KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-3
İSTANBUL’A GELİŞİ-1907 * Resail-in Nur müellifi tedristen, te'lif vazifesine ve mücahidane seyahata başladığı zamanın..(1)
İSTANBUL'A GELİŞİ-1907
* Resail-in Nur müellifi tedristen, te'lif vazifesine ve mücahidane seyahata başladığı zamanın..(1)
Â
*Ben hürriyetten evvel İstanbul'a gelirken yolda -bir-iki mühim- İlm-i Kelâm'a ait kitablar elime geçti. Dikkatle mütalaa ettim. İstanbul'a geldikten sonra, sebebsiz olarak hem ulemayı, hem mekteb muallimlerini münazaraya "Kim ne isterse benden sorsun" diye ilân ettim. Medar-ı hayrettir ki; münazaraya gelenlerin bütün sordukları sualler, yolda mütalaa ettiğim ve hâfızamda kaldığı mes'elelerdi.
Â
Hem feylesofların sordukları sualler, hâfızamda bulunan mes'elelerdi. Şimdi anlaşıldı ki; o fevkalâde muvaffakıyet ve benim de haddimden çok ziyade o hodfüruşluk ve manasız izhar-ı fazilet ise, ileride Risale-i Nur'un İstanbul'ca ve ulemaca makbuliyetine ve ehemmiyetine zemin hazır etmek imiş.(2)
Â
*Hürriyetten altı ay evvel İstanbul'da hem ulemayı ve hem de mekteblileri münazaraya davet edip kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak doğru cevab veren..(3)
Â
* Eski zamanda mantıkta en derin âlimleri ilzam eden ..(4)
Â
*"...Hürriyet'ten evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın başkumandanı islâm ulemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sordular.
Â
Ezcümle: Bir hadiste "Âhirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında (Haza kâfir) cümlesi yazılmış bulunur" hadisi vardır diye benden sual ettiler.
Â
Dedim: "Bir acaib şahıs bu milletin başına geçer ve sabah kalkar, başına şapkayı giyer ve giydirir. Bu cevabtan bunu sordular: "Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?"
Dedim: "Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek, fakat baştaki hakikî iman, şapkayı da secdeye getirecek, Müslüman edecek.. İnşaallah!
Â
Sonra dediler: Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek bu hadise ile "Süfyan" olduğu bilinecek? Ben de cevaben dedim: Bir darb-ı mesel var ki: "Çok israflı adama eli deliktir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi' olur" deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela ve onunla hasta olacak ve kendisi hadsiz israfa girecek, başkalarını da alıştıracak.
Â
Sonra birisi sordu ki: "O Süfyan öldüğü zaman, İstanbul'da Dikilitaş'ta bütün dünyaya bağıracak ve işittirecek ki, filan adam öldü. Ben o vakit dedim: "Telgrafla haber verilecek. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Dar-ül Hikmet'te iken: "Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek" dedim.
Â
Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve Dabbet-ül Arz ve Deccal ve nüzûl-ü İsa (A.S.) hakkında sualler sorulmuştu. Ben de cevab vermiştim. Hatta eski risalelerimde onlar kısmen yazılıdırlar.(5)
Â
*Bundan kırk sene evvel ve hürriyetten bir sene evvel İstanbul'a geldim. O zaman Japonya'nın başkumandanı, İslâm ülemasından dinî bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle, bir hadîste: "Âhirzamanda dehşetli bir şahıs sabah kalkar, alnında (Hâzâ kâfir) yazılmış bulunur." diye hadîs var deyip benden sordular. Dedim: "Bir acib şahıs, bu milletin başına geçer ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir." Bu cevabdan sonra bunu sordular: "Acaba o zaman onu giyen kâfir olmaz mı?" Dedim: "Şapka başa gelecek, secdeye gitme diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı da secdeye getirecek, inşâallah müslüman edecek."
Â
Sonra dediler: "Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hâdise ile Süfyan olduğu bilinecek?" Ben de cevaben dedim: "Bir darb-ı mesel var: Çok israflı adama "eli deliktir" denilir. Yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi' oluyor, deniliyor. İşte o dehşetli adam bir su olan rakıya mübtela olup, onun ile hasta olacak ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarını da alıştıracak."
Â
Sonra birisi sordu ki: "O öldüğü zaman İstanbul'da Dikili Taş'ta şeytan dünyaya bağıracak ki; filan öldü." O vakit ben dedim: "Telgrafla haber verilecek." Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Sekiz sene sonra Dâr-ül Hikmet'te iken dedim: "Şeytan gibi radyo ile dünyaya işittirecek." Sonra Sedd-i Zülkarneyn ve Ye'cüc ve Me'cüc ve dabbet-ül arz ve Deccal ve nüzul-ü İsa (A.S.) hakkında sualler sormuşlardı. Ben de cevab vermiştim. Hattâ eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar.(6)
* Bir senedir İstanbul'a geldim. Yüz senenin inkılâbâtını gördüm.(7)
* Ben Kürdistan daÄŸlarında büyümüş idim. Merkez-i hilafeti güzel tahayyül ediyordum. Vakta, bundan yedi-sekiz ay mukaddem Dersaadet'e (Ä°stanbul'a) geldim. Gördüm ki: Ä°stanbul tevahhuÅŸ ve tenafür-ü kulûb seÂbebiyle medenî libasını giymiÅŸ vahÅŸi bir adama benzerdi. Åžimdi ittihad-ı millî ve (muhabbet-i milliye sebebiyle) medenî adam, fakat yarı medenî ve yarı vahÅŸi libasında bize arz-ı dîdar ediyor. Evvel Kürdistanda fenalığın sebebi, Kürdistan uzvu hastalanmış zannediyordum. Vakta ki, hasta olan Ä°stanbul'u gördüm. Nabzını tuttum. TeÅŸrih ettim. Anladım ki, kalÂbindeki hastalıktır, her tarafa sirayet eder. Tedavisine çalıştım, bir divaÂnelikle taltif edildim.
Hem de gördüm ki; medeniyet-i hakikiyeyi teşkil eyleyen İslâmiyet, maddî cihetinde medeniyet-i hazıradan pek geri kalmış. Güya İslâmiyet sû'-i ahlâkımızdan darılmış mazi tarafına dönüp gidiyor, Zaman-ı Saadete bizi şikayet edecektir. Bunun en büyük sebebi; istibdaddan sonra, mürşid-i umumî olan üç büyük şubenin -ki "cümlenin maksudu bir amma rivayet muhtelif" veyahut … beytinin mâsadakı olan ehl-i medrese ve ehl-i mekteb ve ehl-i tekyenin- tebayün-ü efkâr ve tehalüf-ü meşaribidir.
Bu tebayün-ü efkâr ahlâk-ı Ä°slâmiyenin esasını sarsmış ve ittihad-ı milÂleti çatallaÅŸtırmış ve terakkiyat-ı medeniyeden geri bırakmıştır. Zîrâ biri ifÂrat ile diÄŸerini tekfir ve tadlil ediyor ve öteki tefrit ile onu (8) techil ve gayr-ı mutemed addediyor.
Bunun çaresi, tevhid ile tevehhüd; ve efkârlarının mabeyninde (9) teyid ile müÂnasebet ile musalaha... Tâ itidal noktasında musafaha ile birleÅŸmekle, aheng-i terakkiyi ihlâl etmesinler.(10)
DEVR-Ä° Ä°STÄ°BDÂD VE SAÃŽD-Ä° KÃœRDÃŽ'NÄ°N PENÇELEÅžMESÄ° Tımarhanede Tabible Vaki' Olan Bir MaceramEy tabib efendi' Sen dinle ben söyleyeceÄŸim. Cinnetime bir delil daha senin eline vereceÄŸim, sual olunmadan cevab. Antika bir divaneÂnin sözünü dinlemeyi arzu edersiniz. Muayenemi muhakeme suretinde istiyorum. Senin vicdanın da hakem olsun. Tabibe ders-i tıb vermek fuzulilik. amma teÅŸhis-i illete yardım edecek noktalar hastanın vazifesiÂdir. Hem de istikbal sizi tekzib etmemek için dinlemenize lüzum görürÂsünüz, ÅŸu dört noktayı nazar-ı mütaalaya alınız!
Ve sonra yine tımarhanede iken verdiğim bâzı izahatın suretidir.
Birincisi
Ben Kürdistan dağlarında büyümüşüm. Kaba olan ahvalimi Kürdistan kapanıyla tartmalı. Hassas olan medenî İstanbul mizanıyla tartmamalısınız. Öyle yaparsanız, mâden-i saadetimiz olan Dersaadet'ten önümüze sed çekmiş olursunuz. Hem de ekser Kürdleri timarhaneye sevketmek lâzım gelir. Zîra Kürdistan' da en revaçlı olan ahlâk; cesaret, izzet-i nefis, salabet-i diniye, muvafakat-ı kalb ve lisandır. Medeniyette, nezaket denilen emir, onlarca müdahenedir.
Ä°kincisi
Benim elbisem gibi, ahval ve ahlâkım da nâsa muhaliftir. Hak ve nefsülemri mihenk-i itibar ittihaz ediniz. Zamanın veya âdetin revaç verÂdiÄŸi bazı ahlâk-ı seyyieyi görenek vasıtasıyla numûne-i imtisal olmuÅŸ mikyas yapmmayınız. "Nemelâzım baÅŸkası düşünsün" feryad-ı meyyitaneyi vermek gibi.
Müslümanım, İslâmiyet cihetiyle mânen memurum; ve sadakatle mükellefim. Millete, din ve devlete nafi' olan birşey düşüneceğim!
Üçüncüsü
Şâz ve nâdir olarak isti'dad-ı zamanın fevkınde çok kimseler gelip geçmiş. Nas ibtida onlara cünûn veya abes isnadından sonra sihre veya hârikaya haml etmişler. Birinci ve ikinci noktanın mabeyninde olan tezad, cinnetime hükmeden zevatın delil ve müddealarında olan tezada îmâdır. Zîrâ ef'alleriyle demişler: "Divanedir. Çünkü her mesail-i müşküliyeye cevap veriyor. Böyle delil getiren delidir.
Dördüncüsü
Asabî adam, hususan benim gibi sinirli bir kimsenin telaÅŸ ve hiddet etmesi zarurîdir. Bâhusus bir fikr-i âliyeyi (Yani hürriyet-i ÅŸeriyyeyi) onbeÅŸ sene zihninde taşıyan ve bilfiil karîb olduÄŸu zaman, yâni bir inkılâb-ı azîm ile kendini muhâtarada ve mehlekede görse, ve temaÅŸaÂsınÂdan mahrûm kalsa, nasıl telaÅŸ ve hiddet etmesin? Hem de benden daha divane zabtiye nâzırıdır. Zîrâ benden daha hadîddir. Hem de bu cinnet-i muvakkataya müptela olmayan binde birdir.
Eğer müdahene, temellük, tazarru-u sinnurî, menfaat-ı umumiyeyi, menfaat-ı şahsiyeye feda etmek aklın muktezasından addedilmek lâzım gelirse; şâhid olunuz! Ben o akıldan istifamı veriyorum. Divanelikle –ki bence bir mertebe-i masûmiyet gibidir– iftihar ediyorum.
Dört nokta şüpheyi davet etmiş. Onları bilerek bazı hîkmet-i hafîye için yapmışım.
Birincisi
Åžekl-i garîbîm. Bu muhalif libasımla makasıd-ı dünyeviyeden istiÄŸÂnamı; ve âdât-ı beldeye adem-i müraattan özrümü; ve ahval ve etvarımı nâsa muhalefetini; ve münasebet-i zâhir ve bâtın ile tabiilik insaniyetimi; ve milletimin muhabbetini ilân etmek içindir. Hem de garîb mânâ, garîb bir lafz içinde olmalı. Tâ ki nazar-ı dikkati celbetsin. Hem de sanayi-i mahalliye revac vermek için bir nasihat-ı fiilî ediyorum. Hem de kenÂdimde bir meyl-i tecdidi göstermek; ve zamanın teceddüd edeceÄŸine işâÂret ediyorum. Hem de Sultan Selim'e biat etmiÅŸtim.
Ä°kincisi
Ulema ile olan münazaramdır. Onun sebebi Ä°stanbul'a geldim, görÂdüm ki; sair ÅŸuabâta nisbeten medaris terakki etmemiÅŸtir. Bunun da seÂbebi; kitaba nazarla istinbat-ı mes'ele etmek olan isti'dadı, meleke-i ilim yerinde ikâme olunmuÅŸ. Ve talebelerde adem-i münazara ve sual ve ceÂvap sebebiyle ÅŸevksizlik ve melekesizlik ve atalet gibi bazı hali intac etÂmiÅŸ, sâir müntic-i taaccüb ve hayret olan ulûm-u ekvân, veya eÄŸlence ile vakit geçirmeyi müntic olan fünûn-u hevesat, ve lezzat-ı hakikiyeyi mutazammın olan ulûm-u maksûd-u bizzat gibi, ulûm- u ilâhiye tahsil olunmaz. Bunun da ya bir himmet-i âli veya bir tevaÄŸÄŸul-u tam veya müÂsabakayı müntic olan sual ve cevap gibi bir ÅŸevk-i kasrî ve haricî lâÂzımÂdır. Veyahud taksim-ül a'mal kaidesine tatbîkan herbir talebenin istidaadına göre bazı fünun ile tevaÄŸÄŸul etmeli. Tâ mütehassıs olsun, sathî olmasın. Zîrâ her ilmin bir suret-i hakîkiyesi var. Meleke olmaÂdığı vakit, bazı tarafı nakıs olan sûretlere benzer.
Bunun da çaresi ona müstaid olan bir fennî esas tutmalı. Ve buna münasib fünûnu; her birinden birer fezleke alınmalı ve o fenn-i esasın suÂret-i hakikîsini mütemmim ittihaz etmelidir.
Zira herbir fezleke, bir sûret-i müstakilleyi teşkil etmiyor. Lâkin bir suret-i esasiyeyi tekmil edebilir.
Ey sözümü işiten talebe-i ulûm! Mektepliler gibi –ki onlar nakıs olan seleflerine hayr-ul halef olmuşlar– çalışalım ki evc-i kemâle vasıl olan seleflerimize hayr-ul halef olalım!..
Ben münazara ile bilfiil iki noktadan ikâz etmek istiyordum.
Üçüncüsü
Fuzûlilik olarak iki fikri beyan etmiştim.
Birincisi: Åžu zaman-ı terakkide medeniyet-i hakikiyeyi teÅŸkil eden Ä°slâmiyet, medeniyet-i hâzıraya nisbetle terakki etmemiÅŸ. Bunun da en büyük sebebi; üç büyük şûbelerin ki; "cümlenin maksudu bir, amma riÂvayet muhtelif," masadıkına muvafık; ehl-i medrese, ehl-i mektep, ehl-i tekyenin tebayün-i efkâr ve tehalûf-ü meÅŸaribidir. Ehl-i medrese ehl-i mektebi bazı gayr-ı murad olan zevahirin te'viliyle za'f-ı akide ile ittiham ediyorlar. Bunlar ise berikileri fünûn-u cedîdeye adem-i vukufları sebebiyle nâkıs ve gayr-ı mutemed addediyorlar.
Ehl-i medrese ehl-i tekyeyi; ibadet olan zikri, sebeb-i ÅŸevk vaz' olunmuÅŸ olan bâzı mübah a'mal ve harekât –ki, avam ve câhil hataen ibaÂdet zannederler– halbuki bu zan batıldır. Ä°badet yalnız zikirdir. HareÂkât, mübah olmak ÅŸartıyla câizdir. Bu zann-ı avama binaen; bunlara ehl-i bid'at nazarıyla bakıyorlar. Bunların tefritiyle ve ötekilerin ifratıyla müÂsamaha kapısı açıldı. Bâzı bide'at, zikir ile ihtilat eyledi. Bu tebayün-ü efÂkâr ve tehâlüf-ü meÅŸarib ahlâk-ı Ä°slâmiyeyi sarsmış ve terakkiyat-ı meÂdeniyetten geri bırakmıştır.
Bunun da çaresi, mekatibde ulûm-u diniyeyi bihakkın okutmak, ve medariste lüzumsuz kalan hikmet-i atîkaya bedel bazı fünun-u lâzıme-i cedide tahsil olunmak... Ve tekyelerde mütebahhirîn ulemâ bulunmaktır. Bu takdirde ÅŸuabât-ı selase yekâhenin-i terakki olarak kat'-ı meratib etÂmek kaviyyen me'mûldür.
Ä°kinci Fikir: Vaazlara aittir ki; Bunlar müderris-i umumîdir. BunlaÂrın nasayihinda kendimce bir te'sir hissetmedim. Düşündüm, kasavet-i kalbimden baÅŸka üç sebep buldum.
Birincisi: Asr-ı hâzırayı zaman-ı salifeye kıyasen yalnız tasvir-i müddea ve parlak göstermektir. Halbuki zaman-ı salifede safa-yı kalb taklid-i ulemâ hükümferma idi. Bunlara delil lâzım deÄŸil idi. Åžimdi de herkeste bir meyl-i taaharri-i hakikat peyda olmuÅŸ. Bunlara karşı tasvîr-i müddea tesir etmez. Ancak tesir ettirmek için isbat-ı müddea ve ikna' lâÂzımdır.
İkinci Sebep: Bir şeyi terğip veya terhib etmekle, ondan daha mühim şeyi tenzil etmekti. Meselâ. "Bir gece iki rekat namaz kılmak, haccı tavaf etmek... Veya kim gıybet etse zina etmiş gibidir "derler.
Üçüncüsü: Belagatın muktezası olan muktezayı hâle mutabık ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köÂÅŸelerine çekiyorlar. Sonra konuÅŸuyorlar. Demek istiyorum ki; vaiz hem âlim-i muhakkik olmalı ki, tâ isbat-ı müddea etsin. Hem hakîm-i müdakkik, tâ muvazene-yi ÅŸeriatı bozmasın. Hem de belîğ-i muknî olÂması ÅŸarttır.
Dördüncüsü: Zihnim periÅŸandır demiÅŸim. Halbuki bu cümleden maksadım; kuvve-i hâfızama nisyan tareyanı ve zihnimdeki sıkıntı ve taÂbiatımdaki tevahhuÅŸ muraddır. Hiçbir divane, ben divaneyim demediÄŸi için benim cinnetime nasıl delil olabilir. Hemde " izhar" dan sonra üç mâh ders gördüğümü söylemiÅŸtim. Ä°ki cihetle ÅŸu söz şüpheyi davet eder. Ya hilâftır... Halbuki ekser Kürdistan bunun sıdkını bilir. Ya doÄŸru olÂduÄŸu halde; sen ey doktor dediÄŸin gibi temeddüh ve gurur mîsüllü bir unsur-u cinneti îma eder.
Buna cevap: Bir ricâl-i devletin sualine karşı cevab-ı sevap vermek istemekliğimdir. Eğerçi temeddühü istilzam etmiş...
Åžuurumda şüpheniz kalmadığı vakit, fîkrimde şüpheniz vardır zanneÂdiyorum. Onu bir muhaÂkeme ile bu şüphe de zâil olabilir.
Zira gâyet serbest vahÅŸi Kürtlerden olan bir adam, elmas gibi millete bir sadakat ve cevher gibi bir fikr-i âli sahibi olmadığı halde, nasıl bu zamanda bu kadar alâmet-i fârika ile hîle ve fikr-i fâsidini saklayabilir? Bence hîle, terk-i hîledir. Demek herkese müreccah –çünkü kimseyi millete sâdık bulmadım– ve sâfi bir sadakatı kalbden hissetmiÅŸde bu gûna ahÂvalde bulunmuÅŸ. Demek bizim doktorların fehmi hasta. Ve kendi raporlarıyla mecnun. Ve zabıta nâzırı da hiddeti için divanedirler.
Ey doktor! Sen iyi doktorsun. Evvelâ o bîçareleri tedavi et. Sonra beni.
Ey ÅŸu kelamıma nazar eden zevat! EÄŸer kelamımda dokunacak veya sizin zâif midenizde hazm olunmayacak sözler bulunursa, mazur tutuÂnuz! Çünkü divanelik zamanında söylemiÅŸimdir. Muhitim o zaman timarhanenin duvarlarıydı. Muhitin tesiri müsellemdir. Zîrâ ümmî, vahşî yâni hür, Türkçe iyi bilmez bir Kürd bu kadar îfade-i meram edebilir vesÂselâm...(11)
Â
* EÄŸer dâiye-i teferrüd, ihtilâf, hodfuruÅŸluk, meyl-ül aÄŸalık, milleti istihÂdam, aldanmak ve aldatmak, sun'î kürtlük muktezasından gösterilse; şâhid olunuz o kürtlükten istifamı veriyorum... Ve cesaret, ve sadakat, ve diyanetin ünvanı olan tabiî Kürtlükle iftihar ediyorum. Nasıl ki, zaman-ı istibdatta bu tabiî Kürtlük için timarhâneye düştüm. Divânelerin hekîÂmine dedim: "eÄŸer müdahane, temelluk, tazarru-u sinnurî, tabasbus-u kelbî, menfaat-ı umumiyeyi menfaat-ı ÅŸahsiyeye feda etmek aklın muktezasından addedilmek lâzım gelirse; şâhid olunuz ben o akıldan istifamı veriyorum ve divanelikle iftihar ediyorum."
Ey Kürdler!.. Timarhaneyi kabul ettim, Kürtlüğü lekedâr etmemek için irade-i pâdişahî ve maaş ve ihsan-ı şahaneyi kabul etmedim.(12)
Devr-i İstibdadda Tımarhaneden Sonra Tevkifhânede İken Zabtiye Nâzırı Şefik Paşa İle MuhaveremdirZaptiye Nâzırı:
Padişah sana selâm etmiş. Bin kuruş da maaş bağlamış. Sonra da yirmi otuz lira yapacak, dedi.
Cevaben:
Ben maaş dilencisi değilim. Bin lira da olsa kabul edemem. Kendim için gelmedim. Milletim için geldim. Hemde bu bana vermek istediğiniz rüşvet ve hakk-ı sükûttur.
Nâzır:
Ä°radeyi reddediyorsun. Ä°rade red olunmaz.
Cevaben dedim:
Red ediyorum tâki padişah darılsın, beni çağırsın. Ben de doğrusunu söyleyeyim.
Nâzır:
Neticesi vahimdir!...
Cevaben:
Neticesi deniz olsa, geniÅŸ bir kabirdir. Ä°dam olunsam bir milletin kalÂbinde yatacağım. Hem de Ä°stanbul'a geldiÄŸim vakit, hayatımı rüşvet geÂtirmiÅŸim, ne ederseniz ediniz!... Bunu da ciddi söylüyorum: "Ben isterim ki; ebna-yı cinsimi bilfiil ikâz edeyim ki, devlete intisab, hizmet etmek içindir. MaaÅŸ kapmak için deÄŸildir."
Hem de benim gibi bir adamın milÂlete ve devlete hizmeti nasihatladır. O da hüsn-ü tesirledir. O da hasbîÂlikledir. Bu da garazsızlık, o da ivazsızlık, o da terk-i menafi-i ÅŸahsîyledir. Binaenaleyh ben maaşın kabulünde mazurum.
Nâzır:
Senin Kürdistan'da neÅŸr-i maarif olan maksadın, meclis-i vükelâda derÂdest-i tezekkürdür.
Cevaben:
Acaba maarifi te'hir, maaşı ta'cil edersiniz, ne kaide iledir? Menfaat-ı şahsiyemi menfaat-ı umumiye-i millete tercih ediyorsunuz.
Nâzır hiddet etti...
Ben dedim:
Ben hür yaÅŸamışım. Hürriyet-i mutlakanın meydanı olan Kürdistan daÄŸlarında büyümüşüm. Bana hiddet fayda vermez, nâfile yorulmayınız. Beni nefyedin, Fîzân olsun. Yemen olsun râzıyım. Siz de pîneduzluktan ve yaÂmacılıktan kurtulursunuz. Ben de yüksekten düşÂmekle incinmekden kurtulurum.
Nâzır:
Ne demek istiyorsun?
Cevaben dedim:
Sigara kâğıdı kadar ince ve nizam namıyla bir perdeyi bu kadar feveÂran-ı efkâr ve hissiyata karşı herkesin üstüne örtmüşsünüz. Herkes alÂtında sizin tazyikatınızla meyyit-i müteharrik gibi inliyor. Ben acemi idim, alÂtına girmedim. Ãœstüne düştüm. Suret-i telebbüsüm gibi ahlâkım da sakîl idi. Bir kere mabeynde yırtıldı. ÅžiÅŸli'de bir Ermeninin evine düşÂtüm. Orada yırtıldı. Åžekerci Hanına düştüm. Orada da yırtıldı. TımarÂhaÂneye düştüm. Åžimdi de tarassudhaneye düşmüşüm.
Hâsılı: Siz de o kadar yamacılık yayamazsınız. Ben de incinirim.
Hem de Kürdistan'da iken sizi iyi bilirdim. Bu ahval, sizin serairinizi bana iyi öğretti. Bâhusûs tîmarhane bu metinleri bana iyi şerh etti. Hem de bu hallere teşekkür ettim. Zîrâ su-i zan makamında hüsn-ü zan eder idim.(13)
Â
* Hilafete dair bir rüyadır. Âlem-i mânâda padiÅŸahı gördüm. Dedim: "Sen zekat-ül ömrü Ömer-i Sânî'nin mesleÄŸinde sarfet!.. Tâ ki, meÅŸrutiÂyet riyasetine lâzım ve biatın mânâsı olan teveccüh-ü umumiyeyi kazanaÂsın."
Pâdişah dedi: Ben O'nun yolunda gideyim. Siz de ol zaman ehlini taklid edebiliyor musunuz... bir de sizde, onlardaki kuvvet-i İslâmiyet ve safvet ve ahlâk...
Ben dedim: Bizdeki tenebbüh-ü efkâr-ı umumî ve tekemmül-ü mebadi ve vesait ve ihata-i medeniyet, o noktaların yerini tutmakla; hem o noktaları istihsal, hem de netice-i matlûb olan terakkiyi intac edebiliÂyor.(14) Düvel-i ecnebîyenin adaleti bunu isbat eder.
O dedi: Nasıl yapacağım?
Dedim: "Ä°stibdad, kalb-i memalik olan Ä°stanbul'da kan bırakmadıÂğından hüsn-ü niyeti göster. Pür ÅŸefkat ile meÅŸrutiyeti kansız kabul ettiÂÄŸin gibi, menfur olmuÅŸ Yıldızı mahbub-u kulûb etmek için eski zebanîler yeÂrine melâike-i rahmet gibi muhakkikîn-i ulemayı doldurmak... ve Yıldızı dâr-ül fünûn gibi etmek... Ve ulûm-u Ä°slâmiyeyi ihya etmek ve meÅŸihat-ı Ä°slâmiyeyi ve hilâfeti, mevki-i hakikisine is'ad etmek... Ve milletin kalb hastalığı olan za'f-ı diyanet ve baÅŸ hastalığı olan cehaleti, servet ve iktiÂdarınla tedavi etmekle Yıldızı Süreyya kadar i'lâ et. Tâ Hânedân-ı Osmanî ol burc-u hilafette pertevnisâr-ı adâlet olabilsin. Hem de havaîc-i zaruriyeye iktisad et. Tâ alıştırılmış olan israfa iktidarı olmayan biçare millet de iktida etsin. Madem ki, imamsın..."
Birden uyandım, gördüm ki, asıl bu âlem-i yakaza rüyadır. Asıl uyanmak ve hakîkat o rüya imiş.(15)
Â
*Ben vaizleri dinledim. Nasihatları bana tesir etmedi. Düşündüm. Kasavet-i kalbimden başka üç sebeb buldum:
Birincisi: Zaman-ı hazırayı zaman-ı salifeye kıyas ederek yalnız tasvir-i müddeayı parlak ve mübalağalı gösteriyorlar. Tesir ettirmek için isbat-ı müddea ve müteharri-i hakikatı ikna lâzım iken ihmal ediyorlar.
Â
 İkincisi: Bir şeyi tergib veya terhib etmekle ondan daha mühim şeyi tenzil edeceklerinden, müvazene-i şeriatı muhafaza etmiyorlar.
Â
 Üçüncüsü: Belâgatın muktezası olan hale mutabık, yani ilcaat-ı zamana muvafık, yani teşhis-i illete münasib söz söylemezler. Güya insanları eski zaman köşelerine çekiyorlar, sonra konuşuyorlar.
Â
 Hâsıl-ı kelâm: Büyük vaizlerimiz hem âlim-i muhakkik olmalı, tâ isbat ve ikna etsin. Hem hakîm-i müdakkik olmalı, tâ müvazene-i şeriatı bozmasın. Hem belig-i mukni' olmalı, tâ mukteza-yı hal ve ilcaat-ı zamana muvafık söz söylesin ve mizan-ı şeriatla tartsın ve böyle olmaları da şarttır.(16)
* Neden hüsn-ü zannımıza sû'-i zan edersin? Eski padişah (lar ve eski hükûmetler) (17) seni haktan çeviremedi. Jön Türkler sizi kendilerine râm ve müdaheneci edemediler. Zîrâ seni hapis ettiler, asacaktılar; sen tezellül etmedin. Merdane çıktın. Hem sana büyük maaş verecektiler; kabul etmedin. Demek sen onların tarafdarlığı için demiyorsun. Demek hak tarafdarısın...
C- Evet hakkı tanıyan, hakkın hatırını hiçbir hatıra feda etmez. Zîrâ, hakkın hatırı âlîdir. Hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir. Fakat ÅŸu hüsn-ü zannınızı kabul etmem. Zîrâ bir müfside, bir dessasa da edebiÂlirsiniz. Delil ve akibete bakınız.(18)
Â
Dipnotlar
1-Sikke-i Tasdik-i Gaybi s:83
2-Emirdağ Lahikası-1-s: 57
3-Lem'alar s: 197-198
4-Åžualar, s.412
5-Osmanlıca Siracun nur-s: 325-326
6-Åžualar, s:362-363
7-Asar-ı Bediiye-s: 605
8-Misbah'da "berikini" ÅŸeklinde,
9-Misbah'da "ve efkârlar naitidal noktasında akd-ı musafaha eylemeli" ifadesiyledir.
–Naşir–
10-Asar-ı Bediiyye-s: 535-536
11-Asar-ı Bediiye-s: 512-517
12-Asar-ı Bediiye-s: 552 Not: Medar-ı ibret ve hayrettir ki: 1324 senesinde Hürriyetin üçüncü gününde Ä°stanÂbul'da.. Hem sonra Selânik'te meydan-ı hürriyette binler siyasîlere karşı dava etÂtiÄŸi ve bütün kuvvetiyle Åžeriatı istediÄŸi.. ve Hürriyeti ve MeÅŸrutiyeti Åžeriata hizmetkâr yaptığı halde; sonra 31 Martta Hareket Ordusu gâyet dehÅŸet ve ÅŸiddetle ÅŸeriat isteyenleri mes'ul ettikleri zamanda Divan-i Harb-i Örfî'de Said'in bu münteÅŸir nutuklarından tam berat verildiÄŸi halde.. Åžimdi ise, siyaseti otuz seneden beri (*) bıraktığı ve o nutuklarına nisbeten siyasete pek az teması için yirmi yedi sene dinsizlik -hesabına iÅŸkenceler, gaddarane azab ve ceza verenler elbette din namına zulüm etmiÅŸ engizisyondan daha zalim olduklarını isbat eder.
Said Nursi
(*) Bu beyanı Üstad Hazretleri 1951'de buraya kaydetmiştir. –Naşir–
13-Asar-ı Bediiye-s: 518-519
14-Volkan'da "edebilir" ifadesiyledir. –Naşir–
15-Asar-ı Bediiye-s: 578-579
16-Divan-ı Harb-i Örfi s: 79-81
17-Parantez içindeki cümleciği müellifi ilave etmiştir,
18-Asar-ı Bediiyye-s: 379
Â
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-59
Bugünlerde, manevî bir muhaverede bir sual ve cevabı dinledim. Size, bir hülâsasını beyan ede
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-58
Altıncı Mertebe-i Nuriye-i Hasbiye: Müfarakat-ı umumiye hengâmı olan harab-ı dünyadan haber
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-57
Şeytanla bir Münazara *Bu risalenin te'lifinden onbir sene evvel Ramazan-ı Şerifte İstanbul'da
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-56
Irkçı Olmadığı Eğer derseniz: Sana Said-i Kürdî derler. Belki sende unsuriyet-perverlik fik
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-55
AHLAK-I ÂLİYESİNDEN BİR NEBZE Eski Said’in Ahlakı İstiğnası *Eski Said minnet almazdı.
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-54
VASİYETNAMESİ * Hem benim şahsımın, hem Risale-i Nur'un şahs-ı manevîsinin sermayesini, ken
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-53
TARİHÇE-İ HAYATIN NEŞREDİLMESİ * Tahsin’in neşrettiği Tarihçe-i Hayat yirmi büyük mecm
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-52
Mahkeme Reisine: Pek çok uzun ve mazlumane macera-yı hayatıma dair şu gayet kısa ifademi dinle
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-51
ISPARTA DÖNEMİ-1953-1960 * Ben Isparta'ya geldiğim vakit, Isparta'da İmam-Hatib ve Vaiz Mektebi
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-50
DEMOKRAT PARTÄ°YE Ä°KAZ, Ä°RÅžAD VE TAVSÄ°YELERÄ° * Kırk seneden beri takib ettiÄŸim ve Sultan ReÅ
KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-49
Bu mübarek gecede pek şiddetli bir ihtar kalbime geldi ki: İstanbul'daki Üniversiteciler Eski Sa
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-48
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-47
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-46
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-45
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-44
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-43
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-42
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-41
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-40
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-39
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-38
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-37
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-36
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-35
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-34
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-33
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-32
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-31
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-30
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-29
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-28
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-27
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-26
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-25
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-24
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-23
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-22
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-21
- KENDÄ° DÄ°LÄ°NDEN BEDÄ°ÃœZZAMAN-20
Allah'ın ayetlerine küfredenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.
AL-Ä° Ä°MRAN, 21.AYET
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
Kalbinde zerre miktarı iman bulunan kimse ateşten çıkacaktır.
Tirmizi, Sıfatu Cehennem 10, (2601)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...