DEVLETİN BEKASINDA ÜÇ TEMEL RÜKÜN

Malumdur ki, bir devletin devam ve bekası üç temel rükün ile kaimdir. Bu rukünler, güzel ahlâk, fikir kudreti ve maddî satvettir. Bunlardan birisine gelen arıza, diğerlerine de sirayet eder. Birisinin yıkılışı, diğerlerinin de yıkılışını netice verir.


2016-04-08 10:01:17

Malumdur ki, bir devletin devam ve bekası üç temel rükün ile kaimdir. Bu rukünler, güzel ahlâk, fikir kudreti ve maddî satvettir. Bunlardan birisine gelen arıza, diğerlerine de sirayet eder. Birisinin yıkılışı, diğerlerinin de yıkılışını netice verir. Osmanlılar, devlet ve milletin istinadgâhı olan bu rukünlere azâmi ihtimam göstermiş, hatta bu üç rüknün takviyesine hususî himmet sarf etmişlerdir. İşte Osmanlıları yücelten sır budur. Bu rukünlere azâmi ihtimam gösterdikleri ve muhafaza ettikleri müddetçe Osmanlıların haşmet ve satveti, şevket ve medeniyeti devam etmiştir. Bunların ihmali üzerine, yıkılış ve inkirazlar başlamıştır. Bu yıkılış, tarih itibariyle geriye gitmekte ise de, tezâhür olarak Tanzimat ile başlamıştır.

O zamanlar, Avrupa, sanayi hamlesi yaparken Osmanlı çöküş ve yıkılışın arefesinde idi. Evvelemirde hastalığın teşhisi gerekirdi. Çünkü teşhis yarı tedavi idi. Bahtsızlığımız odur ki; bizdeki yarı münevverler ve hayalperestler, hastalığı tam teşhis edemediler. Avrupa'yı gezen aydınlarımız, Avrupa'daki terakkiye karşı bizdeki gerilemenin dinî zihniyetten kaynaklandığı vehmine kapıldılar ve dinî telkini kırdılar.

Şahsî menfaat temini ve istikbal için Avrupa'ya kaçan muharrir ve siyasîlerden sonra; Batıya firar moda haline geldi. Bu ahval ve Avrupa'nın zahirî endâmı aynen bugünkü(*) Moskova, Pekin hayranlığı gibi, o gün yetişen gençler üzerinde moda bir hayranlık uyandırdı. Zenginler çocuklarını medreseden çekip Avrupa'ya gönderdiler. Fakir ve zekî çocuklar da çeşitli yollarla medreselerden alındı. Böylece medreseler arzu edilen tarzda hizmet göremediler.

Önü alınamayan bu firar ve Avrupa'da okuma temayül ve teşebbüsleri, maalesef vatanımızın izmihlâlinin mukaddimesini hazırladı. Zaten içtimâî felâketimizi tahrik eden ve körükleyen ecnebi parmakları da mevcuttu. Birkaç asır evvel Avrupa'da teşekkül eden, gizli icrâ-ı faâliyet yapan cemiyetlerin telkin ve teşebbüsleriyle dâhilde tahribkâr menfi cemiyetler kuruldu. Devlet idaresinden çeşitli sebeplerle azledilen gayr-ı memnunlar, hayal ve hissiyatları okudukları roman ve hikâyelerle dolmuş bir kısım hayalperest edipler ve sermest-i gurur olmuş fikirsizler ve mektepliler, bu menfi cemiyetlere kuvvet verdiler. Sonunda bu durum vatanın izmihlaline sebep oldu.

Burada esefle ifade edelim ki, şahsî menfaat ve siyasî ihtiraslar, çoğu zaman vatanperverlik ve hamiyetperverlik maskesi altında tahakkuk ettirilmiştir. Milletimiz bu gibi hile ve desiselerle sefâlet ve meskenetin, perişanlığın içerisine düşürülmüştür. Bugün de memleketimizin benzer oyunlarla karşı karşıya olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Şu noktayı da belirtelim ki, biz Avrupa ile muvazeneli bir alış veriş yapamadık. Batı, medeniyet harikaları ile gururlanıp, Kur'an'ın elmas hakikatlarını, güzel seciyelerini taassupla reddederken, biz de Avrupa'yı sadece sefâhet ve şekil yönüyle taklit edip, ilim ve teknik yönünü ihmal ettik. Avrupa'nın yaka ve paçasına, rezalet ve sefahatına imrendik. Bu uğurda dinî ve ahlâkî fazilet ve meziyetlerimizden tecerrüt edip, vicdan-ı umûmiyi perişan ettik. Avrupa kâselisleri neticesiz teşebbüslerle devletin servetini zîr ü zeber ettiler. Böylece inleye inleye felâketten sefâlete, sefaletten inkıraza sürüklendik. Millî şehâmetimiz söndü, seciyelerimiz soldu, necabetimiz gitti. Şecaatimiz kırıldı. An'ane ve mukaddesâtımız tahkir ve tahfif edildi. Garptan ne kadar ahlâk-ı rezile ve müfside varsa hepsi çarşımızda tam bir rağbet ile teşhir edildi.

Böylece, yüz yıllarca Osmanlıları maddî ve manevî ayakta tutan, Hilafet ve Saltanat, son devirde arzu edilen seviyede hizmet göremediklerinden inkırâz-ı umûmiyyeye karşı sed olamadılar. Hizmetleri mevzii kaldı. Sonra medreselerin yerine mektepler ikame edildi. Mekteplerde dinî tedris tamâmen ihmal edildiği gibi, buralarda fünûn-u cedîde de lâyık-ı veçhiyle okutulmadı. Din adamından kat'ı nazar, fen adamı da yetiştiremedik. Ve nihayet gençlik, dinin muktezası olan yüksek ahlâktan mahrum bırakıldı, yabancı ideolojiler ve menfî fikirlerin dimağları istilâsına zemin hazırlandı. Ve günümüzdeki anarşi ve terör ortaya çıktı. Evet, hâl-i âlem buna şahittir...
Elhasıl, Osmanlıların izmihlal tablosunu objektif olarak değerlendirirsek, karşımıza şu hakikatlar çıkar:

Memleketimizin inkırazının asıl sebeplerinden birisi Batıya açılan münevverlerimizin keyfiyet itibariyle kifayetsiz olmasıdır. Fünûn-ı cedîdenin tahsili için Avrupa'ya giden aydınlarımız, mektebin gayesini idrak edemediler. Aristo, "Eğitimin gayesi, boş vaktin akıllıca kullanılmasını öğretmektir," der. Aydınlarımız, değil boş vakitlerini, hatta eğitim devrelerini bile gerekli şekilde değerlendiremediler. Netice itibariyle sahalarında otorite olmaları beklenirken, laubali, şarlatan ve dalkavuk oldular. Kürsülerden, menzil ve mahfellerinden memleketi idare etmek mugalâtasına düştüler. Aldandılar, aldattılar... Teessür ve esefle belirtelim ki, bu günde "Kema kan".. (aynı tas, aynı hamam) Evet... Osmanlıların inkırazını gerekli kılan sebeplerde şeklen bir başkalık olsa bile, bugün aynı hâdisenin failleri şekil değiştirmekle birçok haricî fikrin tesiri altında faaliyet icra etmektedirler...


Talihsizliğimizin diğer bir ciheti de, ıslahatçılarımız, memleketimizi ihata eden umûmî felâketi ittifak, tesanüd, muhabbet ve muavenet ile ıslah edip, tamir etmeleri lâzım gelirken, kökten değiştirme ve yıkma tarzında hareket ettiler. Tahrip ile, tamir edeceklerini zannettiler. Maalesef, tahrip ile tamirin farkını temyiz edip ayıramadılar. Hatta bu konuda kendilerini ikaz eden kemal ehlini "medeniyetin düşmanı, mürteci," diye tezyif ve tahkir ettiler. Evet, bu çok acı tecrübeleri Cenâb-ı Hak şu millete bir daha tattırmasın. Bu memleketi inkılâp ve ihtilâllere sahne olmaktan mahfuz buyursun... Âmin

Malumdur ki, ağacın meyvesinin bereketi ve kıymeti, kuvvetli ve haşmetli gövdeye ve toprağın derinliklerine nüfuz eden köklerin hayatiyetine bağlıdır. Elli senelik bir ağacın kökü ile altıyüz senelik muhteşem bir ağacın kök ve kudreti, şan ve namı, meziyet ve kemâlâtı hiçbir zaman aynı kefede tartılamaz. Milletlerin kültür bağları birbirileriyle muttasıl zincir halkaları gibidir. Bu halkalar koparsa milletin sinesinde öyle korkunç gedik ve uçurumlar açılır ki, hayal edilmesi bile insaf ve hakikat ehlinin vicdanlarını kanatır.


Mazi ile âti arasında gerekli şekilde köprü kuramayan milletlerin âkıbeti izmihlalden başka bir şey değildir. Nesilleri birbirine rapteden bu köprülerin bir ayağı din ve ahlâk üzerine müesses olan mazi, diğer ayağı ise zamanın geçmesiyle yenilenen marifet ve ilim üzerine teessüs edecek olan istikbâldir. Mazisinden kopan ve ona sırt çeviren milletleri sefahat, sefâlet, rezalet, izmihlal ve nihayet anarşi gibi acı âkıbetler beklemektedir.

(*) Yazının yazıldığı 70'li yıllarda

Mehmed Kırkıncı

Fikir Damlaları

Zafer Yayınları, İst. 2007

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

MUALLİMLERİMİZ NELERE DİKKAT ETMELİ?

İnsanları tenvir ederek cehaletten halas eden, onları atalet ve sefaletin karanlık gecelerinden

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

HÜRRİYET ADINA KAYBETTİKLERİMİZ

Dr. Alexis Carrel Her insan keyfine göre yaşamak ister. Bu insanın doğuştan gelen bir dileğid

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

ŞAFAĞIN IŞIĞINDAKİ SIR

“Annemin memnun bir eda ile: “Bu sabah kahvaltıdan önce ne yaptığımı dünyada tahmin edeme

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE BİR MUHÂVERE

UBEYDULLAH-I AFGÂNÎ  İLE SEBÎLÜRREŞÂD İDÂREHÂNESI’NDE  BİR MUHÂVERE

Ubeydullah-ı Afgānî” nâmında bir zât tarafından geçenlerde Kavm-i Cedîd ünvânıyla neş

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

MAÂRİF, DİN EĞİTİMİNİ EN İYİ ŞEKİLDE VERMELİDİR

İnanmak yaradılışın bir gereğidir. Din, aklın mâverâsında, zekânın fevkinde bir mürşi

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi

NASIL BİR MAARİF?

NASIL BİR MAARİF?

Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır

HİCRET VE HAREKET

HİCRET VE HAREKET

Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu

Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun.

Tevbe, 119

GÜNÜN HADİSİ

“Âdemoğlu, kurban bayramı gününde kan akıtmaktan daha sevimli bir amelle Allâh’a yaklaşabilmiş değildir.

İ. Mâlik, Muvatta’, Kur’an 24; Tirmizî, Edâhî, 1; İbn-i Mâce, Edâhî, 3)

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI