MUSTAFA ÖZCAN İLE A’DAN Z’YE-21

Mısır *Arap Baharı ülkeleri arasında Tunus şimdiye kadar karşı devrim veya darbe badiresini atlatan tek ülke olarak sivrilmektedir. Mısır ise karşı darbe veya devrime sahne olan yegâne ülke olarak öne çıkmaktadır.


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2020-01-14 10:26:49

Mısır

*Arap Baharı ülkeleri arasında Tunus şimdiye kadar karşı devrim veya darbe badiresini atlatan tek ülke olarak sivrilmektedir. Mısır ise karşı darbe veya devrime sahne olan yegâne ülke olarak öne çıkmaktadır.

*Mısır'da geçmişin bir muhasebesi yapıldığında, 25 Ocak devrimcilerinin bazı hatalar yaptıkları da ortaya çıkıyor. En temel yanlış yarım devrim olması ve kurumların ayakta kalmasıydı. Hâlbuki kurumlar devr-i sabıkın adamları tarafından yönetiliyordu. Bu durumda cumhurbaşkanlığı halkın seçtiğinin elinde diğer kurumlar ise atanmışların elindeydi. Davul birinde tokmak ötekisinde.

*Bu süreçte en önemli yanlışlardan birisi, 25 Ocak devriminden sonra ülkenin yönetiminin askeri konseye devredilmesiydi. Bu temel yanlış türevlerini de beraberinde getirdi. Ve ordu pusuda bekleyerek karşı devrimin olgunlaşmasını bekledi. Elbette burada Müslüman Kardeşlerin de kendi çaplarında yanlışları var. Cumhurbaşkanlığı için dışarıdan saygın bir ismin desteklenmesi ve ağırlığın parlamentoya verilmesi darbecilerin Müslüman Kardeşlere ilişmesini zorlaştıracaktı. 'Yanız kalanı kurt kapar' hesabı Müslüman Kardeşleri yalnızlaştırmaya çalıştılar. Müslüman Kardeşlerin cumhurbaşkanlığına aday göstermeleri ideolojik ayrışmayı hızlandırdı ve bu da devrim güçlerini parçaladı. Müslüman Kardeşler tek başlarına kalmasaydı, darbecilerin onları hedef almaları zor olurdu.

*Mısır'a baktığımızda burada da Mübarek döneminin meşruiyet kazandığını ve devrimden geriye hiçbir şeyin kalmadığını görebiliyoruz.

*Bizdeki deyimiyle Mısır bir takrir-i sükun döneminden veya nöbetinden geçiyor. Bu yargılamalarındaki ölçü veya ruh şu: Birkaçını sallandıralım da, ötekilere ibret olsun.

*Mısırlı felsefeci Tevfik Tavil de bunu gayet veciz bir biçimde anlatmıştır: "İngilizler bizi yüzyıl boyunca dipçikle yönettiler. Ardından çekildiklerinde yerlerine kavramlarını ve mankurtlaşmış kadroları bıraktılar."

*Mısır'daki askeri cunta çıldırmış durumda ve önüne geleni terörle suçluyor. Adeta Bush'un 11 Eylül kampanyasının Mısır'a gecikmeli yansıması gibi. Askeri cunta başlattığı cadı avında yeni kurbanlar arıyor.

*Mısır bugünlerde ağırından bir 28 Şubat süreci geçiriyor. İnşallah atlatıyor diyelim. Sonuçlarıyla ilgili sadece Sisi'yi suçlamak beyhude. Sisi'nin gerisinde bir amazonlar ordusu var. Onlardan birisiyle ekranda karşılaştım. Yaban ve yaman birisiydi. Kazara karşılaşsanız dinlemeye tahammül edemezsiniz. Batı basını bazen reyting uğruna veya İslamcılardan nefret uğruna onlara çanak ve mikrofon tutuyor.

*Mürsi'ye darbeden önce ABD'nin Mısır'da İhvan yerine siyasi bir mühendislik ile Selefileri öne çıkaracağı ileri sürülmüştü. Darbe sonrasında öne çıkamadılar ama darbe sürecinin parçası oldular. Darbe sürecini kolaylaştırdılar. İslami zeminden gayr-i İslami süreci beslediler ve güçlendirdiler. Bunlar zaten hiçbir zaman kendileri olmadılar. Suud sermayesinin İhvan'a karşı Mısır muhaberatıyla ürettikleri kurmaca bir hareketti. Son olarak ABD de kendilerine kanca attı. Şimdi bu ilişki alenileşiyor. Selefi Davet hareketinin basın Sözcüsü Abdulmünim Şahhat Amerikalı yetkililerle buluşmuştur.

*Yargı istiklaliyetini kaybetmiş ve darbenin sesi olmuştur. Nitekim The Guardian gazetesi de yargının tamamen darbenin emrine ve kontrolüne girdiğine parmak basmıştır.

*1970'li yıllarda Mısır'da kendilerine Cemaatü'l Müslimin adını veren Şükrü Mustafa ve hareketi yeni Harici akımı olarak sivrilmiştir. O dönemde bu hareketin Türkiye'de de akisleri olmuştur. 1990'lı yıllarda ise benzeri bir hareketi Cezayir'de görebiliyoruz. GIA gelişigüzel katliamlar işleyen ve özellikle dâhili kavgayı körükleyen bir yapı olarak zuhur etmiştir. Önceliği yanlış gördüğü İslami kesimlerin tasfiyesine vermiştir. Dolayısıyla rejimlerin işine yaramıştır.

*1952 darbesi sufileri öne çıkarmıştır. 2013 yılında Sisi darbesi sırasında da tarikatların geneli darbeye destek vermişlerdir. Müslüman Kardeşlere cephe almışlardır. Bununla birlikte, 1980'li yıllarda Suudla birlikte Mısır istihbaratı daha etkili ve keskin olduğunu düşündüğü Selefileri İhvan'ın boşluğunu doldurması için seferber ve tavzif etmiştir.

*Mısır rejiminin devamı üç mutabakata bağlıdır. Batı'nın siyasi desteğinin devamı, Körfez'den para akışı ve kitlesel destek. Kitlesel destek sekmektedir. Suudi Arabistan'da Kral Abdullah'ın ölmesi ile kitle desteğine ilaveten mali destek de zora girmiştir. Sisi'nin tek ayak üzerinde sekmesi mümkün değildir. Velhasıl yeni dönemde ABD ile Mısır ile ilişkiler bıçak sırtındadır. 

*Nasır'dan beri Rumlarla Mısır arasında kirli ittifak devam etmektedir. Sedat ile Mübarek de seleflerinin politikalarından sapmamışlar, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge konusunda Rumlara taviz vermişlerdir. Sedat ise can evinden vurulmuş, Yusuf Sibai adlı gazeteci Larnaka Havaalanında Filistinli fedailer tarafından infaz edilmişti. Ondan sonra Sedat ile Rumlar arasında ilişkiler biraz soğumaya terk edilmiştir. Mısır'da Rum ve Ermeni lobileri gayet güçlüdür.

*Mısır'da idam cezalarının yargıyla bir alakası yoktur. Tamamıyla siyasi bir mühendislik ürünüdür. Yargı siyasallaşmış ve istiklalini kaybetmiştir. Siyasi mühendisliğin bir aracı haline gelmiştir. Abdulfettah Sisi fırsatçı biri olarak önce halk yığınlarını ve kitlelerini imale etmiş, kullanmış ve onları iktidara giden süreçte binek olarak kullanmış ve ardından kullanılmış bir mendil gibi fırlatıp atmış ve kullandıklarına sırt çevirmiştir. Mısır'da her şey bir hesapla ve güdümle yürütülüyor. Halk iradesi adına Mürsi'ye karşı çıkan Temerrüt Hareketi gibi hareketlerin şimdi esamisi okunuyor mu?

*Yüzyıl içinde Mısır'da halk devrimi iki defa askerler tarafından çalınmıştır. 23 Temmuz 1952 Devrimi gerçek bir halk ve İslam devrimidir. Lakin Nasır onu emellerine alet etmiş ve 1954 yılından itibaren karşı devrime dönüştürmüştür. 25 Ocak- 11 Şubat devrimini de Sisi 30 Haziran ve 3 Temmuz (2013) tarihinde karşı devrime dönüştürmüştür. Nasır ve Sisi gerçek anlamda devrim hırsızı ve karşı devrimcidir. Nasır, 23 Temmuz devrimini çalarak kendisine ve şahsı çıkarlarına ve diktatörlüğüne alet etmiştir.

*Mısır yüzyıllardan beri böyle bir mezalimle karşılaşmadı. Müslüman Kardeşlerin ileri gelenlerinden Cemal Haşmet, TRT Türkiye (Arapça Kanal) ekranlarından olup biteni şu sözlerle özetliyordu: Meydanlarda yaptıklarını ve eksik bıraktıklarını darağacında tamamlamak istiyorlar. 

*Tarafsız kaynaklar da Mısır'da yaşanılanların geçmişte eşi benzeri görülmemiş olaylar olduğuna parmak basıyorlar. 3 Temmuz'dan (2013) itibaren aylar içine sığan olaylar Nasır, Sedat ve Mübarek dönemlerinin toplamından daha kanlı ve korkunç. Carnegie Endowment adına çalışma yapan Michele Dunne ile Scott Williamson'ın ortaklaşa kaleme aldıkları 'Egypt's Unprecedented Instability by the Numbers/Sayılarla Mısır'da görülmemiş İstikrarsızlık' adlı makalede ilginç ayrıntılar var. Mürsi dönemine nazaran Sisi döneminde her şeyin geriye gittiğine parmak basıyorlar. Raporda şiddetin ilerlediği ve istikrarın ise gerilediğine işaret ediliyor. Hâlbuki Sisi bu gerekçe ve bahane ile yasal ve seçilmiş başkana baş kaldırmıştı.

*Mısır'da fakirliğin artması, Selefilerin de yardım faaliyetlerine yönelmeleri, önlerini açmış ve sosyalleşmelerine ve kitleselleşmelerine imkân vermiştir. Ezher'in dumura uğradığı ve Müslüman Kardeşlerin ise gemlendiği bir ortamda Selefilerin önü sonuna kadar açılmıştır. Fakat gerçekle ilk yüzleşmede ve ilk denemede çuvallamışlardır. Arap Baharının sönmesiyle birlikte siyasi Selefilik kışa girmiş ve siyasi zaviyeden iflas etmiştir. Daha önce gösterileri yasaklayan hareket zamanla gösterilerin ötesine geçmiş, seçimlere katılmış ve Müslüman Kardeşlerden sonra seçimlerde ikinci mertebede gelmiştir. Hiçbir siyasi uzmanlığı olmadan baharın rüzgârıyla birlikte öne fırlamış; karşı devrim ve darbe sürecinde bu sürece katılsa da sürecin en büyük kaybedeni olmuştur.

*Sisi döneminde Mısır'da terör örgütlerinin pıtrak gibi çoğalması! Lakin bunların büyük kısmı terör mühendisliğinin imalatı. Sözgelimi, Özgür Suriye Ordusu kalıbında Mısır Özgür Ordusu diye bir yapıdan bahseden Mısırlı cunta liderleri ve basını bu silahlı grubun Libya'da faaliyete geçtiğini ileri sürüyordu. Yalanın kuyruğu uzun ve burada bitmiyor. Mısır Özgür Ordusunun Obama, Türkiye ve Katar tarafından desteklendiği de ileri sürülüyor ( http://www.shorouknews.com/ columns/view.aspx?cdate= 20052014&id=4aa9bfee-e17c-4173-890e-0ee30373174e ). 

Mısır basınının inandırma diye bir zorunluluğu hatta külfeti yok. Mısır'ın cuntacıları ve ona destek veren basın yüzeyde kalabilmek için kuyruklu yalanlardan medet umuyor. Böylece halkı bastırmak ve yalanlar üzerinden meşruiyet devşirmek istiyorlar.

Modernizm

*Modernizm ile birlikte dini anlayış ve kavramlar demode olmaya başlamıştı. Hocaların nezdinde bile şapka, zünnar gibi Frenk işaretleri ve sembolleri tartışılır hale gelmişti. Fransız pasaportu taşıyanlar bir zamanlar Tunus gibi ülkelerde Müslüman mezarlığına defnedilmezdi. Batılılaşma ile bu şekilde mücadele edilirdi. Kimileri zamanla yasakları baş tacı eder ve yeni kriterler olarak benimser hale geldi. Hem de İslam adına.

*Muhammed el Behiy yıllar önce Modern İslam Düşüncesi ve Batı Sömürgeciliğiyle Bağlantısı başlıklı çalışmasında Batı'nın dini yönlendirmesine temas ediyordu. Hıristiyanlık önce Yunanileşmiş ve ardından da Yahudileşmiştir. Sanki İslami anlayış da bu yollardan geçiyor gibi.

*Hıristiyanlık sonrasında Batı'nın üstünlüğü ele geçirmesi karşısında İslam dünyası iki tarz refleks vermiştir. Ceditçiler ile kadimciler suretinde iki farklı bir refleks göstermiştir. Ceditçiler modernistlerdir. Batı medeniyeti ile gözleri kamaşmış ve İbni Haldun'un ifadesiyle onları her alanda model olarak almaya ve taklit etmeye yeltenmişlerdir. İslami modernizm üretebilmek için de tarihten kendilerine kök aramışladır. Bu da ilk ceditçiler veya modernistler diyebileceğimiz Mutezile'nin fikir köklerini eşelemek ve oradan günümüze damar ve yol bulma ve devşirme suretinde gelişmiştir. Bu ekole zaman zaman akli ekol veya neo mutezile de denmiştir. Bu ekolün en temel aktörlerinden birisi Mısır Müftüsü Muhammed Abduh'tur.

Mutezile Mezhebi

*Tarih sadece olayların değil, fikirlerin de dirilmesiyle tekerrür eder. Siz pasif kalarak tarihin seyrini değiştiremezsiniz. Mutezile mezhebinin doğması ve gelişmesinin temel nedeni İslami fetihlerle birlikte Müslümanların veya İslami anlayışın yabancı fikirlerle karşılaşmasıydı. Bu karşılaşma Kur'an ve Sünnet anlayışına tesir etmiş ve yer yer gedikler açılmasına da neden olmuştur. Zira bir dönem bu anlayışa ( İtizal, Kur'an-ı Kerim'in mahlûk olduğu iddiası vesaire) devlet de arka çıkmıştır. Mutezile akla dayalı olarak tevile başvurmuş ve bu tevil kapısıyla birlikte Kur'an ve Sünnet kaynaklı bazı hakaiki reddetme veya tevil etme durumuna gelmiştir. Deccal, Mehdi Mesih gibi gelecekle ilgili haberleri ya reddetmiş ya da tevil etmiştir. Kimilerine göre, Haşeviye denilen ahbariliğe karşı aklın yolunu tutmuş, lakin bu yolda aşırılığa gitmiş ve dördüncü yüzyılın sonunda da rüzgarı solmuş ve sönmüştür. Hariciler hasımları karşısında şiddete yönelmeleri oranında Mutezile de fikri istibdada yönelmiştir. Abbasiler döneminde devlet çarkı ve erkiyle birlikte muhaliflerini sindirmiştir. Bu ise gözden düşmesini hızlandırmıştır. Abbasiler döneminde İslam dünyası Yunan fikriyatı veya yabancı fikirlerle galip pozisyonda karşılaşmıştır. Bu karşılaşma fikri dalgalanmalara neden olmuş ve Mutezile gibi fikri ekollerin mayalanmasına neden olmuştur.

Müslüman

*Kimileri kendilerini seküler Müslüman veya feminist Müslüman olarak tanıtabilmektedir. Seküler Müslümanın tanımı herhalde gece içen, gündüzde orucunu tutan kimse olarak tasarlanıyor. Eskiden 'gece kaim gündüz saim' deyimi ve terkibi vardı. Şimdi algı değişiyor onun yerine geceden geceye içen, gündüzleri de icabında oruç tutan Müslüman tipi alıyor. Seküler Müslümandan sonra sıra ateist Müslümana da gelecektir!

 *Maalesef bugün kültür kıyımı bazı bedevi meşrep Müslümanlar tarafından da icra edilmektedir. Bunlar komünist olmasalar bile din adına totaliter bir anlayışı temsil ediyorlar. Bu vesile ile onlar Ahmet Raysuni'nin ifadesiyle raşidi hilafeti değil kendilerinden menkul cebabire/ zorbalık anlayışını temsil ediyorlar. Onların hilafet anlayışları hakikat değil algıdır. Hadis meselesine bakışları da serapa yanlıştır. Bela ve fitne istenmez, gelirse sabırla katlanılır ve savuşturulmaya çalışılır. Bunlar ise aksine istiyor ve buna kalkışıyorlar.

*Din günü sahibi Deyyan olan Rabbimiz öteki âlemde sırları faş edecektir. 'Yevme tübles serair' sırrı ortaya çıkacaktır. Dileriz bu sahneden hepimizin yüzü ak pak çıkar. Aramızdaki ihtilaflar yanlış anlama ile sınırlı kalır. Lakin Allah sırlardan bahsettiğine göre demek ki gizlediğimiz gerçekler var.

*Bülent Uçar hocanın da ifade ettiği gibi genel olarak Avrupa'da özel olarak Almanya'da Müslümanlarla ilgili imaj olumsuz. Tanımadıkları İslam'dan korkuyor ve onu umacı gibi görüyorlar. Birebir Müslümanlarla temas etmeyen, kaynağından veya özünden tanımayan insanlar, İslamı kazara basın yoluyla tanıyorlar, bu da İslam hakkında korkularını depreştiriyor. Dolayısıyla İslam'ı tanıma organik değil, mühendislik ürünü. 'El İnsanu adavvu ma yecheli' denilmiştir. İnsan tanımadığının düşmanıdır. Cehalet düşmanlık ve kavga üretir. Buna bir de yapay cehaleti ekleyin!

*Son sıralarda gerçek müminlerin, dünyanın aldığı olumsuz, menfi ahval nedeniyle mutsuz oldukları bir gerçek. Bunun temel nedeni değerleriyle barışık yaşama imkânından mahrum kalmalarıdır. Hayat tarzlarının zedelenmesi ve hayat alanlarının daralması Müslümanları mutsuz kılıyor. Bu durumda dünya mutluluğu ile ahiret saadeti arasındaki denge bozuluyor, mesafe artıyor. İkisini birden kazanma imkânı neredeyse son derecede azalıyor. Ortaya çıkan açık mutsuzluk olarak tezahür ediyor. Bu bir imtihan sırrı. Belanın büyüğünün peygamberlere ve sonrasında onlara benzeyenlere geleceği mervidir (Eşeddü'l-belâ 'ale'l-enbiya sümme'l-emselü fe'l-emsel). Peygamberler ve birinci ve ikinci derecede varisleri ulema ve evliya dünyada sonu gelmeyen belalara maruz kalıyorlar. Peygamberin kıssalarına muttali olanlar bu gerçeklere bigâne değildir. Dünya müminin zindanıdır. İslam'ı değerlerin hayattan çekilmesiyle birlikte müminler adeta sudan çıkmış balık gibi olurlar ve onlara hayat veren oksijenleri azalır. İsteseler de değerleriyle barışık olamamaları onlarda strese, gerilime ve dolayısıyla huzursuzluğa ve mutsuzluğa neden olmaktadır. Hayatın merkezinde İslam değil gayri İslami umdelerin olması dünya sistemi veya dünya ile barışık olamamalarını beraberinde getirir. Dünya ve ahiret istikametlerinde zıtlaşmaya neden olur. Hâlbuki Hazreti Peygamberimizin duası ikisinin uyumunu tazammun etmektedir; "Allahım geçimimi sağlayan, dünyamı ıslah et, dönüp varacağım yer olan ahiretimi de ıslah eyle!" Hâlbuki günümüzde hadiste belirtildiği gibi Müslüman elinde kor taşıyan kimsedir. Hayatın alevi ona dokunmaktadır. Adeta ateş çemberinden geçmektedir. Müslüman hayatın derkenarında yaşamakta ve dolayısıyla hayat tarzı ve ona bağlı hayat alanı daralmış durumdadır. Bu da yaşama sevincini alıp götürüyor. İman çizgisinde hakikate bağlı azınlık maalesef bu nedenle bugün dünyevi kıstaslarla mutlu olmaktan uzaktır. Zira inandığı değerler egemen değildir. Hâlbuki İslam ve hak 'yalu vela yü'la aleyhtir." İslami değerler mağlup edilemez. Bu durumda günümüzde aykırı bir dönemden geçildiği açıktır. Müslümanlarda bu halle dağlanmaktadır. Müslümanın hayatının bütünüyle gayri İslami değerler tarafından kuşatılması elbette huzurunun kırıntılarını da alıp götürecek, mutsuzluk endeksini ve stresini daha da artıracaktır.

*Müslümanlar 14 yüzyıllık tarihlerinde 10 yüzyılı açık ara ile kapatmışlardır. Sadece iki dilimlik dört yüzyıllık bir fetret veya rehavet tarihi vardır. Bundan dolayı İslam medeniyetinin yenildiğini söylemek büyük bir gaflet ve ötesinde cürettir. İslam medeniyeti yenilmese bile böyle hissedenler vardır. Bunlara özür dilemeciler (apologetics) denmektedir. Pısırıklar. Bu psikoloji içinde olanlar kendilerini inkâr etmekte ve redd-i mirasta bulunmaktadırlar. Bu algı ile sadece günümüzde değil, tarihte de yenildiklerini varsaymakta, tarihi üstünlüklerini ret ve inkâr etmektedirler. Sosyolog olmasına rağmen İbni Haldun bu psikolojiyi iyi analiz etmiş ve mağlupların galipleri taklit ettiklerini ifade etmiştir. Mesele afakta değil enfüsi bir makamdadır. Psikolojiktir. Pesimist/bedbin adam her şeyi karanlık ve kötü görür. Bu ruh haline Kafkavari/ kafkaesk denmektedir.

*Çok keyif bozucu ve zorlu günlerden geçiyoruz. Müslümanlar ise ' meta nasrullah/' makamındalar. Sağda solda Allah'ın yardımını gözlüyorlar. Bünye zayıf ve organize olmayınca kalleşlik de tavan yapıyor. En zayıf düşmanlar bile diş gösteriyor.

*Müslümanlar hem mefkûre hem de adalet açısından haklı durumundalar. Lakin ellerinde güç olmadığından, gücü elinde tutanlar tarafından eziliyorlar. Hakları gasp ediliyor.

Nasihat

*Nasihatçinin büyüğü küçüğü yoktur. Sadece nasihatin doğrusu veya eğrisi olabilir. Hikmet delilerin ağzından da sadır olabilir. Nasihati olgunlukla karşılamak gerekir. Veya samimi bir şekilde ayıbını göstereni; baş tacı etmeli ve nasihatini ganimet bilmelidir. Hazreti Ömer'in özlü sözlerinden birisi bu meseleye dairdir. Şöyle demiştir: Rahimahullahu imreen ehda ileyye uyubi. Allah bana ayıplarımı gösterenden razı olsun. Ona merhamet etsin!

*Nasihat ve nasihatçi konusunda şahsi veya zümre veya cemaat asabiyetini aşmak gerekir. Aksi halde bunlar yoldaki prangalardır.

*Nasihati veya ayıpları göstermeye karşı çıkmak kibirdir. Hayır ve tashih yolunun kapatılmasıdır. Nasihatname kültürünü terk etmektir. Bu, gelişememekle eşdeğerdir. Bu genelde enaniyet ve asabiyetin bir ürünüdür. Kişisel zeminde kendisini mükemmel kabul eden şahsiyet nasihat dinlemez. Bu hal enaniyetinden kaynaklanırken; zümre veya cemaat bazında da asabiyetten kaynaklanmaktadır. Buna grup enaniyeti de diyebiliriz. Cemaatlerin veya milletlerin inkişaf ve tekâmül edememesinin yegâne nedenlerinden birisi nasihat kültürünün eksik olmasıdır. Bu da her grubun hizip haline gelerek kendisini piri pak görmesi ve mükemmel olarak addetmesi sebebiyledir. Hâlbuki kemal sadece Allah'a mahsustur.

Nemelazımcılık

Günümüzün en önemli manevi hastalıklarından birisi nemelazımcılıktır. Bu da emri bi'l maruf ve nehyi ani'l münker prensibinin ihlalinden kaynaklanıyor. 

Nuh Tufanı

Bu arada El Hayat gazetesinin bir haberine göre Nuh tufanıyla alakalı olarak yeni bir tez gündeme geldi. Ümmü'l Kura Üniversitesinden Prof. Muhammed Bestoveysi yeni verilerden yola çıkarak Tufan'ın koptuğu ve yayıldığı yerler arasında Hicaz bölgesinin bulunduğunu da tespit ettiğini de ifade ediyor. Tufan Irak, Suriye (Şam bölgesi ve Anadolu) gibi bölgelerle birlikte bugünkü Hicaz bölgesini ve çevresini de etkisi altına alıyor. Hicaz'da Tufan'la ilgili kalıntıların bulunduğunu ifade ediyor. Geminin bindiği veya demir attığı yeri tayin etmemekle birlikte Tufanın bütün bölge havzasını kapsadığını ifade ediyor (http://www.islammemo.cc/akhbar/locals-ksa/2013/04/24/170874.html )

*Hud Suresinin 40'ıncı ayetinde Tufan'dan bahsediliyor ve burada anahtar bir kavram var. O da Tennur. Azerilerin ve bizim tandır dediğimiz şey. Tufan öncesi yeryüzü adeta bir tandır, volkan ve kaynıyor. Hamurun taşması gibi taşıyor. 'Gök suyunu tut; yer suyunu yut' emrine kadar böyle devam ediyor. Tennur ifadesi Kur'an-ı Kerim'in i'cazkar ifadelerinden birisidir. 'Gök suyunu tut, yer suyunu yut' ifadesi de aynı şekilde i'cazkar ifadelerden birisidir. Yine de yerden bir hayır çıktı ve en azından Nuh Tufanına yeniden bir göz attık.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

"Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra da dosdoğru yaşayanlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.

Ahkaf,13

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Geçmiş peygamberlerin sözünden (hiç eksiksiz) nâsın eriştiği haberlerden birisi de: Utanmazsan dilediğini işle! (sözü) dür.

Abdullâh b. Mes'ûd (r.a)'dan

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI