TARİH ŞUURU VE EHEMMİYETİ

İnsanlar geçmiş zamanın hâtıratı ile zaman zaman neşeyâb olduğu gibi, milletler de mazinin irfan ve şehametini yâdederek maddi ve manevî hayatlarını inkişaf ettirirler. İnsan, milletlerin sergüzeşt-i hayatlarını, beşerî kültür ve medeniyetlerin cereyan ve inkişaf tarzlarını açık bir surette tarihin sahifelerinden okuyabilir. Zira zihinler nisyan ile malul olsa da, hakikatlar tarihin yapraklarındadır.


2017-02-16 12:47:39

İnsanlar geçmiş zamanın hâtıratı ile zaman zaman neşeyâb olduğu gibi, milletler de mazinin irfan ve şehametini yâdederek maddi ve manevî hayatlarını inkişaf ettirirler. İnsan, milletlerin sergüzeşt-i hayatlarını, beşerî kültür ve medeniyetlerin cereyan ve inkişaf tarzlarını açık bir surette tarihin sahifelerinden okuyabilir. Zira zihinler nisyan ile malul olsa da, hakikatlar tarihin yapraklarındadır.

Buna binaen tarihin, her millet için pek büyük bir ehemmiyeti vardır. Hususan, mazisi derin, ihtişamlı ve insani meziyetlerle dolu bir millet, tarihinden ayrı düşünülemez. Ebed müddet yaşamak arzu ve gayretinde olan yüksek seviyeli, akl-i selim sahibi ve milli şuurla âlûde bir milletin tarihini yaşatması onun için hayati bir vecibedir.

Milletlerin intibah ve inkişafında mazilerinin pek büyük bir tesiri olduğu şüpheden varestedir. Evet, zaman-ı mazi müstakbel tohumlarının ambarı ve şuunatının asması olduğu gibi, zaman-ı müstakbel dahi mazinin tarlası ve ahvalinin aynasıdır. Bu gayet ehemmiyetli bir hakikattir. Binaenaleyh, tarihte güzide eserler meydana getiren bir millet, ebediyyen yaşamaya lâyıktır. Hususan, dehalarıyla ve himmetleriyle medeniyet ve insaniyet namına yüzlerce, binlerce âsâr-ı âliyeyi vücuda getiren milletimiz, kıyamete kadar payidar olmaya lâyıktır.

Millet olarak, daima teali ve terakki etmek için, ecdadımızın sergüzeşt-i hayatını, hususan, mukaddesata hürmet ve muhabbetini inceden inceye araştırıp, tahlil etmemiz icabeder. Zira ecdadımız, örf, âdet ve mukaddesatına itina ve itibar göstermekle terakki etmiştir. Ruhunda sarsılmaz bir iman, bünyesinde lâyemut bir irade-i hayat taşıyan milletler, hiç bir vakit ve hiçbir suretle ölmez ve öldürülemez.

Evet, en müthiş ihanetlere, desiselere, adavetlere ve sadmelere rağmen, bu millet lâyemut bir azm ile örfüne, tarihine, mukaddesatına sahip çıkarak, eğilmez, yüce dağlar gibi, ayakta kalmayı başarmıştır. Bin seneden beri İslâmiyet ve insaniyete kemâliyle hizmet eden şu asilzâde millet, kolay kolay özünden, cevherinden uzaklaşmamış, aslına bağlılıktan vazgeçmemiş ve geçmez de...

Tanzimattan bu yana çeşitli hile ve desiselerle milletimizi bu ruhtan, bu cevherden, bu merkezden uzaklaştırmak için büyük gayretler gösterildi. Bu hile ve desiseler neticesinde, bu milleti kısmen de olsa merkezinden uzaklaştırdılar, fakat yörüngesinden çıkaramadılar. Zira bugünkü nesil, bu tehlike ve desiselere karşı çok daha uyanık ve dikkatlidir. Artık yabancı kültürlere peyk olmaktan kurtulup, kendi öz mihverinde hareket etme zaruretini idrâk etmiştir. Zaten mesele, gençlerimizin hamiyet-i diniye ve milliye ile intibahıdır. Ancak bu sayede istikbâle endişesiz bakılabilir.

Silkinip kendine dönme, derlenip toparlanma şuuru bu milletin çekirdeğinde mevcuttur. Tarihte Selçuklu hanedanının izmihlalinin akabinde Osmanlı hanedanının hemen ihyası bunun en bariz şahididir. Dâhili ve harici rüzgârların tesiriyle Selçuklu hanedanının ahengi sarsıldı, nizamı bozuldu ve neticede hanedan çözüldü. Fakat hanelerin aile ocaklarının bünyesi sağlamdı. Ahengi, nizamı yerinde idi, fertler salâbetliydi, faziletliydi... Ruhlarında cihanşümul bir İslâm İmparatorluğu ideâli hâkimdi. Bu yüzden Selçuklu saltanatı çözülür çözülmez, hemen yerine küçük bir beylikten koca Osmanlı saltanatını çıkardılar ve asırlarca ihtişamlarını sürdürdüler.


Burada ehemmiyetli bir sual akla gelmektedir. Acaba bunların ruhlarına bu şevki, bu enerjiyi kimler üfledi? Belli ki bu iş mahdut düşüncelerin işi değildi! Bu teşebbüs fikrini nereden aldılar? Yetmiş iki sınıfı bir pota içerisinde eritip, pişirip terbiye eden ve devletler arasında en yüksek seviyeye çıkaran, asırlarca kıtadan kıtaya hükümferma olan bir devlet-i aliyeyi nasıl ihya ettiler?

Cenâb-ı Hakk rahmetinin muktezası olarak Anadoluya; Mevlânalar, Edebâliler, Yûnuslar gibi nice nice erenler, nice necip simalar, ziyâdar mürşitler, harikulâde zekâya sahip âli himmet gayyûr mütefekkirler ihsan etti. İşte bu âlicenap zatlar, milletin manevî mimarları ve rehberleri oldular. Bunlar, tarihimizin semâsında ufûl etmeyen fazilet yıldızlarıdır. Tarihimiz, bunlar sayesinde Avrupa ve Amerika gibi milletlerin mazisine nasip olmayan seciyeli ve seviyeli bir şeref kazanmıştır.

Amerika henüz keşfedilmemişken, Ruslar canavarlar gibi birbirine saldırırken, Avrupa cehalet sisi altında, zulüm ve vahşetin cehenneminde kavrulurken, ecdadımız hikmet ve adaletin, ilim ve irfanın, şân ve şerefin şâhikasındaydı... İftiharımıza vesile olan böyle fazilet abideleri eğer Avrupa milletlerinin tarihinde olsaydı, emin olunuz ki, onları altın harflerle yazar, yıldızlar kadar levhalar yapar, semalara kadar yükseltirlerdi. Hamiyet-i diniye ve milliye sahibi bir edibimiz Avrupalının bu hissiyatına tercüman olma sadedinde; "... bir İngiliz vatandaşına Shakespeare'i İngiliz edebiyatından silmeye karşılık altın kaynağı Hindistan'ın tekrar geri verilmesini teklif etseler bunun kesinlikle reddedileceğini" ifade ediyor.

Maalesef bizde ise, tarihimizin semâsında celâdetiyle, irfan ve imanıyla parıldayan nice fazilet güneşleri nisyan bulutlarıyla perdelenmiştir. Bu perdeleri kaldırmak, bulutları dağıtmak, bizim için dini ve milli bir vazifedir. Ta ki mazinin ihtişamını, meziyetlerini bütün berraklığıyla gösterelim, yaprak yaprak okutalım, nesl-i cedide onu tarihin sâdık lisanıyla anlatalım... ancak böyle şanlı tarihimizin hakkını yeniden iade etmiş oluruz. Onun hakkını vermeden, onun zevkini tam yaşamadan yalnız bu günün zevk ve neşesini hissedip duymak milletimizi ebed-müddet yaşatamaz.

Allah (C.C.) korusun, şu devlet; milleti millet yapan değerlerden koparsa, mevcudiyet ve bekâsını, vahdet ve istikrarını muhafaza edemez. Tarih şahittir ki, ecdadımız ne zaman dinine, diline, örf ve âdetlerine temessük etmişse terakki etmiştir. Kendi ruh ve kabiliyetine münasip olmayan kültür, örf ve adetler bu milletin bünyesini tamirden ziyade tahrip eder, tezelzüle uğratır.

Milletimiz için diğer bir tehlike, tarihiyle arasında ruhî ve hissî bir uçurumun bulunmasıdır. İstikbâl ancak bu uçurumun süratle doldurulup hatt-ı muvâsalanın temin edilmesiyle garantiye alınabilir. Bu uçurumun dolması için, hayatını, dinine ve milletine vakfedecek, bütün kıymetli mefhumların kaynağı olan tahkiki imana sahip, iradeli, iffetli, âli seciyeli, mazi ile hâlin muhasebesini yapacak, dirayetli, münevver bir neslin yetiştirilmesi lâzımdır. Tâ ki kaybettiğimiz cevheri, ilmin, irfanın ışığında arayıp bulalım. En sağlam, en emin ve en metin yol bu olsa gerektir.

Elbette bir millet için ilimde, irfanda teceddüt etmek, medeniyeti geliştirmek zaruridir. Fakat bu teceddüt ihtiyacı o milleti ruhundan koparmamak, ona mazisini, tarihini unutturmamak şartıyla fayda verir. Selametli, emniyetli yol, ecdadın ruhunu tahlil, seciyesini tetkik ederek, bunu vicdan-ı milliye maletmek, halkı bu noktada tenvir ve irşad ederek teceddüde adım atmaktır.

Bir milleti muhafaza eden ve onu diğer milletlerden ayıran, o milletin inancı, örfü, adetleridir. Bir yahudi, bir İngiliz yahut bir Japon dünyanın neresinde olursa olsun kendi milletinin inanç, örf ve âdetlerine bağlı olarak yaşar. Milleti gibi düşünür, onun gibi yer, içer, giyinir, kuşanır. Milli ahlâk ve seciyelerini aynen muhafaza eder.

Bir millet için en korkunç şey, mağlubiyet veya mahkûmiyet değil, kendi mukaddes değerlerinden soyunarak başkasının kültürüne, örf ve an'anesine tâbi olmasıdır. Çünkü mağlubiyet, mahkûmiyet gibi musibetler muvakkattir. Dün, mağlup ve mahkûm olan bir millet, mukaddes değerlerini kaybetmediği takdirde, bugün galip ve hâkim olabilir. Bir zaman sukût etse de, daha sonra suûd edebilir, inhitat şevkete, zillet izzete döner. Müthiş ve korkunç felaketler içinde inkıraza, inhizama mahkûm olan milletlerin iman ve mukaddesatlarına bağlılıkları sayesinde dirildiği, mağlup iken galip, mahkûm iken hâkim olduklarını gösteren birçok misaller tarihte mevcuttur.


Bu gün hepimize düşen ortak vazife, cihana nümune-i fazilet olan asil milletimizin tarihine, şahsiyet-i maneviyesine, irfanına, inancına, örfüne, âdetine hürmet etmek ve onu yaşayıp yaşatmaktır. Buna hem dinen, hem de vicdanen mecburuz. Evet, bu sadece bir vecibe-i iman ve vicdan değil belki bir vecibe-i insaniyedir. Eğer biz dört başı mamur, sağlam, şerefli ve haysiyetli bir hayatla ebediyyen yaşamak istiyorsak, tarihimizden, ecdadımızdan bize miras kalan şu maddi ve manevi hazinelerden a'zami derecede istifade etmek mecburiyetindeyiz.

Cidden şu necip milletin sergüzeşt-i hayatı haşmetli, şerefli ve zevkli menkıbelerle dolup taşmaktadır. Bunlar kıyamete kadar söylenip yazılsa bitmez denilse sezâdır. Fakat maalesef bu hazinelerin kapıları kapalıdır, gizlidir, mesturdur. Bu hazinelere müracaat ve kapılarını açmak şu millet için zaruri bir ihtiyaçtır. Milletin bu zaruri ihtiyacını temin etmek, kapalı kapıları açmak, hazineleri ortaya çıkarmak da bu milletin eğitimcilerinin, idarecilerinin, rehberlerinin vazifesidir. Bu milli ve dini vazifeyi yerine getirmeyip hamiyetten, âlicenâplıktan, milliyetperverlikten dem vurmak abestir, manâsızdır.

Malumdur ki, tarih bir milletin mihengidir, mizanıdır, bir mukayese unsurudur. Hangi sebepler ile yükselip zirveye çıktığımız ve yine hangi sebeplerle gerileyip sukut ettiğimizi fehmetmek için tarihe vukufiyet şarttır.Bu nokta-i nazardan tarihimiz nesl-i cedide ibretengiz ve ihatalı bir nazarla ders verilmelidir. Tarihin muhakemesi ve felsefesi derinden derine tahkik ve tahlil edilmelidir. Çünkü bir millet ancak tarihin iyi ve kötülüklerini, ibretengiz derslerini unutmamak sayesinde istikbâlini kurtarabilir.

Kur'ân-ı Kerim Peygamber kıssalarını (S.A.V.) zikrederek mü'minleri tarihten ders almaya davet ettiği gibi, birçok âyet-i celilede de "Yeryüzünde seyahat ediniz! Sizden önce gelip geçen kavimlerin haline ve yalancıların akıbetine ibretle bakınız" emirleriyle onlara, tarihte cereyan eden hadiselere nazar-ı ibretle bakmalarını, inceden inceye tahkik ve tahlil etmelerini ferman buyurdular.


Şu da ehemmiyetli bir noktadır ki, tarih sadece harplerden, muzafferiyetlerden, mağlubiyetlerden ibaret olmayıp, milleti millet yapan unsurların bir mecmuasıdır. Bu unsurlar din, dil, kültür, örf ve ahlâk gibi manevî değerlerdir. Bu sebepledir ki, tarihi bu değerlerle beraber mütâlâa etmek gerekir. Bütün muzafferiyetlerin, terakkilerin temelinde bunlar yatmaktadır. Bu değerler her milletin manevi hayatının meş'aleleridir. Tecrübe edilmiş bir hakikattir ki, manevi meş'aleleri sönen bir milletin hayatı gevşer, kanı kurur, bedeni felce uğrar, belki de izmihlal ve inkıraza gider.

Bu hakikat, şuur-u umumiyi alâkadar eden en büyük bir hayati mes'eledir. İstikbâli nurlu ve saâdetli bir devreye kalbetmek için, mezkûr manevi değerleri ecdadımız gibi, şuurla kaynaştırıp, lâhûti bir feyz ile hayata mal etmeliyiz. Böylece, İslâmiyet'le mezcolmuş şu Müslüman Türk milletinin şahsiyet-i maneviyesindeki kâbiliyet-i temeddünü enzâr-ı âleme yeniden arzedilecek ve O, eski satvet ve haşmetiyle bütün milletlere rehber olacak bir mevki-i muallaya oturacaktır. İstikbâl buna hamiledir. Evet, millî şuurla alûde, imanlı, faziletli, gayretli nesl-i cedid bu hakikati, biiznillâh tahakkuk ettirecektir.

Mehmed Kırkıncı

Fikir Damlaları

Zafer Yayınları

İst. 2007

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

1950 seçiminden az sonra, eski başbakanlardan, medrese kökenli Şemseddin Günaltay, İzmit CHP

et-Teğabün: 3

Gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır. (Mürşid 3.1 adlı yazılım-Turan Yazılım-(www.turan.com.tr) )

GÜNÜN HADİSİ

Diğer bir kişi katılmaksızın, iki kişi aralarında fısıldaşmasın.

Buhari

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI