KARDEŞİNİN DİLİNDEN MERHUM MOLLA ZAHİD MALAZGİRDİ HOCAEFENDİ-2

LÜBNAN’DA İLK GÜNLER Ağabeyim 1980’lerin sonlarına doğru Lübnan’a gitti. Orada Mısır’daki Ezher Üniversitesinin bir şubesi var; İsmi Ezher Lübnan’dır. Oranın hocalarından Şeyh Halil-i Müyessi ile tanışıyor. O Hocaefendi kendisine sahip çıkıyor. Alıyor, Aremun diye bir bölge var. Ağabeyimi orada misafir ediyor


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2019-05-16 01:00:44

LÃœBNAN'DA Ä°LK GÃœNLER

Ağabeyim 1980'lerin sonlarına doğru Lübnan'a gitti. Orada Mısır'daki Ezher Üniversitesinin bir şubesi var; İsmi Ezher Lübnan'dır. Oranın hocalarından Şeyh Halil-i Müyessi ile tanışıyor. O Hocaefendi kendisine sahip çıkıyor. Alıyor, Aremun diye bir bölge var. Ağabeyimi orada misafir ediyor.

Ağabeyim Risale-i Nur dışında hiçbir işle kesinlikle ilgilenmiyor. Arapçaya çevirdiklerini kontrol ediyor, tashih ediyor, tebyiz ediyor.

Bu arada aklıma geldiği için arz edeyim; Ağabeyim Türkiye'de iken Molla Şükrü Arslan ile birlikte Suriye'ye gidiyorlar. Suriye'nin Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Keftaro var. Ağabeyin tercüme ettiği kitapları ona gösteriyor; "bu kitaplar nasıldır, biz bunları tab etsek, bassak acaba revaç görür mü? Arap âlemi acaba buna sıcak bakar mı? Bunları okur mu, sahip çıkar mı" diye soruyor.

Şeyh Keftaro bir iki gün eserleri incelemek için izin istemiş. Bir iki gün sonra tekrar yanına gittiklerinde diyor ki; "yahu Türkiye'de böyle âlim var mı? Bu kadar edip, bu kadar beliğ, bu kadar fasih, bu kadar açık seçik net bir Arapça ile tercüme edebilecek bir âlim var mı?"

Şükrü hoca, merhum ağabeyimi işaret ederek; "işte bu hocadır" deyince, merhum Keftaro; "Barekallahu fi ahina" (Kardeşimize Allahu Teâlâ bereket eylesin) diyor.

Tekrar Lübnan'a gelirsek, orada tercümelerin tashihini yapıyor, matbaa basımı ile ilgileniyor. 

Ä°SRAÄ°L SAVAÅžI

Bu arada Lübnan- İsrail savaşı çıktı. Bize haberler geliyordu; Kimi 'Molla Zahid şehid oldu" diyordu. Kimi diyor; "başı kopmuş", kimi diyor; "kolu kopmuş" kimi diyor "böyle olmuş" kimi diyor; "şöyle olmuş"

Tabii bir irtibat yok, ne telefon var, ne telgraf var.. Ne de mektup var. Mektup altı ayda bir geliyordu. O kadar ağır şartlar..Sene 1982..

Benim merhum babam pasaportunu hazırladı, Lübnan'a gitti. Elinde bir adres yok..telefon yok..bilgi yok..Yalnız ağabeyimin Aremun'da olduğunu biliyoruz. Neyse babam Lübnan'da Aremun'a çok ağır şartlarda gidiyor. Ağabeyimi buluyor..

Babam derdi ki; "İsrail öyle vurmuş ki, Lübnan'da bina üstünde bina kalmamış. Her taraf yıkık..her taraf harabe.. her taraf bitik..Sanki bir beton yığını gibi.."

Ağabeyim babamı karşısında görünce şaşırıyor; "baba sen nasıl geldin? Beni nasıl buldun?" diyor. Babam "oğlum, Allah beni getirdi" diyor. Neyse sarılıyorlar, öpüşüyorlar.

Ağabeyim babama anlatmış, demiş ki; "İsrail füzelerle, uçaklarla, toplarla her tarafı bombalıyordu. Öyle olduk ki, nefes alamayacak duruma geldik. Ben dâhil olmak üzere herkes yüzde bin öleceğimize kanaat ettik. Benim bir yanımda Risale-i Nur, öbür yanımda Cevşen-i Kebir, önümde Kur'an..Kur'an okuyorum, bırakıyorum, Cevşen okuyorum, bırakıyorum Risale okuyorum. Artık "hangisini okurken öleceğim" diye düşünüyorum. 24 saat yerimizden hiç kıpırdamadık. Çünkü üzerimize sürekli bombalar yağıyor. Bir süre sonra zehirli gazın etkisiyle bayılmışım."

Babam ağabeyim yanında bir 15 gün kadar kalıyor. Ağabeyim babama diyor ki; "baba sen istersen artık git, evin var, çoluk çocuğun var. Sen benim babamsın, başımın üzerinde yerin var. Ama ben hizmetle meşgulüm. Yazıyorum. Sen burada oldukça yazamıyorum. Seninle meşgul oluyorum."

Böylece babam Türkiye'ye dönüyor. Ağabeyimin hayatta olduğunu öğrenince biz de sevindik, rahatladık. Artık mektuplaşmaya başladık.

RÄ°SALELERÄ°N TERCÃœMELERÄ°NÄ°N BASIMINA BAÅžLANMASI

Ağabeyim Şeyh Halil-i Müyessi ile ufak bir ihtilafa düşünce, Aremun'dan ayrılıp Beyrut'un içine yerleşiyor. Orada bir evde yine tashih, tebyiz ve basım ile meşgul oluyor. Daha sonra Hacı Zekeriyya isminde bir zat kendisini yanına alıyor. Onun yanında iki sene kalıyor. Daha sonra oradan da ayrılıp Sayda'ya geliyor. Sayda'da bir ev kiralıyor.

Bu arada risale tercümeleri basılıyor. Bu arada Türkiye'ye de Diyarbakır'da kitap evi sahibi olan Abdulhakim hoca tarafından getiriliyor. Abdulhakim o zaman tacir unvanıyla sık sık Lübnan'a gidip geliyordu.

Bir yandan da orada akşamları Risale dersleri düzenliyorlar. O ders halkalarından halen de orada vakıflık yapan Muhammed Faris Galip, şu anda Norveç'te bulunan Nadir Gazi, Abdullah Hatip, Mahir Habbal, Midrar Habbal, Hüseyin Vakıd gibi bir sürü talebeler oluşuyorlar elhamdülillah..

Ağabeyim risaleleri bastırdığı sıralar matbaa sahipleri demişler ki; "bu eserleri bize ver, biz basalım, yayalım. Sana da yüzde yirmi verelim." Ağabeyim diyor ki; "yok, ben Risale-i Nur'u dünya metaına satmam. Ben imkânlarım oldukça basıp yayacağım."

Vefatına birkaç sene kala medreseye telefon bağladılar. Ondan sonra kendisiyle çok rahat konuşmaya başladık.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Ankebut, 57

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Hureyre radıyallahu anh. Ebû Dâvud.

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI