ŞİFA TEFSİRİ NOTLARI-30

Nahl Suresi *Hani “İbrahim'in bıçağı gibi keskin” deseniz, bütün dünya insanı anlar. Yani bir bıçağı tarif ediyorsunuz; romanınızda veya şiirinizde, İbrahim'in bıçağı gibi keskin, derseniz, bütün dünya insanı anlar. Çünkü İbrahim'i (a.s.)


Mahmud Toptaş

.

2021-06-01 01:36:49

Nahl Suresi

*Hani "İbrahim'in bıçağı gibi keskin" deseniz, bütün dünya insanı anlar. Yani bir bıçağı tarif ediyorsunuz; romanınızda veya şiirinizde, İbrahim'in bıçağı gibi keskin, derseniz, bütün dünya insanı anlar. Çünkü İbrahim'i (a.s.) herkes tanır. Ama bizim köylü, kara Ahmed'in bıçağı gibi keskin diyecek olursanız kimse anlamaz. Kara Ahmed kim? Onun bıçağı nasıl? Onu bilmez. Ama İbrahim (A.S.)'ı ve onun bıçağını bütün dünya insanı tanır. Yani evrensel kelimeler seçiyor Rabbim, Öyleyse biz de kullandığımız üslubumuzda evrensel kelimeleri seçmeye dikkat etmemiz gerekiyor...

*Allah'ın (cc) Cehennemde hazırladığı ateş ile bu dünya ateşinin mukayesesi hiç olmaz. Hocalarımız, anlatımda kolaylık olsun diye şöyle derler; "Cehennemden bir alev yetmiş defa suda yıkandıktan sonra çıkarılmış, derler. Bu ifade benim hoşuma gider. Böyle birşey yok da aslında, yani şiddetini anlatabilmenin yolu bu. Hocalarımızdan biri iyi bulmuş bunu. Yetmiş defa suda yıkandıktan sonra yeryüzüne çıkarılmış, bu evleri yakan, bir şehri tarumar eden veyahut da şu kadar ormanı yakıp yıkan ateş te öyle bir ateşin yetmiş defa suyla yıkanıp ta çıkmış halidir, derler.

*Hani Allah rahmet eylesin şairimiz üstad N. F. Kısakürek öyle demiş ya:

"Allah'ın on pulunu bekleye dursun on kul;

"Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul," diyor şair.

Yani böyle bir ortamda, insanların huzur bulması, rahat etmesi mümkün değil. Rabbim: Muttaki insanların ülkesi ne güzeldir, diyor. Müttakî insanların ahiretteki yurdu ne güzeldir, diyor. Çünkü evine gelince, evinde pişenin aynısından komşusunda da pişmesini isteyecektir, "komşuda pişer, bize de düşer sözü" ondandır. Bunu zamanla ecdadımız sağlamaya çalışmış, gayret etmiş ve İslâm'ın müttakî insanlarla yönetildiği dönemlerde sağlanmıştır. Ne zaman ki müttakî olanlar orta yerden, güzel atlara binip çekip gitmişler, o zaman bozulma başlamıştır..

*Peygamberlere ancak o İslâm'ı ulaştırmak vardır. Yalnızca, ulaştırmak vardır. Öyleyse bizim görevimiz ulaştırmaktır. Hidâyet vermek değil, Vallahi hocam, filana gittim anlattım anlattım adam reddetti. Reddetsin, ikinci gün yine gitmek görevimiz, üçüncü gün de, ölünceye kadar. O adamın canı boğazından çıkıncaya kadar ümidi kesmeyeceğiz. Ve adam öldü. Biz tebliğimizin sevabını alıyoruz

*Hani hutbelerimizde: İşte şöyle şöyle yaparsanız, ahirette şu azapla, şu sevap vardır. Ahirette şu kadar makam vardır, mevki vardır, filan. Hep ahireti hayallendiririz ama öyle değil. Kur'ân-ı Kerîm dünyada da güzellikler vaad ediyor. "Zulme uğradıktan sonra Allah için hicret eden kişiyi bu dünya hayatında da güzel yerlere yerleştiririz" diyor Allah (cc).

Mantîken olmayacak gibidir, ama şu dünya hayatında bile görüyoruz. Bir yerden sırf Allah rızası için hicret eden insanlar, eski yerinden daha rahat hayat yaşıyorlar.

*Okumayan kesim, okumadan dervişlik yapmaya kalkıyorlarlar ki, bunun için büyüklerimiz, mezhep imamlarımız; "fıkhı öğrenmeden tasavvufa giren "zındık" olur" diyorlar. Bir adam bir kere fıkh'ını bilecek, nasıl namaz kılacağını, nasıl oruç tutacağını, akâid'ini gayet iyi bildikten sonra tasavvufa girecektir diyorlar.

*Yerde ve gökteki bütün canlılar, hareket edenler ve de melekler Allah'a secde ederler." Bu ayet ve Şura suresi 29. ayetinden hareketle gökyüzünde meleklerin dışında canlı vardır, diye zamanla alimlerimiz yazmış.

M. Akif Merhumun, Eşref Edip beyle 1906 yıllarında çıkardıkları "Sırat-ı Müstakim" isimli derginin 51, 56, 59, 67 ve 68. sayılarında o günün değerli ilim adamları konuyu tartışmışlar. Özellikle Şura suresinin 29. ayeti üzerinde durmuşlar. Bu tartışmaya Bolvadin'den, Selanik'ten, Kars'tan ilim adamları makaleleri ile katılmışlar.

Yerde ve gökdeki bütün canlılar ve de melekler kibirlenmeden Allah'a secde ederler buyrulmakta. Tabi canlı denince insan, hayvan ve en küçük bir hücre bunun içine girer, canlılık alameti hareket eden herşeydir.

* "Üstlerinden Rablerinden korkarlar ve emredildikleri şeyleri yaparlar."

Bu canlılar ve melekler üstlerindeki Rablerinden korkarlar ve emr olunanı yaparlar. Bazı alimler burada kast olunan meleklerdir demişlerse de açık bir ifade olmamakla beraber, "iman eden müminler ve melekler rablerinden korkar ve emrolunanı yaparlar" diye tefsir etmişler. Bu ayetin anlamı, (meali) için birkaç meale baktım. Birinde "fevklerindeki rablerinden korkarlar" diye yazılmış. Arapçada üst manasındadır. Bunu Türkçe olarak yazmış olsaydı; "üstlerindeki rablerinden korkarlar" demesi gerekirdi. Ama tenkid geleceğini hesab ediyorlar. Yahu Rabbim üstte mi? gibi bir durum ortaya çıkacak, halbuki Allahu Teala kendisi bizzat bu "üst" kelimesini kullanmış.

Elmalılı merhum da güzel bir tevcih yapmış bu ayetle ilgili olarak; "Müdür bey memurunun üstünde" denildiğinde, memurun başı üstünde oturuyor mu anlaşılır? Elbette hayır. Makam, mevki, yetki bakımından üsttedir diye anlaşılır. Bu ayetteki "üst"den kasıt ta örnekte olduğu gibi ki, Mülk süresindeki ayetin tefsirinde de aynı şekilde bir yorum yapıyor. Makam mevki güç kudret ve otorite bakımından üstün olan anlamındadır.

Allahu Teâlâ ki ilim, hakimiyet, semi ve basar bakımından bizim kat kat üstümüzdedir ve mukayesesi mümkün değildir. Bunu teyid eden Anadolu'da "üstümüzde Allah vardır" tabiri ile de kastedilen yukarıdaki ifade edilenlerdir. Bu tabir iki kişi arasındaki ihtilaf ve anlaşmalarda kullanılır. Bunun anlamı şudur , Yaptığımız anlaşmaya bizden kat kat gücü fazla olan Allah şahittir demektir. 

*Bugünkü Suud hükümetinin kurulmasında emeği geçmiş Muhammed b. Abdullah isimli bir zat "Kitabu'-t tevhid" isimli eserinde "Allah semadadır" diyor ve Kur'an-ı Kerim'den birçok ayeti kerimeyi de delil olarak getiriyor. Türkiye'den Suudi Arabistana giden talebelerimize "söyle bakalım Allah göklerde midir değil midir?" diye de sorarlar. Biz onların iman dairesinden çıktıklarını iddia etmiyoruz ama onlar bizim küfre düşdüğümüzü iddia ediyorlar ve sebeb olarak ta "ayetleri inkar ediyorsunuz" diyorlar. Zira geçmişdeki alimlerimiz bundan kasıt ilim, otorite üstünlüğüdür. Alimlerin çoğu da; "Allah bu konuda ne demiş ise, biz onu kabul ederiz, düşünmeye ve yer tayin etmeye gitmeyiz." demişler işin doğrusu da budur. İmam Malik'in sözüdür ki, diğer mezhepler de onu nakl ederler. 

Ehli kıbleyi tekfir etmemek gerekir. Hele bu işte mantığımıza dayanarak yapılan suçlamalar belki bazen ayet dayandırmaya çalışırız ama belki ayeti de yanlış anlamış veya ayeti kendi fikrimize dayanak, destekçi getirmiş olabiliriz. Onun için kendi kanaat ve fikrimizi ayete göre ayarlamamız gerekir. Ayeti kendi fikrimize göre açıklamayacağız.

*Küçük yaşta olan çocuk en güçlü en bilgili en başarılı babasını bilip onun yanında kendini emniyette hissederse, Allah'ın yurdunda gezen bir mümin de bu küçük çocuktan daha emniyette olmalı ve kendini o şekilde hissetmelidir. Zira herşeyi yaratan Allah'tan alıyoruz desteği. Devamlı ve lazım olan din Allah'ın dinidir. Tutunulması lazım gelen ve devam edecek olan din Allah'ın dinidir.

-devam edecek-

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Araf suresi 164.ayet

"İçlerinden bir topluluk, "Allah'ın helâk edeceği, ya da çetin bir azapla cezalandıracağı bir kavme ne diye nasihat ediyorsunuz" dediği vakit, o uyarıda bulunanlar dediler ki; "Rabbiniz tarafından mazur görülmemiz için, bir de belki günahlardan sakınırla

GÜNÜN HADİSİ

“Köleleriniz, kardeşlerinizdir”

Buhari

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI