MUHAKEMAT DERSLERİ-1

Ders: Muhakemat(1. Ders) İzah: Prof. Dr. Şener Dilek İzah Edilen Kısım; Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi ve devamı.. (Muhakemat, s. 5 )


Serkan Çakır

serkancakir82@hotmail.com

2020-06-01 17:35:12

Ders: Muhakemat(1. Ders)

İzah: Prof. Dr. Şener Dilek

İzah Edilen Kısım; Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alîl bir uzvun reçetesi ve devamı.. (Muhakemat, s. 5 )

Kısa Bir Takdim

Kıymetli ziyaretçilerimiz, sitemizde yeni bir hizmeti sizlere sunmakla sevinçliyiz. Üstad Bediüzzaman'ın, modern zamanların meydan okumalarına karşı İslam itikad ve anlayış sahasında yeni ufuklar açmak için kaleme aldığı ünlü eseri Muhakemat'ın şerhli bir dersini peyder pey sitemizde bulacaksınız.

Risale-i Nur'a derin vukufiyeti ile dikkat çeken Prof. Dr. Şener Dilek beyefendi bir seri ders olarak Muhakemat derslerine başlamıştı. Sanırım şu an sonlara doğru geliyorlar. Değerli arkadaşımız Serkan Çakır beyefendi, ısrarlı ricalarımız sonunda bu dersleri not tutmaya başladı.

Şu anda sitemizde Prof. Dr. Ahmet Akgündüz hocanın "Muhakemat dersleri" notları yayınlanıyordu. Bir de Şener beyin kalbi ikliminden o muhteşem esere bir bakış açısı olsun istedik. İnşallah "Muhakemat İkliminde" başlığı altında istifadenize arz edilecek..

Notlar tebyiz ve tashihten sonra Şener beye de gönderilerek onayı alındı. Kendisine bir kere daha hem geçmiş olsun dileklerimizi hem de teşekkürlerimizi sunuyoruz. İstifadeye medar olması dileklerimizle. Cevaplar.org

* "Mariz bir asrın" meselesi üzerinde duralım. Bu kitab bir reçete, mariz bir asrın reçetesi. Bu asır en hastalıklı, en perişan, en dökülmüş, hakikat, marifet, istikamet ve iffetten uzak olan ahir zamandır. Zaman Deccaliyet ve süfyaniyet zamanı. Bu yüzden, "Allahümme ecirna min fitneti ahirzaman. Allahümme ecirna min fitneti'l mesihi deccali ve süfyan" sabah akşam bu duayı okuyoruz. Hz. Âdem'den kıyamete kadar gelmiş en hastalıklı, en perişan, manen en dökülmüş asır bu yaşadığımız asır, ahirzamanın en dehşetli ve şiddetli zamanı..

Ahirzamanın dehşet ve şiddeti Nuh aleyhisselamın tufanındaki dalgalardan daha dehşetli ve şiddetli. Dehşetli bir tsunami alıp götürüyor. Üstad hazretleri bütün mesaisini imana tahsis etmiş. Büyük daireler; afakî dairelerden, siyasi dairelerden, içtimai dairelerden aileye kadar İslamiyet'in esası olan asli ibadet ve görevlerde dehşetli bir rehavet ve tembellik, bir kopuş var. Beş vakit namaz İslam'ın esası.. Bütün İslam âleminde bir istatistik yapsak, dinin direği namaz terk edilmiş durumda. Hâlbuki ayette açık hüküm var; melaike cehenneme girenlere sorarlar; "siz niye Cehennem'e girdiniz?" Derler ki; " biz dünyada namaz kılıcı değildik, fakir fukaraya yardım etmezdik."(bkz. Müddesir Suresi: 43. ve 44. Ayetler)

İslam dininde bir müslüman sadece farz ibadetleri yaparak kurtulmuyor, günahlardan da kaçınmak lazım. Şimdi bu asrın mizacı içinde günahlar boya değil, ta gırtlağa kadar gelmiş. Ahmed Hamdi Tanpınar'ın "Beş Şehir" diye bir kitabı var. 1928'de Erzurum lisesinde öğretmenlik yapmış. Erzurum'u bilenler bilir, en meşhur caddesi; Cumhuriyet Caddesi. Tanpınar; "iki sene içinde Cumhuriyet caddesinde iki tane kadın gördüm, onlar da ihramlıydı" diyor. Bakın, o zaman 1928.. Şimdi sene 2016.. Nereden nereye düşmüşüz.

Böyle mariz, sıkıntılı, hastalıklı asra bir reçetedir bu kitap..

*"Hasta bir unsur, alil uzvun reçetesi" Buradaki unsuru masadak manası ile düşünürsek ne anlamalıyız? Irklar, kabileler, aşiretler Osmanlı kendi bünyesinde otuz sekiz ırkı barındırmış. Ama bu ırklar içinde Kürtler, Türkler, Araplar ve diğer unsurlar, bunlar da hasta…

Asır dehşetli ve şiddetli oldu mu, o asır içinde yaşayan insanlara da hastalık bulaşır. Mesela veba bulaşıcı bir hastalık. Veba girdiği zaman o veba Türk, Kürt olduğuna, Arap olduğuna bakar mı? Herkese bulaşır. Hasta unsur yani Osmanlıyı meydana getiren unsurlar, bunlara kabile deyin, aşiret deyin, ırk deyin bunlar da hissesini almışlardır.

*"Alil bir uzvun" İnsan deyince, insanın eli uzvu, ayakları uzvu, aklı uzvu, kalbi uzvu… İnsanın birçok uzvu vardır. Cemiyet-i İslamiyeyi de bir vücuda benzetirsek, bu uzuvlarda da hastalık var. Peki, nedir o hastalıklar?

Mesela adalet. Adalet cemiyetin kayyum değeri. Adalet gitti mi, her şey gider. Emniyet, asayiş, güvenlik ta içtimai, afakî siyasi dairelere kadar çıkın. Balık baştan kokar. Cemiyet ve toplumu oluşturan unsurlar. Onlarda da hastalık var, onlarda da sıkıntı var.

Rahmetli babamın yanına Süleyman Efendi diye birisi geliyordu. Bir köyde yayla meselesi vardı. Bu çayır fakir bir adamın, ama oradaki ağalar musallat olmuş, evirmiş, çevirmiş, elinden almışlar. Bu da mahkemeye gitmiş. Benim babamla dertleşiyordu. Babama dedi ki "Kırk dört senedir mahkeme devam ediyor." Adam kırk dört senedir mahkeme kapısında bekliyor. Tabii diğer taraf güçlü, kuvvetli, bilemiyoruz belki de rüşvet veriyor, adamın hakk-ı mülkiyeti ve zıllıyeti onda olduğu halde, kırk dört senedir mahkeme devam ediyor, dosya birikmiş. Hangi hakim baksa, altından çıkamıyor..

Eğitim, askeriye, iç güvenlik ve diğer uzuvlar, bunlar da hasta durumda. Hem bu asrın hastalığına, hem Osmanlı içinde milletlerin, unsurların hastalığına, hem de cemiyeti meydana getiren temel, asli, vazgeçilmeyen değer ve uzuvların hastalıklara reçete bu kitap..

*" Saykal-ül İslâmiyet (Muhakemat, s. 5 ) Saykal cilâ vurmaktır. Biz çocukken dayımızın tarlaları vardı. Tırpanın üzerine örsle vururlardı, tak tak keskinleştiriyorlardı. Şimdi bıçak güzel bir nimet. Bıçağı mutfakta kullandın mı, üç beş sene sonra bıçağın ucu körleşiyor, bunu çarka tutuyorsun, ta ki daha keskin olsun, görevini daha mükemmel yapsın…

İslamiyet en son din, en fıtri, Allah'ın seçtiği bir din. İslamiyetin kutsiyet ve hakikatinde bir körelme olmaz. Körelme bizde. Peki, nedir o o körelmenin adı? Ülfettir, tembellik, lakaytlık, Allah'ın dinine karşı tam kalb ve gönüllülükle mukabil olmamaktır. Nedir o ülfet? Rehavettir. O ülfet, paslanmak ve dünyevileşmektir. Nedir o kararma? Afakîleşmektir, siyasileşmektir. Bütün bunlar, bizim İslamiyet ile ilgili hakikatleri net algılamamızın önüne geçmiş oluyor.

Burada fıtrat itibariyle ciddi bir İslami terbiye almamış insanlar kendi kafasına göre yorum yapıyor, İslamiyet'i yanlış anlıyorlar, idrak nakıslığı var. İdrak tam açılmadığı için, kalb ve idrak olarak tam mutabakat olmadığı için de, müslümanlar birçok sıkıntı yaşıyor.

Mesela bir insan düşünün; gözünde arıza var. Mesela renk körü. Kırmızıyı yeşil, yeşili mavi görüyor. Gözünde kayma var, şaşılık var. Yani simgesel manada ifade edersek adamın gözü çıkmış, doktora gitmiş. Doktor, bir keçinin gözünü adamın gözüne takmış. Ameliyattan sonra adam sokağa giderken bir şey yok, ama kıra bayıra çıkınca göz hep yeşilliğe kayıyor, keçi gözü var ya. Misaldeki yeşil nedir? Paradır, maddedir, şöhrettir, tembelliktir, lakaytlıktır, perişaniyettir. Bu cihette İslamiyet'i yanlış anlamaktan gelen hususiyetler, idrak körlüğü, muhakeme eksikliği..

Her insan her hakikatin her cihet ve cephesine ulaşamıyor. Bu da bir sünnetullah kanunudur. Hz. Üstad buyuruyor ya; "bir bahçeye girdin mi, elin neye uzanırsa, o meyveyi yersin, diğerinde eli uzun olanların hissesi var' diyor.(bkz. Şualar 98) Her insanın idraki muhakemesi her hakikatı kavrayamıyor. Hakikata muhatap olsa bile, o hakikatın mana tabakatına giremiyor. Kelamın siyakı, sibakı var. Sarih manası, işari, remzi manası var. Onlara muhatap olamıyor, nakıs ve noksan kalıyor. Bu cihette idrak noktasında idrakini açamayan insanlar, daha doğrusu tahkik mesleğinde yükselemeyenlerde, hakikatler onun dünyasında kapalı ve mestur kalıyor. Onların da dünyasını cilalandırmak için bu eserin fevkalade ehemmiyeti var..

İntikal nakıslığı, bunu nasıl anlamak lazım? Buna bir misalle örnek verirsek, karşında üç tane televizyon var; biri siyah beyaz, biri renkli, biri de üç boyutlu.. İçinde derinlik olan bir televizyon. Burada canlı yayın yapılıyor. Siyah beyaz televizyon buradaki vakayı nasıl gösteriyor? Siyah beyaz. Niye? Kabiliyeti, istidatı o kadar. Onda hakikati tam rengi ile gösterecek filtreler eksik, nakıs ve noksan. Siyah beyaz algılıyor. Diğeri renkli, diğeri ise üç boyutu ile algılıyor.

İdrak ta öyle.. Biri bir miktar, diğeri farklı. Avamın nazarı sathi ve noksan, net ve sarih manadan, ince manaları anlayamaz. İşte bu cihette de İslamiyet'e cilâ vurmak; İslamiyet'in hakikatlerinin esaslarını daha net, berrak ve şeffaf göstermek, sıddık akıllara yardım etme manasında bu eser, Bediüzzaman'ın muhakematıdır…13 yaşında seksen, doksan kitabı hıfzına almış Hz. Bediüzzaman'ın Muhakemat'ı…

Hakikat ilmine, ilmi belagat'a, akaide medar sır esrar ve envarları, Hz. üstadın gözünden, penceresinden bakmak, talim etmek ve anlamak. Yani üstad bu meselelere nasıl bakmış, nasıl değerlendirmiş…

Üstad, Muhakemat ve Münazarat hakkında "reçete" tabiri kullanıyor. Münazarat Reçetetü'l avam, avamın reçetesi.. Şarka gitmiş ve oradaki aşiretlerin suallerine cevaplar veriyor…

Muhakemat ise reçetetü'l havas; ulemaya yazılmış. Âlimlere, Osmanlı döneminin münevverlerine, bugünkü fikir adamlarına, medresedeki müderrislere, hocalara yazılmış bir ders.

Dolayısı ile tahkike medar sır ve esrarlara medar olmuş olduğu için, bu Muhakemat'ı anlamakla üç fayda hâsıl oluyor;

Biri; hakikat ilmi, önce her şeyin hakikatını öğrenmek lazım. Muhakemat'ta üç kitap, üç makale var. Birincisi; unsuru'l hakikat, ikincisi unsuru'l belagat, üçüncüsü unsuru'l akaid.

Şimdi insanın aklına şöyle bir soru gelmeli; madem dersimiz tahkik ve tefekkür dersidir, derinliğine bir derstir. Niye Hz. Üstad bu üçünü yan yana getirmiş, önce hakikat, sonra belagat, sonra akide.

Bir mananın âlemimizde inkişaf etmesi için, evvela onu oluşturan esas bilgileri, temelleri öğrenmek, talim etmek gerektir.

Burada 20-30 katlık bir site yapacaksın. Bu siteyi sen mi yapıyorsun, mimar ve mühendis misin? Şu kolonun statik hesaplamalarını bileceksin. Burası deprem bölgesi.. Bunun mukavemet kat sayısı ve buraya ne kadar demir kullanılacak, demirin kalınlığı ne olacak? Çimentonun özelliği, karışımı ne olacak? Deniz kumu kullanırsan, yıkılır gider. Bunun plan projesi, matematiği mühendisliği. Dikkat edin, bir köşkün inşasında kaç tane mühendislik var.. Elektrik, çevre, bahçe, aydınlanma..Bunların hepsi bir araya geldiğinde, hüsün ortaya çıkacak…

Hakikat binamızın inşası aynen bu sırra bakıyor. Tahkik noktasından evvela tefsirle ilgili, Kuran'la ilgili, hadisle ilgili hakikatların temel umdelerini, esaslarını ifrat ve tefrite girmeden hakimane bilmek, talim etmek ve önce buradaki eksiklilikleri, nakıs ve noksan, yanlış bilgileri ayıklamak ve hakikat binasını inşa etmek. birinci makale bunu ele alıyor..

İkinci makale; Unsuru'l Belagat.. Hakikatı tebliğ ve temsil hakimane lisanı iktiza ediyor. Nasıl konuşacaksın? فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ ayetinin(Hicr Sûresi, 15:94) ifadesi ile, çatlatırcasına konuş. Öyle konuş ki, muhatabın tuz buz olsun. Tebliğ noktasında hakimane lisana ihtiyaç var.

Hz Üstadın calib-i dikkat bir sözü var; "Cenab-ı Hak bana nimet-i ifadeyi, size de nimet-i istifadeyi vermiş."(bkz. Lem'alar, s. 134) İstifade kolay, ifade zor. Bir dersi, bir vaazı dinlersin, çok hoşuna gider ve istifade edersin. Dinler ve anlarsın. "peki konuş" dendi mi, cevab; "ne bileyim, uçtu ve gitti" Onu hafızaya kaydetmek, onu vasıf ve niteliği ile aktarmak zor.

Unsuru'l Belagat'ın iki cephesi var; Biri; bir dava adamı, aynı zamanda bir gönül insanıdır. Bir gönül insanı ise, tebliğ insanıdır. Hakikat-ı Kur'aniyenin tebliğinde nasıl konuşacaksın. Ayeti kerimede "insanları Allah yoluna iyilik ve güzellikle çağır, onlarla en iyi şekilde mücadele et" deniliyor (bkz; Nahl sûresi;125) Tebliğimizin kudsiyeti, davanın ulviyeti ve temsil sırrı nereden geçiyor? Unsuru'l Belagat'tan geçiyor. Rivayette var, "ahirzamanda beşerin en büyük gücü belagat-ı edadan olacak" deniyor. Yani sözlerde, söz güzelliğinde..

İkincisi; Kur'an'ın i'cazı, Kur'an'daki mana tabakatını bilmek, fehmetmek, i'cazı anlayabilmek için unsuru'l Belagatı bilmek lazım. Bu ayette teşbih var mı, bu ayetteki müteşabih manalar nelerdir, tabakası nedir ? Mananın tabakatına rusuhiyet ve vukufiyet için de belagat fevkalade önemlidir. Biz yıllardan beri, yirmi otuz yıl önce Erzurum'da geç saatlere kadar okuyorduk belagatı. Ben o zaman da söylemiştim, şimdi de aynı düşüncedeyim; unsuru'l belagatı çok iyi şekilde mütalaa ve müzakere eden bir nur talebesi Risale-i Nur'un her tarafını çok güzel anlar.

Hz. üstadın Sahabeler hakkında iki önemli cümlesi var; Birisi sahabilerin rüçhaniyeti, üstünlüğü nedir? Birincisi; bütün hissiyatları müteyakkız ve uyanık olan sahabeler küfrün karanlığından İslamiyet'in nurlu aydınlığına çıkmışlar. Karanlıktaki insanın birden güneşi görmesi gibi, onlarda duygu itibari ile his itibari ile uyanıklık var. Bu asırda insanlar yorgun. Akşama kadar işi, meşguliyeti var. Meşguliyeti meşru dahi olsa, maddi meseleler âlemine yorgunluk veriyor. Fikri yorgunluk ve günahlardan gelen göz ile gelen yorgunluk var. Sesler insanın beynini perişan ediyor. Gürültü, cemiyetin gürültüsü.. Televizyondaki hadiseler ile nazar yorgunluğu, büyük şehirlerde trafik ve diğer problemler.. Bunlar insanın zihnini, fikrini perişan ediyor, sarhoş ediyor…

Belagat noktasında bakın; sahabeler bir ayet-i Kuraniye işittiği zaman, onu bütün tabakatı ile massedip alıyordu. İşte sahabiyi diğer müslümanlardan farklı kılan özellik.. Bu manayı bütün tabakatı ile alıyordular.

İşte unsuru'l Belagat'a hâkim olursak, Kuran'daki bir ayeti okurken, risalelerdeki meseleleri okurken ve İslamiyet'le alakalı bir mevzuyu dinlerken, hemen o manaların tabakatı sana açılır ve inkişaf eder.

Hz. Üstad "risaleleri gazete gibi okumayın" buyuruyor.(bkz. Mektubat, s. 42) Tahkikin yolu o değildir. Tetebbuat ve tahkik derinliğine okumak, derinliğine okumak, o hakikattan mütenevvi fayda hâsıl etmek gibi olur.

Diyelim ki, Anadoluda bir köye gittik. Köyün ağası bize bir koç kesti. Hemen derisini yüzdü, saç kavurma önümüze koydu. Misafir geldi, kelle paça fukaraya, kavurma misafire. Postu ise atılır, içindeki uzuvlar da toprağa gömülür. Şimdi köydeki bir ağa keçi kestiği zaman keçiden istifade etmenin ilk ve birinci şartı nedir? Eti almak, pişirmek, misafire ikram etmek.

Bir et kombinesini gezmiştim; Hiçbir şeyini zayi etmiyorlar; kelle paça ayrı, et ayrı kuyruk ayrı, içindeki ince bağırsak ayrı.. Tıpta o bağırsaklar ameliyatlarda ip olarak kullanılıyor. Bakınız tam teknoloji.

İşte manaya da intikal böyle.. Köydeki ağa gibi ekâbir olursan, mananın sarahatini alır yersin, afiyet olsun. Ama idraki sistemleştirirsen, mantık ve muhakeme, delil ve hüccetle hakimane müdakkikane bakarsan, sen aynı o manadan kombine gibi mananın bütün tabakatından istifade edersin. Bunu bir ticaret olarak kabul edersek, kasap olur sadece et satarsın. Ama tam kombine sistemi içinde hem eti, hem sakatatı, hem yününü, hem hemlerini istifadeye arz edersin. İşte idrak ve intikal de böyle. Cenabı Hak idrak ve intikalimizi açsın, inkişaf ettirsin.

Mana tabakatında rusuhiyet ve vukufiyet yolu içinde bu ikinci makale fevkalade önem taşıyor.

Biz otuz, kırk sene önce ilk defa Isparta'ya gitmiştik. Isparta'nın köylerinde hep gül bahçeleri vardı, fazla şehirleşme yoktu. Şimdi kırk sene içinde çok yer tırpanlandı. Şimdi düşünün, bir köye gittik, her tarafı gül bahçesi ve gül bahçesine girdik diyelim. Yanında bir arkadaşın var, gözü kör. Bahçeye girdi, gözü görmüyor, rengini bilmiyor, eli ile dokunarak koparıp, gülü burnuna götürür, eli ile hayalinde onun şeklini tahlil ve tasavvur ediyor. Fakat şuhud âlemi ona kapalı. Müşahede âlemi ona açılmamış. Parmağının ucu ile burnuna götürüp kokusunu alıyor.

Bir adam hem kör, hem burnu kapalı, bu ne görür, ne de kokusunu alıyor. Bu daha geride. Bir adam ise, gözü açık, burnu da açık. Kendisi avamdan birisi.. "ya ne kadar hoş" deyip, burnuna götürüp, "bir buket yapıp eve götüreyim" diyor. Bu, sathi mana ile güle baktı, gördü, kokladı.. Açık ve bedihi mana.

Bir adam da kimyager.. Onu da gül bahçesine soktun. O gül bahçesine baksa, "bu bahçenin arkasında muhteşem bir teknoloji görüyorum, Fransız parfümünün işini bitireceğim" der. Şimdi o gül bahçesinin arkasında gül yağı var mı? Var ama, avama örtülü.. Eğer kimyager gözü ile bakarsan, onun arkasındaki gül yağını görürsün.

Bir adam ziraat mühendisi olsa, bahçeye baksa, dünyanın en mükemmel reçel fabrikasını kuracağını görecekti. Bir adam tıpta doktor olsa, "o gül ağacının kökleri kalbin damarlarını açıyor" der, gider, ilaç yapar. Bir adam şair, girdi bahçeye başladı bülbül gibi şak şak ötmeye. Bir adam mütefekkir, arif-i billah.. Binler esmanın tecellisini temaşa etti ve hakeza…

Bakın bahçe aynı.. Bahçede fark yok. Fark nerede? Dimağlarda, bakışlarda, hislerde, fikirlerdeki derinleşmelerde. Bu nokta-ı nazardan, belagat hem temsil noktasından, hem tebliğ noktasından fevkalade önemlidir. Hem de Kur'an'ın ince esrar ve hakikatlerini, mana tabakalarını anlama ve hayatına yaşatma noktasında fevkalade önemli.

Hakikat arkasında, belagat arkasında, unsuru'l Akaid geliyor. Hakiki akaide ulaşmanın yolu da bu iki alt yapıdan geçer. Usul bilmezsen yolda kalırsın. Vusülsüzlüğümüz usulsüzlüğümüzdendir. Hedefe kavuşamazsın. Belagat-ı Kuraniyeyi tam anlayamazsan, imana medar inkişaflar senin âleminde ziyadesi ile açılmaz. Mana tabakatı kemalatının çok önemli bir ölçeği, fazileti, ilmi rusuhiyetin çok önemli bir ölçeği; kelamdan anlamaktır. Kelam bir nimet-i azimedir.Allah'ın büyük bir nimeti ve ihsanıdır.

Bir ayette

الْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ وَأَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَتِي

 ilaahir(Maide Suresi; 3) buyrulmuş. Bu ayet nüzul ettiği zaman Hz. Ömer(r.a) sevinmiş, "elhamdülillah, Allah dinini tamamladı" diye hamiyet-i diniyeden gelen bir şevkle fevkalade sevinmiş. Bu ayeti kerimeyi Hz. Ebubekir(r.a) okuyunca, ağlamış.. İdrak ve anlama farkı.. "din tamamlandı.." Demektir ki, Resulullah aleyhissalatu vesselam ahiret yolcusu.. Elli dört gün sonra Efendimiz aleyhissalatu vesselam vefat etmiş.

Dolayısı ile, hakikati tam öğrenir, belagat ve mana tabakalarını tam açarsak, o zaman akide kemale gider. Demek bu üç makalenin arka arkaya sıralamasında pek çok hikmetler var.

*Cümle tahiyyat(Muhakemat, s.7) Bütün İslami kitaplarda önce besmele, hamdele salvele ile başlıyor. Dersin füyuzatına kuvvet verdiği için üstad besmele ile başladı. Cenab-ı Allah'a hamd ile devam etti. Bütün tahiyyata tesbihe layık olan kimdir? Cenab-ı Allah'tır. O, hâkim-i ezeli ve ebedidir.

*"Bizi İslâmiyetle serfiraz ve şeriat-ı garra ile sırat-ı müstakime hidayet etmiştir."(Muhakemat,s. 7 ) İnsaniyet varlık aleminde en asil sınıf.. En mükemmel cihazat donanımı, en câmi istidat, insana verilmiş. İnsaniyet noktasında bütün insanlar müşterek ama "insaniyet-i Kübra" diyor, o da İslamiyet, hidayettir. Allah'ın beşer âlemine verdiği en büyük nimet-i azime; hidayettir. Hidayetten büyük nimet, hidayetten büyük devlet yok, hidayetten büyük servet yok. Yani daha açıkçası, Allah bir kulunu severse, ona krallık, padişahlık, çoluk çocuk, mülk, çift çubuk mu verir? Hayır üstad "ihsan-ı ekber" diyor hidayet nimeti için.(bkz, Şualar, s.8) 

İşaratü'l İ'caz'da "hidayet ruhun cennetidir" diyor. .(bkz, İşaratü'l İ'caz, s.60) Hidayetle insana beka açılıyor, ebediyet açılıyor. Ölüm yok, meşakkat yok, sıkıntı yok, dünyanın kazuratı yok, خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً (Nisa: 4/57) beka var, likâ var, devam var. Devamda kıvam, kıvamda devam.. var ta ila nihaye, sonsuz ve baki bir hayat hidayet nimeti…

Büyük Cevşen'de Tahmidiye kısmını Hz. Üstad gündüzde birkaç kez okutuyormuş. Gece okuyormuş. Ama gündüzde zaman zaman okuyor, orada iman nimeti, İslam nimeti, Rasulullah aleyhissalatu vesselam nimeti var…

*Avam olan bir insanın hamdi; sabah kahvaltı yapar, peynir ekmek yer, doyar, hamd eder. Bir daha akşama yemek gelir, o zaman gene hamd eder. Cenab-ı Hakkın bize bahş ettiği her nimet kainat kadar kıymetli.. Maliyet noktasında baktığın zaman, bir elmanın maliyeti, eşittir kainat. Kainatı yaratamayan bir elmaya sahip çıkamaz. Allah'ın bahş ettiği her nimet kainat kadar kıymetli, büyük. Bu her nimetten dolayı Allah'a ağız dolusu şükredeceğiz. Ama en büyük şükür gerektiren husus; Allah bize imanı verdi, İslamiyet'le şereflendirdi, bizi ahirzaman peygamberine aleyhissalatu vesselam ümmet eyledi. Beni İsrail'deki bir kısım peygamberler peygamberimize aleyhissalatu vesselam ümmet olmak istemişler, dua etmişlerdir. Şereflerin en büyüğü İslamiyet. Hz. Üstad bir de "bana bu asırda hususi bir ilm-i Kuran'i verdi" (Şualar, s.68)diyor. Bu Risale-i Nurlar da bize nimet, bir hidayet nimetidir. İşte bu hidayet nimetini verdiği için hamd etmek lazım. Tahmidiye'yi gün içerisinde okutturuyormuş. Onun tercümesini okuduğunuz zaman, iman, İslam nimetine, Allah'ın varlığına hamdi göreceksiniz..

Hamdin en yüksek tabakası var. Allah bize insaniyeti verdi, cennette bekayı verecek. İnşallah Cennette devam var. En büyük nimet ise, Allah'ın varlığı.. Bu, ariflerin dünyası noktasından çok önemlidir. Yani "ya Rabbi! Sen varsın ya, yeter. Senin varlığına elhamdülillah minel ezel ilel ebed. Sen varsın; beka var, likâ var, ebediyet var, var.. var.. var.. Bütün nimetlerin menşei, esası, varlığın kayyumu Zat-ı akdes olan Hz. Allah tır. Bakın ilk cümle Allah'a hamd ile başlıyor, ama en büyük nimete parmak basılıyor; Hidayet nimeti.. Allah ayağımızı kaydırmasın, imanla ahirete göçürsün…

*Öyle bir şeriat ki; akıl ve nakil, dest be-dest ittifak vererek ol şeriatın hakaikinin hakkaniyetini tasdik etmişlerdir."(Muhakemat, s. 7 ) Şeriat ahkâm-ı ilahiyedir. Şeriat namazdır, imandır, hacdır, zekâttır. Kulluk görevini Kur'an'ın çerçevesi, içerisinde yaşamak ve yaşatmak manasına medar hakikattar hikmet, düstur ve esaslardır.

Şeriat akıl ve naklin ittifakıdır. Nakil ayettir. Kur'an vahiyle geldi. En değerli haber, en sadık haber Kur'an. Ama bütün muhakkikler, müçtehidler, müceddidler, selim akıllar yüz binlerce muhakkikler, arifler akl-ı selim sahipleri şeriatın ahkâmının güzelliğine, maslahatına, hikmetine ittifak etmişler. Demek Allah'ın bize sunmuş olduğu şeriat vahiyle geliyor vahiyde şek ve şüphe yok ve aklın ve naklin tasdiki ile bu şeriat-ı Kuraniye bize ikram ediliyor.

Kur'an'ın getirdiği hakaiki, sağlam dal ve budakları, hakikatı 'ağaca' teşbih etti. Bunun kökleri hakikat zemininde rusuhiyet kazanmış, dal ve budakları kemalatın göklerine uzanmış. Demek hakikatte inkişaf ettikçe, hakikat insanın içinde açıldıkça, insan kabe-i kemalata çıkar, o ağacın dallarında yükselmek gibi, seyr-i süluku ziyadeleşir…

Kuran'ın getirdiği füruatlar, o meyveler de bizi nereye götürür? Saadeti ebediyeye. Beş vakit namazı kılmanın, nefsini ve malını Allah'a satmanın karşılığı nedir? Cennettir.. Şeriatın meyvesi beş vakit namazı kılana, elini, dilini, belini muhafaza edene Cennet Allah'ın ikram ve ihsanıdır. Kütüb-u Sitte'de birçok hadis-i şerif var, bundan dolayı Allah'a hamd etmek lazımdır.

Kur'an-ı Azim mürşiddir, bütün hakikatların esası Kur'an'da mevcut. Kur'an beşerin saadetine tek kelime ile kefil-i mutlaktır. Üstad onu ifade ediyor, bir müslüman, şeriatın teklifini iradesi ile omuzuna alsa, "bu Kur'an ne emretmiş, Rasulullah aleyhissalatu vesselam ne söylemiş ise, ben onu omuzuma alacağım, haml edeceğim, hazm edeceğim dese, o insan nevinin bir medar-ı iftiharı olur, cennete liyakat kesbeder.

Onun için, Kur'an-ı Kerim beşerin saadetine kefil-i mutlaktır. Yani Kur'an'ın tezgâhına kendini bırakan bir müslümanın neticesi tek kelime ile insan-ı kâmildir. Allah o tezgâhta pişirsin, yürütsün. O tezgâhta son nefese kadar ayağımızı kaydırmasın…

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.

Nûr, 38

GÜNÜN HADİSİ

Zühd hakkında

“Kendisine çok konuşmama ve zühd duygusu verilen kimseyi gördüğünüz zaman ona yaklaşın.Zira o hikmet telkin eder.”İbn-i Mace-Zühd:1

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI