Cevaplar.Org

Kıymetli ziyaretçilerimiz!


2002-09-25 15:59:05

Malum olduğu üzere 19. yüzyıl, materyalist ve pozitivist düşüncenin hayatın pek çok ünitesini hâkimiyeti altına aldığı bir asır olmuştur. İnanç sahasında da bu yüzyılda pek çok inkarcı akımlar ortaya çıkmış ve bu akımların müntesipleri manevî değerlerin ortadan kaldırılması adına sistemli çalışmalara girişmişlerdir. Hiç şüphesiz bu inkarcı düşünce sahipleri, en başta saldırı oklarını dine ve maneviyata yönlendirmişler, başta Allah’ın varlığıyla alakalı olmak üzere değişik sorularla körpe zihinleri bulandırmışlardır. İnsanın fıtratının rağmına gelişen bu inkarcı düşünce tüm dünyada iflas etmiştir ve dünyanın her köşesinde insanlar dini duygu ve düşünceye sarılmaktadır. Ancak ülkemizde hala marjinal bir grup inatlarında ısrarla devam etmekte, özellikle internet üzerinden inkarcı fikirlerini yaymaya çalışarak sorularla insanımızı kandırmaya çalışmaktadırlar. Biz cevaplar.org ailesi olarak onların din üzerine attıkları şüphe ve tereddüt tohumlarını izale etmek için ortaya atmış oldukları bu iddialara cevaplar vererek, akli ve mantıki izahlar getirmeye karar verdik. Bu amaçla sitelerinde sormuş oldukları soruları tek tek kayıt altına aldık ve bu köşemizde bu sorulara birer birer cevap vereceğiz. Sizlerin de aklınızı kurcalayan sorular var ise bize gönderebilirsiniz. Soruların cevaplarına geçmeden önce bu soruları soran insanların psikolojik yapılarını ortaya çıkarmak ve soruların perde arkasını aralamak için “inkar psikolojisi” üzerinde durmak istiyoruz. İNKAR PSİKOLOJİSİ Kainat, muhteşem ahenk, mükemmel düzen, başdöndürücü güzelliğiyle tek ve bir olan Yüce Yaratıcı’yı göstermekte, rüyalarına dahi yalanın-aldatmanın girmediği, gerçeğin temsilcisi bütün peygamberler, doğruluklarıyla, ellerindeki binlerce mucizelerle tarih boyunca tevhidi haykırmakta, her bir vicdan –tamamıyla paslanıp mühürlenmemiş ise- Allah’ın varlık ve birliğine şahitlik etmektedir. Evet, kainat bir lisan kesilmiş O’nu anlatıyor, O’nu haykırıyorken, varlık her köşesiyle ayan-beyan O’nun varlığını ispat eden delillerle dolu iken, peki nasıl oluyor da bütün bunlara rağmen bazı insanlar gidip inkar bataklığına saplanabiliyor? Bu sorunun cevabı olarak bir çok sebep zikredilebilir. Ancak biz, burada sadece, psikolojik saiklerden bir-ikisini ele almak istiyoruz. Çünkü kanaatimizce inkara saplanan insanların birçoğunda oluşan inkarcılık düşüncesi, zannedildiği gibi, aklî, mantıkî, ilmî bir tavırdan değil, duygusal bir halet-i ruhiyeden kaynaklanmaktadır. Şimdi bu saiklerden birkaçını maddeler halinde özetlemeye çalışalım: 1- İnatla Devam Ettirilen, Israrla İşlenen Günahlar Çağın mütefekkiri, bu hususu ‘her günahta küfre giden bir yol vardır’ vecizesiyle anlatır. Yani her bir günah, insanı küfre götürecek potansiyel bir tehlike konumundadır. Hele bir de bu günah, ısrarla ve inatla devam ettirilir ise, insan uçurumun kenarına yaklaşmış demektir. İnsanın iç dünyasının şerhedildiği eserlerde, bu sürüklenme, somut misallerle adım adım gözler önüne serilir. Mesela denilir; farz namazını kılmayan bir adam, iş yerinde ihmal ettiği bir vazifesi yüzünden amirinden azar işitiyor ve bundan üzüntü duyuyor. Halbuki aynı kişi, günde beş defa minarelerden bütün halka ilan edilen Sultanlar Sultanı’nın emrine karşı kayıtsız kalıyor, böyle büyük bir vazifeyi ihmal ediyor. Sonra zihninde bu durumun mukayesesini yapıyor: “Küçük bir ihmalden dolayı böyle bir azar işittim. Halbuki ben büyük bir vazifeyi, hem de nice kereler ihmal edip duruyorum. Elbette bunun cezası büyük olmalı ve ben çetin bir azapla karşı karşıya kalacağım.” Bu sıkıntılı ruh hali içinde, diliyle ifade etmese de gizliden gizliye kalbinin derinliklerinde şöyle bir arzu oluşur: ‘Keşke böyle bir kulluk vazifesi olmasaydı.’ İnsanın iç aleminde yaşadığı duygusal değişim bu haliyle kalmaz. Sonra, açıkça dile getirilmese de, kulluk vazifesinin olmaması arzusundan kaynaklanan uluhiyete karşı bir düşmanlık hissi uyanır kalbin derinliklerinde. Bu his de inkar arzusuna kaynaklık eder. İşte böyle bir durumda iken, Cenab-ı Hakk’ın varlığına dair bir şüphe o insanın kalbine gelse, kati ve kesin bir delilmiş gibi ona yapışmaya meyleder. Böylece o kişi için büyük bir helaket kapısı açılır ve inkara sürüklenip gider. Dikkat edildiğinde görülecektir ki, bu psikolojideki bir insan, başlangıç itibariyle aklındaki, zihnindeki bir problemden hareketle inkara kalkışmıyor. Hesap vereceği bir makamın olmamasını arzu ediyor. Sonra bu arzusunu inanç haline getiriyor. Daha sonra bu arzusunu destekler gibi görünen bazı kuruntulara delilmiş gibi sarılıyor.. ve neticede o kişi girdaba kapılmış bir nesne gibi vehim girdabı içinde boğulup gidiyor. Israrla işlenen günahların, insanı inkara götüren bir yol olmasının diğer bir sebebi de, o günahlara karşı oluşan “bağımlılık” duygusudur. Bu durum da şöyle izah edilmektedir: Allah’a karşı isyanın, günahkarlığın mahiyetinde –bilhassa devam ederse- küfür tohumu vardır. Çünkü, isyana devam eden kişi, onu kanıksar. Sonra ona aşık ve müptela olur. Yani o günaha bağımlı ve tutuklu hale gelir, adeta onun esiri olur. Öyle ki artık o günahın terkine imkan bulamayacak hale gelir. Sonra o isyanın cezayı gerektirmediğini arzulamaya başlar. Bu hal böylece devam ettikçe küfür tohumu yeşillenmeye durur. En nihayet gerek cezayı, gerek adaletin gerçekleşeceği ceza yurdunu inkara sebep olur. Şayet hesap gününü inkar eden çok cılız, zayıf delil görünümünde bir vehimle karşılaşsa, o vehmi kocaman bir delil sayar. En nihayet işlediği günahlara pişman olmayıp o günahları terketmezse kalbi kararmaya, paslanmaya tutulur ve o kişi böylece mahvolur gider. 2- Benlik İddiası veya Büyüklük Kompleksi Mümin Suresi’ndeki şu ayet-i kerime benlik iddiasının insanı nasıl inkara sürüklediğine işaret etmektedir: “Kendilerine ulaşan hiçbir delil olmaksızın Allah’ın ayetleri hakkında ileri geri tartışanların içinde olan duygu, sırf büyüklük kompleksinden başka bir şey değildir. Sen onların şerrinden Allah’a sığın. Çünkü O her şeyi tam manasıyla işitir ve bilir.” (Mümin, 40/56) Görüldüğü üzere, Allah’ın ayetleri hakkında ileri-geri konuşma herhangi bir delile, yani akla, mantığa, ilme dayandırılmamaktadır. Asıl saik büyüklük kompleksidir. Yani benlik iddiası ve başkasına boyun eğmeme arzusu insanı Allah’ın ayetleri hakkında ileri-geri konuşmaya götüren esas sevkedici unsurdur. Bu ayetin tefsirine kapı aralayacak şu tesbitler ne kadar dikkat çekici ve ne kadar ürperticidir: ‘Benlik davasından kaynaklanan “gizli şirk” katılaştığı zaman esbab şirkine inkılap eder. Bu da devam ederse küfre dönüşür. Bu dahi devam ederse, insan ta’tile, yani varlığın bir yaratıcısı olmadığı zannına kapılır gider.” Konuyu biraz daha açmak için nefis taşıyan insanı daha yakından analiz etmemiz gerekiyor. İnsan, yaratılışı itibariyle nefsini sever. Hatta denilebilir ki, herşeyden daha çok ve herşeyden öncelikli olarak yalnız nefsini sever. Başka herşeyi nefsine feda eder. Mabuda layık bir tarzda, o ölçüde nefsini över. Mabuda layık bir kusursuzluk ve mükemmellik bakış açısıyla nefsini bütün ayıp, kusur ve eksikliklerden uzak görür, hiçbir hata ve kusuru nefsine layık görmez. Tapar derecesinde onu müdafaa eder. Hatta kendisine armağan edilen ve gerçek ibadet edilecek Zat’ı hamd ve tesbih için kendisine verilen donanım ve kabiliyetleri bile, kendi nefsi için kullanarak, nefsini adeta ilah edinir. Mesela güzellik, zenginlik, ilim kabiliyeti gibi kendisine bahşedilen hediyeleri kendi nefsine mâl eder. Bütün bunların gerçek sahibinin kendisi olmasını arzu eder ve zamanla bu temennisini inanç haline getirir. Halbuki herşeyin gerçek sahibi Yüce Allah’tır. Bencillik nöbetlerine tutulmuş insan, daha sonra bu kabiliyet ve donanımların gerçek sahibi Allah’ı (Celle Celalühü) –haşa- rakip olarak görmeye başlar. Sonra Cenab-ı Hakk’ın verdiği nimetlerin, O’ndan olduğu gerçeğini sözle, davranışla ve kalben örtmek, gizlemek ister ki, bu da insanın inkara sürüklenip gitmesi demektir. Bu tespitlerden de anlaşılacağı üzere, bu psikolojideki insan bir delile, aklî, mantıkî, ilmî bir veriye dayanarak inkara kalkışmıyor. Herşeyi nefsine mal etme gibi bencilce ve büyüklük kompleksinden kaynaklanan duygusal bir saikle, kendini helak edecek bir sürece sokmuş oluyor. 3- Ümitsizlik İnsanın, inkar girdabına kapılmasına yol açan önemli sebeplerden biri de ümitsizliktir. Çünkü güzel ve faydalı iş yapamayan, Allah’ın emirlerini yerine getiremeyen insan azaptan korkar, ümitsizliğe düşer. Böyle birisinin gözüne, dini meselelere aykırı gibi görünen önemsiz, cılız, zayıf bir emare, kocaman bir delil gibi görünür. O kişi böyle birkaç emareyi elde eder etmez, diğer emarelerin saikasıyla isyanını ilan ederek İslam dairesinden çıkar, şeytanın ordusuna katılır. Görüldüğü gibi, inkar, akıl ve zihin platformunda değil, his ve heves zemininde neşv ü nema bulup kök salıyor. İnkarcılık düşüncesi bir süreç içerisinde oluşuyor. Ve bu süreç aklî, zihnî saiklerle değil, his ve heves yörüngeli saiklerle besleniyor. İMANA ENGEL OLAN BAZI ZİHNİ YANILGILAR Son olarak imana engel olan bazı zihni yanılgılar üzerinde durarak sorulara cevap vermeye başlayacağız. Bazı insanlar vardır ki, Yüce Yaratıcı’ya inanmak ister ve arayış içerisine girer ama zihnini sıhhatli bir şekilde kullanamadığından, eşya ve hadiselere karşı doğru bakış açısı yakalayamadığından hedefine ulaşamaz, maksuduna eremez ve takılıp yollarda kalır. “Zihnî yanılgı” diyeceğimiz bu hususlar, esasında imana giden yolda bazı kişiler için ciddi manada aldatıcı bir mania oluşturur. İşte bunlardan birkaçı: 1- Arayış yolundaki metod yanlışlıklarından birisi –ve belki de en önemlisi- Yüce Yaratıcı’yı -haşa- maddi bir varlığı arıyormuş gibi bir arayış içine girmektir. Halbuki her şeyin bir arama yolu vardır. Bizler, beş duyu organımızla kainatın milyonda bilmem kaçta kaçını görüp hissedebiliyoruz. Mesela cazibe kanununu göremiyoruz ama onu kabul ediyoruz. Mıknatıs hakkındaki mahdut bilgimize rağmen, etkilerini tespit ediyor ve bunları inkar etmiyoruz. İşte Yüce Yaratıcı, -haşa- bizim görebileceğimiz, bizim temas edebebileceğimiz şekilde cisim olmadan, herhangi bir yer tutmadan münezzeh ve müberrâdır. Bu sebeple de O’nu arama, O’na ulaşma yolu farklıdır. O’nu maddî gözlerle görüp, maddî kulaklarla işitemediğimiz halde O’na işaret eden, O’nu gösteren binlerce aklî, mantıkî delil vardır. Ve bu binlerce delil o kadar sağlam, o kadar ikna edici ve o kadar akıl-mantık ilkelerine uygundur ki, bu delilleri aklı başında hiçbir insanın inkar etmesi mümkün değildir. Misal olması açısından bu binlerce delilden burada sadece bir tanesini zikredelim: Mesela büyük şairimiz Yahya Kemal’a ait şu şiiri ele alalım: “Artık demir almak günü gelmişse zamandan Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan. Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol; Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.” Şimdi, akıldan zerre kadar nasibi olan insan bile der ki, bu şiirin kendi kendine olması mümkün değildir, mutlak ve muhakkak surette bu şiiri yazan birisi olması gerekir. Aksi takdirde her bir harfin, akıl, şuur, ilim, irade... sahibi olması, bütün harflerin birbiriyle iletişim içerisinde bulunması ve her bir harfin diğer harflere hem hâkim, hem de mahkum olması gerekir. Bunun ise, cevap vermeyi dahi gerektirmeyecek bir deli saçması olduğu apaçık ortadadır. İşte kainattaki her bir varlık, hem yalnız başına, hem de diğer varlıklarla münasebeti noktasında şiir gibi, hatta ondan da öte, bir nizam, ahenk ve uyum içerisinde bulunmaktadır. Bu sebeple, kainat, ancak ve ancak, herşeyi bilen, her şeye gücü yeten, her şeye hükmeden sonsuz ilim, irade, güç, kuvvet.. sahibi bir Zat’a verilmek suretiyle izah edilebilir. Aksi tasavvur edildiğinde, aklı, şuuru, ilmi, iradesi.. olmayan cansız atom parçacıklarının sonsuz ilim, irade, güç, kuvvet sahibi olmasının kabul edilmesi demektir ki, biraz önce aktardığımız şiir örneğinde, her bir harfin bir şair olarak görülmesi halinden daha aptalca ve daha saçma bir iddia olduğu izahtan vârestedir. Bu gerçek apaçık ortada iken, zifirî karanlıkta olduğunda burnunun ucunu bile göremeyen şu görüp müşahede ettikleri şeyler sınırlı olan insanoğlunun, sırf maddî gözle göremediğinden dolayı Yüce Yaratıcı’yı inkara kalkışması -deli saçması ve trajı-komik de olsa- birçok inançsızın içine düştüğü zihnî yanılgılardan birisi olarak saymamızı gerektirmektedir. 2- Bir yolcu düşünelim. Gideceği şehre ulaşmak için eline bir harita verilmiş. Elindeki haritada o şehre ulaşmak için tam bin tane yol var. Yolcu elindeki haritaya baktığında, şehre giden o bin adet yoldan bir tanesinin kapalı olduğunu görüyor. Ayrıca o kapalı görünen tek yol da gerçekte kapalı değil ama seyyah bilemediğiz bir sebeple o yolu, kapalı görmektedir. Şimdi hiçbir aklı başında adam iddia etmez ki, seyyah tek bir yolu kapalı gördüğünden dolayı o şehre gidemeyecek, ulaşamayacaktır. İşte Cenab-ı Hakk’a bakan ve O’na ulaşan yollar, kapılar; alemin tabakaları, sayfaları, varlıkları nisbetinde bir yekûn teşkil etmektedir. Mahlukların solukları sayısınca O’na giden yol vardır. Bu yollardan adi bir yol kapandığı zaman, bütün yolların kapanmış olduğunu vehmetmek, öyle bir kuruntuya kapılmak, cehaletin en büyük şahididir. Bu adamın örneği, gayet büyük askerî bir karargahı içeren büyük bir şehirde, karargahın bayrağını göremediğinden sultanın ve askeriyeye ait bütün şeylerin inkarına veya teviline başlayan adamın örneği gibidir. 3- İmana engel olan hususlardan bir diğeri, insanın, gaflet, dalgınlık, dikkatsizlik neticesinde cüz’î nazarını cüz’î şeylere hasretmesi, onlarla sınırlandırmasıdır. İnsan, ‘bütün’ün parçaları arasına düşüp, parça ve parçacıklarla bakışını sınırlandırırsa, o parça ve parçacıkların sebeplerden kaynaklandığına ihtimal verebilir. Ancak başını kaldırıp nev’e ve umuma baktığı zaman, sebeplerin sadece birer perdeden ibaret olduğunun farkına varır . Mesela, cüz’î rızık olan kendisiyle ilgili rızkını bazı sebeplere verebilir. Fakat ölümcül bir manzara halini çağrıştıran kıştan sonra, bahar mevsiminde yeryüzünün ihya edilmesi neticesinde bütün canlıların rızıklarının karşılandığını görse, bütün bunların rızkını verenin sonsuz kudret sahibi Allah’tan (Celle celalühü) başka bir zat olmadığını anlayacak ve bütün canlılar içinde kendi rızkının da Cenab-ı Hak’tan geldiğini bilecektir. Evet, insan simasından kainat çehresine, atom parçacıklarından güneş sistemlerine kadar her bir varlık, Yüce Yaratıcı’dan insanlara gönderilen birer kitap, birer mektup gibidir. Ancak insanın bu kitap ve bu mektupları doğru “oku”yabilmesi için salim bir niyet ile doğru bir bakış açısına sahip olması ve aklınını-zihnini sıhhatli bir şekilde bu yolda kullanmasını bilmesi gerekir. (Buraya kadar yazılan satırlarda katkılarından dolayı Hamdi İşcan Hocamıza teşekkür etmeyi bir borç biliriz.)

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

faruk yeÅŸil, 2006-06-03 11:45:45

mükemmel

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DÄ°ÄžER YAZILAR

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Soru: Mü’min olduÄŸumuz halde niye geri kaldık?

Bu soru zaman zaman görsel ve yazılı basında, zaman zaman da dost meclislerinde gündeme geliyor

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Soru: İslamın kadına bakış açısını kısaca belirtebilir misiniz?

Dinimizde, kadın aynen erkek gibi cemiyetin bir parçası olarak kabul edilir, görüşü alınır

"Allah gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."

Mü'min, 19

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Şekavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil şekavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."

Tirmizi, Birr 40, (1962)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Çanakkale'de Kirte Zaferi(28.04.1915) *Gazneli Mahmud'un vefatı(30.04.1090) *Cezzar Ahmet Paşa Akka'da Napolyon'u püskürttü.(2.05.1799) *Fatih Sultan Mehmed'in vefatı(3.05.1481) *Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb Ensari'nin vefatı (4.05.677)(İ.hatip takvimi)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI