ŞİFA TEFSİRİ NOTLARI-14

Allah (c.c.) de Müslümanlara çeşitli dönemlerde yardımını gönder¬miş ama iyi ile kötü, mü'min ile münafık ayırd edilsin için bazen bu bela ve musibetli günleri uzatmıştır. Altının posasını içindeki altını ayırd ede¬bilmek, saf altın elde edebilmek için ateşe atıyorlar, eritiyorlar, orada altın ayrı


Mahmud Toptaş

.

2020-11-16 12:10:19

* Allah (c.c.) de Müslümanlara çeşitli dönemlerde yardımını gönder­miş ama iyi ile kötü, mü'min ile münafık ayırd edilsin için bazen bu bela ve musibetli günleri uzatmıştır. Altının posasını içindeki altını ayırd ede­bilmek, saf altın elde edebilmek için ateşe atıyorlar, eritiyorlar, orada altın ayrı, bakır veya gümüş veyahut ta kurşun ayrı yere ayrılıveriyorlar. Ateşte kaynamadan bunlar birbirinden ayrılmıyorlar. Onun için halis, gerçek müslümanlar ile münafıklarında ayrılması için bazen bela ve mu­sibetler onların ateşi oluyor ki, hakikisi ile sahtesi birbirinden ayrılsın.

* Rabbim özellikle ateist (Yani biz Allah'a inanmayız diyenler) grubuna diyor ki "De ki: Allah'tan bir azap gelmiş olsa, yani bir hastalık gelse sabahlara kadar inim inim inleseniz. Doktorlar en uyuşturucu ilaçları kullanıyor ama fayda vermiyor. Ve bütün ümit ettiğiniz hastaneleri tek tek dolaşıyorsunuz ama tedavi olamı­yorsunuz. Ondan sonra kime yalvarırsınız" diyor Rabbimiz.

Ömrünü Allah'ı inkârla geçirmiş Marks için söylenir. Ki adam ömrü­nü, Allah'a inanmam, kitaplara inanmam diyerek geçirmiş ve bunu da ki­tabına yazmış. Fakat ölürken "Allah" diyerek bağırmış o azabın içerisin­de.

Rabbim "Allah'tan başka kimi çağırırsınız" diyor. "Eğer doğru söylüyorsanız." Eğer bu ilahlarımız, bu adamlarımız doğru söylüyor diyorsa­nız. Yani bizim güvendiğimiz şu hukukçuların koymuş oldukları kanun­lar, Allah'ın koymuş olduğundan daha iyidir diyorsanız, böyle başınıza bela ve musibet geldiğinde niye bunlara bağırmıyor, çağırmıyor, yardımı bundan istemiyorsunuz da Allah (c.c.)'dan istiyorsunuz."

Hatırınıza "hocam Allah'tan başkasından da yardım istiyorlar" diye bir fikir gelebilir. O arkadaşlar gezmek istiyorlar, görünmek istiyorlar, basında, televizyonda resimlerinin çıkmasını istiyorlar da ondan. Yoksa inim inim inleseler sabaha kadar Allah'a bağırırlar Şikâyet babından da O'na bağırırlar. "Benden başkasını bulamadın mı?" diyerek şikâyet eder­ken Ona bağırırlar. Bağırır bağırır, fayda vermeyince döner "Yarabbi, Ya-rabbi" diyerek, boyun bükerek bağırırlar.

* "Azra­il" kelimesi Kur'an-ı Kerim de isim olarak geçmez. Peygamber efendimi­zin hadislerinde de bugüne kadar görülmemiş. Yani Peygamber efendi­mizin dilinden de "Azrail" kelimesi gelmemiş. En eski kaynak Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin (r.a)'in dilinden "Azrail can aldı" diye bir ifade çıkmış, bu kelime oradan alınmış. Bizim Kur'an ve sünnetimiz "Ölüm Melekleri" der. Ölüm meleği demez. Naziat suresinde de "O can alıcı melekler" şeklinde çoğul ifade edilmiştir. Akaid kitaplarında Azrail keli­mesi vardır. "Azrail ölüm meleklerinin başıdır" diye geçer. Bunları böyle bilmediğimizden dolayı imansızın biri Müslümanımızı sıkıştırdığında ona "Azrail bir tane mi?" "evet bir tane." "Peki, bir yerde bir milyon adamı elektrik teline bağlasalar sonra da cereyan verseler bir anda bir milyon adam öl­se, Azrail bunların hepsine nasıl yetişecek" diyor. Diğeri de, "madem örneği elektrikten verdin ben de cevabını elektrikten vereyim. İstanbul'un mil­yonlarca elektrik ampulü var. Bunların hepsi yanıyor mu?" "Evet." "Şarteli kapatan bir adam milyonlarca ampulün cereyanını kesebilir mi? Keser. İş­te melek de milyonlarca adamın canını böyle alır" diyerek, cevap verir. Böyle saçma bir soruya böyle saçma bir cevaptır bu cevap tarzı. Bu ceva­ba saçma derken, aynı cevap sevdiğin hocaların kitaplarında da vardır. Fazla düşünülmeden verilmiş bir cevap. Aynı zamanda mantığa da uy­gun. Bizim kaynağımız Kur'an ve sünnettir. Ayrıca çok değerli âlimlerimizin akaid kitaplarıdır. Akaid kitaplarında "Azrail" tarif edilirken "Az­rail ölüm meleklerinin başıdır" diyerek tarifi yapılmıştır. Öyle olunca, onun emrinde görevli meleklerin olduğunu anlıyoruz. Mikail'in emrinde görevli melekler vardır, tabiat olaylarıyla ilgilenir. İsrafil'in emrinde de görevli melekler vardır.

Not: Burada Mahmud Hocanın cevabı da hızlıca verilmiş bir cevap. Eğer o "sevdiğin hocaların kitaplarında" dediği Hazret-i Bediüzzaman ise. Çünkü Üstad Mektubat'ta;

"Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, kabz-ı ervaha müekkel olan melaikelerin nâzırıdır" der. (Mektubat, s. 351) ve "Her ölünün ruhunu, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm mı bizzât kabzediyor? Yoksa aveneleri mi kabzediyorlar?" (Mektubat, s.351) sorusuna bu konuda üç görüş olduğunu söyleyip, bunların;

 1- Azrail Aleyhisselâm, herkesin ruhunu kabzeder. Bir iş bir işe mani olmaz, çünki nuranîdir. Nuranî bir şey, hadsiz âyineler vasıtasıyla hadsiz yerlerde bizzât bulunabilir ve temessül eder.

2- Hazret-i Cebrail, Mikâil, Azrail gibi melaike-i izam, birer nâzır-ı umumî hükmünde.. Kendi nevilerinden ve kendilerine benzer küçük tarzda aveneleri vardır. Ve o muavinler, enva'-ı mahlûkata göre ayrı ayrıdırlar.

3- Hazret-i Azrail Aleyhisselâm'ın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü vardır diyenler.(hülasaten üstadın izahını kaydettim. Demek bilmeden konuşmamakta fayda var. Mahmud Hoca da bu kurala dâhil, hepimiz gibi. Salih Okur)

* Günümüzde­ki "cı" ile biten grublar birbirlerine azabı tattırıcı değiller. Yani birbirle­rine harb ilan etmiş değiller. Kanlarına ve mallarına kastetmiş durumda da değiller. Bunlar hizmette birbirleriyle yarış ediyorlar. Çeşitli kanallar­dan, çeşitli metotlarla herkes kendi doğrultusunda aynı adrese doğru yü­rüyorlar. Biz herkesi kendimiz gibi yapmak isteriz. Hatamız bundadır. Hâlbuki hiçbirimiz tip olarak benim gibi değildir. Güç olarak da benim gi­bi değildir. Herkes benim gibi olmuş olsa dünya batar, bu yanlıştır. Rab­bim madem akıllarımızı, bedenlerimizi ayrı yaratmıştır. Öyleyse bu ayrı kabiliyetlerde ayrı hizmetler geliştirecektir. Ama hepsinin adresi aynı olacaktır. Aynı yere doğru yürüyorlarsa, bu ayrılık sayılmaz. Nasıl ki biz birbirimize farklı olmamıza rağmen ayrıyız diyor muyuz? Yani sen ayrısın insan değilsin, ben ayrıyım, insan değilim demiyoruz. Mademki insanız, burada birlikteyiz. Ama şekillerimiz ayrı. Bu gün için Müslümanların da gruplara ayrılmaları aynı şekildedir. Mesela askeriyede hava kuvvetleri, kara kuvvetleri, deniz kuvvetleri, zırhlısı, piyadesi hep birlikte fakat ayrı yöntemlerle savaş yapıyorlar. Hedef düşmanı yenmek ama yöntem farklı farklı. Kimisi havadan, kimisi karadan.

Türkiye'deki ve dünyadaki, Müslümanlar hizmette ayrılmışlar. Birisi üniversiteye sahip çıkmış, diğeri Kur'an kurslarına sahip çıkmış, birisi de camilere sahip çıkmış. Bir başkası da "yok canım bunların hiçbirisiyle ol­maz, bu iş dergi çıkarmakla olur" demiş, ona sahip çıkmış. Bir diğeri de bu iş siyasetle olur demiş. Hepsinin ki doğru. Hepsi organizeli hareket et­seler istedikleri adrese doğrudan varıverecekler.

Böyle çalışmalarının birçok faydalarından birisi şu; Adam bir bakıyor ki binlerce çalışan var. Bunların hepsini karşıma alacak olursam, bunlar beni döverler. Ne yapayım? Bunların içinde en faal olanı döveyim. En fa­al olanı döverken öbürüne de fırsat vermesi gerekir. Ki o da öbürüne imkânlar veriyor. Bazen şöyle bir itirazlar karşılaşıyoruz. "Hocam falan­ca grub devletten şöyle yardım alıyor, böyle yardım alıyor" diyor. Zaten ona o fırsatı vermese berikini dövme imkânı olmazdı. Yarın ileride onu dövecek, fırsatı sana verecek.

Yalnız biz hepimiz uyanık olmalıyız. Hep­siyle hizmet olur. Ben dergi çıkartırken, gazete çıkarana engel olmamalı­yım. Yurt işi yaparken, bu iş dergi almama mani değildir. Bu işleri yapar­ken, siyasetle uğraşana yardım etmeye bu işler mani değildir. Yani insan bir iş yaparken öbürüne de yardım etmeye o yaptığı iş mani olmuyor. Bü­tün bunları beraber yürütüverdik mi, istenen adrese varmamız daha kolay olur.

* Rabbimin "kişinin yaptığının kazandığının kendisini helak etmemesi için ona hatırlat" diyor. Yani "şu boğazından geçen lokma senin aleyhine oluyor. Çünkü bunda mazlumun, yetimin hakkı var. Haksız yere elde et­mişsin. Alın terin yok senin bu işte. Ve sen karnını doyurmuyorsun bila­kis karnına ateş dolduruyorsun, cehennemini kendin hazırlıyorsun" diye hatırlat.

Bazı insanların dini konulara girmemelerinin sebeplerinden birisi de budur. "Yahu karıştırma bunu" filan diyor adam. Adamın karnı haramdan doymuş, derken siz "cehennem vardır, haram yiyenler yarın kıyamette ya­nacaktır" dediniz mi, adamı içinden bir ateş alıveriyor. "Yahu karıştırma bu işleri, ağzımızın tadını bozmayalım" diyor adam.

* Cehennemi anlatan ayeti kerimeler, gözümüzle görmediğimizden do­layı bizi pek etkilemiyor. Ama kibritin alevine kibrit sönünceye kadar parmağımızı tutamıyoruz. Hâlbuki Efendimiz (s.a.v.) "Cehennemden bir damla yere düşse insanlar pis kokusundan yaşayamazlardı" diyor. Böyle­sine korkunç dehşetli bir yer ve oranın kaynar sularından- bunlar da nor­mal su değil. Tefsirlerde ifade edildiğine göre yanmış insanların irin gibi pisliği- onlara içirilir. Tabi bunlar tanıtılırken bizim bildiklerimizden ör­nek veriliyor. Yoksa bunlar değil. Bu dünyanın irini ve kanı kaynatıldı­ğında cehenneminkinin yanında hiç kalıyor. Ama bizim bildiklerimizden hareketle rabbim size orayı tanıtıyor. Bir ayet-i kerimede de "zakkum ağacından yiyeceklerdir" diyor. Gerçekten zakkum değildir. Orayı anlat­mak için bu dünyada bilinenlerden hareket ederek anlatılıyor. Bilenleri­niz vardır. Zakkumun bir yaprağını çiğnemek mümkün değildir.

* Allah'tan başka şu fayda ve zarar vermeyen şeylere dua eder, onlara çağıracak olursak Allah'ın verdiği bu hidayetten sonra ökçesinin üzerinde seriye dönüverenler gibi oluruz. Bunu Allah (c.c.) burada bir misalle anlatıyor. "Bir adam arkadaşları ile beraber çölde yolculuk yapıyor. Derken yoldan biraz sapmış. Çölde de yol en büyük nimettir. Su ve yol çölde en önemli nimettir. Yolu bir kaybettin mi, her taraf birbirine benzer. Öyle bir esnada yolunu kaybetmiş bir adama arkadaşları bağırıyorlar; "Yahu Ali, Ahmet gel bu tarafa." Ama o şaşkın adamın kulağına başka sesler de geli­yor. Şeytanlar, şeytan gibi adamlar da "yahu yol bu taraftadır" diyerek on­lar da bağırıyorlar. İslam'a girdikten sonra "bu tarafa gel, bu tarafa gel" di­ye bağrışma, çölde kaybolmuş insana şeytanların "bu tarafa gel" diye ba­ğırmaları gibidir diyor Allah (c.c.). Günümüzde basın yayın yoluyla imanımızın önüne geçmek için bağı­ran adamlar aynen onlar gibidir. Şeytan gibi bağıran adamlardır. Ama Rabbim bir şeye dikkat çekiyor. "Onların sesi kimin kulağına gider? Şaş­kının kulağına gider" diyor. Ama gerçekten iman etmiş ve imanı yolunda emin adımlarla yürüyen adama onun sözlerinin hiçbir etkisi yoktur. Onla­ra kulak vermiyor. Rabbim burada "Hayran" kelimesiyle "şaşkın adama" çağırıyorlar diyor. Bir tarafta arkadaşları "İ'tina" "gel bize" diyorlar. Öbür tarafta şeytanlar da "bu tarafa gel, bu tarafa gel" diye bağırıyorlar. Allah böyle bir misalle anlatmış.

* Sûr nasıldır? Bilemiyoruz. Peygamber efendimiz bize tarif etmeye çalışmış. Onun elinde bir boru vardır. Ve o borunun bir boğumu, yerle gök kadar büyüklüğünü ifade eden Efendimizin sözleri vardır. Büyüklü­ğünü ifade ediyor. Yoksa fotoğrafı çizilmiş, filan maddeden yapılmış gibi bir ifadeyle tarif edilmiyor. Ama şuna inanıyoruz ki "Sûr'a" üfürülecektir. Bu ayet-i kerimeyle sabittir.

Ayrıca tefsircilerimiz, buradaki "Sûr" dan maksat "suret" kelimesin­den türemiş bir kelimedir ki insan vücududur, insan suretidir demişlerdir. Ona göre "O günde bütün cesedlere üfürülür" yani "cesedlere can gelir" manasını da vermişlerdir.

* Aynı mantıktan hareketle peygamber efendimizin (s.a.v.) babasının ve annesinin Müslüman olduğunu savunan âlimlerimiz vardır. Saygı duyarım. Mesela Celaleddin Suyuti'nin bu konuda uzunca bir makalesi var­dır. Peygamber efendimizin annesinin ve babasının Müslüman oldukları­nı açıklayan bir makale. Ama tevil ederken epeyce zorlanmıştır. Bizde de İbn-i Kemal'in (Osmanlı'nın değerli âlimlerinden) bu konuda bir makalesi vardır. O da peygamber efendimizin anne ve babasının Müslümana olduk­larını savunuyor. Fakat ayet ve hadislere dayalı hareket eden ilim adam­larımızın çoğunluğu bunu reddetmektedir. Ayet ve hadislerden delil geti­rerek Müslüman olmadıklarını, öldükten sonra yani (peygamber efendimi­zin Anne ve Babası vefat ettikten sonra) onlar için tebliğ durmuştur diye­rek, bu işe karşı gelmişlerdir. Celaleddin Suyuti ise şöyle demektedir; Peygamber efendimiz Rabbine dua etti, onları kabirlerinde Allah diriltti, peygamberimiz onlara "anne-baba ben peygamberim kabul ediyor musunuz" dedi onlar da kabul ettiler. Böylelikle Müslüman oldular" diyerek on­ları Müslüman yapmağa uğraşıyor.

Not: Burada da bence Mahmud Hoca hızlı gitmiş. Biz Bediüzzaman'ın Mektubat'taki iki soruya cevabını nakledelim yine; "Sual ediyorsunuz ki: Zaman-ı fetrette, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın ecdadı bir din ile mütedeyyin mi idiler?

Elcevab: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'ın, bilâhere gaflet ve manevî zulümat perdeleri altında kalan ve hususî bazı insanlarda cereyan eden bakiyye-i dini ile mütedeyyin olduğuna rivayat vardır. Elbette Hazret-i İbrahim Aleyhisselâm'dan gelen ve Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ı netice veren bir silsile-i nuraniyeyi teşkil eden efrad, elbette din-i hak nurundan lâkayd kalmamışlar ve zulümat-ı küfre mağlub olmamışlar. Fakat zaman-ı fetrette وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً sırrıyla; ehl-i fetret, ehl-i necattırlar. Bil'ittifak, teferruattaki hatiatlarından muahazeleri yoktur. İmam-ı Şafiî ve İmam-ı Eş'arîce; küfre de girse, usûl-i imanîde bulunmazsa, yine ehl-i necattır. Çünki teklif-i İlahî irsal ile olur ve irsal dahi, ıttıla' ile teklif takarrur eder. Madem gaflet ve mürur-u zaman, enbiya-i salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüccet olamaz. İtaat etse sevab görür, etmezse azab görmez. Çünki mahfî kaldığı için hüccet olamaz."(Mektubat, s. 385)

"Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın peder ve vâlideleri ehl-i necattır ve ehl-i Cennet'tir ve ehl-i imandır. Cenab-ı Hak, Habib-i Ekrem'inin mübarek kalbini ve o kalbin taşıdığı ferzendane şefkatini, elbette rencide etmez."(Mektubat, s. 386)

* Günümüzde gayreti diniyyesi yerinde olan birçok kardeşimiz küfre sövmesini iyi biliyor, sövüyor, bazısı iyi hicvedi­yor, bazısı şiirle, bazısı nesirle küfrü bombardımana tutuyor fakat biz ne yapalım sorusuna cevap bulmaya fazla ağırlık veremiyor. Art niyet yok. Yapımız, malzememiz bu. İmansızlığı çok iyi öğrettiklerinden çok iyi reddetmeye çalışıyoruz. Ama İslam kültürü bize fazla öğretilmediğinden, söyleyeceğimiz yok.

* İbrahim (a.s.) gençlik döneminde de puta tapmamıştır. Çocukluk döneminde dahi bu olmamıştır. Peygamber efendimiz içinde durum aynıdır. Peygamber efendimizde 40 yaşına kadar o günün putlarına ve putperestlerine meyletmemiştir. Rabbim onu fıtraten temiz yaratmış öylece büyütmüş. Bütün peygamberler hiç şirk pisliğine bulaşmadan büyük günahlara da yanaşmadan büyümüşlerdir.

*Müslüman olduğu konusunda kesin bir bilgi olmayan bir şahsı Vatikan Hristiyanlıktan aforoz etmiş. Bunu dünyaya da ilan etmiş. Çünkü "bizim aramızda yaşıyor, fakat kitaplarında Müslümanları övüyor" diyerek aforoz edilmiş.

Halil Cibran isimli bu şahıs kitabında şöyle anlatıyor. "Mustafa isimli bir adam şehre geliyor. Şehrin ortasında yüksek bir yere çıkıyor ve şehrin insanları etrafına toplanıyor. Herkes ona bir şey soruyor. O da bir veya en fazla iki sayfalık güzel cevaplar veriyor. Şehrin yargıcı ona doğru geldi ve "kanunlarımızdan bahset" dedi. O da dedi ki; "kanun yapan sizler, deniz kenarında oyun oynayan çocuklara benzersiniz. Akşama kadar ellerinizle kumdan kaleler yaparsınız ama akşamleyin de evlerinize giderken güle oynaya kalelerinizi kendi ellerinizle kendiniz yıkarsınız. Kanunları yapar­sınız ama ilk çiğneyenler de sizler olursunuz. Sizler hayatın yumuşaklığı­nı taşa çevirmiş ve mantık akıl çekiçleriyle onu kendi mantığınıza göre yontmaya çalışan insanlarsınız. Ona bir şekil verdikten sonra da insanlar ona bağlanmaya zorlayan insanlarsınız. "Sizler güneşe sırt çevirmiş adamlar gibisiniz. Hiç ömründe güneş görmemiş, sırtı güneşe gelmiş adam ne bilir? Güneş deyince adamın hatırına gölge kaynağı gelir. Çünkü hep gölgesini görüyor. Sizler de hep aklınızın gölgesi olan kanunları görmüşsünüz. Sonrada gölgesini ölçüp biçen adam gibi kanunlarınıza şerhler yazan adamlarsınız. Ne olur yönünüzü güneşe dönün de gölge kaynağı değil, ışık kaynağı olduğunu görün" diyor.

Ben bunu okuduktan sonra aklıma bu ayet-i kerime geldi. Belki adamda bu ayet-i kerimeden hareket etti. Fakat bilemiyoruz. Çünkü Arapçayı da bilen bir adamdı. Amerika'da yaşamış ve bir otel odasında aç ve biilaç ölmüş…

* "Ben yönümü yeri ve göğü yaratan Allah'a yönelttim. Ve ben müşriklerden değilim" diyor İbrahim (a.s.) Yani sırtını Rabbine ve­renlerden değil gönlünü verenlerdendir. Ayette yüz kelimesi ifade edil­miş, yüz insanın bütün haleti ruhiyyesini ortaya koyan en güzel azamızdır bizim. İnsanın eli ve ayağı da bir şeyler söyler ama en fazla söyleyen de yüzdür. Yüz içinde yüzdür. Onun için art niyetli insanlar batıda maske ta­karlar, gözünden renk vermemek için. Sahtekâr bir adam çok güzel sözler söyleyebilir. Fakat gözleri onu ele verir. Ama adam gözlerinin kendini ele vermemesi için simsiyah gözlük takabilir. Bu arada her siyah gözlük takan adam sahtekârdır anlamı çıkarılmasın bundan. Batıda bu iş maske­lerle yapılıyor. Çünkü göz yakayı ele veren en güzel azalardan biridir. Yüzde aynı şekildedir. Yüz bütün vücudumuzu temsil ediyor. Eski edebi­yatımızda kullandığımız zikrü'l-cüz-iradetü'lkül yani bir şeyin en küçük parçasını zikredip tamamını kasdetmek gibi. Yani İbrahim (a.s.) diyor ki: "bütün vücudumla yöneldim." Ama bunu ifade ederken de yüzünü söyle­miştir. Rabbime yüzümü çevirdim diyor..

* Her dilin kendine has güzelliği ve önemi vardır. Afrika'da da bir kav­min dilinin bir şeye yaramadığı söylenemez. O dillerin de kendine has gü­zellikleri vardır. Mesela ben; Türkiye'de Trabzon'da bulunan ve Lazca ko­nuşan insanların şiirlerinin, atasözlerinin Türkçeye kazandırılmasını iste­rim. Kürtçe konuşulan, yazılan, şiirler, yıllardan beri gelen atasözleri var. Bize mal olmamış, kendi aralarında konuştukları atasözleri var. Bir atasö­zü bir adamın ağzından bir anda çıkıvermiş değil. Biri güzel bir şey söy­ler, halkın dilinde o sözün köşeleri alına alına bir güzel kalıba oturtulur. Ve çok önemli mesajlar sunar. Yani iki günde anlatılacak bir olayı bir cümle ile ifade eder hale getiriverirler. Onların da dillerindeki, atasözleri, şiirleri, şarkıları, menkıbeleri, efsaneleri keşke Türkçe'ye kazandırılabilse.

* Peygamber efendimize sormuşlar. "Ya Rasulullah "Müslüman korkak olur mu?" demişler. Peygamberimiz "evet olur" demiş. Yani Müslüman korkusuz olmaz. Mesela bazı insan yılandan korkar, bazı insan akrepten korkar, bazı insan bir başka canlıdan korkar. Bu mü'minliğine bir noksanlık mı? Değildir. Ama kâfir yöneticiden korkma­mamız konusunda ayet-i kerime nazil olmuştur da, yılandan, akrepten, kö­pek gibi bazı zararlı varlıklardan korkmamamız konusunda ayet nazil ol­mamıştır. Yani haşerattan korkmak bize dünyada fayda sağlar. Çünkü ona karşı tedbirimizi alıyoruz. Ama zalim ve kâfir yöneticiden korkmak ahiretimizi yok ediyor. İki dünyayı da zillete düşürüyor. Bu dünyada zillet içerisinde bir hayat yaşanıyor. Öbür dünyada ise cehenneme düşme tehlikesi vardır. Onun için onlardan korkmamamız gerektiğini İbrahim (a.s.) diliyle ifade ediyor Rabbim.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Eymen Akça, 2020-11-16 13:28:28

Mahmud Topbaş Hocaefendi'nin notlarına Risale-i Nurlardaki ilgili bahisleri koymanız güzel olmuş. Tebrik ederim. Mahmud Hocamıza ulaşılabilse ve ilgili bahisler gösterilse iyi bir hizmet olur, tefsiri de daha şifalı bir hale gelir. Yapabilirsiniz diye düşünüyorum...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir.

Mücadele,6

GÜNÜN HADİSİ

"Kim ilim tahsili için bir yola girerse Allah ona cennete gidecek yolu kolaylaştırır."

Müslim

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI