İSLAM’DA MEŞRU SEÇME YÖNTEMLERİ VE YÜKLEDİĞİ SORUMLULUKLAR

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla... MUKADDİME Yönetenler ve yönetilenler açısından dünyanın genel ahvâline kısaca baktığımızda, Arif Nihat Asya’nın o meşhur naatında; Diller, sayfalar, satırlar, Ebû leheb öldü diyorlar. Ebû leheb ölmedi yâ Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Ebû cehil kıtalar dolaşıyor.


Ali Haydar Çetintürk

cetinturkalihaydar@gmail.com

2021-06-08 10:55:35

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla...

MUKADDİME

Yönetenler ve yönetilenler açısından dünyanın genel ahvâline kısaca baktığımızda, Arif Nihat Asya'nın o meşhur naatında;

Diller, sayfalar, satırlar, Ebû leheb öldü diyorlar.

Ebû leheb ölmedi yâ Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)

Ebû cehil kıtalar dolaşıyor.

Dediği gibi Ebû cehil'i öldü zannedenlerin, ortadoğuya bakmalarını tavsiye ediyorum. Buhtu Nassar, Nemrud, Hâman, Kârun ve Firavun öldü ama firavunluk yaşamaya devam ediyor. (529) kişiyi idama mahkum eden Mısır, bunun en bâriz örneklerinden sadece birisidir.

Yusuf (Aleyhisselam)ı kuyuya atanlar kardeşleriydi. Fakat bundan daha ağır olanı ise, Yusuf (Aleyhisselam)'ın birkaç kuruşa köle olarak satılması idi. Dik duran Yusuf (Aleyhisselam) ise kölelikten sultanlığa sabır ile yükseldi.

Bugün Mısır'da Mursi'nin dost zannedip güvendiği piramit çocuğu Sisi ve o zihniyete sahib olan firavun evlatlarına söylenecek en güzel söz şudur; "Bir köpeğin dostluğu, bir dostun köpekliğinden iyidir. Sahte dost sabun gibidir, elini yüzünü temizler, ayağını kaydırır. Ayak kaydıran kalbi kaymışların merhametini umut etmek, saflıktan başka birşey değildir. Fakat kuzu gibi yetiştirilen çocukların da merhametsizler tarafından koyun gibi güdüldüğü âşikardır." 

Ancak ''adını ne koydunuz?'' sorusuyla başlayan dünya hayatı, ''merhumu nasıl bilirdiniz?'' sorusuyla son bulduğunda, işte o gün zalimlerin asıl sorularının ve sorgularının başlayacağı gündür. İnsanoğlu naziktir, ağır sözü kaldırmaz; "eşek" dersin kızar da, sırtına bin, aldırmaz. "Şerefin kadar konuş" dendiğinde ebediyyen susması gerekenlerin ve ana sütüyle adam olamayıp, inek sütüyle öküzlüğe terfî ettiğine şahit olduğumuz kimselerin, akıllı insanların sırtına bindiğini gördüğümüzde, ağır sözü kaldıramayan insanın nezâketine (!) bir kez daha şahitlik yapmış oluyoruz.

SİYASET Mİ POLİTİKA MI ?

Bu mukaddimeden sonra, İslam'da meşru seçme yöntemleri ve yüklediği sorumluluklara geçmeden evvel, şu iki kelimeyi mukayese etmeye çalışalım. Mastar olan siyaset kelimesi; idare etmek, düzene koymak ve tedbir etmek manalarını ifade eder. Politika ise Yunanca olup, ''Poli'' çok, ''tika'' ise yönlü-yüzlü manasına gelir. Her ne kadar faaliyet ve kullanım açısından bu iki kelime birbirinden farksız gibi görünse de, aradaki fark, en az politikanın doğum yeri olan batı ile, siyasetin vatanı olan doğu kadardır.

Politikayı Ebreheler, siyaseti ise Ebâbiller yapar. Politika, narlı (alevli) nâmertlerin, siyaset ise cesur yiğitlerin mesleğidir. 

'Politika ile uğraşmayacak kadar akıllı olanlar, daha aptallar tarafından yönetilerek cezalandırılırlar' diyen Platon ( Eflatun ) un politikası, bizim siyasetimiz değildir. Çünkü İslâmî siyasette aklı azların yönetimine geçit yoktur. Tarihte yapılan hataları İslam'a mâletmek de başlı başına bir hatadır.

İSLAMDA MEŞRU SEÇME YÖNTEMLERİ

Bu makalemizde kendisini selefî zanneden ve Tağut kelimesinden yola çıkarak Mekke'deki 360 put meselesi ve Dârunnedve benzetmesiyle 550 milletvekilini ve o vekilleri seçen insanları tekfir edenlerle, bunlara cevab vermeye çalışan kimselerden ve bunların delillerinden bahsetmeyeceğim. Fakat diyorum ki; cevab vermeye uğraşanlar, bu işi fakihlere havale etsinler. Tekfirciler de; "Kim bir müslümanı küfre nisbet ederse şüphesiz kafir olur"(1) hadis-i şerifini bir kez daha müzakere yapsınlar.

İslam'da seçme ve seçilme meselesine genel olarak bakdığımızda, mezhebler arasında farklı fikirlerin ileri sürüldüğünü görüyoruz. Bu farklı fikirleri dallandırmadan, meseleyi Hulefâ-i Râşidin asrına havale ederek, özet olarak anlamaya çalışalım. Zira Peygamber Efendimiz'den (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) sonra devlet başkanı olan Râşid Halifelerin sahabe olmaları ve sahabe döneminde görev yapmaları, onların davranışlarının İslam hukuku açısından delil olarak kabul edilmesine neden olmuştur.(2) Ve o devrin hukukçularının bu usüllere itiraz etmemesi, Hulefâ-i Râşidin devri uygulamalarının icmâ ile kabul edildiğini göstermektedir.(3)

Bu uygulamalar başlıca şu şekildedir;

1- Adaylık. Bu da;

a) Ya bir kişi veya birkaç kişi tarafından aday gösterilme şeklinde olmuştur. Mesela Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) ve Ebû Ubeyde bin Cerrah'ın (Radıyallahu Anh) Sakîfe çardağında bir ön seçim niteliğinde olan, Hazreti Ebû Bekir'e (Radıyallahu Anh) biat etmeleri gibi. Ve daha sonra Medine'deki 33 bin sahabenin Hazreti Ebû Bekir'in (Radıyallahu Anh) huzuruna gelerek ona biat edip, tebrik etmeleri, halifeye olan bağlılıklarını izhar etmekle beraber, ümmetin de ittifakı anlamına gelmektedir. Bu biat esnasında kadınların da bulunması ayriyeten konuşulması gereken bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır.

b) Ya da İstihlaf ( استخلاف ) dediğimiz, devlet başkanının yerine bir başka kişiyi aday göstermesi şeklinde olmuştur. Hazreti Ebû Bekir'in (Radıyallahu Anh) kendi yerine Hazreti Ömer'i (Radıyallahu Anh) istihlaf etmesi gibi.(4) Netice olarak burada da halk ile beraber seçkin sahabelerin biat'ı söz konusudur. Yani Ebû Bekir (Radıyallahu Anh) Hazreti Ömer'i (Radıyallahu Anh) işaret etmiş, ümmet ise onu halife seçmiştir.

c) Veya müslümanların kendi aralarında seçtikleri şûrâ (meşveret heyeti)nin halife adayını belirlemesi şeklinde olmuştur. Hazreti Osman'ın (Radıyallahu Anh) halife seçilmesi bu şekilde olmuştur. Yani Hazreti Ömer (Radıyallahu Anh) 6 kişiyi aday göstermiştir, şûrâ heyeti ise Hazreti Osman'ın adaylığını öne çıkararak, ümmetin biat'ını ve birliğini koruyup muhafaza etmişlerdir.

Ehlü'l-Hal ve'l- Akd (seçmenler) Hazreti Ali'nin (Radıyallahu Anh) ifadesince şûrâ ehli ve bedir savaşına katılanlardır. Veya bunların, ashabın ileri gelenleri olduğunu söyleyenler de vardır. Ancak bu kişilerin kimler oldukları ve sayıları, sonraki dönemlerde ulema tarafından tartışılmıştır. Bunların müctehidler olduğunu söyleyenler olduğu gibi, müctehid ordu komutanları ve halkın ileri gelenleri olduğunu ileri sürenlerde olmuştur.(5) Mâverdi ve Ferra ise bu kimselerin adalet, ilim, rey ve tedbir gibi vasıflara hâiz olmaları gerektiğini belirtmekle yetinmişlerdir.(6)

d) Bu da; müslümanların ekseriyetinin bir halife etrafında toplanıp, ona biat ederek seçmesi şeklinde olmuştur. Hazreti Ali'nin (Radıyallahu Anh), Medine halkının biat'ı ile halife olarak seçilmesi gibi. Hazreti Muaviye (Radıyallahu Anh) ise azınlıkta kaldığı için meşru halife kabul edilmemiştir. Hazret-i Hasan'ın (Radıyallahu Anh) kısa olan halifeliğinden ayrılmasıyla, Hazreti Muaviye'nin (Radıyallahu Anh) öne çıkmasını istîlâ ( استيلاء ) zorla yönetime el koyma şekline misal verenler olduğu gibi, bu şekilde başa gelmenin meşrûiyyeti de tartışılmıştır.

Mutezile ve hariciler, ne pahasına olursa olsun bu kimselerin çıktıkları mekandan indirilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Diğer yönden yapılacak başka bir çare olmadığı zaman itaat etmenin gerektiğini söyleyenler olduğu gibi, eğer başa geçen şahıs, hilafet şartlarını taşıyorsa itaat edilir, taşımıyorsa itaat edilmez diyenler de vardır.

Ayrıca Mürcie, Kerramiye ve Mutezile hukukçuları halife seçimi için bütün İslam toplumunun oy birliğine gerek olduğunu(7) söyleseler de, bu husus fiilen mümkün değildir. Zira herkesi ilgilendiren bir konuda icmâ yani oy birliği mümkün değildir.

Çok dinli, ırklı, milletli ve çok kültürlü olan Osmanlı coğrafyasındaki saltanata da bu pencereden bakmak doğru olacaktır. Çünkü saltanat bile olsa ümmetin birliğine sebeb olan Osmanlı, emperyal güçler tarafından bölündüğünde, bu bölünmeye razı olan ve özgür olduklarını zanneden ülkeler, yıllardır kendilerini sömürmeye devam eden çok yüzlü emperyalistlerin yüzsüzlüğü ile cezalandırıldıkları için bu gün saltanat dedikleri Osmanlının siyasetini arar hale geldiler.

2- Seçmenlerde aranan şartlar.

Aslında buna bir önceki maddenin (c) fıkrasında kısaca değindiğimiz gibi özet olarak üç başlık altında toplayabiliriz.

a) Seçmenin akıllı ve bâliğ (buluğa ermiş) olması lazımdır.

b) Adalet şartlarını taşıması lazımdır. Bu ise; büyük günahlardan sakınmak ve küçük günahlarda ısrarcı olmamak, mesela yalancılık, hırsızlık, dolandırıcılık gibi insanın şerefini zedeleyen kusurlardan ve vakar ile şahsiyetini lekeleyen davranışlardan uzak olması anlamına gelir.

Bu maddeye itiraz edenler, 3. Ahmed'i tahtdan indiren ve halkı yağmalayıp gasp eden Patrona Halil isyanını bir daha okusunlar. Çünkü geçmişini unutan insanlar, gelecekte kaybolmaya mahkumdurlar.

c) Seçilenleri tanıyacak ve kimin daha ehil olduğunu bilecek kadar bilgi ve görüşe sahib olması lazımdır.

3- Yüklediği sorumluluklar.

Şerre sebeb olanın mesûliyeti âşikar olmakla beraber,

"Kim bir hayra delalet eder (sebeb olursa) onun için o hayrı yapanın ecri (sevabı) vardır"(8) hadis-i şerifini de göz ardı etmemek lazımdır.

HATİME

Tarihi seyir içerisinde nazar ettiğimiz devlet başkanlığı meselesinde tebeâ'nın (halkın) rızası net olarak karşımıza çıkmaktadır. Mevzumuz, İslamda meşru seçim olduğu için, hükümleri günümüze uyarlamak pek de kolay değil. Aslında bu meselenin özünü kitâbî ve en doğru olarak yazması gerekenler fıkıhçılardır. Bizim yaptığımız ise satırlar arasında insanlara verilmesi gereken mesajlardır. İtiraf edeyim ki bu da çok kolay değil. Ancak ideolojisini lafızların arasına sıkıştıranları gördükçe daha çok yazasım geliyor.

Mesela Nazım Hikmet'in çocuklara yönelik masum zannedilen basit bir şiirinde bile davasını ve idolünü nasıl reklam ettiğine şahit oluyoruz. Şöyle diyor Nazım;

"Bahar geldi çocuklar, çıkın kırlara, ÇiçekLenin çocuklar, çiçekLenin.

Güneş bütün varlığıyla tezâhür etti, GüneşLenin çocuklar, güneşLenin.

Hayvanlar tekrar çayırlara çıktı sütleri için, KuvvetLenin çocuklar, kuvvetLenin."

Bir de müslümanlara: "Siz insanların beynini yıkıyorsunuz." diyorlar. Üç satırlık ibarede altı kere idolü olan Lenin'i zikreden Nazım'ı tebrik etmek lazım. Zira adam davasını iyi biliyor. Öyleyse bizim de buna karşı bir sözümüz olsun;

"Ey Nâzım sorumlusun açtığın her yaradan

Hesab soracak sana âhirette Yaradan

Ne Lenin ne de senin hayatınızı kuran

Olmayabilir ama hayatımızdır Kur'an

Yağmur, kar, dolu yağsın toprağın serinlesin

İnanıyorum ki sen mahşerde Lenin'lesin."

İnsanların önderleri ile çağrılacakları mahşer gününde çok yüzlü değil tek yüzlülerle haşrolmak temennisiyle Allah'a (Celle Celaluhu) emanet olun. Vesselam.

Kaynakça:

1- Müslim, İman 111 Ahmed b. Hanbel 2/23,60,142.

2- Abdülkerim Zeydan el-Medhal li Dirâseti'ş-Şerîati'l-islâmiyye, Amman 1990 s:174-175

3- Abdürrezzak Senhuri, Fıkhu'l-Hilâfe ve Tatavuruha, Beyrut,2001,s:129

4- İbn-i Kuteybe 1/24 , Abdülkerim el-Hatib, el-Hilâfe ve'l-imame, Beyrut 1975.s:288

5- Şah Veliyyullah Dehlevi, Huccetül bâliğa, Kâhire c:2, s: 738

6- Maverdi 31 , Ferra 19

7- Nevbahtı 7,9

8- Müslim

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Görmedikleri halde, Rablerinden korkanlar için bir bağışlanma ve büyük bir mükafat vardır.

Mülk, 12

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI