NUR’UN MÜTEVAZI ÇEHRESİ; MEHMED KIRKINCI HOCAM-4
Şimdi, ilim, hikemi şiir, fikir, marifet ve üslub; üslub-u hâkim. Bunları çok severdi. Mesela Samiha Ayverdi hanım efendi..Yaa, Osmanlı bakiyesi bir hanım. “Fatih” diye eseri var, “Dost” diye eseri var. Bunları biz okumuştuk. “Ya Mehmed Efendi, bak hele şuna, bunlar ne kadar güzel, Osmanlı bakiyesi insanlar” derdi.
Şimdi, ilim, hikemi şiir, fikir, marifet ve üslub; üslub-u hâkim. Bunları çok severdi. Mesela Samiha Ayverdi hanım efendi..Yaa, Osmanlı bakiyesi bir hanım. "Fatih" diye eseri var, "Dost" diye eseri var. Bunları biz okumuştuk. "Ya Mehmed Efendi, bak hele şuna, bunlar ne kadar güzel, Osmanlı bakiyesi insanlar" derdi.
Mesela Hekimoğlu İsmail..Bizim öğrencilik yıllarımızda onun romanları olan Minyeli Abdullah'ı, Maznun'u bilmeyenimiz yoktu. Hakikaten o dönem şartları içerisinde hepimizin elinde bir teselli bahşeden kitaplardı onlar. "Hekimoğlu İsmail olmamda Kırkıncı Hocanın payı büyüktür. Kırkıncı Hocanın dersleri, bende manevi inkişaflara vesile oluyordu. Kırkıncı Hocamın Risale-i Nur dersleriyle ben oldum" diyor.
Ve bir ara hastalığı döneminde Hekimoğlu "hocam artık ben yazmak istemiyorum" dediğinde hocamız, "hayır senin kalemin önemli, yazmalısın" diyor ve o da tekrar yazmaya başlıyor.
Vefalı bir dost ve arkadaştı. Bu resimde gördüğünüz Kırkıncı hocam ve Yunus Kaya hoca. Erzurum müftüsü..O da rahmetli oldu. Allah gani gani rahmet eylesin. Kırkıncı Hocamla beraber Solakzâde Sadık Efendi'de derse başlıyorlar. Fakat Yunus Kaya daha sonra Mısır'a, Ezher'de okumaya gidiyor. Ezher uleması bunu önce imtihan ediyor. Daha sonra diyorlar ki; "Sen zaten her şeyi halletmişsin, niye geldin ki?"
Yunus Kaya hoca ilahiyat fakültesinde bizim Tasavvuf ve Kelam derslerimize geldi. Bir gün ders esnasında birdenbire dedi ki; "bu, nurcuların başı Mehmed Kırkıncı hocayı tanıyor musunuz?" "Evet, tanıyoruz" dedik. Dedi ki; "bunlar derse başladıklarında üç arkadaştılar. Bir tanesi çok güçlü bir hafız ve çok güzel Kur'an okurdu. (Yakup Hafız), diğeri tam bir deha seviyesinde mantık ve zeka sahibi..Ama onlar genç yaşta vefat ettiler. Ama Allah her üçünün de yapabileceği vazifeyi bu Mehmed Kırkıncı'ya yükledi ve Mehmed Kırkıncı Hoca her üçünün beraber yapabileceği bir hizmeti tek başına ifâ etti" diye bize ifade etmişti. Evet, merhum hocamız böyle bir nimete de mazhar olmuştu.
Yunus Kaya hocamız ve Kırkıncı hocamız, her ikisi de İmam-ı Azam'ı çok severlerdi. Ve her ikisinin de vasiyeti Ehl-i Sünnet vel Cemaat'e bağlılıktı. Yunus Kaya Hocanın vasiyeti cenazesinin başında okundu. "Bütün talebe ve dostlarıma vasiyetim şudur; Ehl-i Sünnet'e bağlı kalacaksınız ve Ehl-i Sünnet itikadını yayacaksınız."
Ve Yunus hocamız İmam-ı Azam'a aşk derecesinde bağlıydı. Bir gün derste dedi ki; "İmam-ı Azam'ın Bağdat'ta kabrini ziyaret ettim. O büyük imamın huzurunda beni bir titreme aldı, gayr-i ihtiyari titremeye başladım. " Öğrenci arkadaşlardan bir tanesi dedi ki; "hocam, biz de gittik ama hiç öyle bir şey olmadı." Yunus Kaya Hoca dedi ki; "Oğlum, mıknatıs kabiliyeti olan maddeleri çeker, tozu toprağı çekmez ki" diyerek, güzel bir nükteyle cevap vermişti.
… Kırkıncı hocamın kapısı herkese açıktı. Yediden yetmişe herkes çok rahat bir şekilde onun yanına giderdi. Kırkıncı hocamın delileri de vardı, velileri de vardı. Kimi insanlar onun ilminden istifade ederlerdi, kimi de Kümbet'te pişen aştan istifade ederdi.
…Ömrünü onun sünneti üzerinde geçirdiği Peygamber Efendimiz hakkında bir eser te'lif etti. Bazen yanına gittiğimde "var mı bir şeyler?" derdi. Yeni bulduğum bir şeyler olursa, yeni bulduğum bir kitap ve şiir olursa, mutlaka hocamla paylaşırdım. Çünkü çok iyi bir dinleyiciydi. "Peygamber Efendimiz" kitabının te'lif ediyor. "Hocam" dedim, "çok süper bir şiir buldum." "Nedir Mehmed Efendi?" dedi. Dedim; "Hocam çok güzel bir şiir. Medine-i Münevvere'de 1919'da yazılmış. Medine-i Münevvere'de Fahreddin Paşamızın kurb-u şahanesinde, onun yüzbaşılarından İdris Sabih beyin Peygamber Efendimize hitaben yazmış olduğu bir şiir." "Nedir" dedi, okumaya başladım;
Bir Ulü'l-emr idin, emrine girdik.
Ezelden bey'atli hakanımızsın.
Az idik sayende murada erdik.
Dünya ve ahiret sultanımızsın.
Unuttuk İlhan'ı, Kara Oğuz'u.
İşledik seni göz bebeğimize.
Bağışla ey şefi' kusurumuzu,
Bin küsur senelik emeğimize
Suçumuz çoksa da sun'umuz yoktur.
Şımardık müjde-i sahabetinle,
Gönlümüz ganidir, gözümüz toktur.
Doyarız bir lokma şefaatinle.
Nedense kimseler dinlemez eyvah.
O kadar saf olan dileğimizi,
Bir ümmi isen de ya Rasulallah
Ancak sen okursun yüreğimizi.
Gelmemiş Türkçede Lebid, Hassan'ın.
Yok bizde ne Bürde, ne Muallaka,
Yoluna baş koyan âl-i Osman'ın
Kan ile yazdığı tarihten başka.
Suları tükendi gülaptanların,
Dinmedi gözümüz yaşı merhamet.
Külleri soğudu buhurdanların,
Aşkınla bağrını yakmada millet.
Ne kanlar akıttık hep senin için.
O Ulu Kitab'ın hakkıçün aziz.
Gücümüz erişsin ve erişmesin,
Uğrunda her zaman dövüşeceğiz.
Yapamaz Ertuğrul evladı sensiz,
Can verir canânı veremez Türkler,
Ebedi hadimü'l-Harameyniniz.
Ölsek de ravzanı ruhumuz bekler.
Ben şiiri okuyunca hocam; "Allah, Allah! Bu necip milletin hâlet-i ruhiyesinin ifadesi olmuş, maşallah" dedi ve tekrar tekrar okutup dinledi ve yeni gelen misafirlerine de "bakın, bizim bu milletin hizmetinin bir hülasası olan şu manzume ne kadar güzel" deyip, tekrar tekrar okutturdu. Allah bizim ruhumuzu ruh-u Nebi'den(aleyhissalatu vesselam) ayırmasın..
…Bunlar da Hocamızın dönemin durumuna göre kaleme aldığı bazı eserler.. İşte efendim, Kader Nedir, İslam'da Birlik, Dar'ul Harp Nedir? ki, bizim ilahiyatta okuduğumuz yıllarda bu memlekete Dar'ül Harp dediler. Ezan-ı Muhammedi okunan yere Dar'ül Harp dediler.
Hatta birileri geldiler, Hocama; "Hocam, devletten maaş alan imamların arkasında namaz kılınır mı?" dediler. Kırkıncı Hocamız çok güzel bir analitik çözümleme ile sorardı;
-Efendi sen nerede okuyorsun?"
-Ziraat Fakültesinde"
-Nerede kalıyorsun?
-Kredi Yurtlar kurumunda.
-Nereden geçiniyorsun?"
-Efendim, devletten burs alıyorum.
-Be insafsız, sen devletin okulunda okuyorsun. Devletin yurdunda kalıyorsun. Devletten burs alıyorsun. Devletin maaş verdiği hocalardan ders alıyorsun. Sana bir şey olmuyor. Gariban imam orada devletten maaş alıp namaz kıldırınca caiz olmuyor."
Ve muhatabı "yaa hocam" diyor ve pişmanlığını ifade ediyor.(1)
Maalesef ve maalesef Dar'ül Harp dediler bu memlekete. Evet, onun için bir ara bu kitap(Dar'ul Harp Nedir) hakikaten çok güzel bir tedavi yaptı, Allah hocamızdan ebediyyen razı olsun.(2)
…Şimdi bir anayasa çalışması var, kanaatimiz belli…Tarih 4 Nisan 1982..Kırkıncı Hocamız o zaman yazdığı Nasıl Bir Anayasa adlı bir risale de şöyle diyor; "Kanaatimce, hazırlanacak Anayasa'nın, şu ana esaslar üzerine kurulması gerekir: Anayasa, vicdan-ı umumîye tercüman olmalı, kâinattaki kanun-u fıtratı esas almalı, insan unsurunun, terbiye ve eğitimini ön planda tutmalı, hürriyet ve laiklik mefhumlarına ölçü ve açıklık getirmeli, milleti millet yapan başlıca unsurlardan biri olan dili ( konuşulan Türkçeyi ) teminat altına almalı ve nihayet Anayasa, milletin manevîyat ve ahlakının, din ve mukaddesatın mukavimi olmalıdır."(3)
…Ve Nur talebeleri siyasete karışmaz..Tercihleri bellidir. Bu milletin hissiyatına tercüman olmuş insanlarla devamlı beraber olmuşlardır. Ve hocamızın değişmez prensipi müsbet harekettir. "Bediüzzaman Hazretlerinin hayatı boyunca uyguladığı ve son ders olarak talebelerine tavsiye ettiği müsbet hareket metodu, bizim hareket noktamız" derdi ve istişareye çok büyük önem gösterirdi. "Bir insan ne kadar akıllı ve zeki olursa olsun, müşavere esasına uygun hareket etmediği müddetçe muvaffak olamaz ve karşılaşacağı problemleri kolay bir şekilde halledemez" derdi.
Kendisinin hiç çocuğu olmadı. Fakat bütün çocuklarlarla kendi çocuğu gibi ilgilendi ve Rahmetin en nadide hediyeleri olan o çocuklar için Hocamız onların "Hoca Dede"leriydi.
…Bir hususu da özellikle vurgulamam gerekiyor. Bediüzzaman Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş ağabeylere her zaman için hürmetkârdı. "Ben medreseden icazetli bir âlimim" demez, bundan da öte, Bediüzzaman hazretlerinin hizmetinde bulunmuş, belki medrese okumamış, Arapça okumamış fakat fedakâr bu talebelere devamlı hürmet ederdi.
Her biri semada bir necm-i neyyir,
Fena fi'n nur olmuş, dalmış Zübeyir,
İhlâs deryasında Bayram'ı seyir,
Şefkat kahramanı Sungur dediler"
Ve bütün bu ağabeylere müthiş bir hürmet içerisindeydi. Bir gün Kümbet medresesi restore ediliyor, tecdit ediliyor. Yan taraftaki o türbenin içerisinde namazlar kılınıyor, dersler yapılıyor. Bayram ağabey-Allah gani gani rahmet eylesin- Erzurum'a gelmişti. Bayram ağabeyi çok severdi. "Hüsn odur ki seyrederken ihtiyar elden gider" diye tarif ederdi onu, Kanuni Sultan Süleyman'ın bir mısraıyla… Kırkıncı Hocamız müthiş bir hareket yaptı, "ağabey" dedi, "uzat elini. Üstada Sidre'den getirdiğin bir desti suya karşılık bütün hizmetimin sevabını değişmeye hazırım. Var mısın, uzat elini.."(4) Bayram ağabey tebessümle karşıladı. Böylece ağabeylere bağlıydı, hürmet ederdi. Çünkü zor şartların insanlarıydı onlar.
Kırkıncı Hocamızın çok güzel bir teşbihi vardı. Risale-i Nuru ağaca teşbihle anlatırdı. Ve bu ağabeyleri de o ağacı tutan ve o ağacın gelişmesini sağlayan toprak gibi ifade ederdi. Malumunuz, toprak edebiyatımızda tevazu sembolüdür. (5)
Şunu ifade etmeme müsaade edin; Bu, nurani bir ağaç..Ama bazıları bu ağaca aşı yapmak istediler. Bu aşı fıtri olmadığından, tabi olmadığından, suni olduğundan, fıtrat fıtri olmayanı red etti ve attı. Bu aşı tutmadı. Allah'a binlerce hamdu sena olsun ve şimdi bu ağaç neşvü nema bulmaya devam ediyor.
…Ve aynı hizmete gönül verdiği Hocaefendiler. Onlardan da biraz bahsetmesem, korkarım onlar bize biraz gönül koyarlar. İşte Şahin Yılmaz Hocamız..İsmiyle müsemma..Kurduğu Hilaliye Kur'an Kursları ile binlerce hafız yetiştirmiş bir hocamız. Osman Demirci Hocamız, Ali Akgündüz Hocamız.. bu da Ali Sert Hocamız..Bazen derdi; "Allah Allah ..buna kim Sert demiş? Pamuk gibi bir adam" diyordu.
Abdurrahman Aras Hocamız.. Bu da "size bir soru sormak istiyorum; 'Kara, Kuru ama bir veli. Bilin bakalım bu kimdir" diye sorduğu Hınıs'lı Fahreddin Hocamız. Diğeri de Ağrılı Nusret Hocamız. O da sizlerden dua bekliyor.(6) Bunlarla devamlı istişare içinde ve devamlı görüş alışverişinde bulunuyordu.
Ve… Kadirşinaslık örneği gösterdi Cumhurbaşkanımız. Kırkıncı Hocamızı hem Kümbet medresesinde, hem de hastahanede ziyaret etti. Orada Kırkıncı Hocamızın söylediği bir söz var; "bin yıllık tarihinin şehadetiyle din-i mübin-i İslam'a hizmet etmiş bu necip millete hizmet bir şereftir. Allah sizi bu hizmetle şerefyap etmiştir" demişti.
Evet..bu fotoğrafın ayrı bir hikayesi var. Bu resmi çeken, ona hastalığında ve sağlığında çok fazla hizmet eden Selami Didin ağabeyimiz. Bu resmin hikâyesi şöyle; Dağlıca baskınında şehitlerimizin haberi kendisine verildiğinde hemen elleri dizlerinin üzerine ve boynu da rükû vaziyetine geldi. Sanki kendi evladı şehit olmuş gibi bir hüzün haleti ortaya koydu. Bu kadar alakalı idi.
Hele şu daha manidar; kendisi hasta yatağında..Zaman zaman gözlerini açıyor. Güneydoğu'da hendeklerin kazıldığı, şiddetli çatışmaların olduğu bir zamandır. Hastalığın ileri olduğu bir zamanda bir ara gözlerini açar, fısıltı şeklinde, parmaklarıyla da işaret ederek "çatışma devam ediyor mu?" der. "Evet, maalesef" cevabını alınca, "nur talebeleri, devletimize ve hükümetimize yardım etsinler" der ve tekrar gözlerini yumar. Ve bundan sonra nur talebeleri dua halkaları oluşturmuştur. Türkiye genelinde salaten tuncina ve salaten tefriciyeler okunmuştur. Orada çarpışan güvenlik güçlerimize manevi bir kuvvet ve manevi bir destek olarak..İşte nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz.. Bu milletin maneviyatıyla yakından alakalı.. Hastalığında da bunu ifade ediyor.
…Evet, her nefis ölümü tadacaktır. Bu, ilahi ferman, değişmez ferman, değişmez hüküm. Ama –değerli başkanımızın da dediği gibi-insanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Önemli olan nedir, ölümden sonra da yaşayabilmektir. Çok az insan vardır ölümünden sonra yaşayan. İşte Kırkıncı Hocamız da yetiştirdiği talebeleriyle ve neşrettiği eserleri ile ve sünnet-i seniyye çerçevesinde geçirdiği hayatıyla yaşayacak o güzel insanlardan bir tanesidir.
Burada şunu da ifade etmek istiyorum. Cemil Meriç'in ifadesiyle "mutlaka yaşatılması gereken ölüler olduğu gibi öldürülmesi gereken ölüler de vardır." Bu insanlar bizim ruh köklerimiz. Anadolu'yu mayalayanlar.. Onun için bunların yaşaması lazım.. Bu açıdan Belediye başkanımızın gayretlerini de tebrikle, takdirle karşılıyoruz.
İşte bu da cenazeden bir bölüm..Bir ömrü milletin manevi hayatı için fena eden, feda eden Mehmed Kırkıncı Hocamızı vefatında bu millet yalnız bırakmadı. Onu, on binler Dar-ı Beka'ya, Dar-ı Cemal'e uğurladı..
Ben yanında kaldım uzun yıllar…Tanıyanlar, görenler bilirler..Yanında kitap okudum. Çok sevdim onu.. Zannediyorum o da beni çok sevdi. Vefatından sonra hissiyatımı dile getiren bir şiir ile sözlerime son veriyorum;
Kırkıncı Hocama
12 yaşında başlayan medrese hayatı,
88 yaşında hitam buldu dünyada.
İlâ-yı kelimetullah için verdiği cehdin,
Rabbim mükâfatını bol bol versin ukbâda.
Allah'ı hatırlatır o nurlu siması,
Baktığında o münevver yüzüne,
Cümlenin Rabbimden budur niyazı;
Kuşatsın Kırkıncı Hocamızı
Rabbimiz, o engin Rahmetiyle.
Okudu, okuttu, yazdı, neşretti
Bir ömür böylece hitâma erdi.
Uzaktan ve yakından kara kıştır demeden,
Akın akın geldi on binler,
Yedi bölgeden…
Yaşanan bu bahar, kış ortasında,
Hizmetinin şahidiydi,
Vefa için, veda için toplanan,
O münevver cemaat büyük avluda,
Kardelenler gibiydi..
Komşu verdik onu
Çok sevdiği kardeşi Hacı Musa'ya,
Kalblerden damla damla âminler döküldü,
Eller açıldığında dua için yüce Mevla'ya..
Dipnotlar
1-Bu hatıra için bakınız; Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 381-386, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. baskı)
2- 31.10 2003'de Erzurum'da Kümbet medresesinde merhum Mehmed Kırkıncı Hocaefendi, Gönenli hazretleri ile ilgili şu hatırasını naklettiler: "Bir zaman Ankara'daydım. Orada bir tüccar vardı, şimdi rahmetli oldu. Gönenli Mehmed efendiye çok bağlıydı. Onu ziyaret ettim. Baktım, Gönenli Mehmed Efendi de oradaydı. Elini öptük, oturduk, beraber yemek yedik. Dedi ki; "Senin Dar-ül Harp Nedir adlı eserini okudum. Sana o kadar çok dua ettim ki…(Salih Okur)
Yine yazar Taha Akyol Bey şöyle demiştir; ""Hocam, bazı kimseler bu memleketin İslâm ülkesi olmadığına, darü'l harp olduğuna fetva verdiler. Bu hal beni vicdanen çok rahatsız etmişti. O sırada sizin "Darü'l Harp Nedir?" adlı kitabınız elime geçti, okudum. Büyük bir ıstıraptan kurtularak huzura kavuştum. "Elhamdülillah" dedim. İşte o zaman 'Kırkıncı Hocayı gördüğümde elini öpeceğim' diye kendi kendime söz vermiştim." dedi. Bakınız; Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 373, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. baskı),
3- bakınız; Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 367-373 ve 599-616, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. baskı)
4- Bu hatıra için bakınız; Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 264, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. baskı)
5- Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, s. 264, Zafer Yayınları, İst. 2013, 6. baskı),
6-O sıralar ağır hasta olan Nusret Kocabay Hocamız, 2017 senesinde dar-ı bekaya irtihal etti. Allah rahmet eylesin..
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DİĞER YAZILAR
Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.
Neml, 77
GÜNÜN HADİSİ
Sizden biriniz, kendisi için sevdiği şeyi (mü'min) kardeşi için de sevinceye kadar kamil mümin olmaz.
250 Hadis, s.148
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm İnternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yapt...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARİHTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...