DERS : 3 YİRMİ İKİNCİ MEKTUB HÂTİME (Gıybet hakkındadır)

Şüphesiz ki dilin en çirkin afetlerinden bir tanesi de gıybet’tir. Gıybet, bir insana gıyaben yani arkadan çekiştirme demektir. İslam, her konu da olduğu gibi bu konuda da çok ciddi mesajlar vererek, Müslümanların bu çirkin şeyden uzak durmalarını istemiştir.


M. Ragıp Öncel

İsminur1940@gmail.com

2015-10-22 05:50:04

Şüphesiz ki dilin en çirkin afetlerinden bir tanesi de gıybet'tir. Gıybet, bir insana gıyaben yani arkadan çekiştirme demektir. İslam, her konu da olduğu gibi bu konuda da çok ciddi mesajlar vererek, Müslümanların bu çirkin şeyden uzak durmalarını istemiştir.

بِاسْمِهِ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ

Yirmibeşinci Söz'ün Birinci Şu'lesinin Birinci Şuaının Beşinci Noktasının makam-ı zemm ve zecrin misallerinden olan birtek âyetin, mu'cizane altı tarzda gıybetten tenfir etmesi; Kur'an'ın nazarında gıybet ne kadar şeni' bir şey olduğunu tamamıyla gösterdiğinden, başka beyana ihtiyaç bırakmamış. Evet Kur'anın beyanından sonra beyan olamaz, ihtiyaç da yoktur.

Malumdur ki her hangi bir meseleyi, her hangi bir fiili, her hangi bir hadiseyi, her hangi bir mevcudu en güzel tarif etme yetkisine sahip Cenab-ı Haktır. Cenab-ı Hak kâinatın Halıkı olması hasebiyle hadiseleri en güzel tarif eder. Dolayısıyla Kur'an-ı Kerim'in beyanından sonra, beyan olamaz, ihtiyaç da olmaz. Ancak onun izahını yapabiliriz.

Şimdi toplumsal hayatta, ailevi hayatta, ferdi hayatta bir zehr-i katil hükmünde olan bir hadise var, bir mesele var, bir fiil var ki biz buna gıybet diyoruz. Ve bu gıybet dediğimiz hastalığın tarifini biz kendimize sorduğumuz vakit hakiki cevabını alamıyoruz. Ancak ve ancak bu meseleyi en iyi tarif edecek bir merci'e gitmemiz lazım ki, hakiki manada gıybet nedir? Neticesi nedir? nasıl problemlere kapı açıyor, yol açıyor bunu hakkıyla anlayabilelim. Bu hususta Kur'an-ı Kerim'de Rabbimiz şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz ölmüş olan kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı?"

Bu ayet-i kerime gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit çok acaib dersler veriyor. Bu dersleri belki bir fert olarak bizim çıkarmamız mümkün değil, bu işin uzmanı olan Bediüzzaman Hazretlerine soruyoruz ve cevabını ondan alacağız, geniş olan dersimizi oradan alacağız. Ama kısa bir meali şudur; "Sizden biriniz sakın ola ki, bir diğerinizi gıybet etmesin.  اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا (Sizden biriniz ölmüş olan kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı?)(Hucurat,18.ayet)

İşte gıybet de böyle kerih bir iştir. Böyle müstekreh ve çirkin bir iştir, demek suretiyle mü'minleri bu işten tenfir ettiriyor, yani nefret ettiriyor uzaklaştırıyor. Bununla alakalı Üstadımız şu ayet'i kerimeyi kelimelere bölüyor ve her bir kelimenin umumi manaya nasıl hizmet ettiğini, nasıl destek verdiğini, nasıl vurgu yaptığını ortaya koyuyor ve her bir kelimede gıybetle alakalı ayrı bir vecihte mü'minlerin alacağı dersi veriyor.

İşte اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا (Sizden biriniz ölmüş olan kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı?)âyetinde altı derece zemmi, zemmeder. Gıybetten altı mertebe şiddetle zecreder. Şu âyet bilfiil gıybet edenlere müteveccih olduğu vakit, manası gelecek tarzda oluyor. Şöyle ki:

Cenab-ı Hak bizim maddi ve manevi hayatımızı, maddi ve manevi sıfatlarımızı, uzuvlarımızı her türlü tehlikeden uzaklaştırmak için adeta tedbir alıyor. Bu da ruhumuzu, kalbimizi, vicdanımızı, aklımızı ve hissiyatımızı ciddi manada öldürecek bir öldürücü zehir hükmünde olduğundan, Cenab-ı Hak bizi bundan uzaklaştırmak için adeta şiddetle ders veriyor.

Malûmdur, Âyetin başındaki hemze, sormak (âyâ) manasındadır. O sormak manası, su gibi âyetin bütün kelimelerine girer. Her kelimede bir hükm-ü zımnî var.

Yani, her kelimede sanki acaba acaba diye her bir kelimede hükm-ü zımni, gizli bir hükümdür. Ve gıybetin farklı bir manada çirkinliğini ortaya koyan Cenab-ı Hak orada gizli bir hüküm koymuş.

 

İşte birincisi, hemze ile der: "Âyâ, sual ve cevab mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin bir şey'i anlamıyor?"

Yani aklınız şunu tartamıyor mu ki? Gıybet çirkin bir iştir, insanın razı olmadığı bir iştir. Mesela biliyorsunuz ki, empati dediğimiz bir hadise var. Empati, kendimizi karşıdaki bir insanın yerine koymak ve meseleyi öylece değerlendirmek. Yani şu anda karşıdaki insana söylediğim bu ifade acaba bana söylenmiş olsaydı ben nasıl karşılardım? İşte bu empatidir. Bunu yapan insanlar az hata yapar ya da sıfır hatayla hayatlarını geçirirler. Peki, bu ne ile olur? Akılla olur. İşte Kur'an-ı Kerim şu ayetin başındaki elif ile bize bir ders veriyor ve diyor ki, gıybet size yapıldığı takdirde, yani sizi birisi gıybet ettiği takdirde bu fiil hoşunuza gider mi? gitmez. Duysan ki, biri beni gıybet etmiş rahatsız olurum. Peki sen, sana yapılan bir fiilden dolayı rahatsız olduğunu biliyorsun da aklen, aynı fiili sen başkasına nasıl yaparsın? Demek, gıybet eden bir insanın gıybet anında aklı başında değildir, akılsızdır diyor. Kur'an-ı Kerim, şu ayeti kerimenin başında ki hemze ile bu dersi bize veriyor.

 

İkincisi, يُحِبُّ lafzıyla der:"Âyâ, sevmek ve nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?"

Allah kalbimizi nasıl yaratmış? Kalp, güzel şeylere meftundur, güzel şeylerden hoşlanır, çirkin şeylerden nefret eder. Peki, gıybet nasıl bir iştir? Nefret edilecek bir iş mi, yoksa takdir edilecek bir iş mi? Elbette nefret edilecek bir iş. Peki, bir insan gıybet ettiği vakit o kalbin nadide ve güzel hali o anda muhafaza edilerek yapılabiliyor mu? Hayır. Demek ki gıybet eden bir insanın gıybet anında kalbi bozulmuştur, kalbi, çirkinliğe meftun olmuştur, severek yapmıştır, demektir.

Üçüncüsü, اَحَدُكُمْ kelimesiyle der: "Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?"

Buradaki اَحَدُكُمْ toplumsal hayatta işaret ediyor. Cemaattan hayatını alan, hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder.

Bir toplumda gıybet hâkim ise, o toplumda manevi hayat bitmiştir. Kimse kimseye güvenmez. Gidin bir iş yerine orada gıybet hâkimse o iş yerinde manevi hayat bitmiştir. Gidin bir aileye eğer kardeş kardeşi, çocuk babayı, anne eşini, baba çocuğunu gıybet ediyorsa o ailedeki manevi hayat, manevi bağlar kopmuştur demektir. Zira''Gıybet, katil gibidir. Yani katil gibi bir zehr-i katilden daha muzırdır''(Sözler,24.söz,3.dal,10.asıl, 376) Demek bu ayet bizleri toplumsal hayatta, iş hayatında muhafaza istiyorsanız, gıybetten uzak durun diye bize bir ders verir.

Dördüncüsü, اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ kelâmıyla der:"İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz?"

Hiçbir vahşi hayvan çok zorda kalmadıkça kendi cinsindeki bir hayvanı parçalayıp yemiyor. Peki insan kendi cinsinden olanı yiyor mu? Tabiî ki yemez. Şimdi gıybet eden bir insana اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ kelamı nasıl ders veriyor. İnsaniyetiniz ne olmuş ki, yani siz bu kadar mı alçaldınız, Siz bu kadar mı pespaye oldunuz mu ki, böyle canavarcasına arkadaşınızı diş ile parçalamayı yapıyorsunuz. Vahşi hayvanların bile yapmadığı vahşiliği siz yapıyorsunuz. Neyle? Gıybetle. Evet, görünüşte gidip bir adamı ısırmıyorsunuz, belki etini yemiyorsunuz ama gıybeti, Allah o manada kabul ediyor.

Beşincisi, اَخِيهِ kelimesiyle der: "Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi âzanızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?"

Buhari'de geçer: Hazret-i Peygamber (A.S.M) miraç gecesinde, Hazret-i Cebrail (A.S)'ın birlikteliğiyle bir yolculuğu oluyor. Cennet ve Cehennemi görüyor. Cennetteki bazı hadiseleri Hazret-i Peygamber (A.S.M) görüyor. Bazı insanların aldığı mükâfatları ve Cebrail(A.S), ona ümmetin hangi sevaptan dolayı böyle bir mükâfata nail olduğunu ifade ediyor ki, o ümmetine haber versin, o ümmet o noktada çalışsın. Cehennem de görülen o azapları da bildiriyor ki, ta ki ümmeti o gibi şeyleri yapmasın ve cehenneme girmesin ve o azaplardan uzak dursun.

Bir zatı görüyor, kendi vücudunun bir tarafına elini atıyor, bir parça koparıyor ve yiyor. Tabi çok tiksindirici bir hadise. Hazret-i Peygamber (A.S.M), "ya Cebrail bu zat niye böyle yapıyor? Allah buna bu cezayı niye vermiş?" Diye sorunca; "Ya Rasulullah bu zat dünyadayken gıybet eden birisi idi. Allah ona kendi azasını koparma, kendi vücudundan parça koparıp yeme cezası verdi." diyor.

Altıncısı, مَيْتًا kelâmıyla der: "Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi yapıyorsunuz?"

Ayette vicdanınız da sönmüş diyor, vicdanınız da bitmiş. Niye? En muhterem bir haldeki kardeşinize karşı, en müstekreh bir iş yapıyorsunuz. Ne demek? Etini yemek gibi. Şimdi düşünün ki, bir insan birisini, bir mü'mini gıybet ettiği vakit, hayaline şunu getirsin. Şu anda benim ölmüş olan muhterem kardeşim var ve şu anda çok muhterem bir vaziyette cenaze hükmünde karşımda duruyor. Ve ben şu anda elime bıçağı almışım, onun vücudundan parçalar koparıyorum ve onları pişirip yiyorum. Gıybeti, tamamıyla Kur'anın ifadesiyle manası budur. Gıybet ettiğiniz vakit, ölmüş bir kardeşimizin etini yemek gibi müstekreh, çirkin bir iş yapıyoruz.

Üstadın talebelerinden Tahir Mutlu Ağabey, bir sohbette bu hususla ilgili şunları söyler: "Kulun eline kıyamet gününde hesap defteri verilir. O da bakar görür ki, sayfaları çevirir her şey silinmiş, beyaz beyaz. "Ya Rabbi '' der, ''ben şunu şunu dünyada yapmıştım..'' vs. bunlar burada yok yazılmamış deyince ,ona denilir: "Sen şunu şunu ..gıybet ettin.O yüzden amellerin silinmiştir."

Ne diyor ayet?''Gıybet amel-i salihi yer bitirir'' amel demiyor, salih amel diyor yani kabul olunmuş ameli bitirir. İşte insan bunu iyice düşünmeli ve böyle çirkin şeylere tevessül etmemelidir.

Demek şu âyetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı delaletiyle: Zemm ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İşte bak nasıl şu âyet, îcazkârane altı mertebe zemmi zemmetmekle, i'cazkârane altı derece o cürümden zecreder.

Gıybet, ehl-i adavet ve hased ve inadın en çok istimal ettikleri alçak bir silâhtır. İzzet-i nefis sahibi, bu pis silâha tenezzül edip istimal etmez.

Not: Bu metinlerin tekrarı 25.Söz'de de belirtilmiştir. (Sözler,25.Söz,1.Şua, 413)

Demek ki gıybet; aklen, kalben, insaniyeten, vicdanen, fıtraten ve milliyeten kınanmış, çirkin bir şeydir. Bu altı durumu ayeti kerime bizlere açıklayarak şiddetle ondan kaçınmamızı emr ediyor. O halde bir insan delikanlı oldu mu, sözünü esirgemeyen hikmetli bir zat oldu mu, kimseyi gıybet etmez. Çünkü gıybet, alçak ve pis insanların kullandığı bir silahtır. 

Nasıl meşhur bir zât demiş:

اُكَبِّرُ نَفْسِى عَنْ جَزَاءٍ بِغِيْبَةٍ ٭ فَكُلُّ اِغْتِيَابٍ جَهْدُ مَنْ لاَ لَهُ جَهْدٌ

Yani: "Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünki gıybet; zaîf ve zelil ve aşağıların silâhıdır."

Bir insan aşağı oldu mu, zelil oldu mu, fıtraten zayıf karakterli oldu mu bu adam gıybet eder. Ama izzet-i nefis sahibi bir kişi bu pis silaha ne yapmaz, tenezzül etmez.

Gıybet ettiğimiz vakit, nasıl ki aklımız, nasıl ki kalbimiz, nasıl ki vicdanımız, nasıl ki içtimai hayatımız zarar görüyor. Aynı şekilde bizim ne kadar zayıf karakterli bir insan olduğumuzu göstermektedir.

"Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır."

Burada gıybetin net tarifi yapılmıştır, yani gıybet, kişinin gıyabında onun hoşlanmayacağı bir şeyi söylemek,onu çekiştirmek,dedikodunu yapmaktır.

Bu gıybeti, veli dediğimiz Allah dostu bile olsa yapmamalıdır. Şayet gıybet yapıyorsa, ona veli bile denemeyeceğini Üstad, ''Münazarat'ta' belirtir: 1911 senesinde Üstadımız Şarttaki aşiretleri gezerken sual-cevap tarzında yazdığı bu eserinde kendisine gerçek evliyaullahı nasıl anlarız? sualine konumuz ile alakalı olduğu için bakın nasıl verir . ''Sual:Veli olan şeyhin, müddeî olan müteşeyyih ile farkları nedir? Cevap: Eğer hedef-i maksadı, İslâmın ziya-yı kalb ve nur-u fikriyle ittihad ve mesleği muhabbet ve şiarı terk-i iltizam-ı nefs ve meşrebi mahviyet ve tarîkatı hamiyet-i İslâmiye olsa kabildir ki, bir mürşid ve hakikî şeyh olsun.

Lâkin eğer mesleği tenkis-i gayr ile meziyetini izhar ve husumet-i gayr ile muhabbetini telkin ve inşikak-ı asâyı istilzam eden hiss-i taraftarlık ve meyelan-ı gıybeti intac eden kendine muhabbeti, başkalarına olan husumete mütevakkıf gösterilse; o bir müteşeyyih-i müteevviğdir, bir zi'b-i mütegannimdir. Din ile dünyanın saydına gider "(Münazarat,77)

Gıybet, mahsus birkaç maddede caiz olabilir:

Birisi: Şekva suretinde bir vazifedar adama der, tâ yardım edip o münkeri, o kabahati ondan izale etsin ve hakkını ondan alsın.

Şimdi burada konu ile alakalı bazı sorular terettüp ediyor. İnsan hiç mi başkası hakkında konuşmasın, fikir beyan etmesin. İşte bu hususları iyi bilmek gerekir ta ki, günaha girmeyelim. Bakınız, birisi var bir hata işliyor. Nerede? Mahallede diyelim, çalıştığımız iş yerinde diyelim. Ve bu adamın hatasını ona gücü yetmeyen insanlar oturup zikrediyor. Kendi aralarında konuşuyorlar. Bu gıybettir. Çünkü hiçbirisinin onu o hatasını izale edecek gücü yok, hepsi aynı mahiyette, aynı özellikte insanlar. Dolayısıyla normal işçilerin diyelim; mesela, bir işçinin hatasını kendi aralarında konuşmaları gıybet, ama vazifeli birisine o işte ustabaşı olan birisine, vazifedar birisine gidip bunu anlatmak, o niyetle anlatmak görünüşte gıybettir. Çünkü adam orada olsa rahatsız olacak hakikatte gıybet değildir. Demek oluyor ki, bir insan bir haksızlığa uğradığında bunu ancak o zulmü gidermeye ve o yanlışı düzeltmeye gücü yetecek olan sorumlu şahıslara anlatabilir. Ama hazır fırsatını yakalamışken ilgili-ilgisiz her önüne gelene bunu anlatsa o zaman gıybet etmiş olur.

Evet, gıybet de iftira da karşıdaki şahsın, işittiğinde hoşlanmayacağı sözlerdir. Bunların farkı, birinin yalan diğerinin doğru olmasıdır. Ama gıybet olmada ikisi de birleşirler. O halde ''ben yalan söylemiyorum, gerçeği ifade ediyorum''sözü gıybette özür olmaz ve kişiyi cezaya çarpılmaktan kurtarmaz.

Birisi de: Bir adam onunla teşrik-i mesaî etmek ister. Senin ile meşveret eder. Sen de sırf maslahat için garazsız olarak, meşveretin hakkını eda etmek için desen: "Onun ile teşrik-i mesaî etme. Çünki zarar göreceksin."

Veya biri geliyor, "kardeş diyor, filan zatı tanıyor musun?" diyor. "Evet, iyi tanıyorum" diyorum. "Allah rızası için seninle bir meşveret etmek istiyorum. Bu zatın ticari yönü nasıldır? Ben onunla bir ticari anlaşmaya gireceğim, o yönünü bilmediğim için, sizinle meşveret etme ihtiyacını hissediyorum" diyor. Siz de garazsız olarak meşveretin hakkını eda etmek için, o adamla alakalı bütün artı ve eksileri net bir şekilde adama ifade etmeniz gerekiyor. Onunla alakalı anlattığımız eksi şeyleri, o adam orada olsa, duyduğunda rahatsız olacak. Görünüşte gıybet gibi ama meşveretin hakkını eda etmek için anlatıyorsunuz ve bu gıybet değildir. Bir mü'mini ciddi bir sıkıntıdan kurtarmak için bunları garazsız ve düşmanlık hissi olmadan rahat bir şekilde ifade edebilir. 

Birisi de: Maksadı, tahkir ve teşhir değil; belki maksadı, tarif ve tanıttırmak için dese: "O topal ve serseri adam filan yere gitti."

Şimdi adama diyorsunuz ki, Ahmet filan yere gitti, adam diyor ki hangi Ahmet. Ya, Hasan'ın oğlu Ahmet. Yine çıkaramıyor. Hani o kel var ya diyorsunuz, adam "ha" diyor. Şimdi adamı tahkir için o kel olma durumunu siz orada ortaya koymuyorsunuz. Sadece adamı tarif için karşıdaki adam tanısın diye. Ahmet diyorsunuz anlamıyor, Hasan'ın oğlu diyorsunuz anlamıyor, Ali'nin kardeşi diyorsunuz anlamıyor. Sonra diyorsunuz ki, o topal var ya, ha! Diyor. Dolayısıyla belki o topal, o kel ifadesini adam duysa rahatsız olacak. Ama siz vicdanen biliyorsunuz ki, karşınızdaki adamı tahkir etmek için değil, sadece tarif için bunu anlatmışım, bu da gıybet olmaz.

Birisi de: O gıybet edilen adam fâsık-ı mütecahirdir. Yani fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor.

İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir. Yoksa gıybet, nasıl ateş odunu yer bitirir; gıybet dahi a'mal-i sâlihayı yer bitirir.

Evet, fasık-ı mütecahirin de gıybeti caizdir. Yani adam fenalıktan sıkılmıyor, belki işlediği seyyiatla iftihar ediyor; zulmü ile telezzüz ediyor, sıkılmayarak aşikâre bir surette işliyor. Böylelerin aleyhinde konuşmak gıybet sayılmaz.

Netice olarak gıybet, ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi senin de bütün kazancını heder eder.

İşte Hazret-i Peygamber (A.S.M)'da gıybetin görünüşte küçük bir fiil olarak görünüyorsa da size, hakikatte orman kadar büyük amellerinizi yakmaya muktedir olduğunu ifade ediyor.

Mahşere gideceğiz, defterimiz elimize verilecek, defterimize bakacağız belki sual meleğine, belki başka birilerine soracağız. "Ya benim şöyle bir sadakam vardı, şöyle bir nafile bir ibadetim vardı, şöyle bir hasenem vardı, şöyle hizmet etmiştik. Bunlar nerede, niye görünmüyor"? Ona denilir ki; "senin orman gibi ibadetlerin vardı, fakat sen gıybet etmiştin ve o ormanlık alanına ateş atmıştın, kendi kendini perişan etmiştin." denilir.

Eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit * اَللّهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, "Beni helâl et" demeli.

İslam dininin güzelliğine bakın ki, toplumsal barışı koruma adına, tamir için bizlere ne gibi imkân tanıyor ve diyor ki eğer gıybet etti veyahut isteyerek dinledi; o vakit اَللّهُمَّ اغْفِرْلَنَا وَ لِمَنِ اغْتَبْنَاهُ demeli, sonra gıybet edilen adama ne vakit rast gelse, "Beni helâl et" demeli.

*Ya Rabbi, hem bize mağfiret eyle, gıybet ettiklerimize de mağfiret eyle(Âmin)

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

DERS: 33 SÖZLER, LEMAAT MADDE RİKKAT PEYDA ETTİKÇE, HAYAT ŞİDDET PEYDA EDER

Allah madde ve manayı beraber yaratmış, biri birisiz olamaz. Tıpkı ruh ve beden gibi. Mesela ru

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

DERS: 32 OTUZ ÜÇÜNCÜ SÖZ BİRİNCİ PENCERE

Üstad, ‘’Haşir Risalesin’’deki hakikatlara ’’bab ’’ diyor, burada da ‘’pencere

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

DERS: 31 ÂYETÜ’L-KÜBRA RİSALESİ İKİNCİ BAB İKİNCİ HAKİKAT

Ayetü’l-Kübra baştan sona Allah’ı anlatıyor. Kur’an-ı Kerimde de ‘’Ayetü’l-Kübra

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

DERS: 30 KASTAMONU LAHİKASI -RİYA HAKKINDADIR-

Bu konuyu Üstadımız, Kastamonu Lahikasında üç nokta halinde sunmuştur. Riya hakkında genel b

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE AMEL–İ SALİH

DERS : 29 Kastamonu LAHİKASI TAKVA VE  AMEL–İ  SALİH

Konumuz takva ve salih amel olup, bu terimleri anlamaya ve hayatımızda tatbik etmek için azim gay

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

DERS: 28 ONALTINCI SÖZ, ÜÇÜNCÜ ŞUA

‘‘Ey haddini aşarak insana sürekli vesvese veren nefis’ deniliyor. Neden haddinden tecavüz

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

DERS: 27 On dördüncü Lem'anın İkinci Makamı

Besmele Kur’an’da da yüz on dört kere nazil olmuş. Besmele çok sırlı bir ayettir. Kur’an

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

DERS: 26 10. SÖZ Zeylin Üçüncü Parçası

Haşir münasebetiyle bir sual: Kur'anda mükerreren

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

DERS: 25 YİRMİ ALTINCI MEKTUP DÖRDÜNCÜ MESELE

Sual: Mütekellimîn üleması; âlemi, imkân ve hudûsun ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

DERS: 24 ONİKİNCİ LEM'A

Bu günkü dersimizin konusu Re’fet Ağabey’in, Üstad’a sorduğu iki sualinin cevabı hakkın

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

DERS: 23 10.SÖZ 7.HAKİKAT (HAŞİR BAHSİ)

Kuran-ı Kerim’in dört esası vardır. Bunlar; Tevhid-Nübüvvet-Haşir, Adalet ve İbadet’tir.

De ki: "Herkes kendi yapısına uygun işler görür. Rabbiniz, en doğru yolda olanı daha iyi bilir."

İsra, 84

GÜNÜN HADİSİ

Her kim, inanarak ve karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır."

Buhârî

TARİHTE BU HAFTA

*Fazıl Mustafa Paşa'nın Belgrad'ı Fethi(9 Ekim 1960) *HAZRETİ HÜSEYİN (r.a.) Şehid Edildi-Kerbela Vak'ası(10 Ekim 680) *Ömer Nasuhi Bilmen Vefat Etti(12 Ekim 1971) *Ankara Başkent Oldu(13 Ekim 1923)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI