MUSTAFA ÖZCAN İLE A’DAN Z’YE-9

Fransa Fransa’da yasaklar Yahudileri korumak, Müslümanları ise cezalandırmak için vardır. Sözgelimi Siyon Liderlerinin Protokolleri gibi kitapların Arapça çevrilerin tedavülü yasaklanırken Müslüman çevreler veya kitap evleri tarafından satışları da engellenmiştir.


Mustafa Özcan

mustafaahmetozcan@gmail.com

2019-10-15 16:07:05

Fransa

Fransa'da yasaklar Yahudileri korumak, Müslümanları ise cezalandırmak için vardır. Sözgelimi Siyon Liderlerinin Protokolleri gibi kitapların Arapça çevrilerin tedavülü yasaklanırken Müslüman çevreler veya kitap evleri tarafından satışları da engellenmiştir.

*Fransa, katıksız dini kitaplar zümresinden olan Yusuf Karadavi'nin İslam'da Haram ve Helal gibi teknik kitapları bile yasaklanmıştır. Fransa en geniş kapsamlı yasak kitap listesine haiz tek özgürlükler ülkesi olma vasfını taşımaktadır.

*Pozitivizmi yaysalar da sonuç itibarıyla Fransızlar da yüreklerinin derinliklerinde Haçlı duyguları barındırmaktadırlar. De Gaulle gibi içeride laik dışarıda ise Katoliktirler.

*Charlie Hebdo saldırısının hemen akabinde kimi Batı basını ve Yahudi lobileri bu saldırıyı dünyadaki tüm Müslümanları zan altında bırakacak şekilde işlediler, yönlendirdiler. Bu yayın tarzıyla Müslümanlar açısından zaten kısıtlı olan hürriyet ortamını daha da daraltmış oldular. 'İfade ve konuşma özgürlüğü' adı altında karşı hamle başlattılar. Bu propagandaların Türkiye'deki ayağını Cumhuriyet gazetesi üstlenmiş ve Fox tv gibi Yahudi sermayesine ait bazı kanallar da bunu konuşma özgürlüğüne karşı yapılan provakatif saldırı olarak sunmuştur. Sözde mizah özde Müslüman karşıtı olan bu dergiye yapılan saldırıdan sonra Fransa'da yaşayan Müslümanlara karşı en az 15 şiddet içeren islamofobik saldırı gerçekleştirilmiştir. Bu saldırılardan bazıları camilere yöneliktir. Toplumun ve Fransız siyasilerinin Müslüman azınlıkla var olan sürtüşmelerinden dolayı dergi baskınından sonra tırmanan İslam karşıtı eylemler, maşeri vicdanda daha da hazmedilir hale gelmiştir. Bu olay, Fransızların zaten var olan islamafobik saldırılarına ilaveten, Fransız toplumuna ve kültürüne yeterince entegre olamamış Müslüman kitleye yönelik maddi ve manevi şiddetin ivmesini daha da artırmıştır.

*Fransız vatandaşlarının çoğu resmi düzeyde Katolik olsa da, nüfusun çoğunluğu dindar olmaktan uzak. Fransa'nın inanç merkezinde sekülerizm ve sekülerizmi devam ettirme arayışı ve anlayışı mevcut olduğundan; Fransa'da artan Müslüman nüfus doğal olarak Fransa'nın laikliği sürdürme konusundaki bazı endişelerini alevlendirmiştir.

*Fransa, Batı Avrupa'da en büyük Müslüman nüfusa sahip ülkelerden birisidir. ABD'de Müslümanlar nüfusun yaklaşık yüzde üçünü oluştururken, Fransa'da ise bu rakam yüzde 5.7'dir. Fransa'da var olan Müslüman nüfusu büyümeye devam ederken, 2004'te Fransa, okullarda başörtüsünü ve diğer dini sembolleri yasaklayan bir yasa çıkarmış ve 2014'te ise insan hakları mahkemesi kamuda bir kadının burka tarzında yüzünün büyük kısmını kapatacak kıyafetleri giymesini yasaklayan bir yasayı onaylamıştır. 

Gadir Hum

 İranlıların Gadir-i Hum üzerinden İslam dünyasına yönelik siyasi tekel oluşturma tezleri (veliyi fakih) en iyi ihtimalle temeli batıla dayalı bir içtihattır. Esasında Gadir-i Hum da vasiyet ve tayin olmadığı gibi Humeyni'nin veliyi fakih teorisi de aynı şekilde temelsizdir. Bunlar 'uydur, yakıştır' şeklinde dipsiz, mesnetsiz iddialardır. İtikatlarınca Hazreti Peygamber Hazreti Ali'ye, Humeyni de mollalara ve din adamlarına vasiyet etmiş! Ümmet bunun neresinde? Onlara göre küfür cephesinde. Hazreti Muhammed'in ilk nesli onlara göre çürük çıkmış. Onlar ise Hazreti Peygamber neslinden daha sağlam, taş fırın adamlar! Daha neler?

Garipler

Garip olan kimse saptırıcı heva ve hevesini gemler. Onun peşine düşmez. Hakkı temsil edenlerin azaldığı bir sırada serdengeçti bir şekilde hakkı tutar ve kaldırır. Kederi fazla, sevinci azdır. Onunla ülfet kurulmaz, yanından teğet geçilir. Müslümanın sermayesi dinidir. Dini nereye o oraya. Ne onu kimseye emanet eder ne de hazarda ve seferde yanından ayırır. Garip, günahkâr gibi boynu eğik, borçlu gibi sinik, şüpheli gibi tedirgindir.

*Garibin dünyalıktan yana nasibi azdır. Namaz niyazı tamdır. Nafakası kıt kanaat (kefaf) miktarıdır. Mecliste yer gösterilmez. Varlığı yokluğu birdir. Mirası ve arkasından gözyaşı dökeni azdır. Gariplerin piri Hazreti İsa'dır. Abdullah İbni Amr gariplerin dinleriyle firar eden insanlar olduğunu ve kıyamette Hazreti İsa ile buluşacaklarını haber verir. Allah kulları arasında öne çıkmayanları, gizlileri, müttakileri, ebriyayı makbul tutar. Onlar, kaybolduklarında aranmazlar. Ardlarına düşülmez. Geldiklerinde tanınmazlar. Gönülleri hidayet kandilleridir. Her karanlık ve kör fitneden salimen çıkarlar. Allah'a yemin etseler, Allah onların yeminlerini geri çevirmez. Hakkın nazlılarıdırlar.

*Bu aşamada yeryüzü gariplerin iktidarıyla buluşmaya ve tanışmaya hazırlanıyor. Bir müjde olarak Enbiya Suresi 105'inci ayette şöyle buyrulmaktadır:" Andolsun ki; zikirden (Tevrat'tan) sonra Zebur'da, arza salih kullarımızın varis olacağını, yazdık…" İşte arzın sahipleri Tevrat, Zebur ve Kur'an diliyle salih kullar ve onların son nesli olan gariplerdir. Gariplerin şafağı söküyor. 20'inci yüzyıl gariplerin dirilişine sahne olmuştu. 21'inci yüzyıl ise ayakları üzerine kalkışlarına sahne olmaktadır.

*Şimdi o gariplerin filizleri ayakları ve gövdeleri üzerine yükselmektedir. Diktatörlerin yüzyılının enkazının altından bastırılmış gariplerin yüzyılı fışkırmaktadır.

*20'nci yüzyıl aynı zamanda gariplerinde yüzyılıdır. Hakka inananlar Mekke dönemindeki gibi yalnız, biçare ve garip kalmışlardır. Dolayısıyla ya dışlanmışlar ya sürünmüşler ve sürülmüşlerdir. Menzil ve durakları hapisler olmuştur. Lakin garipler, kimsesizler veya bozulanı düzeltenler ve yıkılanı tamir edenler ve salih kullar onca çileden sonra yeniden ayakları üzerine doğruluyorlar. Muhammed Kutup, gureba/garipler, biçareler ve kimsesizler hadisine dayanarak önümüzdeki dönemde Müslümanların bir kez daha zaferle randevusu olduğuna temas etmiştir. Hadiste gariplerin dirilişi şöyle tasvir edilmektedir. "İslam garip olarak zuhur etmiş ve başladığı gibi yine garip olarak dönecektir. Gariplere müjdeler olsun. 'Onlar kimdir ya Rasulullah?' sualine karşı da Efendimiz :" İnsanların bozduklarını düzelten, ıslah eden kimselerdir' buyurmuşlardır. Bunlar salih kimselerdir.

*Bisetten sonra her kabileden veya oymaktan iman edenler tanınmamak için dinlerini gizlemişler ve bilinmeleri halinde de kabileleri tarafından dışlanmışlardır. Bu halleriyle peygamberimizin tarifiyle gariplik ve gurbet dönemi yaşamışlardır. Medine'ye hicrete kadar da durumları aynı kalmıştır. Gariplerin ikinci zuhurları ise hadiste beyan edilen İslam'ın beşinci dönemine yani peygamberlik metodu üzerine hilafete tekabül etmektedir. Adeta 20'inci yüzyıl onların Mekke devresi olmuştur. 21'inci yüzyıl ise Medine devresine tekabül etmektedir.

Gayb

Muhammed Abdullah Avn, Basiret Gözü adlı görüntülü derslerinde gayb ile alakalı olarak kısaca şu bilgileri paylaşıyor: Gayb iki kısımdır. Mutlak gayb ve paylaşılan ya da mukayyet gayb! Gayb müteşabihat veya muhkemat gibidir. Mutlak gayb muhkemata benzer. Temel gayb budur. Allah katında gizlenmiştir. Kullar buna muttali olamazlar. Gaybın perdeleri dereceli olarak açılır. Herkes kendi nasibinde bu açılan perdelerden gayb huzmelerine aşina olur. Bazen de bilgi ihatalı olmadığından yorumunda yanılır.  Sınırlı gayb bilgisiyle sınırsız ve mutlak gaybı çözemez, ihata edemez ve yorumunda yanılır. Gayb perdelerini açan Kur'an ve Sünnet kaynaklı ya da onlardan mülhem haberlere ve keşiflere ise nübüe/nübüat diyoruz. Şimdi bütün dünyada ve bütün dinlerde kurallar (şeriat) yerine bu eğilimin ve gaybın haberlerine ilginin öne çıktığını görebiliyoruz. Yahudilerde İbni Meymunculuk yerine Kıyametçilik, Hıristiyanlar da İncilciler ve Şii ve Sünni'siyle İslami kesimlerde de aynı damar öne çıkmıştır. Bu trend genel eğilim haline gelmiştir. Bu da bütün din mensuplarına göre ahirzaman diliminde yaşadığımızın resmidir.

*Nübüe veya nübüat yani gayb haberleri geçmiş veya aktüel veya pasif veya aktif metinlerde yerlerini alırlar. Allah bunlar vasıtasıyla veya gayb dili üzerinden kullarına seslenir. Elbette bu şifrelidir. Allah bazen kullarına bildirir lakin bu bildirim muğlâk olarak kalır. Kul künhüne vakıf olamaz, nüfuz edemez. Elbette haberleşme peygamberleri vasıtasıyladır. Lakin ilham ve keşif düzeyinde de ikincil kanallarla da devam eder. Kimileri Peygamberlerin bile gabya muttali olamadıklarını söylüyorlar. Bu şefaat meselesi gibidir. Allah'ın izni dairesinde olur. Onun izin vermediğine kimse ulaşamaz. Bu nokta kesindir, tartışma götürmez. Tartışma, izin verilen oranın veya paylaşılan oranın anlaşılması ve sıhhatiyle alakalıdır.

*İlahi metinlerdeki veya hadislerdeki nübüe, gayb perdelerinin yırtılması ve açılmasıdır. Allah mutlak gaybını yine gayb haberleriyle (nübüe) izafileştiriyor, açıyor, sınırlıyor. Bu alanda yanılma payı yüksek olduğundan ihtiyat esastır. Bu anlamda, merhum Ömer Süleyman Aşkar bir konuşmasında ilahi zaferin garanti olduğunu lakin vakit tayini konusunda ihtiyatın elden bırakılmaması gerektiğini söyler. Zira bu gayb haberlerini kendine yansıtan bazıları vaktiyle hayali misyonlara soyunmuşlar ve bu da anlam ve istikamette kayma ve sapmalarına neden olmuştur. Yahudilik ve Hıristiyanlık ve İslam'daki fırkaların çoğunluğu bu nedenden ortaya çıkmıştır. Yehova Şahitleri, Kadiyaniler, Bahaîler ve Şii fırkalarının geneli, Sebataistler bunlara örnek olarak verilebilir. Bugün İŞİD taife-i mensuru hadisine dayanarak kafa ve baş koparıyor. Reşad Halife '19 mucizesi' üzerinden yeni bir fırka türetmiştir.

Gazetecilik

Günümüzde âlimlerin gözde mesleklerinden birisi ise gazetecilik veya yazarlıktır. Elbette İslami konularda her yazan âlim sayılmaz. Buna dair Fehmi Huveydi'yi misal verebiliriz. İslami konularda derinlik sahibi olmasına rağmen kimse kendisine âlim nazarıyla bakmaz. Bununla birlikte 20'inci yüzyılın aksiyoner veya aktif âlim kuşağı genellikle gazetecilik veya yazarlık yapmıştır. Bediüzzaman'ı, Volkan yazılarından tanıyoruz. Mevdudi , Tercümanu'l Kur'an dergisiyle iştihar etmiştir. Hasan el Benna hem Reşid Rıza hem de Muhibbiddin Hatip gibilerle birlikte dergicilik ve yayıncılık yapmıştır. Bağımsız dönemleri de olmuştur. Cezayir'de Cemiyetü Ulumai'l Müslimin'in kurucusu Abdulhamid Bin Hadis de gazeteci veya dergicidir. Gazetecilik dönemlerinde tehlikeli sulara girdiği için suikast teşebbüsleri bile atlatmıştır. Cezayir'de yayınlanan Şuruk gazetesi yazarlarından Abdunnasır, ' Bin Badis ve kardeşleri gazetecilerdi' başlıklı yazısını Bin Hadis'in gazeteciliğine hasretmiş. Hasan el Benna ile dost olan Bin Badis de Müntekad, Şihab ve Necah isimli gazete veya dergileri yayın hayatına sokmuş ve bu mevkutelerde başyazarlık yapmıştır. Cezayir basınının öncü isimlerindendir. Gazeteci âlim değil, âlim gazetecidir.

 

Hakperestlik

Hakperestlik ahlaki yüceliğin bir sonucudur. Ahlaki kemal sahipleri doğru kimden gelirse gelsin gocunmaz ve yüksünmezler. Kaynağına değil doğrunun kendisine bakar. Biz de ise mesele tersyüz edilerek; Üzümünü ye bağını sorma şekline çevrilmiştir. İmam Gazali gerçeği çölde kaybolan keçiye benzetir. Önemli olan keçinin bulunması ve kurtarılmasıdır. Esas olan onun bulunmasıdır. Kimin bulduğu ise tali bir meseledir.

Hama Olayları(1982- Suriye)

Hama'nın laneti rejimin peşini kovalamaktadır.

*Elbette İhvan-ı Müslimin'in Hama çıkışı, Cemaat-ı İslami'nin Mısır'daki silahlı eylemleri ve GIA ve Kaide'nin yöntemleri tartışmalıdır. Bir zümrenin silahlı bir eylemde bulunması, meşruiyetinin ötesinde faydalı mıdır zararlı mıdır?

*Suriye rejimi Hama yaralarını sarmış olsaydı belki de bugünkü noktaya gelmeyecekti. Lakin sarabilir miydi? Sarması zordu ve ucu kendisine dokunacağı için işine sarmamak geldi. Beşşar'ın halk galeyanı öncesinde ve sonrasında Hama katillerini saraylarında sakladığı onlara kol kanat gerdiği biliniyordu. 

*Rıfat Esat, Hama katliamını nüfus planlaması olarak tanımlamıştı. Son katliamlara seyirci kalan dünyanın da Rıfat'ın bu yaklaşımına katıldığı varsayılabilir. 

Hamas

*Hamas askeri olarak İsrail'in burnunu sürttüğü gibi diplomasi olarak da Mısır'ın burnunu sürtmüştür. Zaferinin tek boyutu kalmıştır bu da siyasi zaferdir. O da vaktini bekliyor.

*Hamas'ı ölümüne direnişe sevk eden birincisi yalnızlığı ikincisi de yaşadığı ekonomik darboğazdır. Yani artık Gazze'yi yönetemeyecek hale gelmesidir.

*Mısır rejimi Hamas'a İsrail kadar hasım..

*Faşizmin ve Nazizmin somutlaşmış hali olan İsrail Ekonomi Bakanı Naftali Bennett, Hamas'a üye olmayı cehennem bileti ( ticket to Hell) haline getirecekleri taahhüdünde bulunuyor.

*Müslüman Kardeşler ve uzantısı Hamas, Araplarla İsrail arasında ortak düşmandır. Kimileri artık bunu telaffuz etmekten çekinmiyor. El Ahram gazetesi Yayın Yönetmen Yardımcısı İzzet Sami, twitter hesabından atmış olduğu bir mesajında Netanyahu'nun saldırganlığı karşısında şunları yazabilmiştir: "Ellerin dert görmesin. Ellerine iyilik sağlık ve Allah senin gibilerinin sayısını artırsın…" Bu kadar da olur demeyin. El Ahram Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcısı Dr. İmad Cad buna tüy dikerek Hamas'ın Gazze'de tırmandırma politikası izleyerek aslında Mısır'ı hedef aldığını ve Kahire'yi zora soktuğunu ileri sürmektedir! Hamas İsrail'i vuruyor, Mısır ses veriyor! Hamas İsrail'e vurdukça, Araplar ses veriyor.

*Kısaca Hamas'a tek yanlı cehenneme bilet keseceklerini söyleyen İsrailli liderlerin kuyruğu vakıa ile karşılaştıkça kısılmış kısılmış ve vakıaya teslim olmuştur. Hamas'ı hafife almışlar ama Hamas dişli çıkmıştır. Çatışmalar öncesinde İsrail için cehennemin kapılarının açılacağını söylemiş ve gerçekten de İsrail dünyada cehennem ateşinin numunesini tatmıştır. Hamas ve ortakları başarılı bir direniş sergileyerek Müslümanların eğilen başlarını yeniden kaldırmalarını sağlamıştır. 

Hariciler

Haricilerin tarihi modeli Zülhuveysıre adlı bir kimsedir. Temim kabilesinden olan bu şahıs, Peygamberimizin adaletine razı olmamış, itiraz etmiştir. İbni Sayyad nasıl bir Deccal modeli ise Zülhuveysıre de Harici modelidir. Zülhuveysıre ilk haricidir ve onun ötesinde tarihe geçen Haricilik modelidir. Sonradan gelen bütün hariciler onun kademi üzerinedirler. Onun devamı sayılırlar. Hazreti Peygamberi hafife aldıkları gibi, onun dışında Hazreti Osman ve Hazreti Ali gibi ashab-i güzin olan sahabeleri de tekfir ederler. Bu onların cüretlerini göstermektedir.

*Libyalı ulemadan Ali Muhammed Sallabi, Fikru'l Havaric ve'ş Şia başlıklı eserinde çağdaş haricilerin özelliklerini sayıp döker. Bu özelliklerinden birisi davranış bozukluğudur. Âlimlere su-i zan ederek davranış bozukluğu sergilemek harici damarın önemli özellikleri arasındadır. Bu çizgidekiler denge veya muhakeme-i akliyeden ve şer'iyeden yoksundurlar. Haricilerin özellikleriyle alakalı olarak Ali Muhammed Sallabi bazı özellikler sayar. Bunlar rahatlıkla Mustafa İslamoğlu gibilerine intibak etmektedir. Bunlardan birisi, öğretmensiz, rehbersiz, hocasız kitaplardan okuyarak kendilerini geliştirme veya yetiştirmeleridir. Halbuki kitaplardan bilgi alınır ama terbiye alınmaz.

*Talim ile iktifa edenler terbiyeyi almadan yani işin özünü dalmadan kışrıyla yetinirler. Kitap ve Sünnet sahasında derinlik sağlamadan kafalarına göre hüküm çıkarırlar. Harici zihniyet ayrıca ulemadan yüz çevirir. Kimseden yardım almadan, ulemaya müracaat etmeden doğrudan kitaplardan kafalarına göre hüküm çıkarırlar. Ulemayı ve geleneği devre dışı bırakırlar. Harici karakterin özelliklerinden bir diğeri de taklidi zemmetmeleridir. Bu heva ve ahva yönlerini gösterir. Bu gibi zevat başkalarına tabi olmazken, herkesin kendilerine tabi olmasını ister ve bundan zevk alırlar. Bunların fikri kısmının haricinde kalan eylemci kısımları kendilerine tabi olmayanları her vesile ile sustururlar. 

*Ali Muhammed Sallabi önemli başka bir hususa dikkat çekerek, harici karakterin ve zihniyetin ortaya çıkmasının nedenlerinden birisini de nefis tezkiyesinden yani mücahade atmosferinden veya klasik dille seyri-i sülükten geçmemiş olmalarına bağlar. Kısaca manevi tornadan geçmemişlerdir. Bundan dolayı ittiba ile değil ibtida ile iştihar etmişlerdir. Şer-i şeriften buyruk almak yerine başlarına buyruk hareket ederler. Bu bir Protestanlaşma çığırıdır. Bu mühim bir husustur. Zira Haricilerin ilk nesli arasında hiçbir sahabe yoktur. Yani Peygamberin sohbetine katılmamış ve kandilinden ve ışığından aydınlanmamışlardır. Sahabe kuşağına da yabancıdırlar. Âlimlere de. Bütün bunların muhassalasından karşımıza Mustafa İslamoğlu gibi nevzuhur şahsiyetler çıkmaktadır.

*Haricileşme eğilimi taşıyan hareketlerin temel vasıflarından birisi kendilerini merkeze alma ve başkalarını da tekfir etmeleridir.

*Vaktiyle bu tekfir ve haricileşme eğilimine karşı Mısırlı Müslüman Kardeşler hareketinden Salim Behnesavi 'el Hükm ve Kadiyyetü Tekfir' isimli eserini yazarak bu eğilimle mücadele etmiştir. Karadavi'nin tekfir konusuyla ilgili yine uyarıcı bir eseri vardır. Hariciliğin önemli vasıflarından bir diğeri de irrasyonel ve dolayısıyla anti sosyal ve vakıadan kopuk olmalarıdır.

*Haricilik İslam anlayışında tahrif ve sapma ile uğruluk ve yağmacılığa geri dönüştür. Bu anlayışta dini anlama ve uygulamada dengesizlik de sırıtmaktadır.

*Bedevi karakteri taşıyan bu kimseler idraksizliklerinin kurbanı olmuşlardır. Haricilik kabalık ve idraksizlik veya kıt idrak anlayışıdır. Bundan dolayı hakem meselesini anlayamamışlar ve bu yüzden hazreti Ali'ye muhalefet etmişlerdir. Hazreti Ali'nin karar alma (R.Anhu) sürecini olumsuz yönde etkilemişler ardından da Hazreti Ali'yi şehit ederek ve Amr İbni'l As ve Muaviye Ebi Süfyan suikastını ise başaramayarak Emevi Devletinin doğuşuna dolaylı olarak hizmet etmişlerdir. Devlet idaresi hususunda kılı kırk yaran bu anlayışın bazı temsilcisi fırkaları daha sonra yuvarlandıkları idealden anarşi düzeyinin bir göstergesi olarak devletin gereksizliğine inanmaya başlamışlardır. Huruç anında kendilerine göre idealler taşıyan bu hareket zamanla vakıa karşısında ifrat düzeyinden tefrit düzeyine yuvarlanmışlardır.

*Hariciler tarihte uyuyan hücreler gibidirler. Uygun ortamlar bulurlarsa fışkırır ve yeşerirler. Güneşin altında yeni bir şey yok dedikleri gibi fikirler de yeşerir, solar ve toprak olur yeniden yüzeye vurur. Toprakta yok olmaz, bilakis uygun ortam bulduğunda yeniden zemine çıkar, fışkırır.

*Harici karakter incelikten yoksun koyu bir dindarlık hali yaşamaktadır. Mısırlı Muhammed Gazali'nin ifadesiyle bu bedevi fıkhı veya anlayışıdır.

*Harici karakterin getirdiği hususlardan birisi kendilerini Allah ve Resülünden daha adil ve edepli olarak tasavvur etmeleridir. Bu fıkıhtan kopuk ibadet ve hukuk anlayışı ya da fakih yerine kari seviyesinde kalmalarıyla izah edilebilir. Harici karakterin harekete dönüştüren amillerden birisi ise türbedir, zemindir. Katı karakter sert coğrafya ile buluştuğunda ve buna bir de katı ve acımasız sosyal ortam eklendiğinde Haricilik ete kemiğe bürünecektir. Bununla birlikte fıkıh konusunda Haricilerle Vehhabiler arasında referans farkı var.

*Haricilik ile Vehhabiliğin buluşma noktası fikri zeminden ziyade coğrafi, sosyal ve siyasi zemindir. İbni Teymiyye Haricilerin fikri kaynaklarını yetersiz bulur. Günümüzde İbadiye fırkası hariç haricilerin kaynakları çok sınırlıdır. Bu yüzden İbni Teymiyye ortaya eser koymadıklarından ve fikirlerini ilmik ilmik işlemediklerinden dolayı onlarla ilgili bilgilerin muhaliflerinin kaynaklarından öğrenildiğini ifade etmektedir. Fikri ekolleri muhalif kaynaklardan öğrenmek sağlıklı olmasa da Hariciler araştırmacılara geride yeterli kaynak bırakmamışlardır.

*Haricilerin temel özelliklerinden birisi sahabe mesleğinden uzak olmaları ve aralarında alimlerin olmaması veya kıt bulunmasıdır. Söylendiği gibi Haricilerin arasında sahabe IŞİD'cilerin arasında ise âlim barınmaz.

*İbni Teymiye kadim haricileri 'Kur'an ve Sünneti sahabe mesleği üzerine anlamayanlar' olarak tasvir etmiştir. Bu gelenekten kopuk oldukları anlamına da gelir. Bununla birlikte IŞİD gibi yeni harici akımlar düşüncede İbni Teymiye'yi model almaktadırlar. Bu durumda Selefi-Harici sarmalından bahsedebiliriz. 

*Şia batini bir hastalık iken, hariciler zahiri bir hastalıktır.  Muhammed Gazali'nin ifadesiyle, dini anlayışta bir bedevililik hastalığıdır. Muhammed Gazali dini anlayışın coğrafyaya göre şekillendiğini en azından bir etkileşim olduğunu kabul eder. Muhammed Gazali Saka Hicaz gibi bölgelerde bedevi fıkhının veya anlayışının yayıldığını ifade etmiştir.

*İbni Teymiye'nin Haricilerle alakalı ilginç bir tespiti var. Onların, Mutezile, Şia veya Sünniler gibi kendilerini anlatan kitaplar kaleme almadıklarını söyler. Niye? Kitap defter ehli değillerdir. En fazla yaptıkları kan dökmek ve tekfir etmektir. Bunun için kitap yazarak vakit öldürmeye gerek var mı? Kestirmeden gidiyorlar. Acilciler. Dolayısıyla haklarında yazılanların tamamına yakını hasımlarından menkuldür. Veya başkalarının yazdıkları üzerinden kendilerini tanımaktayız. Günümüze İbadilikle alakalı olarak bir literatürün oluştuğunu söyleyebiliriz. Bu bir istisnadır. Bununla birlikte, kadim Haricilerle alakalı olarak dört başı mamur bir literatürden bahsetmek mümkün değildir.

*Haricilik medeniyet hastalığıdır. Bedeviyete yakın durmakta ve nim bedeviliği temsil etmektedir. Bundan dolayı da ilk zuhurlarının akabinde uçlara kaçmışlar ve dağlarda, ücra köşelerde barınmışlardır. Bunlar tabir caizse şehir evliyası değil, dağ evliyasıdır! Bunlar medeniyet kurdudur. Medeniyetleri içten kemiren güvey durumundadır. Muhammed Gazali bu yüzden bunların ürettikleri anlayışı 'bedevi fıkhı' olarak tanımlamıştır. Haricilik din meselesi değil karakter ve mizaç meselesidir. Dolayısıyla nim medeniliktir hatta medeniyetsizliktir ve veya coğrafi konum ile de yakından alakalıdır. Hiçbir zaman İslam dünyasının merkezi düşüncesi olamaz. Uç düşüncedir ve uçlarda yaşamaya mahkûmdur. Bu nedenle bir müddet kullanıldıktan sonra paçavra gibi atılacak ve solacak ve geldiği yere çekilecektir.

*Hariciliğin yeni kalıplarda yaşadığına dair eserler de telif edilmiştir. Bunlardan birisini Şafii ulemasından ve Riyazussalihin kitabının müellifi İmam Nevevi'nin Bustanu'l Arifin adlı kitabını tahkik ederek neşreden Muhammed Said Örfi isimli yazar kaleme almıştır. Birçok kitabı bulunan Örfi'nin konumuzla ilgili orjinal kitabı 'Takammusu'l havaric fi''l mezahibi'l İslamiyye' adını taşımaktadır (Bustanü'l Arifin, Al Jaffan ve'l Jabi ve Daru İbni Hazm, 1994 s: 11, Beyrut). Başlığından da anlaşıldığı gibi, eser Haricilerin başka mezhepler içinde yaşaması veya dirilmesini konu etmektedir. Bu yönüyle günümüze de ışık tutmaktadır.

Hilafet

Amerikalılar hilafet meselesiyle oynamaya cesaret edemezler. Lakin tahakkuku kaçınılmaz olunca da dümenine kendi adamlarını geçirmek isterler. Sağlıklısı yerine prematüre veya erken doğumu isterler.

*Bir zamanlar 'utruk't türk' hadisinde olduğu gibi hilafetin kureyşiliği meselesi de kimi Arap şuubiler tarafından Osmanlı aleyhinde ayak bağı ve yıkım vesilesi olarak kullanılmıştı. Ebul Hasen en Nedevi'nin belirttiği gibi, yöntem olarak olmasa bile içerik olarak Türkler gerçek manada hilafetin hakiki sahipleri ve bekçileridir.

*İdeal dönemler az oluyor. Zaten bundan dolayı hakiki hilafet ilk diliminde 30 yıl olarak taayyün etmiştir. İkinci ve son döneminin zamani ve mekani sınırlarını ise sadece Allah biliyor. Lakin ideal dönemlerin kısalığı nedeniyle kimileri bu dönemi yok farz ediyor. Hafife alıyor ve hatta hurafe olarak nitelendiriyor. Halbuki, ideal dönemleri real dönemlerin katığıdır. Sevinçler ve kederler gibi. Saadet ve şekavet gibi. Real dönemler ideal önemlerin gölgesidir. Uygulanmasa da akıldan çıkmayan paradigmasıdır. Realite eksik bile olsa meşruiyetini ondan alır. İdeal dönemlerin gölgesi bizi diri tutuyor. Real dönemlerden ziyade ideal dönemleri esas alıyor ve tartışıyoruz. Hilafet geçmişin bir gerçeği olduğu gibi geleceğin de bir gerçeğidir. Lakin İslam tarihine realizm hâkim olduğundan kimileri hilafeti keenlem yekün veya çölde bir vaha olarak tasvir etmektedir. Doğru belki çölde bir vaha olarak kabul edilebilir. Lakin vahasız bir çöl düşünülemez ve kabul edilemez.

*Suud âlimlerinden Ahmet Sebii bütün İslami hareketlerin kızıl elmasının, ortak rüyasının hilafeti geri getirmek ve ihya etmek olduğuna dikkat çekiyor. Müslüman Kardeşler hareketi de 1928 tarihinde İsmailiye kentinde bu gayeye mebni olarak kurulmuştur. 1994 yılın Suudi Arabistan Vakıflar Bakanlığı bünyesinde İslami hareketlerle ilgili bir toplantı düzenlenir. Burada yazmalar ve eski eserleri tetkik uzmanı olan Vail Hesavi İslami hareketlerle alakalı bir analiz yapar. Analizinde irili ufaklı İslami hareketlerin tamamının hilafet rüyasını ve umudunu canlandırmak için kurulduklarına dikkat çeker.

*Birinci Dünya Savaşından beri hilafet uluslar arası sistemin tabusu hükmündedir. Bugünkü ifadesiyle kırmızı çizgisidir. Kim olursa olsun bunu gündeme alan, üzerine uluslar arası sistemin düşmanlığını çekecektir. Bazen uluslar arası sistem karalamak maksadıyla bu tür harekelere ön vermekte, alan da açmaktadır. Almanya'da Cemaleddin Kaplan Anadolu Federe Devleti projesinde olduğu gibi.

*Elbette hilafetin önemi tartışılmaz. Bununla birlikte onu tahkik edecek iradeye muhtaç ve muntazırız. Bugün ihtiyaç olan hilafet, eksik olan ise irademizdir.

*Hilafetin ihyası meselesi giderek önemin ötesinde zaruret hali arz etmektedir. Aksi takdirde, dağınık olan İslam dünyası başkalarına yem olmazsa bile kendi kendini imha edecektir.

*Sonuç itibarıyla, dünya dengesinde olmayan Müslümanları temsil ederek dünyaya bir denge getiriyor. Veya barış ve denge vaat ediyor. Bu itibarla, Mısır yargısının önemli simalarından İmad Ebu Haşim İslami hilafetin kaçınılmaz bir durum ve mesele olduğunu ve daha fazla ertelenemeyeceğini ve ötelenemeyeceğini ifade etmektedir. Aktüel şartlar hilafeti zorunlu kılmaktadır.

*Bugüne kadar hilafeti bir tabu ve öcü gibi gösterdiler. Ümmetçilik veya İslam enternasyonalizmi diyerekten yıllarca Müslümanların eşsiz hilafet kurumuyla mücadele ettiler. Bu kurumu kendi çocuklarına da hor gösterdiler. Müslümanların iç sistemi hilafeti gerektirdiği ve zorunlu ve kaçınılmaz kıldığı gibi, günümüzdeki dış şartlar da keza Müslümanlar arasında siyasi birliği hayat-memat meselesi haline getirmiştir. Hilafet bir ihtiyacın ifadesidir.

*Meseleyi daha da somutlaştırmak için söylemeliyiz ki, Mustafa Kemal hilafeti kaldırmasaydı bir boşluk olmayacaktı. Dolayısıyla hilafet günümüzde olduğu gibi heveskârların elinde oyuncak haline gelmeyecekti. Bu boşluk birçok heveskâra sermaye olmuş ve onları harekete geçirmiştir. Anadolu Federe Devleti ve IŞİD'in kurduğu Hilafet Devleti bunlardan bazıları. Bu boşlukta İŞİD gibi türediler tünedi. Tolga Tanış isimli Hürriyet yazarı meseleyi ülkemizde bir dönem CIA İstasyon Şefliği yapan Graham Fuller'a açmış. O da hilafetin tek taraflı olarak kaldırılmasının yanlış olduğuna zira hilafetin Türklerin değil, Müslümanların ortak meselesi ve davası olduğuna parmak basmış ( Halifelik meselesi, Tolga Tanış, Hürriyet 13 Temmuz 2014).

*İslam dünyasının dağınıklığında hilafetin kaldırılmasının çok önemli bir payı vardır. Boşluğu dolduracak başka bir mekanizma da yoktur. Mısırlı düşünür Muhammed el Behiy hilafet bağının koparılmasının üç önemli öldürücü etkisine temas eder. El İlmaniye kitabında hilafetin kaldırılmasının felaket derecesindeki yansımalarına ve tahribatına işaret eder ve ışık utar. Bunun sonuçlarından birisi siyasi zeminde Müslümanların birlik ve beraberliklerini ortadan kaldırmasıdır. Hâlbuki ortak çatı olunca onun altında birlik ve beraberlik devam ediyordu. Ortak çatının kalkmasıyla birlikte ümmetin iki kanadı Araplar ve Türkler veya Araplar ve Acemler birbirinden ayrılmıştır. İkinci öldürücü etkisi ise ortak şemsiye olan hilafetin çatısı altında olan Araplar da parça parça olmuşlardır. İngilizler vaat ettikleri ortak büyük Arap devleti formülüne sırt dönmüşler, aksine Osmanlı terekesi Arap dünyasını Fransızlarla aralarında 'büyük talan' formülüyle paylaşmışlardır. Ortak çatı dağılınca Araplarla Türkler birbirinden ayrıldığı gibi, Araplarda tali ülkeler olarak bölünmüşlerdir. Bu durumda Filistin ve Kudüs gibi ortak davalar yüzüstü kalmıştır. Arap milletinin felaketi Osmanlı hilafetinin yıkılmasıyla başlamıştır. Nitekim Muhammed Hayr Abdülkadir isimli Arap yazar bir kitabını bu konuya tahsis etmiş ve şu başlığı kullanmıştır: Nekbetü'l Ümmeti'l Arabiyye Bisukuti'd Devleti'l Osmaniyye. Arapların Nekbe ve Felaketi, Osmanlı'nın Yıkılmasıyladır.

*Raşit halifeler döneminin sona ermesi ve Emevilerin hilafeti saltanata çevirmeleriyle birlikte İslam ile siyasetin arası açılmıştır. İslami siyaset yerine Kisra ve Kayzerk idaresi yani bir nevi veya örtülü laiklik prensibi benimsenmiştir. Din ile siyaset arasındaki mesafe ileriki dönemlerde bazen ideal dönemlerdeki gibi kapanır gibi olmakla birlikte genelde açık kalmıştır

*IŞİD'in hilafet iddiası çakma bile olsa Batı'nın ve Vatikan'ın bu iddia karşısında alarma geçtiğini görüyoruz.

*Hilafet müsellem hakikatlerden birisidir. İçimizden beyinsizler ya da pörsümüşler ve içleri geçmişler inkâra yeltenseler de güneş balçıkla sıvanmaz. Bununla birlikte her şeyin ve her makamın heveslileri var. 

*Bu hususta Ali Abdurrazık'ın izinden giderek İslam'da devleti reddeden Mısırlı merhum H. Muhammed Halit, Ed-Devletü Fi'l İslam adlı kitabıyla birlikte kendi çizgisini tashih etmiştir. Yanlışını düzeltmiştir. Muhammed İmare gibi zevat da bu hususta ispata matuf mühim eserler kaleme almışlardır. Bugün bunun ispatından ziyade Müslümanların ortak bağa ihtiyaçları hilafet meselesini tekrar gündeme taşımıştır. Kaçınılmaz olarak güncellemiştir.

*Hilafetin yatay yüzeyine veya yüzüne ittihad-ı İslam diyoruz. Biri ümmet birliğinin diğeri de daru'l islam'ın beraberliğini ispattan ibarettir. 19'uncu yüzyılda hilafet vardı bundan dolayı daha ziyade Müslümanların gayret ve çabası ittihad-ı İslamı gerçekleştirmek üzerine yoğunlaşmıştır. Hilafetin yıkılmasından sora ise Müslüman Kardeşler gibi hareketler ümmetin siyasi birliğini ihya için hilafeti de gündeme getirmişlerdir. Ümmetin coğrafi bütünlüğüne ittihad-ı İslam, ümmetin siyasi birliğine veya bu birliği temsil eden sisteme hilafet diyoruz. Son dönemlerde temsili olarak kolektif hilafet ortaya atılmıştır. Lakin bu tür projeler sahipsiz ve ortada kalmak zorundadır. Hilafet fiili bir durumdur. Bundan dolayı Hazreti Ömer, Hazreti Ebubekir'in seçilmesini 'felte/kaza' diye ifade etmiştir. Seçim pratik olarak gelişmiştir. Yani gayri ihtiyarı ve fiili bir durum hasıl olmuştur. Yoksa ince eleyip sık dokuduğunuzda meseleyi sürüncemeye bırakmaktan ve yatırmaktan başka bir şey yapmış olmazsınız.

*19'uncu yüzyılda günün ve anın vacibi ve görevi, ittihad-ı İslam'ı sağlamak ve dış tehdide karşı ve harici işgal ve sömürgeciliğe karşı önlem almak ve İslam sınırlarını (hiyad el İslam) korumaktı. Bunun için de safların sıkılaştırılması gerekiyordu. Sonra ise korunacak bir şey kalmadı. Bilahare siyasi sistem de çöktü. Sonraki süreçte bütün sınırlarını ve kurumlarını kaybeden Müslümanlar psikolojik ve sosyolojik olarak yeniden dirildiler. Belirli mesafe kat ettiler. Bununla birlikte meydan okumalar daha da karmaşık ve sofistike hale geldi. Bunlara karşı mukabelede bulunmak ümmet çapında örgütlenmeyi gerektiriyor. Bu çerçevede, hedef ittihad-ı İslam araç ise hilafetin tekrar ihya edilmesidir. Başka bir çare de bulunmuyor. Bu nasıl olacak, o da ayrı bir meseledir.

*Hizbü't Tahrir'in liderlerinden Abdulkadim Zellum, Suud rejiminin İngilizlerle işbirliği yaparak hilafetin zayıflamasına katkı sunduğunu ifade etmiştir. Bu oldukça yerinde bir tespittir. Tek faktör olmasa da Osmanlı'yı zayıflatan faktörlerden birisi Hicaz isyanları olmuştur. Lakin Vehhabiler kendilerinin Osmanlıların nüfuzu altında olmadıklarını ve dolayısıyla bir isyanın söz konusu olmadığını savunuyorlar. Elbette beyhude bir savunma.

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

HZ. AİŞE’NİN (radiyallahu anhâ) EVLİLİK YAŞINA DAİR

HZ. AİŞE’NİN (radiyallahu anhâ) EVLİLİK YAŞINA DAİR

Batılı inkarcılar ve onların fonladığı çevreler yaman bir çelişki içerisindedirler. Buda,

ÜRETİLEN ALGILARLA FİKİR SAHİBİ OLMAYA ÇALIŞMAK

ÜRETİLEN ALGILARLA FİKİR SAHİBİ OLMAYA ÇALIŞMAK

Vehhabilik meselesi zamanla dallanıp budaklanmıştır. Vehhabilik şemsiyesi altında birçok fikr

YEREL ORYANTALÄ°STLER

YEREL ORYANTALÄ°STLER

Din mücedditliği için yola çıkanlardan bir kısmı süreçte din münekkidi haline geldi. Zira

İTTİHAD-I İSLAM’IN ÖN ADIMLARI

İTTİHAD-I İSLAM’IN ÖN ADIMLARI

Ä°ttihad-ı Ä°slam, bize balon gibi uçarak gelmez. Belki, bizim ona gitmemiz lazım. Yollar daÄŸdaÄ

Ä°MANIN ÅžEHAMET-Ä° MANEVÄ°YESÄ°

Ä°MANIN ÅžEHAMET-Ä° MANEVÄ°YESÄ°

İslam ahlakının dinamik gücü, imandır. Çünkü, “İman hem nurdur hem kuvvettir. Evet, haki

MUHALEFET KULVARLARI

MUHALEFET KULVARLARI

Hak namına ve hakikat hesabına sırf gerçeği görmek ve göstermek, meseleleri tahlil etmek, sı

UYUYAN DEV UYANMIÅžTIR

UYUYAN DEV UYANMIÅžTIR

Evet, millet uyandı. İçerdeki hainler, dışardaki alçaklar ne yaparlarsa yapsınlar, artık Ana

YANLIÅž VE HAKSIZ Ä°NTERNET PAYLAÅžIMLARI

YANLIÅž VE HAKSIZ Ä°NTERNET PAYLAÅžIMLARI

dir. İnternet paylaşımlarındaki kaynak vermemek, metnin yazarını yazmamak, doğruluk olmadığ

MASONLAR VE ESAD AÄ°LESÄ°

MASONLAR VE ESAD AÄ°LESÄ°

Masonluk meselesi dallı budaklı bir mesele olduğundan ve yüksek dozda manipülasyon içerdiğind

OSMANLI DÜŞMANI BİR BARELVİ’NİN HEZEYANLARI

OSMANLI DÜŞMANI BİR BARELVİ’NİN HEZEYANLARI

Belki biraz garip gelecek ama peşinen söyleyelim ki anlatılan husus doğrudur. Stalin’in hocala

KADİROV:  KADİRİ-VEHHABİ KIRMASI 

KADİROV:  KADİRİ-VEHHABİ KIRMASI 

Ramzan Kadirov başkanlığındaki Çeçenlerin Suriye’den sonra Ukrayna’da da arz-ı endam etme

"Allah gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."

Mü'min, 19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Gerçek Müslüman

Müslüman, dilinden, elinden müslümanlar selâmette kalan kimsedir. (Buhari, Kitabü'l İman -Abdullâh b. Amr b. Âs)

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI