MUHAKEMAT NOTLARI-4

Ders: Muhakemat(4.Ders) İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz *Üstad Bediüzzaman bu gün işleyeceğimiz derste İslam güneşinin yer yüzünün her tarafında parlamasına şimdiye kadar mani olmuş sekiz mani ve o manileri bertaraf edecek üç hakikat üzerinde duracak..Bu meseleyi Hutbe-i Şamiye adlı eserinde biraz daha tafsilatlı ele almış.(bkz; Hutbe-i Şamiye, s. 28 vd.)


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-11-22 10:37:26

Ders: Muhakemat(4.Ders)

İzah: Prof. Dr. Ahmet Akgündüz

*Üstad Bediüzzaman bu gün işleyeceğimiz derste İslam güneşinin yer yüzünün her tarafında parlamasına şimdiye kadar mani olmuş sekiz mani ve o manileri bertaraf edecek üç hakikat üzerinde duracak..Bu meseleyi Hutbe-i Şamiye adlı eserinde biraz daha tafsilatlı ele almış.(bkz; Hutbe-i Şamiye, s. 28 vd.)

* "O maniler ise: Ecnebilerde taklid ve cehalet ve taassub ve kıssîslerin riyaseti" (Muhakemat, s. 10)

Not: Üstad, Hutbe-i Şamiye'de bu konuda şöyle söylüyor; "Ecnebilerin cehli ve o zamanda vahşetleri ve dinlerine taassublarıdır. Bu üç mani, marifet ve medeniyetin mehasini ile kırıldı, dağılmağa başlıyor.

 Dördüncü ve Beşinci Maniler Papazların ve ruhanî reislerin riyasetleri ve tahakkümleri ve ecnebilerin körükörüne onları taklid etmeleridir. Bu iki mani dahi fikr-i hürriyet ve meyl-i taharri-i hakikat, nev'-i beşerde başlamasıyla zeval bulmağa başlıyor.(Hutbe-i Şamiye, s.28)

Not: Bu taassup ve cehaletleri hakkında en güzel bir açıklamayı merhum allame Mevlana Şibli Numani(1857-1914) Siretü'n Nebi adlı şaheserinin mukaddemesinde izah etmiş. O izahlardan bir kısmı burayı almayı uygun gördüm; "Avrupa, bir süre öncesine kadar İslam hakkında hiç bir şey bilmiyordu. Bir şey­ler öğrenmeye karar verdiği zaman da uzun süre boyunca insanı hayrete düşüren, asılsız düşünce ve vehimlere takılıp kaldı. Avrupalı bir yazar şöyle der:

"Hıristiyanlık, İslâm'ın doğduğu dönemden bugüne kadar asırlar geçtiği hal­de İslâm üzerinde ne bir araştırma yapabilmiş, ne de onu anlayabilmiştir. O sade­ce korkudan titremiş ve ona karşı koymak için kendisine verilen emri yerine ge­tirmiştir. Ama Fransa'nın tam ortasında müslümanlar ilk defa durduruldukların­da, onların önünden kaçmakta olan Avrupalılar geriye dönüp baktıklarında gör­düler ki, kendilerini bir hayvan sürüsü gibi kovalamakta olan köpek uzaklaşıp git­mektedir."

Avrupalıların Müslümanları nasıl tanıdıklarını ünlü Fransız yazar Henry de Castry Arapçaya tercüme edilen kitabında şöyle anlatıyor:

"Orta Çağ Avrupası'nda İslam hakkındaki yaygın olan hikâyeleri ve hurafele­ri müslümanlar duydukları zaman ne diyecekler bilmiyoruz. Müslümanların din ve inançlarını tanımadıkları için uydurulan bütün bu hayali destanlar ve yazılan şiirler, kin ve nefret doludur. Bugün Avrupa'da hâlâ devam eden İslam hakkında­ki yanlış düşünce ve kötü kanıların sebebi işte bu eski bilgilerdir. Her Hıristiyan şa­ir, Müslümanları putperest kabul etmekteydi. Aşağıda sıralandığı şekilde Müslümanların üç ilahı olduğuna inanıyorlardı: 1- Mahom veya Mahon ya da Mafomid, 2. Uplin, 3. Tramagan.

Onların düşüncesine göre; Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, dininin te­melini, kendinin ilah olduğu iddiası üzerine kurmuştu. Çok daha enteresanı şudur ki, -gerçekte putları kıran ve putların amansız düşmanı olan- Hz. Muhammed'in, insanları altından yapılmış kendi putuna tapmaya davet ettiğini ileri sürüyorlar ve şöyle diyorlardı: Hıristiyanlar İspanya'da Müslümanlara galip gelip de onları Zara-gosa surlarına kadar sürünce, müslümanlar geri dönüp putlarını parçaladılar. O dönemin büyük putu olan ilah Uplin bir mağarada bulunuyordu. Ona saldırdılar, çok ağır sözler söylediler, küfürler ettiler ve iki kolunu kırarak bir direğe astılar, ayaklarının altına alıp çiğnediler, sopalarla vura vura parçaladılar. İkinci ilahları olan Mahom'u bir çukura attılar. Domuzlar ve köpekler dişleriyle onu paramparça ettiler. Daha önce hiçbir ilah böyle hakarete uğramadı. Müslümanlar daha sonra gü­nahlarından tevbe edip yaptıklarından dolayı putlarından özür dilediler ve parça­lanan putlarını tekrar yaptılar. Bunun üzerine Kral Şarl, Zaragosa'ya girince adam­larına bütün şehri araştırmalarını emretti. Onlar da mescidlere girerek, camilere da­larak ellerindeki demir çubuklarla Mahom'u ve diğer bütün putları parçaladılar.'

Yine, bir şair olan Richard ise Allah'a dua ederek: "Mahom putuna tapanları yenmeyi nasip etmesini diliyordu. Daha sonra aynı şair Haçlı savaşlarına katılma­ları için kralları şu cümlelerle teşvik ediyor: 'Kalkınız, Mafomid ile Tramagan put­larım deviriniz ve onları ateşe atın da, onları kendi ilahınıza kurban ediniz."(Mevlana Şibli Numani, Siretu'n Nebi, Urducadan Türkçeye Tercüme; Son Peygamber, mütercim; Yusuf Karaca, Cilt; 1, s. 77-78, İz Yayıncılık, İst. 2014, 6. Baskı)

Geçen asrın başında Libya'yı yutmak üzere saldıran İtalyan sömürgecileri de genç askerlerin dilinden annelerine söylenmiş şöyle bir marşı dillendirebilmişlerdi;

"Ana duanı tamamla, ağlama

Gül, umutlan..

Bilmiyor musun İtalya beni çağırıyor

Melun milleti ezmek için

Trablus'ta kanı akıtmaya

NeÅŸe ile gidiyorum.

Bakireleri Sultanlara peşkeş çeken

İslam Dini ile savaşacağım.

Var gücümle

Kur'an'ı ortadan kaldırmak için

Çarpışacağım"(Emir Şekip Arslan, Müslümanların Gerileme Sebepleri, s.34-35, çev. Abdülvehhab Öztürk, Nur Yayınları, Ankara, Tarihsiz)

Son bir not da muhterem Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma Bey'in, İslam Ve Tarih adlı eserinden; "Paris'te ilkokul öğrencisi Müslüman bir çocuğa hususi olarak "İslam Tarihi" dersi verirken, bu çocuk devamlı olarak İslam, İran, Türk, Arap düşmanlığını ortaya koyuyor ve bu kelimeleri duyunca küfür edilmiş gibi oluyordu. Bana dedi ki; "Benim öğretmenim Müslümanların tarihini böyle anlatmıyor. Müslümanlığın ilk şartı namaz değil, dört kadınla evlenmektir."(İhsan Süreyya Sırma, İslam Ve Tarih, Beyan Yayınları- İst-1991)

* Ve bizdeki mani ise; istibdad-ı mütenevvi (Muhakemat, s. 10) İslam âlemindeki çeşitli istibdatlar. Bu istibdatlar çok, başlıcaları; İlmi istibdat, siyasi istibdat, manevi istibdat(mahalle baskısı) gibi.(bkz. Prof. Dr. Şadi Eren, Muhakemat Notları, s. 25)

Not; Üstad bu hususa Eski Said eserlerinde çokça yer vermiş. Biz üç numuneye yer vermek istiyoruz; Devlet-i ilmiyede meşrutiyet-i ilmiyeyi tesis etmektir. Tâ ki efkâr-ı umumiye-i ilmiye feveran ile, ağraz ve enaniyet ve evham ve şübehatı bel' etsin. Zira her bir âlim, kendi fikrini herkese kabul ettirmekle taklid yolunu açmak ve taharri-i hakikatın yolunu sedd etmekle bir nevi istibdad-ı ilmiye yapıyor.(23 Mart 1909, Dağ meyvesi acı da olsa devadır" adlı yazısından, Âsâr-ı Bediiyye)

"İstibdad tahakkümdür, muamele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, re'y-i vâhiddir, sû'-i istimalata gayet müsaid bir zemindir, zulmün temelidir, insaniyetin mâhîsidir. Sefalet derelerinin esfel-i safilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefalete düşürttüren ve ağraz ve husumeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hattâ her şeye sirayet ile zehrini atan, o derece ihtilafatı beyn-el İslâm îka' edip Mu'tezile, Cebrî, Mürcie gibi dalalet fırkalarını tevlid eden, istibdaddır. Evet taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledi olan istibdad-ı ilmîdir ki; Cebriye, Râfıza, Mu'tezile gibi İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir."(Münazarat'tan)

 "İstibdad herkesin damarlarına sirayet etmiş idi. Çok nam ve suretlerde kendini gösteriyordu. Çok dâm ve plânlar istimal ediyor idi. Hattâ benim gibi bir adam, ilmi vasıta edip tahakküm ediyor idi. Veyahut sehavet-i milliyeyi sû'-i istimal eder idi. Ve yahut şu şeyh gibi necabeti sebebiyle herkes onun hatırını tutarak, tutmakla mükellef bildiğinden tahakküm ve istibdad ediyordu."(Münazarat'tan)

Üstad, Hutbe-i Şamiye'de şöyle diyor; "Bizdeki istibdad ve şeriatın muhalefetinden gelen sû'-i ahlâkımız mümanaat ediyordular. Bir şahıstaki münferid istibdad kuvveti şimdi zeval bulması, cemaat ve komitenin dehşetli istibdadlarının otuz-kırk sene sonra zeval bulmasına işaret etmekle ve hamiyet-i İslâmiyenin şiddetli feveranı ile ve sû'-i ahlâkın çirkin neticeleri görülmesiyle bu iki mani de zeval buluyor ve bulmağa başlamış. İnşâallah tam zeval bulacak.(Hutbe-i Şamiye, s.28)

*Geçen senelerde Helsinki'de bir toplantı yapıldı. Ben de katıldım. İngilizce olarak tebliğimi sundum. Orada hanım bir Profesör, Vatikan namına bir konuşma yaptı. Sonra geldi, beni tebrik etti; "senin konuşmanı şaşkınlıkla dinledim" dedi, yanındaki zata işaretle "bu da benim beyim" dedi. O da Profesör ve Vatikan'ın piskoposlarından.

Sonra o hanım dedi ki; "Akgündüz, biz İslam âlemi adına çok sevinçliyiz. İslam âlemi Muhammed bin Selman(Suudi prensi) gibi bir kahramanı çıkardı" dedi. Kadın zannediyor ki ben de o adamı seviyorum. "Efendim" dedi, "biz heyet olarak gittik. Dedik ki "efendim, Kur'an-ı Kerim'de bazı yerlerde Hıristiyan ve Yahudiler için kâfir kelimesi geçiyor. (nan bi leaver) Mümkünse bunları tashih edin, düzeltin."

"Ne demek" dedi, bir talimat verdi, Suudi devletinin dağıttığı bütün Kur'an meallerini toplattı, (kâfir) geçen ibareleri nan Müslim(Müslüman olmayan" diye değiştirdi diyor.

İstibdat işte bu. Alçağa bak! Kur'an'ı tahrif ediyor adam..Allah bizi onların belasından korusun. 

*İlim de istibdata vesile olabiliyor. Bir kısım kimselerin "benim görüşüm doğru" diye bastırmaları gibi.

Not: Akgündüz hoca eski Muhakemat derslerinin (1990 senelerinde yapılan bir ders)birinde "İnhisarcılık bir istibdaddır. "Sadece İslam'a biz hizmet ediyoruz. Bu meseleyi dünyada sadece benim efendim, hocam bilir" vs gibi. Mesela bir kardeşimiz iyi bir göz doktoru.. Ben desem ki "bu kardeşimiz bu sahada dünyada tekdir, ondan daha üstünü yoktur." Ya etme eyleme.. Bu bir istibdaddır" demektedir(Salih Okur)

*Ahlâksızlık(Muhakemat, s. 10) Üstad İslam güneşinin tutulmasının bizdeki ikinci manisi olarak ahlaksızlık olduğunu söylüyor. Akgündüz hoca burada ahlaksızlığı sefahat olarak nitelendiriyorsa da daha geniş olarak ahlakı ele almanın daha uygun olacağı kanaatindeyim. Prof. Dr. Şadi Eren Bey de Muhakemat Notlarında böyle ele almış ve demiş ki; "İslam dini en güzel ahlakı ve en kâmil insan modelini ortaya koymakla beraber, uygulamada İslam'a göre yaşanmayışı, gayr-i Müslimlerin İslam'ı kabullerinde önemli bir engel olmuştur. İslam bir vadide, Müslümanlar başka bir vadide olunca kuvvetli bir cazibe meydana gelmemiştir"(Şadi Eren, a.g.e, s. 26-27)

*Üçüncü mani yeistir. Yani ümitsizlik hastalığının İslam ümmeti içerisinde yeşermesi.

Not: Emir Şekip Arslan merhum, "Müslümanların Gerileme Sebepleri" adlı eserinde der ki; "Son asırlarda Müslümanların gerileme sebeblerinin en büyüklerinden biri, kendilerine güveni kaybetmeleridir. Bu,(ümitsizlik) sosyal hastalıkların en müzmini, psikolojik depresyonların en kötüsüdür. Yakaladığı insanı öldürür, musallat olduğu cemiyeti çökertir."(a.g.e, s. 116)

*Dördüncü hastalığımız ise, din ile bilim arasında varsayılan hayali tenakuzlardır. Bizi dünya rahatından ve ecnebileri âhiret saadetinden mahrum eden, İslam güneşinin tutulmasına en büyük sebeplerden birisi budur. "Fünun-u cedidenin bazı müsbet mesaili, hakaik-i İslâmiyenin zahirî manalarına muhalif ve muârız tevehhüm edilmesiyle, zaman-ı mazideki istilasına bir derece sed çekmiş(Hutbe-i Şamiye, s. 29)

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Onu(Kur’an’ı) Ruh-ul Emin(Cebrail), inzar edenlerden olasın diye, kalbine apaçık Arapça olarak indirmiştir.

Åžuara:193-195

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Yanında ana babası, ya da onlardan biri yaşlanıp da, gerekeni yaparak cennete giremeyen kimsenin burnu sürtülsün!"

Müslim

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI