PERSPEKTÄ°FE GÄ°REN ÅžAHISLAR-5

Aliya İzzetbegoviç Aliya İzzetbegoviç nasıl ki bazı aile üzerinden Üsküdarlı ise, Malik Binnebi de aynı şekilde hemşerimiz çıkmıştır.


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-05-16 09:02:29

Aliya İzzetbegoviç

Aliya İzzetbegoviç nasıl ki bazı aile üzerinden Üsküdarlı ise, Malik Binnebi de aynı şekilde hemşerimiz çıkmıştır.

Ali Kerki(İran'ı Şialaştıran 16. Asır Şii mollası)

Şah İsmail'in şeyhlikten şahlığa adım atmasından sonra İran, İslam dünyasının diğer bölgelerinden koparılmış ve İslam coğrafyası içinde kalıcı bir duvar ve engel olarak dikilmiştir. Sarp bir engel ve geçit haline gelmiştir. İsna Aşeriyye mezhebi adına İran yeniden fethedilmiştir. Kimileri buna Şii Reconquista diyorlar. Bu konuda 'bir fazilet' varsa bu da Ali Kerki'ye aittir. Şah İsmail'in 38 yaşında vefatından sonra yerine oğlu Tahmasp geçmiş lakin Tahmasp yöntem olarak babasının yolundan ayrılmış ve İran'ı Şiileştirmek için Cebel-i Amil'den Şii ulemaya başvurmuş ve bu misyonu onlara yüklemiştir. Ya da Şii ulema arasında işbirlikçilere dayanmıştır. Şia içinde revizyonist dönemlerden birisi Tahmasıp ve Ali Kerki döneminde yaşanmıştır. Araç, atların önüne geçirilmiştir. Adeta Mehdi'yi bekleme yerine hazırlık esas hale gelmiş ve hazırlık babından Safevi devleti meşrulaştırılmıştır. Tahmasp babasından farklı olarak güçler ayrımına gitmiş ve dini alanı ulemaya terk etmiştir.

Tahmasp, Cebel-i Amil (Baalbek) doğumlu Ali Kerki'yi Necef'den getirmiş ve İran'da şaşaa ile karşılamıştır. Tahmasıp, Ali Kerki'nin gelişinden sonra bir ferman yayınlamış ve fermanında Ali Kerki'yi 'naibu'l imam ve sahibu'z zaman (Mehdi naibi) ilan etmiştir. Astığı astık kestiği kestiktir. Ya da atadığı atadık, azlettiği de azlettiktir. Yine Ali Verdi'nin deyimiyle, Ali Kerki, Safeviler dönemindeki ilk saltanat vaizlerinden birisidir. Tahmasp döneminde Ali Kerki fiili olarak yönetimin başı olmuştur. Hace Nasirüddin Tusi'den sonra Ali Kerki'nin konumuna gelebilen tarihte başka bir örnek yoktur. Son asırda bunun istisnası Humeyni'dir. Cafer Subhani gibilerin de deyimiyle Ayetullah Humeyni asrımızda siyasal İslam'ın mimarıdır. Ali Kerki, 'Caferi mezhebin nişanlarını i'la edecek, yükseltecek ve sahih din olan İsna Aşeriliği ise yayacaktır '

Şah İsmail, Şiiliği yeniden üretmesiyle birlikte şeyhlikten şahlığa terfi ederken, Kerki de 'naibu'l imam/Mehdi vekili' olmuştur. Humeyni'nin devrimiyle birlikte de yine Humeyni hem 'naibu'l imam' olmuş hem de fakihlikten taçsız şahlığa yükselmiştir. Cameran'daki Hüseyniye'de halkın karşısına çıkmasını ve buradaki tevazusunu misal getirenlere, Birinci Şah Abbas'ın da İsfehan'dan Meşhed'e yalın ayak yürüdüğünü misal getirebiliriz. Tevazu ve saygı delil ise, Birinci Şah Abbas da haleflerinden geri değildir.

Ali Kerki'nin Şah'ın hizmetine girmesine sıcak gözle bakmayanlar da vardı. Bunlardan birisi Şii ulemasından ve Ali Kerki'nin akranlarından olan İbrahim Katifi'dir. Onun erken dönem velayet-i fakih anlayışına ilk muhalefet edenlerden birisi İbrahim Katifi olmuştur. Bu anlamda Ayetullah Şeriatmedari veya Muntezari veya Muhammed Hüseyin Fadlallah gibileriyle karşılaştırılabilir ve onların selefleri olarak da anılabilir. Katifi, Kerki'nin Tahsmasp'dan atiye, ihsan ve hediye almasını ayıplamış ve kendisi böyle bir teklifi geri çevirmiş ve terslemiştir. Bu meseleden dolayı Kerki ile Katifi arasında yazışmalar ve reddiyeler suretiyle restleşmeler yaşanmış ve kaleme alınmıştır. Katifi, Safevileri zalimler olarak görmüş ve Mehdi'nin zuhurundan önce gelecek yönetimlerin zulümden hali olmayacağını ve onlara destek vermenin zulüm kapsamına gireceğini öngörmüş ve savunmuştur. Ali Kerki ise Hazreti Hasan'ın Hazreti Muaviye'den hediye aldığını nazara vererek şöyle söylemiştir: "Ne Tahmasp Muaviye'den daha kötü, ne de sen İmam Hasan makamında ve mertebesindesin!" Lakin Kerki tamamen meşrulaştırıcı bir mekanizmaya dönüşmüş ve Safeviler ihdas ettikleri her dini yeniliği onaylamıştır. Şia'yı Safevilerin kriterlerine uydurmuştur.

Cibt ve tağuta lanete cevaz veren Ali Kerki bu kavramlarla Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer'i kastedenlere de onların lanet etme imkânı tanımış ve bahşetmiştir! Kölelerin veya tebanın sultanlara secde etmesine ve Kerbela toprağına secde edilmesine ilk cevaz veren ve bu bidatı uyduran da yine Ali Kerki'dir. Sultanlara secde edilmesi veya reverans yapılması Ekber Şah döneminde de uydurulmuş lakin İmam Rabbani şecaat ve salâbetiyle bu bidata karşı çıkmıştır(3). 

İbrahim Katifi de İmam Rabbani gibi yapmış ama onun gibi çizgisi galip olamamıştır. 'Pozitif intizar' doktrini altında Humeyni'den yüz yıllarca önce Kerki de gaybubet döneminde cuma namazının kılınmasına müsaade etmiştir. Bundan dolayı Ali Kerki ' muhteri's şia/ Şia'nın kurucusu, müessisi' olarak anılmıştır.

Katifi ile Kerki arasındaki kavga siyasilerin desteğiyle Kerki lehine sonuçlanmıştır. Böylece siyasi Şia tarihte bir kez daha merkezi hale gelmiş ve canlanmıştır. Ali Kerki karşısında İbrahim Katifi'nin yenilmesi gibi, Muntazari ve Şeriatmedari gibilerin çizgisi de hattı da İmam (Humeyni) karşısında yenilmiş ve siyasi Şia her iki halde de galebe çalmıştır. Sadece İran'da iktidarı ele geçirmekle kalmamış aynı zamanda Sünni dünyada mezhebi ve siyasi çalkantılara ve bitmez savaşlara neden olmuştur. 1979 yılından beri İslam dünyasının çalkalanmasının temel nedenlerinden birisi siyasal Şia anlayışına dayalı İran devrimidir.

Ali Rıza Demircan

Hadis diliyle de, töhmet getiren yerlerden kaçınmak müminin feraseti gereğidir. Şimdi ise bazı hocalar tam tersi mantık yürütüyorlar. Sözgelimi Ali Rıza Demircan Hoca ile yapılan bir konuşmayı okurken bu yöndeki mantık kayması veya yanılsaması dikkatimi çekti. Akl-ı maaşı yani dünyevileşmiş aklı uhrevi akla veya akl-ı meada tercih ediyor. Hülya Avşar bir defasında herhalde aklına gelen 'fanteziler' sonucunda olmalı Hocayı televizyon programına çağırıyor. Hoca ise bu davete icabet ediyor. Hane halkı karşı çıkacak oluyorsa da, hocaya dinletemiyorlar. Şu mantığı sarılmış: "Hülya Avşar benden çekinmiyorsa ben neden ondan çekineyim!" Şeytan bunun nesinde? Elbette ayrıntısında! Şeytan bizden çekinmez. Zira kaybedeceği bir şeyi yok. Rahmetten kovulmuş. Herkesi kendine benzetmeye çalışıyor. Bizim ise koruyacağımız ve kaybedeceğimiz çok şeyimiz var. 

*Söz konusu Hoca 1996 veya 1997 yılında yine kadın erkek münasebetleri üzerine bir toplantıya çağrılıyor. Bir de toplantının sürpriz konuğu olacağı ifade ediliyor. O zaman bizimle birlikte Yeni Şafak'ta çalışan Ali Şahin sürpriz konuğu öğrenerek Hocayı arıyor ve 28 Şubat sürecinin 'yıldızlarından' Sisi'nin sürpriz konuk olacağını haber veriyor. Hoca 'ben tebliğimi yaparım' diye kestirip atıyor. Toplantının yapıldığı günün ertesinde Sisi arkada Hoca önde kadraja ve Günaydın'ın fotoğraf karesine giriyorlar. Şeytana tebliğ yapılmaz, şeytana kahramanlık taslanmaz ancak ondan Allah'a istiaze edilir. Şeytan karaktersizdir ve her kılığa ve karaktere bürünebilir.

Ali Suavi

Sarıklı İhtilalci yazısında Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci halef-selef Afgani ve Ali Suavi hakkında şunları kaydediyor :" Ali Suavi, 1876'da Sultan Hamid'in daveti üzerine İstanbul'a döndü. Ardından kendine bir hâmi buldu. İngiliz Said Paşa sayesinde Galatasaray Lisesi Müdürü olduysa da, mektebi karıştırdı; az sonra da azledildi. Karanlık bir kişiliği olan Cemaleddin Afganî'yi konferans için İstanbul'a davet etti...1878'de İngilizlerin yardımıyla Sultan V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak için bir cemiyet kurdu. 93 bozgunu sebebiyle İstanbul'a gelip ümitsiz bir hayat yaşayan birkaç yüz Rumeli muhacirini tatlı vaadlerle etrafında topladı. Sâbık padişahın yaşadığı Çırağan Sarayı'nı bastı. Tam maksadına ulaşacak iken, hâdiseyi işitip birkaç polisle saraya yetişen Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa'nın kafasına indirdiği bir sopa darbesiyle öldü. ..

Namık Kemal, Abdülhak Hâmid'e gönderdiği bir mektubunda der ki: "Ali Süâvi hiç de senin tahminin gibi bir adam değildi. Dış görünüşüne aldanmışsın. Onunla iki sene arkadaşlık ettim. O öyle bir adam ki, garazkâr ve dünyada misli görülmedik bir şarlatan idi. Ben her şeye öyle kolay inanmadığım hâlde, bana kendini 7-8 dil biliyormuş gibi gösterdi. Hâlbuki Arapçada bir satır yazabilecek adam değildi. O kadar câhil; cehâletiyle beraber o kadar da mağrur idi. Türkçe üç satır bir şey yazsa, âleme maskara olurdu. Kendisini davet ettirmek için Avrupa'da meşveret aleyhinde yazılar yazardı."

Ali Süâvi'nin tahsili noksan; ama ağzı kalabalıktı. Zamana ve zemine göre her kalıba girmeyi iyi bilirdi. Hayatı tezatlarla doludur. Bir yandan Osmanlıcılığı; diğer yandan İslâm birliğini müdafaa etmiş; öte yandan da Türkçülük fikrini ortaya atmıştır. Avrupa'da bile başından sarığını çıkarmazken; dinde halifeliğin bulunmadığı, din ile dünya işlerinin ayrılması gerektiği yönünde yazılar yazardı. Meşvereti göklere çıkarır; sonra da mutlakıyeti müdafaa ederdi. Latin harflerinin kabulünü teklif etmiş; namaz surelerinin Türkçe de okunabileceğini söylemiştir…"

Şıracının misali bozacı misali Suavi savunduklarıyla Afgani'nin kopyasıdır. Afgani gibi savruk birisidir. Dengesizdir. Araplar bu hususta bir deyim kullanırlar: Et Tuyuru takau ala eşkilaha. Armut dibine düşer misali.  

Ali Åžeriati

Ali Şeriati'nin önemli bir kavramı var. 'Dine karşı din' diye. O bunun neresinde belli değil ama kullandığı kavram yerli yerinde bir kavram. Dine karşı din deyimiyle mustazaflar karşısında müstekbir anlayışı kasteder. Karl Marks 'din milletlerin afyonudur' demiştir. Ali Şeriati ise buna paralel bir deyim üretmiştir. Dine karşı din. Her değer ve sistem insan eliyle istismara açık olduğundan dolayı yer yer Karl Marks da, Ali Şeraiti de haklıdır. Lakin mutlak haklı olduklarını söyleyemeyiz. Mutlak olmasa bile hakikatinin bir çapı var. İnsanlar dini doğru anlasa ve samimiyet üzere olsalardı, elbette ki Marks'ın bahsettiği mahzur doğmayacaktı.

* Ali Şeriati Ali Şiiliği ile Safevi Şiiliği arasında bir ayrım yapar. Bununla birlikte Ali Şeriati'nin bu çalışması, Safevi Şiiliğini tasvir halindedir ve Ali Şiiliğini dört başı mamur olarak ortaya koyabilmiş değildir. Belki de bu onu aşan bir çalışmadır. Ali Şeriati'nin kaldığı yerden bu çalışmanın ikmal edilmesi ve geliştirilmesi gerekir. Bu hususta Ahmet Kâtip, Musa Musevi, Hasan Alevi, Reşit Huyun gibi bazıları çaba göstermişse de bunlardan bir kısmı Şiiler nezdinde saygıya haiz olmamıştır. Ahmet Katip gibi teorik altyapısı sağlam bazıları ise dikkate alınmamıştır. Ali Şeriati kadar köprü olabilecek ve iki tarafa da tesir edebilecek isimler ne yazık ki mahdut ve sınırlı olarak kalmıştır.

*Ali Şeriati'nin teorik yönünden ziyade ideolojik yönü, idealizmi ve açık sözlülüğü kitlelere tesir etmesine yol açmıştır. Bununla birlikte, yalnız bir ses olarak kalmıştır. Oluşturduğu akım ve çizgi akim ve atıl kalmıştır. Oniki İmam Şiiliğini hurafeden arındırmaya ve rasyonelleştirmeye ve ideolojik hale getirmeye ve modernize etmeye gayret etmiştir. Bu anlamda Şiiliğe güç verse de tezat bir biçimde geleneğiyle ters düşmüştür.

* Ali Şeriati'nin ilahi tayin meselesinde görüşleri İmamiye Şiasıyla aynı kalıba dökülür. İmamet ve velayet doktrinini kabul etmekle birlikte bunların muhtevasını rasyonelleştirmeye çalışır. Onunkisi günün şartları muvacehesinde Şiayı yenileme çalışmasıdır. Güncelleme faaliyetidir. Ali Şeriati'nin bu kadar etkili olmasının nedeni de budur. Yeni Şia içindeki tecdit hareketidir. Kalıplara dokunmadan geleneksel anlayışı tadil etmeye çalışmıştır.

* Safevilik Şiasına karşı Ali Şiasını ve Emevi Sünniliğine karşı Muhammedi Sünniliği çıkarmıştır. Lakin Muhammedi Sünnilik nedir? Bunun cevabı yok sadece bir slogan olarak duruyor.

* Ali Şeriati'nin kastettiği Muhammedi Sünnilik, şura esaslı Sünni siyasi sistem olmalıdır. Lakin yine de Şeriati'nin tasavvurunda Ali Şiası ile Muhammedi Sünnilik kesişmezler. Buluşma ve telaki imkânı yoktur. Zira Muhammedi Sünnilikte saltanat yoktur, babadan oğula siyasi veraset (tevris) yoktur ama tayin de yoktur. Siyasi bidata ve sapmaya dayalı Emevi Sünniliğiyle Muhammedi Sünnilik birbirinden ayrılır, lakin bu yine de Ali Şeriati'nin dediği Ali Şiiliğine çıkmaz. Zira Ali Şiiliği diye bir şey yoktur. Bununla birlikte Ali Şeriati'nin dediği Ali Şiiliği, Şiilik içindeki galiyye/aşırılık damarından uzaktır. Ali Şeriati bu aşırılık damarını törpülemektedir. Safeviliği aşırılık damarından arındırmaya Ali Şiası demektedir.

* Ali Şeriati, Ali Şiası ve Safevi Şiası adlı eserinde bir taraftan içeriden Safeviliği alabildiğince eleştirmesine ve yermesine rağmen yine de ağyara karşı zaman zaman onu savunur. İranlıların İslam'a büyük hizmetler yaptıklarını anlatır.

*Ali Şeriati içi geçmiş pörsümüş geleneksel Şia anlayışını devrimci, atılımcı Şia yapmak için onu modern düşünce ile aşılamış ve adeta onu modern bir Şii ideoloji haline çevirmiştir. Bununla birlikte devrimin muallimi ile geleneksel çevreler arasında sık sık sürtüşmeler yaşanmıştır

* İbn-i Haldun, Bediüzzaman gibiler Şarkın ancak dinle ayağa kalkabileceğini görmüşlerdir. Ali Şeriati de İran'ın ancak dinle ayağa kalkabileceğini savunmuştur. 

* Ali Şeriati teşeyyü kavramına çağdaş bir anlam yükler. Cemil Meriç'in ifadesiyle bu anlam en azından sola yatkın veya Marksizan bir yorumdur.

* Ali Şeriati de Fransa'da kaldığı yıllarda hâkim fikirlerin veya akımların tesirinde kalmış ve bunları geleneksel Şia düşüncesine aşılamıştır. Bu sayede Şia'yı yenileyerek çekim odağı olmuş ama fikirleri de tartışılır hale gelmiştir. Kur'an'daki ezikler veya mustazaflar tabirini sınıf ayrımı esasına göre veya sol jargona göre yorumlamıştır. Şia'yı ideolojikleştirerek modernize etmiş ve dolayısıyla dünyevileştirmiştir. Mustazaf kavramını proletarya kavramının eşanlamlısı haline getirmiştir. İslami sol düşüncesinin mimarı olan Hasan Hanefi'nin dediğini yapmış ve sol veya batılı kavramları içeriden üretmiştir. Bu kimi çevrelerde özgüveni sağlamış veya geri getirmiş, lakin kendi duruşundan uzaklaşmıştır. Fikir ithal olduktan sonra kavramın ithal olup olmaması veya yerli olması çok mu önemlidir?

*Ali Şeriati, mustazaf gibi kavramları sınıf mücadelesi bağlamında değerlendirirken İslam'da da sınıf mücadelesinin Sakife/Kurulukla birlikte başladığını söylemektedir. Ona göre Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer zenginler kulübünü veya sınıfını oluşturmaktadır. Hâlbuki hem Hazreti Ömer hem de Hazreti Ebubekir, Kureyş içinde ana kabileleri değil, tâli kabileleri temsil etmektedir. Bundan dolayı da Ebu Süfyan Hazreti Ali'ye gelerek bu seçime karşı onun ağzını yoklamıştır. Dolayısıyla Sakife'den bir sınıf mücadelesi üretmek zorlamanın ötesinde bir gayretkeşlik olsa gerek. Hâlbuki Ali Şeriati Sakife'de sınıfsızlığa karşı sınıf anlayışının kazandığını ve akabinde altılık şurada bunun pekiştiğini yazar.

* Ehl-i Beyt'ten maada her topluluğun sırayla saltanata geçtiğini, tek mahrum tabakanın Hazreti Peygamber'in ailesi olduğunu söylemektedir. Bu hatadır.

* Ali Şeriati intizara (Mehdi'yi beklemek) olumlu bir anlam yükler. Bu kimilerine göre ütopyayı aklileştirmektir. Keza imam naibi ( naibu'l imam) olumlu bir anlam yükler. Negatif beklemeyi pozitife çevirir. Bunun simyası Şia'yı çağdaş ideoloji ve kavramlarla beslemektir.

*Burada Ali Şeriati'ye yöneltilebilecek eleştirilerden birisi tarihi değerlendirmesinde toptancı ve negatif olmasıdır. Bu maniheist (Seneviyye) bir yaklaşımın ürünüdür. Şeriati, Safevilere kadar Şia'nın devrimci bir hareket şeklinde yürüdüğünü ifade eder. Buna mukabil, Sünni sultanların Hıristiyan ve Yahudileri sırdaş edindiklerini ve kendilerine yaklaştırdıklarını lakin mesele Şia olunca uzak durduklarını söylemektedir. Lakin Şiilerin aynısını Sünnilere yönelik olarak da yaptıklarını ifade etmektedir. Sebzvarlı Seyyid Hüseyin Vaizi Fedek arazisinden dolayı Hazreti Ebubekir (R.A.) temsili bir dava açar. Vaizi, Yahudi ileri gelenlerinin Fedek'i Hazreti Peygamber'e hediye etmelerine karşılık (Hz.) Ebubekir'in burasını müsadere ettiğini ve Hazreti Fatıma'nın elinden aldığını ve mahrum ettiğini savunmakta ve buradan da Ali Şeriati'nin ifadesiyle Yahudilerin bile Sünnilerden daha iyi olduğu yargısına ulaşmaktadır.

* Ali Şeriati Sünni saltanatların elinde dinin afyon haline dönüştüğünü de ileri sürer. Burada Ali Şeriati yaralı hatta travmatik bir bilinci temsil etmektedir. Yahudi, Ermeni ve Şiiler tarihin mağlup tarafını temsil ettiklerinden uzlaşmaz bir çizgi izlemektedirler. Ali Şeriati, Ali Şiası isimli kitabında bunu açıkça ikrar eder ve Şiilikte tarihi kin birikimi olduğunu ve çevrelerine bu nazarla baktıklarını belirtir. İran'ın kin birikiminin nedeni ve hatta ABD'yi değerlendirirken de sahip olduğu bakış açısı Maniheisttir. Maniheist bakış açısı da İran'ı dikotomik (dichotomic) diye tabir edilen zıtlaşmacı bir faktöre eviriyor. Kuveytli düşünür Abdullah Fehd Nefisi İran devriminden sonra Körfez Şiileri arasında bütün Sünni saltanatlara yönelik kin birikiminin hortladığını ve yeniden ortaya çıktığını belirtmektedir.

*Ali Şeriati'nin kendi zindanından tevarüs ettiği bir takım takıntıların dışında gerçekten de Şia'nın yapısını kimseye nasip olmayacak bir biçimde tahlil etmiş ve tahlillerinde oldukça objektif davranmıştır. Sözgelimi, Karmatileri sosyalistler olarak değerlendirirken Hasan Sabbah'ı anarşistler ve teröristler olarak damgalamıştır. Hâlbuki Şia içinde genel olarak onlara karşı bir sempati vardır. Hasan Sabbah ve adamları genel olarak fedailer olarak anılmıştır.

* Ali Şeriati ideolojik olduğundan dolayı genellikle tasavvufa negatif bir anlam yüklemiştir. Zühdü ve tasavvufu olumsuz olarak değerlendirmiştir. Tasavvuf tarihçileri İslam'daki zühd eğilimlerinin istibdattan kaynaklandığını söylerler.

* Hazreti Ebubekir ona göre çıkar çevrelerini temsil eder, Hazreti Ali'yi ise ilke adamı olarak tanımlar. Şii edebiyatının kâffesinde olduğu gibi Halid İbni Velid'i de Malik İbni Nuveyre öldürmek ve aynı gece eşiyle birlikte olmakla suçlar. Ona göre Halid (R.A.) kadın, Abdurrahman İbni Avf ise mal düşkünüdür.

* Ali Şeriati'nin farklı yönlerinden veya becerilerinden birisi de kavramlaştırmadır. Sözgelimi hareket ile kurumsallaşma ve devrim ile devlet arasındaki ilişkiyi irdeler. Zamanla devrimin kurum haline geldiğini ve muhafazakârlaştığını ifade etmektedir. Esasında hareket düzeni düzen de hareketi getirmektedir. Tarihi dönüşüm ve seyir de böyle tecelli etmektedir. Devrim zamanla kurum haline gelerek kendisine yabancılaşmakta ve muhafazakârlaşarak devirdiği yapının yerini almaktadır. Esasında bu İbni Haldun'un asabiyet kavramında ve kenardan merkeze doğru yürüyüşte de vardır.

* Ali Şeriati, Ali Şiası adlı kitabında Şah İsmail ve hulefasının zorla Şiileştirme kampanyası yaptıklarına tanıklık etmektedir. Ama bunun tarihi kini boşaltma türünden bir hareket olduğunu yazar ve Osmanlıların da buna misilleme yaptıklarını söyler. Bu dakik bir değerlendirme değildir. Osmanlılarda Kızılbaşlık akımlarına karşı bir tedbir olsa da neticede zoraki bir Sünnileştirme hareketi veya kampanyası olmamıştır. Osmanlıların yaptığı tecavüz hareketi değil savunma hareketidir. Zaten Anadolu'daki Aleviler meşrep olarak kalmışlar ve zorla Şiileştirme kampanyasına maruz kalmadıklarından, mezhebi olarak Caferiliğe girmemişlerdir.

* Ali Şeriati, Safeviliğin kötülüklerini sayıp dökerken onların Hazreti Ali'nin hutbelerinden veya konuşmalarından oluştuğu varsayılan Nehcu'l Belağa'nın tercümesinde bile tahrifat yaptıklarını kaydeder. Nehcü'l Belağa bile düzenbazlıklarından kurtulamamıştır.

* Ali Şiasını ve Muhammedi Sünniliği savunmasına rağmen Ali Şeriati biat ve şura ve demokratik usullere karşı çıkıyor. Tek meşru yöntemin devrim olduğunu düşünüyor. Geleneksel Şiilikte olduğu gibi Gadir-i Hum'da Hazreti Peygamber'in Hazreti Ali'yi veliaht yaptığını savunuyor. Ali Şeriati, Hazreti Ebubekir'in (R.A.) gizli bir komitenin başında olduğunu ve bu komitenin hilafeti kaçırdığını ileri sürmektedir. Sakife seçimini bu takımın veya gizli örgütün ayarladığını savunmaktadır.

* Ali Şeriati, Şii-Sünni yakınlaşmasına son derece ehemmiyet verenlerden birisidir.

* Ali Şeriati bile Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer'in muvazaası neticesiyle Hazreti Ali'nin evinde hapis hayatı sürdüğünü ileri sürmektedir.

*Bediüzzaman gibi Ali Şeriati de dini istibdat tabirini kullanır. Ali Şeriati'nin dul eşi Puran Şeriati İran'da yeni rejimin gölgesinde dini istibdada dair doyurucu örnekler verir. Ali Şeriati'yi devrim çizgisinden ayıran farkları ortaya koyar.

* Puran Şeriati de Ali Şeriati'nin yaşamış olması halinde mevcut rejimin ona göz açtırmayacağını tahmin etmektedir. Zaten Ali Şiasında, Ali Şeriati, konuşmasına engel olmak isteyenlerin kendisinin müçtehit değil mukallit olduğunu hatırlattıklarını söylemektedir. Böylece ağzını kapatmak istemişlerdir.

*Ali Şeriati tasvirlerinde harikuladedir. Şiiliğin kanı tiryak haline getirdiğini ve Hazreti Fatıma'yı Fedek meselesine ve Hazreti Ali'yi de Beni Saide Kuruluğuna hapsettiğini ifade etmektedir. Buradan tarihi bir zıtlaşma davası üretmiştir. Hazreti Ali'yi bir nevi Rüstem haline getirirken Hazreti Fatıma'yı da lanetçi bir kadın düzeyine indirmişlerdir. Keza Şeriati'ye göre, Safeviler Şiiliği intikam aracı haline dönüştürmüşlerdir.

* Ali Şeriati Safevilerin insanları gerçeklerden ve vakıadan koparmak için Gazali yöntemi sufiliğe teşvik ve meylettirdiklerini ileri sürmüştür. Gazali'nin veya Yunus'un medreseden kaçışını hayattan kaçış olarak algılamıştır.

* Ali Şeriati vasilerin sonunun Hazreti Mehdi olduğunu ve onunla birlikte imamlar döneminin sona ereceğini ve dolayısıyla Mehdi'nin hatemü'l eimme olduğunu yazar. İmamların sonudur. Bu bize Muhyiddin-i Arabî'nin Hatmü'l evliya teorisini hatırlatmaktadır. Bu doktrin çerçevesinde Ticanilerin kimi önderleri ve bazı kişiler kendilerini hatem-i evliya mertebesinde görmüşlerdir.

* Sonuç olarak şöyle söylemek mümkündür: Ali Şeriati'nin özellikle Safevilik bağlamındaki değerlendirmeleri içeriden ve derinden bir değerlendirmedir. Ve müdelleldir. Bununla birlikte Ali Şiası tanımı tasavvurda kalmış ve bunu teorize edememiştir. Muhammedi Sünnilik konusunda da yeteri kadar ayırt edici bir değerlendirme sunamamıştır. Bu kavramının içini dolduramamış ve kavram havada kalmıştır. Birçok münekkidinin de ifade ettiği gibi Ali Şeriati'nin yazıları ütopiktir ve bundan dolayı cazibe odağı olmuştur. Lakin tarihin yatağını yenilemiş ama değiştirememiştir. Fikriyatı sadece basamak olmuş ve kendisi tarafından tasvip edilmeyecek akımlar tarafından kullanılmıştır. Sözlerimizi İbrahim Paşalı'nın Ali Şeriati paranteziyle ilgili değerlendirmesiyle bitirelim: "Şah'ın adamlarının katlettiği rahmetli Ali Şeriati, olsa olsa mütevazı bir tahta köprüdür. Bu yükü taşıyamaz. Taşıyamadı da. Nehrin karşı yakasında, Türkiye'deki okuyucularının zannettiği gibi bir karşılığı yoktur… Abdullah Fehd Nefisi, Mustafa Sıbai ve Yusuf Karadavi, Musa Carullah Bigiyef gibilerin ortak tecrübesi de bu yargıyı doğruluyor. Ali Şeriati fiiliyatta ve pratikte Şiiliği reddetmiş ama teoride benimsemiştir.

* Ali Şeriati'nin bile tarihi Şia'yı elerken bulaştığı tortular aramızda kapanmaz bir mesafe bırakmakta ve duvar örmektedir. Ona göre, Hazreti Ebubekir ve Hazreti Ömer Hazreti Ali karşısında komitacılık yapmışlar ve gizli örgüt kurmuşlardır. Ali Şeriati bütün arınmışlığına rağmen, tortuları nedeniyle Şii daisi ve onun ötesinde Pers şuubisi olmanın ötesine geçememiştir. Maalesef ki böyledir. Tarihi Şia ile mücadele etmiş ama onun kalıplarının dışına çıkamamıştır. Kimileri Gazali'yi eleştirmek için şöyle söylerler: "Felsefenin içine daldı ama çıkamadı." Gazali'den ziyade bu tasvir Ali Şeriati'ye intibak eder, uyar. Şiiiyata girmiş bir daha çıkamamıştır. Şia'da fani olmuştur.

* Öze Dönüş veya benzeri kitaplarında Ali Şeriati de papaz Julios Niriri'den sitayişle bahseder. Farklı dinleri temsil etseler de sonuçta aynı anlayışa sahiptirler. Ali Şeriati dini sol eğilimli bir ideolojiye indirgemiştir. Ortak noktaları kurtuluş teolojisi sayılabilir.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Öğüt ver, hatırlat! Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde zorlayıcı değilsin.

Gâşiye, 21-22

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI