MUHAMMED ESED’İ SARSAN SURE

Aslen Yahudi kökenli bir Avusturyalı olan merhum Muhammed Esed(Leopold Weiss) “Mekke’ye Giden Yol” adlı eserinde kendisi ve eşinin İslam’a girmesine vesile olan bir hadiseyi enfes bir üslupla şöyle anlatmaktadır;


2017-02-01 18:17:06

Aslen Yahudi kökenli bir Avusturyalı olan merhum Muhammed Esed(Leopold Weiss) "Mekke'ye Giden Yol" adlı eserinde kendisi ve eşinin İslam'a girmesine vesile olan bir hadiseyi enfes bir üslupla şöyle anlatmaktadır;

"1926 yılının Eylül günlerinden biriydi. Elsa'yla birlikte Berlin metrosunda, birinci mevki kompartmanlarından birindeydik. Birden karşımda oturan adama takıldı gözlerim; görünüşe bakılırsa varlıklı, başarılı bir iş adamına benziyordu. Dizlerinin üzerinde pahalı cinsten güzel bir çanta, bir parmağında kocaman bir elmas yüzük vardı. Düzgün kılığı, göz dolduran görünüşüyle bu adamın o günlerde Orta Avrupa'nın her yerinde göze çarpan refah havasını çok iyi yansıttığını düşünüyordum. Ekonomik hayatı alt üst eden ve halkın görünüşünde genel bir pejmurdeliğe yol açan o çetin enflasyon yıllarından sonra geldiği için hemen göze çarpan bir refah havası..

Halk şimdi iyi giyiniyor, iyi besleniyordu ve karşımda bulunan adam da bu bakımdan istisna değildi. Ama adamın yüzüne bakınca, onun hiç de mutlu bir adam olmadığını sezinledim. Yorgun görünüyordu; sadece yorgun değil, vahim denebilecek ölçüde mutsuz. Gözleri ilerde, belirsiz bir noktaya boş bakışlarla takılıp kalmış, dudakları adeta ızdırap içinde kasılmıştı. Fakat bu ızdırap bedeni bir ızdırap şeklinde görünmüyordu şüphesiz.

Sürekli adamı izleyerek kabalık etmiş olmamak için gözlerimi yana çevirdim ve onun yanındaki şık bayana çevirdim gözlerimi. Ağzı sert, çarpık ve eminim alışkanlık eseri anlamsız bir tebessümle kasılıp kalmıştı bu bayan.

Ve o zaman gözlerimi kompartımanda dolaştırıp bütün öteki yüzlere, bu istisnasız hepsi iyi giyimli, iyi beslenmiş şehirli insanların yüzlerine baktım birer birer. Ve hepsinde, bu yüzlerin hepsinde aynı hüznün kalemiyle çizilmiş, derin, gizli bir acı vardı; öylesine gizliydi ki, yüzlerin sahipleri bile farkında değildi bunun..

Gerçekten garipti bu! Hiçbir zaman çevremde bu kadar çok mutsuz, bu kadar çok hüzünlü yüzü bir arada görmemiştim; ya da acısını sezsiz çığlıklarla haykıran bu yüzlere daha önce hiç bu gözle bakmamıştım.

Bu müşahede öylesine sarsıcıydı ki, Elsa'ya açmadan edemedim. Ve bir portre ressamının dikkatiyle Elsa da çevresindeki yüzleri incelemeye koyuldu. Sonra şaşkınlıkla dönüp; "haklısın" dedi, "bir Cehennem azabı çekiyorlar sanki..Acaba kendileri bunun farkındalar mı?"

Farkında olmadıklarını biliyordum; çünkü eğer farkında olsalardı, her gün daha fazla refah, daha fazla alet edevat, belki birbirlerinin üzerinde daha fazla tahakküm gücü elde etmekten başka umutları, 'hayat standartlarını' yükseltmek arzusundan başka bir amaçları ve gerçeklerle örülmüş bir inançları olmadan, hayatlarının böylesine boş, böylesine mübhem acıların içinde sürüp gitmesine göz yumamazlardı herhalde..

Eve döndüğümüzde, masamın üzerinde açık duran Kur'an nüshasına gözüm ilişti. Mekanik olara, kitabı kapatıp kaldırmak üzere elime aldım. Fakat tam kapamak üzereydim ki, açık sayfadaki ayetlere gözüm takıldı; okumaya koyuldum;

"Daha çok, daha çok(şeye sahip) olma hırsına tutuldunuz.

Tâ ki, kabirler(iniz)i ziyaret edinceye (oraya ininceye) kadar

Yoo öyle değil, ileride bileceksiniz.

Hayır, bir bilseniz kesin(bir) bilgiyle..

And olsun ki, Cehennemi göreceksiniz.

And olsun ki, günü gelince apaçık göreceksiniz onu;

Sonra and olsun ki,(size verilen) nimetten sorulacaksınız."

Bir an öylece sessizce kaldım. Kitabın elimde titrediğini görüyordum. Sonra onu Elsa'ya uzattım. "Oku" dedim, "bugün metroda gördüğümüz manzaranın bir yansıması değil mi?"

Bir yankıydı evet, bir cevaptı; bütün şüpheleri bir hamlede götüren bir cevap. Şimdi artık, bütün şüphelerin ötesinde biliyordum ki, elimde tuttuğum kitap Allah kelâmıydı. İnsanoğluna on üç yüzyıl önce vahyedilmiş olmasına rağmen, açıklığından, vüs'atinden hiçbir şey kaybetmeden; ancak bugün karmaşık, mekanize, fezalarda cirit atan bir çağın ortasında tezahür eden bir gerçeği haber veriyordu açıkça..

Bütün çağlarda insanlar tamahı, aç gözlülüğü tanımışlardır. Ama tamah ve açgözlülük başka hiçbir çağda bugün olduğu kadar eşyaya yönelmiş, ölçüsüz, taşkın, başka her türlü duyguyu gölgede bırakırcasına ciğer sökücü bir hırs halinde kendini açığa vurmamıştı. Daha çok şeye sahip olmak, daha çok şey yapmak, daha çok şey başarmak..

Bugün dünden daha çok, yarın bugünden daha ileride..İnsanların boyunlarına binmişti ifrit; kamçısını tam yüreklerinin başına indiriyor ve uzaklarda alayla göz kırpan yalancı hedeflere doğru dehliyordu onları; daha yanına varır varmaz çözülüp yok olan ve aşağılayıcıbir biçimde hiçleşen hedeflere..

Her başarıyı yeni ve daha parlak hedefler izliyor ve her hedefin başında onları daha acı, daha tüketici bir hiçlik bekliyordu. Ve bu dinmez bir susuzluk halinde insan ruhunu kemire kemire tâ mezara kadar böyle uzayıp gidiyordu; ama kimse bu amaçsz kounun farkında değildi, görmüyorlar, bilmiyorlardı;

Hayır öyle değil, ileride bileceksiniz.

Hayır, bir bilseniz kesin(bir) bilgiyle..

And olsun , göreceksiniz Cehennemi..

Hayır, bu kelâm, uzak Arabistan'ın uzak geçmişinde sesini yükselten ölümlü bir insanın hikmetli sözleri olmaktan çok daha öte bir şeydi. Ne kadar hikmetli olursa olsun böyle bir insan, yirminci yüzyıla özgü bu acılı koşuyu kendiliğinden bilemez; böylesine hakim bir perdeden , böylesine apaçık bir üslubla dile getiremezdi. Hayır, Kur'an'da konuşan, Muhammed'in(s.a.v) sesinden daha yüksek bir sesti ve bütün zamanları aşarak ulaşıyordu insan kulağına..

Kaynak

Muhammed Esed, Mekke'ye Giden Yol, terc. Cahit Koytak, 377-379, İnsan Yayınları, İst.2015 (Yirmi İkinci baskı)

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ  İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE  BİR MUHÂVERE

Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi

NASIL BİR MAARİF?

NASIL BİR MAARİF?

Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır

HİCRET VE HAREKET

HİCRET VE HAREKET

Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu

HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN

HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN

Hekim gözü ile Ramazan perhiz ayıdır. Bir çok hastalıklara karşı tıbbın tavsiye ettiği im

HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ

HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ

“Paris'in büyük hayat sıtmasına tutulduktan sonra(1) yapmaya hiç vakit bulamayacağım bir zi

O halde sabret. Sonunda kazanacak olanlar, elbette Allah'tan korkup sakınanlardır.

Hûd, 49

GÜNÜN HADİSİ

İSİM VE KÜNYE

"Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağırılacaksınız öyleyse isimlerinizi güzel yapın"

TARİHTE BU HAFTA

*Prut Barış Antlaşması (Osmanlı-Rusya) 22 Temmuz 1711 *İkinci Meşrutiyet'in ilanı 23 Temmuz 1908

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI