KADER RİSALESİ ŞERHİ-2

BİRİNCİ MEBHAS: Kader ve cüz’-i ihtiyarî, İslamiyet’in ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz’lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani mümin herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk’a vere vere, tâ nihayette teklif ve mes’uliyetten kurtulmamak için “Cüz’-i ihtiyarî” önüne çıkıyor


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2020-12-14 22:12:08

BİRİNCİ MEBHAS:

Kader ve cüz'-i ihtiyarî, İslamiyet'in ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüz'lerindendir. Yoksa ilmî ve nazarî değillerdir. Yani mümin herşeyi, hattâ fiilini, nefsini Cenab-ı Hakk'a vere vere, tâ nihayette teklif ve mes'uliyetten kurtulmamak için "Cüz'-i ihtiyarî" önüne çıkıyor. Ona "Mes'ul ve mükellefsin", der. Sonra, ondan sudûr eden iyilikler ve kemalât ile mağrur olmamak için, "Kader" karşısına geliyor. Der: "Haddini bil, yapan sen değilsin."(Sözler, s. 463) 

ŞERH:

Kader ve cüz'î iradenin iman esaslarında yer almasının hikmeti:

Sahih hadis kaynaklarında kadere iman, diğer iman esaslarından biri olarak zikredilmiştir. Mesela: Meşhur Cibril hadisinde, Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur:

أَنْ تُؤْمِنَ بِاللَّهِ وَمَلاَئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ وَالْيَوْمِ اْلآخِرِ وَتُؤْمِنَ بِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ

"İman: Allah'a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, öldükten sonra tekrar dirilmeye ve kadere; hayır ve şer ne varsa her şeyin Allah tarafından takdir edildiğine iman etmendir."(Müslim, İman 1)

Burada önemle vurgulanan husus, kader ile insanın cüz'i iradesi meselesinin ilmi ve nazari değil, hali ve vicdani bir şuur-u imanî çerçevesinde değerlendirilmesi gereken birer konu olmalarıdır. Bu sebeple, diğer iman esasları gibi, örneğin öldükten sonra yeniden dirilmeyi ifade eden ahirete iman etmeyi gerektiren ilmi ve nazari delillerden hareketle ispat edilmesi oldukça zordur. Çünkü Allah'ın sonsuz ilminin bir nevi olan kader konusunu beşerî ilmin öngördüğü bir takım maddi kalıplarla sınırlandırmak, insana verilen özgür iradeyi de ilmen daraltılmış kader mefhumu ile uzlaştırmak imkânsız gibidir.

Bununla beraber, iman ve İslamiyet'in yüksek mertebelerinde, teslimiyetten kaynaklanan ve kulluk şuuruyla bağdaşmayan 'gurur ve sorumsuzluk gibi' bir yanlışı düzeltmeye yönelik birer ölçü olmak için, kader ile insanın özgür iradesi önemli bir görev üstlenmişlerdir. Bu hakikati Üstad hazretleri şöyle seslendirmiştir:

"Evet kader, cüz'-i ihtiyarî; iman ve İslâmiyetin nihayet meratibinde kader; nefsi gururdan ve cüz'-i ihtiyarî, adem-i mes'uliyetten kurtarmak içindir ki, mesail-i imaniyeye girmişler. Yoksa mütemerrid nüfus-u emmarenin işledikleri seyyiatının mes'uliyetinden kendilerini kurtarmak için kadere yapışmak ve onlara in'am olunan mehasinle iftihar etmek, gururlanmak, cüz'-i ihtiyarîye istinad etmek; bütün bütün sırr-ı kadere ve hikmet-i cüz'-i ihtiyariyeye zıd bir harekete sebebiyet veren ilmî mes'eleler değildir" (Sözler, s. 463)

ŞERH:

Kader ve Cüz'î İradenin uzlaşması meselesi

Öyle anlaşılıyor ki dini terbiyeden uzak bir insan, yapısı itibariyle 'ben' merkezli bir anlayışı benimsediğinden ötürü, yanlış bir karşılaştırma ile kazanılan her başarının arkasında, kendi özgür iradesini esas alıp bütün kazanımları –Karun gibi- kendi bilgisine, aklına, becerisine atfeder ve küçük bir firavun gibi olabilir. Buna mukabil, nefsini kusurlardan adeta tenzih etmek için elinden gelse bütün kötülükleri kadere havale etmeye çalışır.

Bunun yanında, dini terbiye ile yetişmiş bir müminin de nefsin tuzağına düşüp yanlış yapması mümkündür. Şöyle ki; mümin bir insan imanın nihayet hududunda bütün iyilikleri Allah'a verdiği için, onun nefs-i emmaresi; "madem her-şey Allah'ın elindedir, öyleyse kötülüklerin sahibi de –haşa-Odur'' deyip, işlediği bütün kötülüklerin faturasını Allah'a kesmek suretiyle kendini sorumluluktan kurtarmaya çalışır.

İşte tam bu noktada insanın özgür iradesi, -lisan-ı hâl ve lisan-ı hikmetle- karşısına çıkıp itiraz eder ve bu kötülüklerin müsebbibi insanın kendisi olduğunu hatırlatır. Keza, imanın verdiği teslimiyetin bu sınırında, kişi bütün kötülükleri kendine aldığı zaman, nefis ve şeytan fırsat bulup devreye girer ve 'madem bütün kötülüklerin sahibi sensin, öyleyse iyiliklerin sahibi de sensin', demeye başlarlar.

İşte bu noktada insanın gururlanması söz konusu olduğunda, kadere iman şuuru, karşısına dikilir ve "bu iyilikleri yapan sen değilsin" deyip kendisini o yanlış düşünceden kurtarır.

Demek ki, kaderin iman esasları arasına girmesi ve insanın cüz'î iradesinin de mütemmim/tamamlayıcı bir unsur olarak orada yer almasının önemli bir hikmeti, ilahi kaderin iyilik kaynağı, insan iradesinin de kötülük kaynağı olduğunu göstermektir.

Kötülükler insana verildiği halde, iyiliklerin verilmemesi, çok kuvvetli bir hakikat olan şu gerçeğin ölçüsüne göredir ki: 'Kötülükler ademe/yokluğa dayandığı için insanın kendisine verilebilir; iyilikler ise vücuda/varlığa dayandığı için insanın kendisine verilmez.

Bu hakikatı iki başlık altında açıklamaya çalışacağız:

a-Kötülükler Ademîdir

Evet, şu bir hakikattir ki, kötülükler hem ademîdir hem tahribattır. Ademî olan şeyler fazla bir güce ihtiyaç duymaz, "et-tahribu eshel"(tahrip kolaydır) darb-ı meselinde belirtildiği gibi, tahribat kolaydır, fazla bir kuvvete, bir bilgiye, bir tedbire muhtaç değildir. Örneğin, yirmi kişinin yirmi günde ancak yaptığı bir binayı, bir kişi bir günde tahrip edebilir. Biraz gaz ve tek bir kibrit ile onu yakıp kül edebilir. Bu sebeptendir

ki, kötülükler insanın kendisine izafe edilir. İcat edilmeye muhtaç yönler dışında, en büyük bir kötülük, bir tahribat yapmak insanın iktidarındadır. İcat/yaratma noktalarının Allah tarafından yaratılması, insanı sorumluluktan kurtarmaz. Çünkü imtihana tabi tutulmuş insanın kendi gücü dâhilinde olan şeyleri yapması, onun bu işleri yapmaya çok hevesli ve azimli olduğunu gösterir. Onun bu samimi isteğini, gücünün yetmediği yerlerde ilgili noktaları yaratmak suretiyle bu arzusunun tahakkuk etmesine katkı sağlamak, söz konusu imtihanın âdilce cereyan etmesine bir yardımdır. Meselâ: Bir tüfek alıp ağzına mermi veren, bir kişiye nişan alıp onu öldürmek maksadıyla tetik çeken ve bedenine kurşun sıkan bir kimsenin -insan olarak- yapacağı bu kadardır. Bu adam, kendi iktidarına göre, söz konusu adamı öldürmek için ne gerekiyorsa, hepsini yapmıştır. Burada yaratmaya ihtiyaç duyulan nokta, vurulan kişinin canının çıkması ve ölmesidir. Allah'ın bu canı alması, imtihan nokta-i nazarından adaletin ta kendisidir. Çünkü bu imtihanda bütün gücünü sarf ederek adam öldürmek gibi bir tercihte bulunmuştur. Özgür iradesiyle yaptığı bu eylemin tam tahakkuk etmesi için 'ölümü yaratma' ya ihtiyaç vardır. Bunu yaratmak, kişinin özgür iradesine yardımdır, kader ve kaza kanunu genel hukuk prensibi bakımından adaletin ta kendisidir. Şayet Allah buna rağmen ölümü yaratmazsa bu durum, adaletin ötesinde ilahi bir lütuftur, bir atâdır.

Yani, insanın kötülük yapma arzusunu yerine getirmek için yaratılmaya muhtaç noktaları icat etmek, kâinat çapında cari olan ve sünnetullah denilen umumi kanunlara uygun olduğundan adaletin bir tezahürüdür.

b. İyilikler Vücudîdir

İyilikler, ancak bir ilim ve kudrete bağlı olarak, belli şartların meydana gelmesiyle tahakkuk eder. Bu sebeple, aciz ve de cahil insan, elde ettiği iyilikleri sahiplenemez. Çünkü insan bu iyiliklerin varlığı için zorunlu olan 20-30 şartlardan ancak 2-3 tanesini iktidarıyla ortaya koyabilir. Geriye kalan şartların hepsi ancak Allah'ın yardım ve yaratmasıyla hâsıl olabilir. Kaldı ki bu 2-3 tanesinin de asıl yaratıcısı Allah'tır. O yaratmadığı takdirde bu şartlar da meydana gelemez.

Bu durum, bu hakikatlı manzara gösteriyor ki; bütün iyiliklerin ilahî takdire, inayete ve kadere verilmesi, kötü-lüklerin ise insanın kendisine mal ve izafe edilmesi en uy-gun ve âdil olan bir taksimdir.

-devam edecek-

Kelimeler

Cüz-i ihtiyarî: İnsanın sorumlu olmasına esas teşkil eden sınırlı irade, dilediğini yapma arzusu.

Hâlî: Bir insanın hâlini, durumu-nu, fiilini ifade etmeye ait.

İlmî: Sadece ilimle öğrenilen.

Mesul: Sorumlu.

Mükellef: Yükümlü.

Nazarî: Teorik.

Nihayet: Son.

Vicdanî iman: İmanın bir kimse-nin vicdanında yer etmesi.

Adem-i mesuliyet: Sorumsuzluk.

Meratib: Mertebeler.

Mesail-i imaniye: İmanla ilgili meseleler.

Mütemerrid: İnatçı, isyankâr.

Nüfus-u emmare: Kötülükleri emreden nefisler.

Seyyiat: Kötülükler, günahlar

Cüz-i ihtiyarî: İnsanın sorumlu olmasına esas teşkil eden sınırlı irade, dilediğini yapma arzusu.

İstinad: Dayanma, güvenme.

Mehasin: Güzellikler; sevaplar.

İn'am: Nimet vermek.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Sizi topraktan yarattık; oraya döndüreceğiz ve oradan tekrar sizi çıkaracağız.

Tâ Hâ, 55

GÜNÜN HADİSİ

Yeryüzünde bir kötülük işlendiği vakit, ona şahid olan bunu takbih ederse (kötü olduğunu te'yid ederse), o kötülüğü görmemiş gibi zararından kurtulur. O kötülüğe şahid olmadığı halde, işittiği zaman memnun kalan kimse, sanki şahid olmuş gibi manen zarar

Ebu Davud, Melahim 17, (4345)

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI