BATI’YA KARŞI İSLÂM-WILLIAM I. CLEVELAND- 2. BÖLÜM
SAVAŞ VE SÜRGÜN 28 Ekim 1914’te Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Harbi’ne girdi ve Orta Doğu bir daha ebediyen eski haline dönmeyecek biçimde değişti. (s. 75) (…) 1915 yazından Ocak 1918’de geri çağrılışına kadar, Cemal Paşa, idaresi altındaki topraklarda bir korku yönetimi kuruyor, Arapların önemli bir kesimini fikren Osmanlı hükümetinden soğutuyordu. (s. 76)
İKİNCİ BÖLÜM
SAVAÅž VE SÃœRGÃœN
28 Ekim 1914'te Osmanlı İmparatorluğu I. Dünya Harbi'ne girdi ve Orta Doğu bir daha ebediyen eski haline dönmeyecek biçimde değişti. (s. 75)
(…) 1915 yazından Ocak 1918'de geri çağrılışına kadar, Cemal Paşa, idaresi altındaki topraklarda bir korku yönetimi kuruyor, Arapların önemli bir kesimini fikren Osmanlı hükümetinden soğutuyordu. (s. 76)
(…) Ne var ki Cemal'in dinî inanışı ile yönetici yeteneklerinin bileşkesi hırs olmuş ve onu askerî birtakım kabadayılıklara itmiştir. (s. 78)
(…) 1914-1916 yılları arasında, (…) "dört" durum özel dikkat çekmiştir: Marunî ruhani liderine karşı takınılan tavır; sayısı yüzleri bulan Arap soylusunun Kudüs'e ve Anadolu'ya ihraç edilmesi; 1915 ve 1916'da Beyrut ve Şam'da Arap liderlerinin idamı ve açlığa karşı savaşın kaybedilmesi. (s. 81)
(…) Siyasî incelikten uzak olan Cemal Paşa, güçle sindirilen bir topluluğun sadık olmasa da sessiz olacağına inanıyordu. (s. 82)
(…) Şekip Arslan, Şerif Hüseyin'e çok kızıyordu. Çünkü kendisinin meşru İslâm Hilâfeti addettiği makama, Arapların isyan etmiş olmasına müsamaha edemiyordu. (s. 89)
(…) Arap isyanının zafere ulaştığı gün, yani Ekim 1918'de Faysal birlikleri Şam'a girdiğinde, Şekip Arslan, Berlin'de Osmanlı davasını temsile çalışıyordu.
(…) Mondros Mütarekesi imzalandığında Karadeniz'in dalgalarıyla boğuşarak payitahta doğru ilerlemektedir. (…) Nikolaev Limanı'nda harp sırasında İttihat ve Terakki Fırkası'na yaptıkları hizmetlerin kendilerini hapse mahkûm edeceğini anlayarak İstanbul'dan kaçmakta olan, aralarında samimi dostu Abdulaziz Caviş'in de bulunduğu, bir grup Arapla karşılaşır. Arslan, İngilizlerin istilâsı altındaki İstanbul'da kendi hayatının da tehlikede olabileceğini düşünerek siyasî mültecilere katılır ve Rusya üzerinden Berlin'e gitmek üzere zorlu bir yolculuğa başlar. Berlin'den İsviçre'ye gider ve orada yirmi sekiz yıl sürecek olan sürgün hayatının ilk yılını endişelerle dolu olarak geçirir. (s. 92)
(…) İTF'nin ana kadrosu, İtilâf devletlerinin işgalinden önce bir Alman gambotuyla İstanbul'dan kaçmışlardır. (s. 94)
(…) İTF mensupları Berlin'de Alman askeriyesinin koruması altındaydılar ve Bolşevik hükümetten de yardım alıyorlardı. Bolşeviklerle ilişkiyi başlatan, Rusya'nın güney sınırında bağımsızlık savaşı veren zayıf yönetimli Müslüman halkların, doğru kanalize edildikleri takdirde Osmanlı canlanış hareketine doğrudan askerî yardım sağlayabileceğine inanan Enver Paşa idi. (…) 1920 başlarında Enver, Moskova'da bir çeşit ihtilâlci Müslüman Enternasyonali olan "Devrimci Müslüman Cemiyetler Birliği"nin kurulduğunu ilan eder. 1920 Eylül'ünde Bakü'de toplanan Müslüman Halklar Kongresi'nde de yine Enver, Fas'tan Hindistan'a devrimci İslâmcı hareketler adına bir bildirge okur. (s. 95)
(…) Arslan, Enver'in önde gelen hayranlarındandı. (s. 96)
(…) Hatta Haziran 1921'de Enver Paşa'nın isteğiyle Moskova'ya sıkıntılı bir yolculuk yapmıştı. (…) İngiliz Dışişleri Arşivi'nden öğrendiğimize göre Çiçerin ile buluşmuş ve Kafkasya siyasetini müzakere etmiştir.
(…) Şekip Arslan 1921 Temmuz'unda Berlin'e döndükten kısa bir süre sonra, İTF diriliş hareketi çökmeye başlar. Enver'in Anadolu'da İTF'nin askerî gücünü teşhir ümitleri, Kemalistlerin Yunanlı müstevlîlere karşı kazandıkları zafer ve kendi askerî durumlarını sağlamlaştırmalarından sonra, suya düşer. (…) Enver yine de ümitsiz İslâmî davaları takipte ısrarlı olmuştur. 1922 Ağustosunda Kızıl Ordu'ya karşı bir süvari hücumunda hayatını kaybetmiştir.
(…) Avrupa'da sürgündeki diğer İTF liderleri de harp zamanındaki siyasetlerinin kurbanı olurlar; intikamı Berlin sokaklarında arayan Ermeni militanlar Mart 1921'de Talat'ı, 1922'de Dr. Azmi'yi ve Dr. Bahaeddin (s. 97)
Şakir'i öldürürler. İttihatçı Sadrazam Mehmed Said Halim de 1921'de Roma'da öldürülür. Ermeni suikastçıların kurbanları arasında harp zamanında "Suriye'nin acımasız valisi" olarak nam salan Cemal Paşa da vardır : 1922'de Tiflis'te bulunarak öldürülür.
(…) Harpten sonra İstanbul'a ilk ziyareti 1923 sonlarındadır. Gayesi, Fransızları Suriye'den atmak için ortak bir Türk-Arap cephesi kurmaktır. Ne var ki, Mustafa Kemal, Türkçe konuşmayan diyarlarda Osmanlı sınırlarını yeniden tesis için kendisine gelen talepleri reddetmiştir. Şekip Arslan Mersin'e yerleşerek burada 1924'ün ilk sekiz ayını geçirir. (s. 98)
(…) Aile buluşması 1924 ilkbaharında gerçekleşir; Arslan annesini görmekten, karısı ve oğlu ile altı yıl süren ayrılık ertesinde kucaklaşmaktan ne derece mutluluk duyduğunu yazılarında anlatmıştır. (…) Gerçi sükûneti ve Suriye'ye yakınlığı yüzünden Mersin'i seçmiştir ama kısa bir süre sonra yalnızlığına içerlemeye başlar.
(…) Siyasî nüfuz dairesinin dışında kalmaktan fevkalade huzursuz olan Arslan, 1924 yaz sonlarında ailesinden ayrılarak birkaç aylığına Avrupa'ya döner. İsviçre'de Arap sürgünlerle yeni temaslar kurar ve Berlin'de Alman yetkililerle olan temaslarını kuvvetlendirir. Ocak 1925'de O'nu tekrar Mersin'de görüyoruz. Orada bir sekiz ay daha kalır ama siyasî ve sosyal faaliyetlerden o kadar uzak bir yerde sürekli ikameti hiç düşünmemektedir.
(…) Arslan'ın Mersin serüveninin altında yatan neden ne olursa olsun, bu vakıa Arslan'ın Osmanlıcılığı bırakıp siyasî Arabizme yöneldiği dönüm noktasını teşkil etmektedir. (s. 99)
(…) Gerçi emperyalizme karşı İslâmî bir birlik fikrini terk etmemiştir ama siyasî ilgisinin odağını değiştirmiş, dikkatini Osmanlı'nın dirilişi üzerinde değil, bir zaman hiç beğenmediği ve Arap militanlarca yürütülen faaliyetler üzerinde yoğunlaştırmıştır. (s. 100)
Yusuf Çağlayan
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, herşeye kadirdir.
Ahkaf, 33
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
İki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif ve mizanda ağır gelir. Bunlar; "Sûbhanellahi ve bihamdihi, Sûbhanellahil-azim=Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim." kelimeleridir.
Buhari Tecrid-i Sarih, 2189
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...