ŞİFA TEFSİRİ NOTLARI-39

Allah'ın vermiş olduğu mülkün zekatını, sadakasını vermeyen adam, kendisine karşılıksız olarak 100 milyon verilip bundan sadece 2,5 milyonu fakirlere verilmesi istenince vermekten kaçman, çekinen gibidir.


Mahmud ToptaÅŸ

.

2021-10-15 00:15:58

*Allah'ın vermiş olduğu mülkün zekatını, sadakasını vermeyen adam, kendisine karşılıksız olarak 100 milyon verilip bundan sadece 2,5 milyonu fakirlere verilmesi istenince vermekten kaçman, çekinen gibidir.

*Kur'ân-ı Kerim insana kapı çalma adabından devlet yönetimine, kurbanın nasıl kesileceği ve bu kurbana nasıl işlemler yapılacağından, kişinin toplumuna karşı olan görevlerine varıncaya kadar bütün herşeyin edeb ve adabını öğretiyor.

*Bir şeyh efendi; "Yarabbi bana uzun ömür ver," diye dua ediyormuş. Müridi eri; "Efendim inşaallah Cennete gideceksiniz, orada Allah'ın her türlü ni'meti var" dediklerinde; "Cennette her türlü ni'met var da, "namaz" ni'meti yok. Hiç olmazsa bu dünyada biraz daha çok yaşayalım da "namaz" ni'metinden istifade edelim" demiş.

Böyle kişilerde namaz sevgisi o kadar yerleşmiş ki, onu ifade etmek mümkün değil. Allah'ın bütün emir ve yasaklarını severek yapmak gerekir, zorla değil. İş zorla oldu mu randımanlı bir şekilde yürümez.

*Batı'ya yaranmak isteyen bazı zat-ı muhteremler; Kur'ân-ı Kerîm'deki yumuşaklık ve merhametle ilgili âyetleri gündeme getirirler de, harple ilgili âyetleri hiç yazmazlar. Kur'ân'da bir âyet varki, zimmîlerin durumunu bildirir. "Onlarla harb ediniz, tâki zillet içinde vergilerini getirip ödeyinceye kadar." buyrulmuştur. Bu âyetin hayata uygulanışı, İslamın hakim olduğu geçmiş dönemlerde yapılmıştır. Hz. Ömer, Hz. Osman zamanında, gayri Müslimlerin giydikleri ve kullandıkları eşyalar hiç bir zaman Müslümanlar'inkinden üstün olmamıştır.

Günümüzde "ehli zimme" hakkında araştırma yapanlar, bahsi geçen buna benzer âyetleri dahi Avrupa'nın hoşuna gitmez diye zikredemiyorlar. Müslüman ülkesinde, Yahudinin bindiğine Müslüman binemiyor, onun giydiğini Müslüman giyemiyor, onun kullandığı ortamı Müslüman kullanamıyor. Tabii bu kanunla sağlanmış değil ama pratikdeki uygulama böyle.

Yine Bakara suresi 193, âyetinde de; "Tamamen din Allah'ın dini oluncaya kadar fitne, zulüm, imansızlık yeryüzünden kalkıncaya kadar..." buyrulmaktadır. "Kalkıncaya" dan maksat, imansız adam kalmayacak anlamında değil, onun hâkimiyeti ortadan kalkıncaya kadardır. 

Bu hususu insanlara biz anlatamadık. "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar" buyuruyor Allah (cc). Yeryüzündeki birtakım insanlar, Afrika'daki insanların kanını, canını emmiş, ayağının altındaki madenlerini almış, başının üstündeki ormanlarını traş etmiş, fakirlik ve zaruret içinde bırakmıştır. İşte bir gurup Müslüman çıkıp bunlara haddini bildirmeli. Ayetin emrettiği; "Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar" dediği husus.

 Üç kişi bir araya gelseler bir çete kurup küçük çocukları yakalayıp yaksalar dünya ayağa kalkıyor. Amerikada da olduğu gibi yakın bir zamanda Belçikada ondan fazla çocuğu öldüren yüksek tahsilli önemli bir görevi de olan biri yakalandı. Bunlara karşı yine dünya ayağa kalktı. Bunlar yaktıkları insana belki beş dakika acı verirler. Ama devlet halinde kurumlaşmış imansız çeteler eğitim yoluyla çocukları dinden uzaklaştırarak milyarlarcasmj cehenneme atıyorlar. İşte cihad, bu devlet çetesinin yakma işine son vermektir. Herkes toprağına, hanımına ailesine sahip çıkacak, hayata din hâkim olacak, din hâkim olduğu zaman da huzur ve güven olacaktır.

*Günümüzde de imansız yöneticilerin Müslümanlardan intikam almak, çeşitli eza ve cefalar yapmak, harp ve darpleri Müslüman ülkelerde geliştirmelerinin yegane sebebi, bu insanların Müslüman olmalarıdır. Ortadoğuda bitmeyen savaş buna bir örnektir.

*Gerçi şu anda biz Müslümanlar biraz mağlubiyet içindeyiz, ama tarihimize baktığımızda, 1400 yıllık İslâm tarihi hep zaferlerle doludur. Son 150 sene içinde Müslümanlar tökezleyip zillete düşmüştür. Bu hemen hemen bütün milletlerde vardır. Nasılki tökezlemeyen atın mevcudiyeti mümkün değilse ve de tökezleyen at daha sonra tökezlediği gibi kalkabiliyorsa, inşallah yakın bir gelecekte Müslümanlar da bu zilletten kurtulacaktır.

*Günümüzde basın-yayın yoluyla hep süper devletlerin teknolojik üstünlükleri Müslümanların gözlen önüne seriliyor. Onlara gözdağı verircesine, hergün yeni yeni ürettikleri ölüm makinaları olan silahlar gösteriliyor.

Ama biz inanıyoruz ki Hz. Peygamber de her sabah kalktığında, yatağında ilk söylediği; "lâilâhe illaîlâhu vahdehû lâ şerike leh, lehül-mülkü velehül hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadir." bu söz olmuştur. Biz Müslümanlar da bu sözü söylemeliyiz. Böylece biz kendimizi moralmen yüceltip güçlü ve kuvvetli bir hale geliyoruz. Zira bütün silahlar da, Allah'ın yarattığı şeydir. Allah'ın yarattığı şeylerden değil kendinden, Onun gazabından korkmak gerekecektir.

*Günümüzde çeşitli işyerlerinde ve devlet kuruluşlarında Mü'minler rahat bir şekilde ibadetlerini yapamamaktalar. Mesela, askeriyede namaz kılanların atılmasının istenmesi veya namaz kılmak için işinin başından ayrıldığında müdürü veya patronu tarafından tehdid edilmesi, namaz kılarken; acaba beni görürler mi? gibi bir endişe içinde namaz kılması, diğer taraftan zekatta ve Hacc ibadetinde çıkan birçok sorunun temelinde Müslümanların devlet olmaması gerçeği yatmaktadır.

Eğer devlet İslâmî olursa; askeriyedeki Müslüman komutan gönül rahatlığıyla namazını kılacak. Fabrikada, büroda, dairede çalışan memur, işçi namaz vakitlerine göre çalışma saatleri ayarlanacağından rahatlık içinde, işini aksatmadan kılacak.

Aynı husus diğer ibadet ve itaatler için de geçerli olacaktır. Müslüman zekatını verecek; müftülere dirayetli gördüğü alimlere soruyor: "Acaba devlete vergi olarak verdiklerimiz zekat yerine geçer mi?" veya ödediğimiz vergilerden de zekat vereceğiz mi diye. Tabi ki bunlar Müslümanlar arasında çözülmesi gereken, İslâmî devletin olmayışından kaynaklanan hususlardır.

Biraz da bu hocalardan kaynaklanmakta. Devletle bitecek bazı problemleri dahi ferde yüklemekte. Mübarek gecelerden birinde bir arkadaşı vaaz ederken dinledim: Cemaatine, içkiyi içersiniz sonrada benim karşıma gelirsiniz, faizi alırsınız yersiniz yine camiye gelirsiniz, değil mi? şeklinde hep cemaati suçluyor. Onlara çıkış yolu göstermiyordu. Zira küçük esnaf bile olsa, faize bulaşmadan mümkün değil, hatta şehri bırakıp dağa çıksa bir sürü koyun edinip yünlerini kendisine giyecek yapsa sütünü de gıda yerine yese, bu adam o koyunlarının kışın yiyeceği yem'i için bankadan kredi almak zorunda, sistem öyle ku-rulmuşki bunu atıp İslâmî Sistem'i kurmadan başka çaresi yok. Hz. Osman (ra); "Hz. Allah Kur'ân'la yapmadığını, sultanla yapar" demiştir. Yani yönetimle yapar. Kur'ân'ı evin köşesine assanız Kıyamete kadar durur. Kendiliğinden bir şey yapmaz. Ama sultan onu uygular, yani yönetimde icraat vardır. Onun için yönetime sahip çıkılmasını vurgulayan âyetlerden biridir 41. âyet.

*Tarihimizde ünlü seyahatnameleri olanlar vardırki en meşhurları Evliya Çelebi, İbni Batuta'dır. Son dönem seyyahlarımızın ünlüsü de M. Akif merhumun değerli arkadaşı Abdurreşid İbrahim Efendi'dir. Gezdiği yerlerin kilometrelerini dahi vermiştir. Kendisi Kazan Türklerindendir. Seyahatındaki amaç; İslâm alemini uyandırmaktır.

*Gözün görmesine "nazar" (bakma), kalbin görmesine de "basiret" denir. Hakk'ı görmeyenlere; "basireti kapanmış" deyimi kullanılır. Gerçek körler bütün kafirlerdir. İki gözü de âmâ olan kişinin en kötü hali kaldırımdan düşer ama, sonra yeniden kalkar. Gönül gözü kör olan kafirler ise cehenneme düşer ve asla çıkamaz.

Bir adama iki gözünden birisi kapatılacak denilse her halükârda hiç birine razı olmaz ama mutlaka birisi kapatılacak ısrarında bulunulduğu zaman, akıllı olan insanın başdaki gözünün kapatılmasına razı olup basiret gözü dediğimiz kalb gözüne razı olmaması gerekir. Çünkü başdaki gözün kapatılması dünya ni'metlerini görmemizi engeller, dünyada fani olduğu için geçicidir.

Gönül gözünün kapatılması ise; bu dünyada karamsar bir hayat yaşamamıza, ahirette ise sonu gelmez bir derecede Cehennemde yanmamıza sebeb olur. Ebu Cehil'in başındaki gören iki gözü ona fayda vermedi. Buna karşılık, "Âmâ" olan Abdullah bin Ümmî Mektum'un basiret gözünün açık olması onun iman etmesine sebep oldu. O bu haliyle müezzinlik yapma şerefini elde ediyor, hatta müslümanlar harbe gittiklerinde Medine'deki yönetimi ona bırakıp gidiyorlardı.

*Birgün hukuk fakültesinde okuyan gençlerle islam hukuku ile ilgili dersler yapıyordum, derken aynı yere akşam saaat yedide, elinde bir beyaz değnekli "Âmâ" biri geldi, birkaç dakika sonra bir tane daha, derken bir tane daha, tam dört âmâ kişi geldi.

Sohbet bitiminde sorduk; "hayrola nereden nereye?" "Biz burada Kur'ân öğreniyorduk günümüzü şaşırmışız, birgün sonra gelecektik" dediler.

Azmin elinden hiç birşey kurtulmaz. Bu kişiler birçok İslâm devleti başkanlarına mektup yazıp oralardan, kendilerinin okuyabileceği bir Kur'ân istemişler. Derken Yeşilköy havaalanı gümrüğüne Pakistan'dan bir Kur'ân gelir. Tabiiki üzerinde Mushaf yazılı, kabartma usulü olduğu için, devletin sırlarım ifşa edecek casusluk malzemesi zannederler ve Diyanet İşleri Başkanlığından o konuda rapor isterler. Neticede hallolur.

Yani o gümrüktekilerin görmeyen baş gözü ve içindeki basiretinden kaynaklanan azmi, öbür tarafta da bazı çevrelerce saygı duyulan zahiri gözü daima, öküzün karpuz kabuğunu gördüğü gibi menfaatini gören, basireti kapalı, Allah'ın alâmetlerini göremeyen insanlar...!!!

*Kısacası bu din, insanları bu dünyada da kurtarıyor. Biz hep ahiret vaadi yapmayalım. Günümüzdeki inananlara da, imansızına da, köşe dönücüsüne de, faizcisine de, fuhuş ticaretini yapana da; "Bakın!, bu bıktığınız hayata yeni bir hayat kazandıracak olan İslâm'dır." demeliyiz.

*Bazı kardeşlerimiz, dünyanın her tarafındaki imansızlığa, ahlâksızlığa bakıp İslâm'ın yeniden yeşermesini yeniden hayat bulmasını imkansız olarak görmektedirler. Ama nasılki gökyüzünden yağmur indiğinde kara toprak yemyeşil hale geliyorsa, İslâm'ın yeşermesi de işte o şekilde olup, Kur'ân'ın bütün âyetleri rahmet damlaları halinde insanların kalbine inip, o ahlâksız o çorak insanlar, o zorba insanlar, yeraltı dünyasının insanları, hepsinin de baharın yeşerdiği gibi gönüllerinde İslâm yeşeriverir.

Muminun Suresi

*Müslüman cemaatler de birbirleri aleyhinde yazılar yazıp, birbirlerinin faaliyetlerini engellememeli. Aksine birbirini destekleyici sözler söyleyip faaliyetlerini de buna göre ayarlamalı.

*Allah rahmet etsin, Said Havva'ya İstanbul'dan birkaç genç bazı hususlarda sorular sorup mektuplar gönderirler. Tabii ki sorulan cevaplandırdıktan sonra; "zannedersem bu sorular sıcak bir sobanın başında, çay içilirken yazılmış ama bu soruların konusu hareket halindeki ordunun başına gelebilecek mevzulardır. Siz o harekete girin, girdikten sonra Allah hareket anında onun nasıl yapılacağını size ilham eder" der.

*Tarih boyunca, (daha önce de bahsettiğimiz gibi) küfür cehpesinde değişen birşey olmamıştır. Müslümanları yıpratmak için daha öncekilerin dediği gibi günümüzdekilerde; "Bu adamlar sizin üzerinize hükmetmek için dini istismar ediyor" diyorlar.

Kendilerinin hakim olmak istediklerini söylemiyorlar, zira kendileri hakim durumda. Halkı kendi istekleri doğrultusunda istedikleri gibi yönetip kendileri dini istismar ediyor. Müslümanlar buna karşı çıkınca da bunlar size hakim olacaklar sizi yönetecekler, Onun için de din sömürüsü yapıyor, dini istismar ediyor diyorlar.

*"Nuh dedi ki: Ya Rabbi yeryüzünde kafirlerden ayağı üzerinde dolaşacak adam bırakma, eğer onları yeryüzünde bırakacak olursan bütün kullarını sapıttırırlar. Bunların çocuklarından da ancak günahkar ve kafirler meydana gelir." Onları helak et diye dua eder. Bu ayetlerde geçen "La tezer âlet erdi" daki "elif ve lam" bütün yeryüzüne şamildir demişler ve Nuh tufanı bütün yeryüzünde meydana gelmiştir diye fikir süren müfessirler var. Bazı müfessirler bunun bölgesel olduğu kanaatindeler

*Ayetten anlaşıldığına göre gemiyi dünyada ilk defa belki de Nuh (a.s.) yapmıştır. Müfessirlerin tefsirlerinde; gemiyi denizde değil de, karada yaptığını ve geminin ölçülerininde Cebrail (a.s.) tarafından vahiy ile bildirildiği belirtiliyor.

Bundan şunu anlıyoruz, Allah (c.c.) aynı zamanda Peygamberleri vasıtası ile kullarına çeşitli sanatları da öğretmiştir. Anadolu insanımızın dilinde tekerleme halinde dolaşan şey; Gemicilerin piri Nuh (a.s.), Demircilerin piri Davud (a.s.), Doktorların piri İsa (a.s.) gibi ifadeler bunun halk ağzıyla anlatımıdır.

İmanımızın İslamdan uzaklaştırıldığı şu son günlerde, son yıllarda, okullarda şu icadın mucidi, batılı filan, saatin mucidi falan, suyun kaldırma kuvvetini bulan filan, matematikdeki şu bağlantıyı bulan batılı şudur şeklinde hep batılı, hristiyan birine dayandırma gayreti göze çarpmaktadır.

Sanki, Müslüman düşünür ve bilim adamları, ilim dünyasında hiç bir yenilik ve buluş ortaya koymamış. Bu konuda bildiğim kadarıyla, "Şark bilginleri etkisi altında kalan batılı alimler" diye veya bu isme yakın bir isimle yazılmış bir eser, hangi batılının, hangi doğu bilgininden etkilendiğinin kaynak ve delilleriyle vermektedir. Kısaca şunu hiç unutmamak gerekir ki, insanların ihtiyacı olan çoğu sanat ve icadların öncüleri Peygamberlerdir.

*Zayıf bir hadis vardı ya;"Devlet başkanlarınız sizin amellerinizdir." O insan sizin imanınızın, düşüncenizin, amelinizin şekillenmiş halidir. Onun yaptığı toplumun yaptığıdır.

*Nuh suresinde de ifade edildiği gibi, Nuh (a.s.)'ın gemisi, Türkiye'mizin Mardin ili sınırları içinde bulunan, Cudi dağına indiği belirtiliyor. Ayette "Cudi" dağı deniliyor ama bu kastedilen Cudi yukarıda sözünü ettiğimiz il sınırları içinde bulunan Cudi'midir, değilmidir? bu kesin değildir. Bunun araştırılması gerekir.

Bazıları da bu Cudi dağının Nahcivan bölgesinde olduğunu hatta, bu Nahcivan isminin "Nuhcivan'dan" türetildiğini, zamanla Nuhcivan'ın, Nahcivan'a döndüğünü söylüyorlar.

Ayette Nuh (a.s.), "beni bereketli yere indir" diye dua ediyor. Bu bereketten maksat, bir de İsra suresinin ilk ayetinde de geçmekte. Orada "Etrafını mübarek kıldığımız, bereketli kıldığımız" denilmekte ki; kastedilen Mescid-i Aksa'dır. Bereket denilince aklımıza hemen toprağı verimli, meyveleri, sebzeleri, suları bol olan yer aklımıza gelir.Buradaki bereketten kasıt -Allah(cc) daha iyi bilir- İslamın daha iyi yaşanması, daha iyi tanıtılmasıdır.

Meseleyi iki yönlü düşünmek gerekir. Yani Kudüs hem maddi yönden; ekmeği, sebzesi, suyu bol. Hem de manevi yönden; İslamın en iyi yaşanabildiği yer. Yani Mescid-i Aksa, bereketli olarak nitelendirilmekte ama yeryüzünde oradan daha münbit yerler vardır. Ama çoğu Peygamberler ve birçok din Kudüs ve çevresinde ortaya çıkıp insanlara tebliğ edilmiştir. Asıl bereket iki dünyanın da cennet olmasıdır.

*Dünya ve dünyadakiler imtihan sorularıdır. Annemiz, babamız, çocuklarımız, eşlerimiz, komşu ve akrabalar, yediğimiz, içtiğimiz, kullandığımız, gördüğümüz ve göremediğimiz, duyduğumuz, duyamadığımız. Kısacası etrafımızda var olan herşey bir imtihan vesilesidir.

*İnsanları kötülüğe düşürmenin en kestirme yolu, onlardan ahiret inancının alınması, kaldırılmasıdır. Kişi veya toplumlar bu inancını yitirdiler mi her türlü kötülüğü ve pisliği rahat bir şekilde işler.

Ahiret inancı olan insan ise; yaptıklarının karşılığını mükafat veya ceza olarak göreceğine inandığı için, dikkatli olup, kötülüklerden kendini uzak tutmaya çalışır. Böylelikle de otomatik bir kontrol meydana gelir. İmansız kesim, Allah'ı inkardan daha ziyade, ahiret gününü inkara yeltenir, ahireti inkar eder.

*devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Allah'ın ayetlerine küfredenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.

AL-Ä° Ä°MRAN, 21.AYET

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Harb bir hiledir.

Buhari, Cihad 157; Müslim, Cihad 18, (1740)

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI