DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

Ayetü’l-Kübra baştan sona Allah’ı anlatıyor. Kur’an-ı Kerimde de ‘’Ayetü’l-Kübra’’ olarak bilinen ayet, doğrudan doğruya her kelimesiyle, her kelamıyla Allah’ı bildiriyor


M. Ragıp Öncel

İsminur1940@gmail.com

2016-05-23 13:35:42

بِسْمِاللّهِالرَّحْمنِالرَّحِيمِ 

"Kâinatta tasarrufları görünen ef'al-i Rabbaniyenin ıtlak ve ihata ve nihayetsiz bir surette zuhurlarıdır.

Ve o fiilleri takyid ve tahdid eden, yalnız hikmet ve iradedir ve mazharların kabiliyetleridir. Ve serseri tesadüf ve şuursuz tabiat ve kör kuvvet ve camid esbab ve kayıdsız ve her yere dağılan ve karıştıran unsurlar, o gayet mizanlı ve hikmetli ve basîrane ve hayatdarane ve muntazam ve muhkem olan fiillere karışamazlar, belki Fâil-i Zülcelal'in emriyle ve iradesiyle ve kuvvetiyle zahirî bir perde-i kudret olarak istimal olunuyorlar.

Hadsiz misallerinden üç misali, Sure-i Nahl'in bir sahifesinde birbirine muttasıl üç âyetin işaret ettikleri üç fiilin hadsiz nüktelerinden üç nüktesini beyan ederiz.

Birincisi: ...وَ اَوْحَى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ اَنِ اتَّخِذِى مِنَ الْجِبَالِ بُيُوتًا ilh... Evet balarısı fıtratça ve vazifece öyle bir mu'cize-i kudrettir ki; koca Sure-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş.

Çünki o küçücük bal makinesinin zerrecik başında, onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel proğramını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayat a'zaları tahrib etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek; nihayet dikkat ve ilim ile ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve müvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar.

İşte bu üç cihetle mu'cizeli bu san'at-ı İlahiyenin ve bu fiil-i Rabbanînin, bütün zemin yüzünde hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder."

Ayetü'l-Kübra baştan sona Allah'ı anlatıyor. Kur'an-ı Kerimde de ''Ayetü'l-Kübra'' olarak bilinen ayet, doğrudan doğruya her kelimesiyle, her kelamıyla Allah'ı bildiriyor. İmam-ı Ali (RA)'da kendi kitabında da Ayetü'l-Kübra isimli bir eserden bahsediyor. Ve çok kıymetli olduğunu ve çok menfaattar bir risale olduğunu beyan ediyor. Üstadımız bu Ayetü'l-Kübra Risalesini, sırf Allah'ın varlığını ve birliğini insanlara anlatmak ve bildirmek gayesiyle baştan sona tevhidi anlatmak suretiyle kaleme almıştır.

Bu Risalede, Üstadımız semavat tabakasından, dağlar tabakasından, denizler tabakasından, kalpler ve akıllar tabakasından, hayvanlardan, bitkilerden... ila ahir. Şu kâinat kitabında bulunan maddi ve manevi mevcuttan Allah'ın varlığını ve birliğinin isbatını işliyor.

Bu konunun Birinci babında tevhid ile alakalı şöyle bir cümle dikkat çekicidir.

''Ve tevhid-i hakikî öyle bir hüküm ve tasdik ve iz'an ve kabuldür ki; her bir şeyle Rabbini bulabilir ve her şeyde Hâlıkına giden bir yolu görür ve hiç bir şey huzuruna mani olmaz. Yoksa Rabbini bulmak için her vakit kâinat perdesini yırtmak, açmak lâzımgelir.'' (Şualar, 150 )

a- ''Her bir şeyle Rabbini bulabilir.'' Her bir arı (biraz sonra bahsedilecek) her bir karınca, her bir gül, her bir lale ve her bir bülbül tevhide birer ayet, birer delildir.

b- ''Her şeyde Hâlıkına giden bir yolu görür.'' Mahlûkat sayısınca Hakk'a giden yollar vardır.

c- '' Hiç bir şey huzuruna mani olmaz.'' İman mertebelerinde terakki edenlerin bu manaya liyakat kesb edecekleri izahdan vabestedir.

''İkinci Hakikat: Kâinatta tasarrufları görünen ef'al-i Rabbaniyenin ıtlak ve ihata ve nihayetsiz bir surette zuhurlarıdır.''

Neyin hakikatı? A. Kübra, iki bab'dan oluşur. Bu risale, birinci babında, ondokuz mertebe, ikinci babında ondört ve toplam otuzüç mertebeden meydana gelmiştir.

Bu ders, ikinci babda yer alan ve dersin başında bahsedilen ''ef'al-i rabbaniyenin'' kâinatın her tarafında bulunduğunun isbatıdır.

Evet, Allah'ın her fiili, kâinatın her tarafına ıtlak, ihata ve şuurlu bir şekilde yayılmıştır. Her tarafta görünüyor. Mesela yaratma bir fiildir. En küçük mahlûktan en büyük mahlûka kadar yaratma fiili cereyan etmektedir. Mademki, bir odaya girdiğimiz de oranın temizlendiğini müşahede ettiğimiz vakit burayı kim temizledi? Diye temizlik fiilinin failini arıyoruz. Elbette bütün kâinatın temizlenmesi bir faili ve Kuddüs olan bir Zatı gösterir. Bir mahlûk varsa Halik'ı gösterir. Yaratma fiili yaratıcıyı gösterir. Rızıklandırma fiili Rezzak'ı gösterir. Güzelleştirme fiili güzeli gösterir. Suret verme fiili Musavvir'i gösterir... İla ahir. Aynen bunun gibi, kâinatta hangi fiil varsa o fiilin arkasında bir zat var. O zatın da esması o fiilde okunur ''Meselâ: Bal arısının bir ferdini yaratan bir kudretin hükmü, bütün kâinata cari ve nafiz olması lâzımdır. Zira o bal arısı kâinatın unsurlarına nümunedir, eczasını kâinattan alıyor.''(Mesnevi, Katre, 70)

''Ve o fiilleri takyid ve tahdid eden, yalnız hikmet ve iradedir ve mazharların kabiliyetleridir.''

Cenab-ı Hakk'ın her bir fiili, kâinatın her tarafını istila edecek kuvvettedir. Mesela kavak ağacının çekirdeklerine şayet Allah onlara bir hat koymamış olsa dünyanın her tarafı sadece kavak olacak ve başka hiçbir ağaca yer kalmayacaktı. Amma Allah'ın kudreti bütün bu tohumları ağaç yapabilecek kuvvette olduğu halde, Allah'ın Hâkim isminin gereği o fiili sınırlandırıyor. 

Mesela bilim adamları diyorlar ki, bir insanın nutfesinde yani zigot dediğimiz beyaz kan damlasında beş milyon bebek olabilecek çekirdek ve tohumlar var. Allah'ın kudreti, o bir nutfede bulunan beş milyon bebeği yaratabilir mahiyettedir. Amma Allah'ın hikmeti beş milyon bebekten sadece bir, iki ya da üç tane bebeği göndermeği iktiza ediyor. Demek ki Allah'ın fiilleri kâinatın her tarafını ihata etmiş her tarafa yayılmış. Amma o fiilleri tehdit eden yine Allah'ın hikmetidir.

Mesela, Cenab-ı Hak insanın boynunu sonsuz uzunlukta yaratabilirdi, ama hikmeti o kudreti sınırlamış ve bildiğimiz şu insan boyu ortaya çıkmıştır.

Boyumuz bundan on kat fazla olsaydı, midemiz, rızkımız, oturduğumuz mekânlar da ona göre büyüyecekti. Kudreti herşeyi ihata etmiş, ama hikmet-i basiresiyle, bilerek ve görerek her varlığın mahiyetine göre bir vücud veriyor. Ona göre bir kuvvet veriyor, boy veriyor.

 ''Ve serseri tesadüf ve şuursuz tabiat ve kör kuvvet ve camid esbab ve kayıdsız ve her yere dağılan ve karıştıran unsurlar, o gayet mizanlı ve hikmetli ve basîrane ve hayatdarane ve muntazam ve muhkem olan fiillere karışamazlar,belki Fâil-i Zülcelal'in emriyle ve iradesiyle ve kuvvetiyle zahirî bir perde-i kudret olarak istimal olunuyorlar.''

Kâinatta her hangi bir fiilde, bir varlıkta, bir kelimede Allah'tan başkası karışmadığını gösteren deliller var. Sonsuz bir hikmet, sonsuz bir kudret, sonsuz bir iradeden başka hiç kimse karışamaz. Dolayısıyla sebeplere, tabiata ve tesadüfe baktığımızda bunların kör, sağır, camit ve cansız olduklarını müşahede ediyoruz.

Kırkıncı Hocamın Hikmet Pırıltıları adlı eserinden bir misali mealen vermek isterim;

Parasız, şuursuz ve akılsız bin kişinin bir araya gelerek, büyük bir şirket veya holding kurdukları ve bu devasa şirketin her gün yüz milyar lira kazandığı söylense, bu iddia ne kadar ahmakane olur. Ve ona inanan kimse ne kadar divane olur.

Peki bu saçmalığa inan kimseye ne demeliyiz? Divane denilirse; hayatı, şuuru, fikri olmayan güneş, hava, toprak, su ve diğer anasırın bir araya gelip bir sistem kurdukları ve hergün milyarlarca zihayat (canlı) meyadana getirdiklerine inanan ve Halık-ı kainatı tanımayan kimselere ne demeli? Üstadımız ''Münacat Risalesi'nde'' ne güzel belirtirmiştir.

''Hem hava, su, nur, ateş, toprak gibi hiçbir unsur yoktur ki; şuursuzluklarıyla beraber, şuurkârane, mükemmel vazifeleri görmesiyle, basit ve istilâ edici, intizamsız, heryere dağılmakla beraber, gayet muntazam ve mütenevvi meyveleri ve mahsulleri hazine-i gaybdan getirmesiyle, senin birliğine ve varlığına şehadeti bulunmasın.'' (Şualar, 3.Şua Münacaat, 46)

Bu sıfatlara sahip sebeplerin hikmetli olan mahlûkatı vücuda getirmediği malumdur. Mesela insanın gözüne birisi müdahale edecek olsa, çok uzmanın olması icap eder. Gelişi güzel bir heyetin insanın gözüne müdahale etmesi gözü kör eder. Aynı şekilde şu gözü, insanın tepesine dikecek kuvvet ve kudret, ancak ve ancak, Basir ve Basar olan bir Zat olabilir. Aynı şekilde işitmeye düşünmeye ve kâinatta cereyan eden her hangi bir fiile baktığımız vakit sonsuz bir hikmet ve kudreti arkasında okumak mümkündür.

Öyleyse hikmetsiz, şuursuz ve camit olan birisinin bunlara karışması, el uzatması mümkün değildir. İşte ''Ayetü'l-Kübra Risalesi'' baştanbaşa bunu işliyor. Yani kâinat lisan-ı hal ve fiil ile Allah diyor.

''Hadsiz misallerinden üç misali, Sure-i Nahl'in bir sahifesinde birbirine muttasıl üç âyetin işaret ettikleri üç fiilin hadsiz nüktelerinden üç nüktesini beyan ederiz.

Birincisi: ...وَاَوْحَىرَبُّكَاِلَىالنَّحْلِاَنِاتَّخِذِىمِنَالْجِبَالِبُيُوتًا ilh... Rabbın bal arısına da şöyle vahyetti: dağlardan ve ağaçlardan ve kuracakları köşklerden göz göz evler edin) (Nahl, 68)

Evet, balarısı fıtratça ve vazifece öyle bir mu'cize-i kudrettir ki; koca Sure-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş. ''

Bal arısı öyle mükemmel mucize-i kudrettir ki, Allah ''Nahl suresine'' o ismi vermiştir.

Bu arada konu harici bir şey arz etmek istiyorum. 

Nur derslerine giden bazıları diyorlar ki hep arıdan, böcekten ve çiçekten bahsediliyor. Diye tenkit ediyorlar. Hâlbuki bakın en büyük sureye Bakara (inek) diğer bir sureye Ankebut (örümcek) tesmiye edilmiş. Buna ne dersiniz?...

Muhterem Kırkıncı Hocamın dersine Erzurum Üniversitesinden hocalar gelmişler. Çoğunlukla ilahiyatçı hocalara dersten sonra sormuşlar:

-'' Dersi nasıl buldunuz? Demişler:

-'' Biz Hocamın yüksek ilminden istifadeye geldik. Baktık çiçekten, böcekten... Şundan bundan bahsediyor'' Diye küçümser tavırlar takınınca, Hocam:

-'' Biliyorsunuz, Allah'ın zatından bahsetmeyi Allah yasaklamış. Peki, Esma ve sıfatlarını bildirecek kâinattan bahsetmeyi de sizler yasaklarsanız, biz Cenab-ı Hakk'ın varlığını, birliğini ve marifetullahı nasıl anlatacağız?

Evet, sanatkâr sanatıyla bilinir, kaidesince Allah da yarattığı sanat harikaları olan inekten, arıdan, filden ve çiçekten bahisle kendini tanıttırmak ister. Allah'ın Kur'an'da bunlardan bahsetmesinin hikmeti ise, bunlar Allah'ın sıfat ve esmasını en güzel gösteren delillerdir.

Hadiste "Cenab-ı Hakk'ın sanat eserlerinden ve mahlûkatından Allah'ı tefekkür ediniz Allah'ın zatını tefekkür etmeyiniz." (Mesnevi, Tenvir, 247) buyruluyor.

Peki, Allah'ın büyüklüğünü nasıl anlayacağız güneşten, yıldızlardan, havadan vs. bütün mahlûkattan anlayacağız.

Evet, ''bal arısı öyle bir mu'cize-i kudrettir''Arılar mükemmel sistemlerle donatılmıştır. Her şey kusursuz bir tasarımla yaratılmış ve akıl almaz bir bilgi ile donatılmıştır.

Ortalama 1,5 cm boyunda, gözleri çok uzaktaki cisimleri 60 defa büyütmüş olarak gören, 1 km ötedeki çiçeğin kokusunu diğer kokulara karıştırmadan duyan ve kanatlarını saniyede 250 defa hareket ettirebilen şekilde mu'cizevi yaratılan varlıklardır. 

''Çünki o küçücük bal makinesinin zerrecik başında, onun ehemmiyetli vazifesinin mükemmel proğramını yazmak ve küçücük karnında taamların en tatlısını koymak ve pişirmek ve süngücüğünde zîhayata'zaları tahrib etmek ve öldürmek hâsiyetinde bulunan zehiri o uzuvcuğuna ve cismine zarar vermeden yerleştirmek;''

O küçücük bal makinasının zerrecik başı (beyni), dünyanın en gelişmiş bilgisayarlardan daha hızlı çalışır. Bu gün en gelişmiş bilgisayar bile, saniyede 16 milyar işlem yapabilirken, arı beynin işlem sayısı ise bunun tam 625 katı, yani 10 trilyondur.

Arının başı ise, başlı başına bir mu'cize değil midir? Allah'ın bizlere ''şifa '' diye diye sunduğu bal, çok önemli bir besin kaynağıdır. İçindeki şekerlerin bir başka cins şekere (fruktozun glikoza) dönüşebilme özelliği sayesinde bal, yüksek asit içermesine rağmen en hassas mideler tarafından bile kolaylıkla sindirilir. Yapılan bir şerbet veya reçel, bir yapanı gösterir de, bu mükemmellik bir Kudret-i Sonsuz Ustayı göstermez mi?

Arının yaptığı işi yüzlerce fen adamı yapamadığı halde, odamızdan içeriye bir arının girmesi halinde ona ne hürmet gösteriyor ve ne de ayağa kalkıyoruz(!)

Konu ile ilgili bir hatıramı anlatayım: Karanlık Kümbette (Muhterem Kırkıncı Hocamın Erzurum'daki medresesi) oturuyoruz. Sohbet ediliyordu. Bir arı odanın içinde vızıltı ile camdan dışarı çıkmak istedi. Bir iki üç derken, bütün hamleleri boşa çıktı. Hâlbuki pencerenin üstünde boşluk vardı çıkamadı, göremedi düştü.

Hocam, bize dönerek, 'dünyanın en mükemmel profesörü bu arı olduğu halde (!), zira yaptığı balını bugünkü beşer, acizliğinden yapamıyor. Böyle bir ilim sahibi nasıl olur da pencere boşluğunu göremez bilemez. Demek ki, bu balı yapan arı değil. Ona yaptıran var' dedi ve ilave etti. 'Şimdi buraya Nobel ödülünü almış tanınmış büyük bir bilim adamı şu odadan içeri girse ne yaparsınız? Ayağa kalkarsınız değil mi ?... Peki şu arı, ondan daha alim değil mi ?... vs diyerek bizlere böyle latifeli canlı bir misal göstermişti.

Şimdi arı geliyor bir insanı sokuyor. Soktuğu yer şişiyor, hatta alerjisi olan kimseyi - Allah muhafaza - öldürebiliyor. Aynı zehir kendi vücudunda peki, kendisine niye zarar vermiyor? Anlaşılıyor ki öyle ustalıkla, öyle maharetle, o zehir vücudunda yerleştirilmiş ki, ona zararı yok. Diğer taraftan aynı ustalıkla karnında bal pişiriliyor. Balın yeri başka, zehrin yeri başka ve artığının yeri başka, amma vücuduna bakıldığı vakit cirmi de belli, cismi de belli.

Harika asit ve maddelerle yüklü bu zehir bal makinesine nereden bakılsa sanki bir şifa fabrikası. Arı zehri, arıdaki iğne yoluyla çıkan, güzel fakat yakıcı kokulu ve şeffaf bir mayidir. Zehrin içinde formik ve malik asitlerin yanında hidroklorik, kolin, kükürt.... vb gibi maddeler vardır. Günümüz de geniş çapta ilaç olarak da bulunur. Bugün tıp dünyasında bunlardan çeşitli hastalıklara şifalı ilaçlar sunulduğu da bir vakıadır.

Evet, bütün bunlar neyi gösteriyor?

''Nihayet dikkat ve ilim ile ve gayet hikmet ve irade ile ve tam bir intizam ve müvazene ile olduğundan, şuursuz, intizamsız, mizansız olan tabiat ve tesadüf gibi şeyler elbette müdahale edemezler ve karışamazlar.''

Şuurlu bir hareket, şuursuz zatlar tarafından yapılamaz. Basirane ve alimane bir hareket gözü olmayan ve cahil olan insanlar tarafından yapılamaz şimdi sebeplere bakın, cahil, unsurlara bakın cahil, tabiata bakın bunlar da cahil ve kör. Bunlar böyle âlimane bir işe karışmaları mümkün değildir.

Elementlere bakın onlarda merhamet, şuur, âlimane ve basirane sıfatlar olması mümkün değildir. Elbette o bal ve bal arısını yapan Alimdir, Kadirdir, Hakimdir, İnayet sahibidir, Rezzak'tır ve Rahmandır. Başkası olamaz Amenna!...

Sanat malzeme ister. Hammadde olmadan, hammaddeler tedarik edilmeden atölyeler çalışamaz. Yani mermer olmadan heykel yapılamaz. Taş, tuğla ve kerpiç olmadan duvar örülemez. Peki, arı için ne malzemler gerekli? Hiç düşündünüz mü? Bal yapabilmeleri için arılara çayırlar, çimenler, otlar, çiçekler lazım, bahar lazım... Dünya lazım... Kainat lazım... Ve daha pek çok şey lazım... Menziline ulaşması, kanat çırpması için hava lazım... içmesi için sular lazım... Görmesi için güneş lazım...lazım...lazım...vs

Şimdi bir an insafla düşünelim. Şu bal nimeti, ancak ve ancak hem arıyı, hem baharı, hem arzı, hem semayı, hem bütün kâinatı yaratan bir kudretin eseri olabilir.

Arılar da, yeryüzündeki diğer bütün canlılar gibi üstün bir ilmin Sahibi olan Allah'a boyun eğmişlerdir ve onun emir ve iradesi ile hareket etmektedirler.

''Evet aklı bozulmayan bir şahıs, teemmülü neticesinde anlar ki: Meselâ bal arısını pek çok şeylere fihriste yapan ve kitab-ı kâinatın ekser mesailini insanın mahiyetinde yazan ve incir nüvesinde incir ağacının proğramını derceden ve insanın kalbini binlerce âlemlere örnek ve pencere yapan ve beşerin kuvve-i hâfızasında tarih-i hayatını taallukatıyla beraber yazan, ancak ve ancak her şeyi yaratan Hâlık olabilir. Ve böyle bir tasarruf, yalnız ve yalnız Rabb-ül Âlemîn'e mahsus bir hâtemdir.'' (Mesnevi, 2.Lema, 12 )

''İşte bu üç cihetle mu'cizeli bu san'at-ıİlahiyenin ve bu fiil-i Rabbanînin, bütün zemin yüzünde hadsiz arılarda, aynı hikmetle, aynı dikkatle, aynı mizanda, aynı anda, aynı tarzda zuhuru ve ihatası, bedahetle vahdeti isbat eder.''

Netice olarak Üstadımız, evvela Allah'ın varlığını gösterdi. Nasıl ki, bu arıda bir yaratma fiili var. Bu yaratma fiili elbette bir faili ister. Bu fail hikmetlidir, kadirdir ve merhametlidir. Dünyanın her tarafında aynı arılarda aynı kanun var. Öyleyse bütün arıları yaratan Zat da bir olmak icap eder.

Dolayısıyla bir arının varlığı bir zatı gösterir. Bütün arılarda aynı kanun olması, onları yaratan zatın da birliğini gösterir, diyerek sonuca vardı.

Metinde anlatıldığı gibi değil üç; belki, onlarca mucizeyi arıda müşahede edebiliriz. Amma Üstadımız bize üç ciheti nazarımıza sunuyor.

1-Bal makinesinin programını

2-Bal gibi bir gıdanın husulünü

3-Koruma amaçlı zehirin oluşumu düşünmemizi istiyor. Peki hem ilaç – zehir bir arada nasıl bulunur.? Diyerek tefekkür ufkumuzu elhamdülillah daha da açıyor.

 ''Evet Cevvad-ı Mutlak (Celle Celaluhu), her ferd-i zîhayatın eline lezzet midadıyla ve ihtiyaç mürekkebiyle yazılmış bir tezkereyi vermiş. Onunla evamir-i tekviniyenin proğramını ve hizmetlerinin fihristesini tevdi' etmiştir. Bak o Hakîm-i Zülcelal'e; nasıl Kitab-ı Mübin'in düsturlarından arı vazifesine ait mikdarını bir tezkerede yazmış, arının başındaki sandukçaya koymuştur. O sandukçanın anahtarı da, vazifeperver arıya has bir lezzettir. Onunla sandukçayı açar, proğramını okur, emri anlar, hareket eder. وَ اَوْحَى رَبُّكَ اِلَى النَّحْلِ âyetinin sırrını izhar eder.'' (Lem'alar, 17. Lema, 8. Nota,141) –(Mesnevi, Zühre, 159)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

Allah madde ve manayı beraber yaratmış, biri birisiz olamaz. Tıpkı ruh ve beden gibi. Mesela ru

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

Üstad, ‘’Haşir Risalesin’’deki hakikatlara ’’bab ’’ diyor, burada da ‘’pencere

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

Ayetü’l-Kübra baştan sona Allah’ı anlatıyor. Kur’an-ı Kerimde de ‘’Ayetü’l-Kübra

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

Bu konuyu Üstadımız, Kastamonu Lahikasında üç nokta halinde sunmuştur. Riya hakkında genel b

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE AMEL–İ SALİH

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE  AMEL–İ  SALİH

Konumuz takva ve salih amel olup, bu terimleri anlamaya ve hayatımızda tatbik etmek için azim gay

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

‘‘Ey haddini aşarak insana sürekli vesvese veren nefis’ deniliyor. Neden haddinden tecavüz

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

Besmele Kur’an’da da yüz on dört kere nazil olmuş. Besmele çok sırlı bir ayettir. Kur’an

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

Haşir münasebetiyle bir sual: Kur'anda mükerreren

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

Sual: Mütekellimîn üleması; âlemi, imkân ve hudûsun ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

Bu günkü dersimizin konusu Re’fet Ağabey’in, Üstad’a sorduğu iki sualinin cevabı hakkın

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

Kuran-ı Kerim’in dört esası vardır. Bunlar; Tevhid-Nübüvvet-Haşir, Adalet ve İbadet’tir.

et-Teğabün: 3

Gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır. (Mürşid 3.1 adlı yazılım-Turan Yazılım-(www.turan.com.tr) )

GÜNÜN HADİSİ

İki kelime vardır ki, Rahman'a sevimli, dilde hafif ve mizanda ağır gelir. Bunlar; "Sûbhanellahi ve bihamdihi, Sûbhanellahil-azim=Yüce Allah'ı hamd ile tesbih ederim, Yüce Allah'ı tenzih ederim." kelimeleridir.

Buhari Tecrid-i Sarih, 2189

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI