay., İstanbul 1989, s.49.54

8- Ziya Nur Aksun, II, 170, 171.

9-Uzunçarşılı, III/II, 155.

10-Hammer, V, 352-353.

11-İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yay., III/II, 180, 195; Hammer, V, 316.

12- Hammer, V, 362-363; 386-387.

13- Hammer, V, 337-338

14-Hammer, V, 395; .İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Krononolojisi, Türkiye Yay., İstanbul 1972, III, 441

15- Ekrem Buğra Ekinci, gös.yer.

16-Ekrem Buğra Ekinci, gös.yer.

17- Ziya Nur Aksun, Osmanlı Tarihi, Ötüken Yay., ,İstanbul 1994,II, 187..Roads Murphey, "Osmanlıların Batı Teknolojisi Benimsemedeki Tutumları", Osmanlılar ve Batı Teknolojisi, Haz. Ekmeleddin İhsanoğlu, İ. Ü. Edb. Fak. Yay., 1992, s.1.

18- Yılmaz Öztuna,, X, 302;Süleyman Kocabaş, Tarihte Türk-Rus Mücadelesi, Vatan Yay., İstanbul 1989, s.68.69.(Petro'nun çılgın icraatı ve zülümlerine dair örnek için bkz:Kocabaş, gös.yer.)

19-Tayyib Gökbilgin, "İbrahim",İ.A. MEB,Yay., V/II, 880 ; Çağatay Uluçay, "Sultan İbrahim Deli mi, Hasta mıydı?" Tarih Dünyası, 1950, sayı:2, s. 434-435; Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul 1983, X, 302; Ahmed Akgündüz-Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, 196.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

SAHABE DÖNEMİ İHTİLAFLARINDAN SÖZ ETMEK

SAHABE DÖNEMİ İHTİLAFLARINDAN SÖZ ETMEK

Ehl-i Sünnet âlimleri ihtiyaç olmadıkça Sahabe arasında baş gösteren anlaşmazlıklardan uza

“EHL-İ SÜNNET”İN ANLAMI ve KAPSAMI

“EHL-İ SÜNNET”İN ANLAMI ve KAPSAMI

Ehl-i Sünnet kavramı temelde "alem" yani belli bir fırkanın özel ismi ve ünvanı değildir. An

GÜVENİLİRLİK BAKIMINDAN İSLAM TARİHÇİLERİ

GÜVENİLİRLİK BAKIMINDAN İSLAM TARİHÇİLERİ

Aktardıkları bilgilere göre tarihçileri birkaç grupta değerlendirmek mümkündür: 1. Grup: G

İSLAM TARİHİ ESERLERİNİ DEĞERLENDİRMEDE ÖLÇÜLER

İSLAM TARİHİ ESERLERİNİ DEĞERLENDİRMEDE ÖLÇÜLER

Burada, İslâm ulemasının önde gelenleri ve muhakkik âlimler tarafından tesbit edilen ve İsl

İNSAN HÜRRİYETİ VE BEŞ TEMEL HAK

İNSAN HÜRRİYETİ VE BEŞ TEMEL HAK

Sosyal bir varlık olan insanoğlunun, topluluk olarak yaşaması, fıtratının bir gereğidir. Fer

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-2

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-2

Sultan İbrahim tahta çıkar çıkmaz başta Koçi Bey olmak üzere musâhipleri (özel danışmanl

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-1

MAĞDUR PADİŞAH: SULTAN İBRAHİM-1

Anadolu topraklarının bizlere vatan haline gelmesinde hizmeti geçmiş büyük tarihî şahsiyetle

PEYGAMBERLERİN MASÛM OLUŞU

PEYGAMBERLERİN MASÛM OLUŞU

Peygamberlerin masumiyeti konusu, çok yönlü bir konudur. Burada bizi ilgilendiren husus, peygambe

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-6

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-6

g. Ebu Hüreyre'nin Para Karşılığında Emevî Taraftarlığı ve Ali Aleyhtarlığı Yaptığı

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-5

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-5

e. Namazı Ali'nin Arkasında Yemeği Muaviyenin Sofrasında Yediği İddiası Ebu Hüreyre aleyhin

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-4

EBU HÜREYRE'YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER-4

Sahabenin ve Bu Cümleden Olarak Hz. Aişe'nin Onun Rivayetlerini İhtiyatla Karşıladığı İddia

Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.

Tevbe, 119

GÜNÜN HADİSİ

"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeksizin, oruçlunun sevabı gibi sevap alır."

Tirmizî.

TARİHTE BU HAFTA

*Yıldız Sarayı'nın İttihatçılar'ca Yağma Edilmesi(29 Nisan 1909) *Gazneli Mahmud'un Vefatı(30 Nisan 1030) *Yıldırım Bâyezid Tarafından Manisa'nın Fethi(1 Mayıs 1390) *Fatih Sultan Mehmed Hân'ın Vefatı(3 Mayıs 1481) *Eyüp Sultan Hazretleri(r.a.) Vefât

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI