PERSPEKTÄ°FE GÄ°REN ÅžAHISLAR-32

Mustafa Öztürk(Prof.) Bu andığımız öteki modele örnek çok sayıda isim var. Bunlardan birisi de Prof. Mustafa Öztürk olmalı. Akşam gazetesinden Atıf Hüseyin ‘Takım Çantası’ denebilir mi? başlıklı makalesinde nevzuhur bu ilahiyatçı tiplerinden Mustafa Öztürk’e değiniyor. Nedense Mustafa Öztürk


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2021-01-22 11:23:28

Mustafa Öztürk(Prof.)

Bu andığımız öteki modele örnek çok sayıda isim var. Bunlardan birisi de Prof. Mustafa Öztürk olmalı. Akşam gazetesinden Atıf Hüseyin 'Takım Çantası' denebilir mi? başlıklı makalesinde nevzuhur bu ilahiyatçı tiplerinden Mustafa Öztürk'e değiniyor. Nedense Mustafa Öztürk, Mustafa İslamoğlu ile birlikte Ahmet Hakan adlı televizyoncunun ve yazarın tarassuduna takılıyorlar. Bu gibi isimleri parlatıyor ve öne çıkartıyor. Daha önce de Yaşar Nuri Öztürk ile temsil ettiği ekranda seri programlar yapmıştı. Mustafa Öztürk, Ahmet Hakan'a ekranda şunları söylüyor :"İyi bir ilahiyatçı en az iki ölü, üç yaşayan dil bilmelidir. İslam ilahiyatçısı Yahudilik ve Hıristiyanlığı da iyi bilmeli ki o dinlerle İslam arasında mukayeseli okumalar ve tahliller yapabilmelidir." Burada Kur'an ve Sünnete hiç atıf yok. Ölü ve canlı diller benzetmesi bana ölü ve canlı Yaşar Nuri'leri hatırlattı.

*Atıf Hüseyin adlı Akşam yazarı yazısında yadırgadığı bir hususu aktarıyor: " Mustafa Öztürk bir televizyonda haftalık sohbet programına katılıyor. Son izlediğimde mezhepler hakkında konuşuyordu. Özellikle itikadi mezheplerin çıkışını izah sadedinde, "Topluluklar ya da devletler içinde bulundukları siyasi ve sosyolojik durumu meşrulaştırmak için Kur'an'ı Kerim'e baktılar ve durumlarını doğrulayan ayetler bularak yapılandılar. Kur'an'ı Kerim'de herkes kendisine uygun bir ayet bulabilir. Bu bağlamda Kur'an'ı Kerim 'Alet Çantası' gibidir." (Cümle moto mot Öztürk'ün değildir. Benim aklımda kalanları cümleleştirdim.) Anlaşılan dilinin şirazesi ve ölçüsü kaçmış ya da yok. Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında hadisin zaruretini anlatmak için 'Kur'an hammalu vucuh' denilir. Yani Kur'an-ı Kerim birçok görüşe açıktır. İnsanlar ondan farklı anlamlar devşirebilirler. Hadisler ise bu vecihleri sıhhate kavuşturur. Faslu hitaptır. Mustafa Öztürk ise 'hammalu evcüh/vucuh' ifadesini alet çantası olarak ifade etmektedir. Burada devletlerin Kur'an-ı Kerim'e hürmetsizliğini ve istismarını mı anlatmak istiyor yoksa mesele Kur'an'a saygısızlık boyutlarına mı dayanıyor? Bazı hadis mecmualarının çöplük manzarası arz ettiğini de ileri sürmüştür. Bu üslubu Yaşar Nuri Öztürk'ten tanıyoruz. Yaşar Nuri Öztürk ölürken yerini yeni bir Öztürk (Mustafa) almaktadır.

* Yazılarına göz gezdirdiğinizde, Bediüzzzaman takıntısı içinde olduğunu görüyorsunuz. Daha doğrusu her şeyle ilgili takıntılı. İstisnası yok gibi. Cifr ve Cevşen konusunda sohbetlerinde Bediüzzaman'a yüklenmiş. Esasen anlayışı veya 'ilahiyatçı kompleksi' bunu gerektiriyor olmalı. Neden? Bir başka yazısına da baktığımda yine Bediüzzaman'ın müspet ilmi önemsemesi, Kur'an icazını ispatlamada bir yöntem olduğunu söylemesi de, ilahiyatçımızı oldukça rahatsız etmiştir. 

* Bir başka yazısında Bediüzzaman takıntısı kendisini şöyle ele veriyor: "Sevgili Caner (Doç. Dr. Caner Taslaman), sözgelimi, "Abdestin Allah tarafından emredilmiş olması bu sembolik temizlik ritüelinin bizim için bizatihi değerli ve önemli sayılmasına kâfidir" demek yerine, "Abdest suyu vücutta birikmiş elektriği absorbe eder ve insanı rahatlatır" tarzında argümanlarla -gerçi programda abdest konusundan ve böyle bir argümandan söz etmedi ama özellikle isbat-ı vacip konusuyla ilgili görüş ve yaklaşımlarındaki temel argümantasyon inanç konularını hep pozitif bilimlerle gerekçelendirme istikametindeydi- modern bilim üzerinden dinsizleri veya inanç konusunda tekleyenleri mıh gibi bir iman sahibi yapacağım diye didinip duruyor. Gerçi Cumhuriyet'in ilk yıllarında Said Nursî de bu uğurda çok çabalamıştı; ama onun zamanında vülger materyalist ve pozitivist düşünce pik yapmış, Ludwig Büchner'in Kraft und Stoff (Madde ve Kuvvet) adlı eseri o günün Türkiye'sinde peynir ekmek gibi satıp özellikle aydın kesimler arasında günlük gazete gibi okunur hâle gelmiş, bu yüzden de dönemin Türkiyelisi iman hakikatine modern bilim üzerinden gerekçe üretme yöntemine az çok kulak kabartmıştı. Bu yönteme kulak kabartma refleksi Sızıntı gibi dergilerin popüler olduğu yakın geçmişte de vardı. Ama şimdiki Türkiye çok başka bir Türkiye…(Ekranda Te'vilin Belini Kırmak ve Sil Baştan Yepyeni Bir Kur'an Yazmak (Prof. Mustafa Öztürk)"

* Ben kendisini Dücane Cündioğlu'na benzetiyorum. Sanki onun kopyası gibi. Kim kimin kopyasıdır o teferruata kaçar, beni aşarsa da, Mustafa Öztürk hocada hem bilgiçlik hem de cerbeze var. Bilgisi olmadığını söylemek yanlış olur. Lakin bunu sadaret veya öne çıkmak için kullanıyorsa? Veya başkalarını eleştirerek gündeme gelmek için kullanıyorsa? Lakin bu tarz bilgi polemik üzerinden hakkı değil daha ziyade sahibini ve kişiyi öne çıkartıyor. Bundan dolayı zannediyorum, takıntılı ve bu takıntısı da herkese sataşmasını gerektiriyor. Cidalden besleniyor.

* Prof. Mustafa Öztürk Bey de 'Ekranda Te'vilin Belini Kırmak ve Sil Baştan Yepyeni Bir Kur'an Yazmak' başlıklı yazısında Kur'an'da huri ve gılman kavramlarını tartışıyor. Bu meselelerin anlaşılmasında geleneksel yargıyı ve anlayışı tasdik ediyor. Zaten başka türlü düşünmek nefis hesabına geçer yani mükabere; nassı tanımamak ve ona karşı kibir, büyüklenmek olur.

*Prof. Mustafa Öztürk, Arap dili üzerinden hurinin dişil bir varlık olduğunu ispat ediyor. Lakin daha sonra bunu nakzeden bir anlayışı da seslendiriyor. Huri ve gılman gibi varlıklar üzerinden veya anılan cennet nimetleri üzerinden Araplara ve ilk Müslümanlara moral destek verildiğini ileri sürüyor! Huri dişil olduğunu kabul ediyor ama hayali de olabilirmiş! İşine başka türlü boşaltıyor! Hazreti Süleyman'ın cinleri söyleminde yaptığı gibi. Ya da huriler meselesini fazla büyütmeyelim demek istiyor. Bu bazı çağdaş Kur'an mealcileri veya yorumcuları tarafından mucizelerin veya peygamber kıssalarının temsili hikâye olarak tasvir edilmesine benziyor. Sonuçta, Prof. Mustafa Öztürk reddetmiş olduğu noktayı başka bir biçimde ispatlıyor. Bunu da mezhep imamımız İmam Maturidi'ye dayandırıyor veya söyletiyor! Arap algısının cennet tasvirinde belirleyici olduğunu ileri sürüyor.

* Maalesef Mustafa Öztürk hoca sandığımızdan da sorunlu bir dil kullanıyor ve Hazreti İsa'nın nüzülü, Mehdi'nin zuhuru gibi meseleleri geleneksel ve folklorik inançlar olarak nitelendiriyor. Onun ötesinde bazı hadis mecmualarının çöplük manzarası arz ettiğini de ileri sürmektedir. Bu cüreti acaba nereden ve kimden almaktadır? En hafifinden yaptığı ilmi bir istibdattır. Başkalarına karşı manipülatif ilmini baskı aracı olarak kullanmakta ve Hazreti İsa'nın nüzulü ve Mehdi'nin zuhuruyla alakalı bayağı bir dille genel bir inkar akımı ve ortamı oluşturmaya çalışmaktadır. Bu hava içindeki ilahiyatçılar da önlerine geleni tevil ediyorlar. Sonra da Mustafa Öztürk gibiler kendi açtıkları çığırdan şikâyet ediyorlar ve bunun yeni bir Kur'an yazma noktasına vardığını teslim ediyorlar. Fakat kendisi de zarf mazruf ayrımıyla cennetin içini boşaltma kampanyasına katılıyor. Hem inkârcıları dövüyor hem de biraz sonra arkalarından gidiyor. Anlaşıldığı gibi bu meseleler bir ilim meselesi değil bir kompleks, kimlik ve kişilik meselesidir. Üzücü ama gerçek.

* Mustafa Öztürk modern hatta modernist bir anlayışı temsil etmektedir. Mustafa Akgül Hoca karşısında ne pozitivist ne natüralist ne de rasyonalist olduğunu söyledi. Lakin bunların hepsinin karışımı olduğu da bir gerçek. Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz. Hazreti Süleyman cinlerini, çevre kavimler olarak tanımladı. Onun ötesinde bunların mimarlık ve dalgıçlık yaptığını söyledi. Elbette Süleyman Aleyhisselamın o tarz insi ameleleri de vardı. Lakin cinler taifesinden de çalışanları ve ameleleri vardı. Hazreti Davud'a demir ram olduğu ve macun kıvamına getirildiği gibi, Hazreti Süleyman da cinler, rüzgar ve hayvanlara tahakküm etmiş ve hepsi ona musahhar kılınmıştır. Hadislerde de Mescid-i Nebevi de yakalanan bir cin Süleyman Aleyhisselam hatırına bırakılıyor. Bilindiği gibi Belkıs'ın tahtını ihzar eden de özel bir cin olan İfrit'tir. Mustafa Öztürk beyin fazlasıyla bir modernist ve ötesinde kompleks ile malul olduğu anlaşılıyor. Elbette bilgiye uymak ile bilgiyi kendine uydurmak arasında fark var. Leyyi unuk'in nas veya tatviu'n nas diye bir tabir var. Yani metinleri ve nasları yumuşatmak ve tasarrufu altına almak. Mustafa Öztürk hocanın da yaptığı-kusura bakmasın ama- tam da bu. Artık geleneğin içine de sızan modernizm hurafelerinde bıktık!

* Mustafa İslamoğlu ile Yaşar Nuri Öztürk'ün karması olan yeni ve nevzuhur ilahiyatçı tiplerinden veya zümresinden Mustafa Öztürk yine kendisine göre bizimle atışmaya ve çatışmaya çalışıyor. Fazla vaktim yok. Onunla atışma partneri olmaya ne vaktim ne de hevesim müsait. Lakin yeri geldikçe yalpalama ve taşkınlıklarına temas edeceğiz. Allah'ın izniyle elimizden kurtulamaz. Tavsiyelerimizi de eksik etmeyeceğiz. Evvelü'l gays olarak kendisine ufak bir tavsiyem olacak. Hem de oryantalist değil âlim olduğu yönündeki gerçek dışı iddiasını çürütecek cinsten. Ne yapalım nazariyattan anlamıyor, somuta ineceğiz. . Ekranlarda bayanlarla dini sohbet yapıyor. Sohbetlerinde Hülya Avşar'ı partner seçerse daha çok reyting alır. Hem kendisi şöhret basamaklarına daha hızlı tırmanır hem de partnerini tenvir ve irşat etmiş olur. Benden söylemesi. Belki dua da alır. 

*İhsan Eliaçık'ın Hazreti Peygamber konusunda savunduğu bu yaklaşımı Mustafa Öztürk gibi ilahiyatçılar da Kur'an'a uyarlıyorlar. Kıssaların illa de gerçek olması gerekmediğini savunuyor, temsil düzeyinde veya ibret dersi olarak tasarlanmış fiction( gerçek değil, kurgu) tarzı olabileceğini ileri sürüyorlar. Bu durumda peygamber kıssalarına nasıl inanacağız? Ya da kutsal kitaplar bir nevi Kelile ve Dimne tarzında olduğu gibi fabl kitabı haline gelebilirler. Peygamberler ihraz ettikleri mualla mevkiden indirildiklerinde ve getirdikleri kitaplar masal olduğunda, onlara inanmanın ne kıymeti ve hükmü kalabilir? Bu durumda zaten kitaplara veya peygamberlere niye ihtiyaç duyulsun? Pekâlâ, filozoflar onların yerini tutabilir, değil mi?

* Kalemini sivrilterek silah gibi kullanarak yanlışlarını muhalif kalemler karşısında masun kılmak istiyor. Sadece kendini kandırıyor. Kalemi keskin ve akıcı ama seviyesi yok. Satırlarını okudukça Haşmet Babaoğlu'nun Ahmet Hakan'a tepkisi aklıma geliyor. Sözleri beni kasıyorsa bu imanımın refleksindendir. Kur'an ve Sünnet konusunda edep dairesini aşmaktadır. Bu benim tespitim değil, bizzat ekranlardan yansıyan ve kaleminin ucundan dökülen ifadeleridir. Söyledikleri ekranlarda müseccel ve satırlarda mahfuzdur. En azından sapla samanı birbirine karıştırarak bazı hadis mecmuaları hakkında hadis çöplüğü gibi ifadeler kullanmıştır. Bu cüretinin sınırsızlığını gösterir. Adamın sadece Hazreti Peygamberle alakalı değil ( S.A.V.) Allah ile de problemi var.

* Keyfi bir hadis münekkidi olduğu halde kendisini hadis müdafii olarak da takdim edebiliyor. Daha önce yazdıklarının hafızasını unutmuş görünüyor. Ya da balık hafızalı. Caner Taslaman ve benzerleriyle ego konusundaki yarışı onu onların safından çıkarmaz. Şahsiyette tezat olsa da genel istikamette beraberlik var. Benim Mustafa Öztürk ile hiçbir şahsi alıp veremediğim yok. Ne olabilir ki? Lakin kutsallarım adına, doğruların adına söylemlerinden rahatsız oluyorum. Birinci Öztürk'ten rahatsız olanlar onun kibrinden mi yoksa bu kibrin Kur'an ve Sünnet etrafına yansımasından mı rahatsız oluyorlardı? Onunla polemik yapmak da aklımın ucundan geçmemiştir. En az bu yazıya kadar. Bununla birlikte, hamiyeti diniyem konuşmaları karşısında feveran etti. Dert söyletir fehvasıyla derdimizi yazıya döktük. Sadece Öztürk'ü falan da kastetmedik. Bir akıma neşter vururken kalemimiz ismine de dokundu. Sadece alıntı değil ismi de yazımızın kazara konusudur. Sadece onu kastederek bir yazı, onun üzerine kurulu bir makale kaleme almadık. Bir konu etrafında ismini zikrettik. Yarası olan gocunur misali feveran ediyor. İkinci Öztürk alıntı meselesi üzerinden muhtevayı karartmaya çalışıyor. Bu yolla muhtevayı değil ancak enseyi karartır.

* Selefi okullarda okuduğumu yazıyor. Ya Selefiliği bilmiyor da beni tanımıyor. Selefiliği tanımıyorsa bu bir felaket, beni tanımadan beni tanımlıyorsa, o da bir garabet! Hâlbuki Selefilik benim okuduğum okullardansan olsa olsa teğet geçer. Onun okuduklarına daha yakın durur. Tam tersine okuduğum okullar anti selefi okullar. Arap dünyasında Nasirüddin Elbani ve benzerlerine karşı en sert tutumu benimsemiş olan Eş'arilik kalesi Fethül İslam gibi okullarda okudum. Hoş bazıları selefi okullarında okur, anti selefi olur, bazıları da anti selefi okullarında okur, selefi olur. Her zaman genel eğilimler şahsi tercihleri belirlemez. Bu yüzden sağlama olarak; okuduklarıma değil yazdıklarıma bakmalı! Selefilikle ilgili görüşlerimi okuduklarım değil yazdıklarım aksettirir. Fethül İslam haricinde ikinci olarak bir nebze de olsa Ezher'de tahsil hayatım oldu. Orada da akaitte Eş'arilik, fıkıhta ise Hanefi ekolünü meşk ve takip ettik.

* Çıkmayan candan umut kesilmez. Mustafa Öztürk de Taha Hüseyin gibilerinin izinden gittikten sonra son durağına da vâsıl olarak kendini tashih eder. Bilinç dönüşümü yaşar. İbtida mesleğinden ittiba mesleğine geçer.

 Dileğimiz, Mahmut Ebu Reyye, Yaşar Nuri Öztürk veya Taha Hüseyin'in gibilerin peşinden sürüklendikten sonra durulması, ilmiyle amil ve kâmil bir zat olmasıdır. İstikametini düzeltmesidir. Derdimiz, doğruları bulmak ve paylaşmaktır.

* Pek âdetim olmasa da bazen internette ses ve konuşma kayıtları arasında deveran ediyorum. İnternette sörf halindeyken iki teologun ( yeni hoca tipi) sesli görüntülü konuşmasıyla karşılaştım. Her ikisi de feryat halindeydi. Keyifleri kaçmış ve huzurları kalmamış. Bana hallerinde bir terslik var gibi geldi. Hatta psikolojik desteğe ihtiyaç hissedip hissetmedikleri merak konusudur. Bunlardan ilki, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi ( yakınlarda İstanbul'dan olmasa da Adana'dan Samsun'a çıkarma yapacak) Mustafa Öztürk'ün, Youtube'ta yayınlanan öğrencilerine yönelik bir yakınması. İhsan Şenocak hoca bu yakınmalara sebbiye diyor. Hoca (profesörlük anlamında) Hay Bin Yakazan veya Robinson gibi ıssız bir adaya çekilmeyi düşlüyor. Sebebi neyse ki, pek bilinmiyor. "Devletin ve Cemaatlerin Din ile İmtihanı Üzerine Değerlendirme" başlığı ile 21 Aralık 2014 tarihinde Youtube'a yüklenen konuşmasında Öztürk, İlahiyat Fakültelerinin şamar oğlanına çevrilmesinden şikâyet ediyor. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim üyesi olan Öztürk'ün, bu sesli ve görüntülü kayıtta İlahiyat Fakültesi öğrencilerine konferans verdiği görülüyor. Onlarla dertleşiyor. "Devletin ve Cemaatlerin Din ile İmtihanı Üzerine Değerlendirme" başlığı ile 21 Aralık 2014 tarihinde Youtube'a yüklenen konuşmasında Öztürk, İlahiyat Fakültelerinin şamar oğlanına çevrilmesinden şikâyet ediyor. Öztürk bunların ardından skandal niteliğinde şu sözlere imza atıyor: "Devletin bu dinle imanla imtihanı bitmedi. Bitmeyecek. Ben çok yoruldum ya. Ben artık din min işinden soğudum." 

* Son sıralarda Batılılara özenen Mustafa Öztürk gibi bazıları Kur'an kıssalarının dilinin temsili ve onun ötesinde masalımsı ( efsane) olduğunu ileri sürüyorlar. Kur'an-ı Kerim'in tekzip ettiğini böylece tasdik etmiş oluyorlar. Dolambaçlı yollarla Kur'an-ı Kerim'i tekzip ediyorlar. Muhammed Ahmet Halefullah, Turan Dursun ve Muazzez İlmiye Çığ gibi şahsiyetlerle ortak bir alana giriyorlar. Büyük ölçüde veya kısmen aynı zemini ve anlayışı paylaşmış oluyorlar. Nasr Hamid Ebu Zeyd gibiler de vahiy ve hadis konusunda çeşitli istifham ve kuşkular ortaya atmışlardı. 

* Muazzez İlmiye Çığ ile Turun Dursun karışımı birisi. Kıssalara masal diyor. Hiçbir orijinal tarafı yok. Kıssaların dilinde Ahmet Halefullah'ı taklit etmiş. Zülkarneyn meselesinde de Ebul Kelam Azad'ın müntehili olmuş yani. Yazarın Kıssaların Dili kitabında vardığı ve okuyuculara aşılamaya çalıştığı bu netice bizi, Kur'an kıssalarında mitolojik olanlar vardır diyen Halefullah ve onun bu tezinin Türkiye'deki seslendiricisi Hikmet Zeyveli çizgisine ulaştırmaktadır.

*Bizim anladığımız kadarı ile yazar, Tevrat'ta yer alan Habil-Kabil kıssasının tamamen Sümer/Babil mitolojisine ait ve oradan alıntılanmış bir hikâye olduğu görüşündedir. Kıssaların dili kitabındaki, Âdemoğulları/Habil-Kabil kıssasını incelediği yazısının başlığı bile bunu çağrıştırmaktadır. Yazısının başlığı "Arkaik Kültürlerden Kur'an'a Hâbil-Kâbil Kıssası"dır. Yani yazı başlamadan daha başlıkta; Tevrat'ın Habil-Kabil kıssası, arkaik dönem kültürlerinin ürünüdür, yani mitolojilerden alınmadır; dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'deki, Âdemoğulları kıssası da bu Arkaik kültürlerin bir yansımasıdır, imaj veya iması vermektedir.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Mustafa Çelik, 2021-01-30 23:58:41

Çok dikkatle okunası bir yazı. Mustafa Özcan beye çok teşekkür

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

İyiliğin karşılığı, iyilikten başka bir şey midir?

Rahman, 60

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."

"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI