BEDİÜZZAMAN’IN EĞİTİMLE İLGİLİ TESBİTLERİ

Giriş: Eğitim tanımı zor olan kavramlardan biridir. Bununla beraber en çok kabul edilen tanımlardan birisi şöyledir: “Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve amaçlı olarak istenilen değişiklikleri meydana getirme sürecidir.”(1) Öğretim ise, bireye bilgi yükleme olayıdır. Ama eğitim ve öğretimi kesin hatlarla birbirinden ayırmak mümkün değildir


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2015-09-08 05:58:24

Giriş:

Eğitim tanımı zor olan kavramlardan biridir. Bununla beraber en çok kabul edilen tanımlardan birisi şöyledir: "Eğitim, bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla ve amaçlı olarak istenilen değişiklikleri meydana getirme sürecidir."(1) Öğretim ise, bireye bilgi yükleme olayıdır. Ama eğitim ve öğretimi kesin hatlarla birbirinden ayırmak mümkün değildir. Öğrenme ve bilgi olmadan öğretimden söz etmek mümkün olmayacağı gibi, eğitim olmadan da öğretimden söz etmek mümkün değildir.(2) Bilindiği gibi, insan toplulukları yaratılış icabı birbirinden farklıdır. Dil, etnik menşe, din ve değer yargıları… Bilgi birikimi, üretim tarzı ve tüketim alışkanlıkları gibi bazı farklı özellikler buna ilave edilirse, farklılığın boyutu daha da derinleşir. Ancak eğitim, bizatihi bu farklılıkları besleyen, derinleştiren ve kimi zaman tesviye edebilen bir süreçtir.

Eğitim, her toplumda siyasal ve toplumsal hedeflerin özeti gibidir. Ancak gözlerimizi kendi toplumumuzun tarihi arka planına çevirdiğimiz zaman, dikkat etmemiz gereken ilave bir unsur göreceğiz. O da şudur: Çoğu toplumda eğitim bir gelecek inşası kaygısından ya da toplumu geliştirme projesinden ilham alırken bizde, doğrudan doğruya bir var olma-yok olma mücadelesinin en hayati bir unsuru olarak önem kazanmıştır. Başka bir deyimle, Türkiye'de insanı, toplumu ve devleti ayakta tutmanın ve yaşatmanın tek mücadele alanı eğitim olmuştur. Bu mücadelenin adı da modernleşmedir. Modernleşme tarihimizin başından beri eğitim devlet tekeline alınmıştır. Devlet adeta varlığını ve geleceğini eğitim yoluyla sağlamaya çalışmakta, bunun mantıki sonucu olarak da bütün eğitim süreçlerinde müdahil olarak bulunmaktadır. Bunun için denilebilir ki, eğitim alanındaki mücadelede galip gelen taraf daima devletin bürokrasisine de hâkim olmuştur. Bu yüzden Osmanlı'da, 1830'larda ilan edilen Tanzimat'tan bu yana, eğitim sistemi ve müfredatı, hep halkı temsil etmekten uzak olan bir takım asker-sivil bürokratın tekelinde olmuştur. Bu durum, halktan gelen taleplerin aksine, bir modernleşme projesinin gereği olarak, eğitimde dinin etkisinin azaltılması yönünde çaba harcanmasına yol açmıştır.

Cumhuriyetin 80 küsur yıldan beri takip ettiği modernleşme projesi ne ölçüde başarılı olmuştur? Bu konu ayrıca tartışılabilir. Ancak tazimattan beri takip edilen bu proje eğitim sürecini toptancı bir anlayışla kucaklamış ve sınırlamıştır. Amaç tek tip insan ve toplumdur. Bunun anlamı da, devletin tekel olduğu eğitim sürecinde bu projenin dışına taşan nüanslara bile hayat hakkı tanımamaktır.(3) İşte bağnazlığın, taassubun ve tahammülsüzlüğün başladığı yer burasıdır. Ancak şunu bilmek gerekir ki, toptancı projeler dünyanın her yerinde görüldüğü gibi, kısa zamanda katılaşır ve kendini yeniden üretme yeteneğini kaybeder. Başlangıçta anlamlı olan unsurlar, basmakalıp hale gelip içi boşaltılır. Bugün ne anlama geldiği üzerinde hiç düşünülmeden tekrar edilen deyimler çoktur. "Çağdaş uygarlık düzeyi" gibi.

Eğitimi, maddi ve manevi özellikleriyle temayüz etmiş insan yetiştirme sanatı olarak gören Bediüzzaman'ın(4) eğitimle ilgili bazı temel tespitlerini anlamaya çalışacağız.

SAHTEKÂRLIĞA, BAĞNAZLIĞA VE TAASSUBA KARŞI EĞİTİMDE AKLIN VE KALBİN İHMAL EDİLMEMESİ

Batının akılcı dehasına ve İslam'ın hüda (hidayet) kavramlarına dikkat çeken ve birbirine zıt olan bu kavramları, toplumda meydana getirdikleri sonuçlar bakımından mukayese eden Bediüzzaman, bu mukayese ile eğitimde benimsenmesi gereken temel kriterleri gösterdiği gibi, aynı zamanda, biri maneviyatçı diğeri akılcı olan bu iki farklı dünya görüşünün özelliklerine dikkat çekerek, onların menşelerinin ayrılığına da vurgu yapıyor.

Bediüzzaman'ın "Hüda"(5) dediği maneviyatçı görüş semadan inmiş, fakat "deha" dediği felsefi görüş yerden, yani insan aklından çıkmıştır. Başka bir deyişle, batının görüşü tamamen aklın ürünü iken, İslam'ın görüşü olan maneviyatçı görüş vahyin ürünüdür. Vahyin eseri olan "hüda", insan kalbine yerleşirken aklın çalışmasını da engellememektedir. Akılcı görüş sadece insan beyninde gelişme imkânı bulmakta, fakat tek başına insan kalbini ifsad etmekte ve karıştırmaktadır. Bediüzzaman, batı menşeli felsefe ve akli teoriler için "muhalif felsefe",(6) "geveze felsefe",(7) felsefe-i sakime",(8) ve "müzahraf felsefe",(9) gibi çok ağır iadeler kullanmıştır.

Hem akılda hem de kalpte yerleşen Kur'ani görüş, insan ruhunu aydınlattığı gibi, yeteneklerini de geliştirmektedir. Sonuçta insan maddeten ve manen vasıflı bir varlık haline gelmektedir. Sadece akla dayalı felsefi görüş ise, maddeye bağımlı olması sebebiyle her şeyi, nefsanî duyguların tatmini noktasında değerlendirir. Bu yüzden insanın sadece maddi ve nefsanî yönü gelişir, fakat insanın ruhi ve manevi yönü ihmal edildiğinden insani duygular fazla gelişme kaydetmez. Bu görüşün tesirindeki eğitim metotlarıyla yetiştirilen bir insan, dar bir hayat görüşünü benimseyeceği için, şefkat, merhamet ve müsamahadan yoksun bir şekilde maddeci bir varlık haline gelir.

Bediüzzaman Münazarat adlı eserinde yazdığına göre, merkezi Bitlis'te, şubeleri Van ve Diyarbakır'da açılması gerekli olan Medresetü'z-Zehra adında bir üniversitenin doğu bölgeleri için hayati önem taşıdığından söz ediyor. Doğuda böyle bir üniversitenin açılması için Osmanlı idaresine teklif götürmüş, teklif kabul görmüş, fakat birinci Dünya savaşının patlak vermesiyle proje akim kalmıştır. Daha sonra Cumhuriyet döneminde aynı teklifi TBMM'ne götürmüş, 163 mebusun onayını almış, fakat maalesef teklif kanunlaşmamıştır.

Bediüzzaman Münazarat'ta bu üniversitenin bazı özelliklerini sayarken bir noktaya önemle işaret ederek şöyle diyor: "Fünun-u cedideyi ulum-u medaris ile mezc ve derc etmek, lisan-i arabi vacip, kürdi caiz ve türki lazım kılmak"(10) Fünun-u cedideden maksat batıda gelişen fen ilimleridir. Ulum-u medaristen maksat ise, dini ilimlerdir. Bediüzzaman, bu iki ilim türünün birleştirilerek verilmesi konusunda ısrarcı davranınca "Bu birleşmede ne hikmet vardır ki, o kadar taraftarsın?" şeklindeki bir soruya şu cevabı veriyor: "Dört kıyas-ı fasit ile hasıl olan safsatanın zulmünden muhakeme-i zihniyeyi halas etmek, meleke-i feylesofanenin taklid-i tufeylaneye ettiği mugalatayı izale etmek."(11)

Bunun anlamı şudur: din ilimleriyle fen ilimleri kaynaştırıldığı, ikisinin bir arada okutulduğu zaman, batı menşeli felsefi bilginin gerçek bilgi üzerindeki asalakça taklide karşı kullandığı bağnazlığı ortadan kaldırmak mümkün olacaktır.(12) Böylece, felsefeye dayalı bilginin tek hakikat olduğunu zan edenlere müspet ilimlerin gerçekleri gösterilecek, bu yönde safsataya ve bağnazlığa varan ifratı durdurmak kolaylaşacaktır. Sonuçta, hem din adına taassuba meydan verilmeyecek, hem de bilimsellik adına inkâra sapılmayacaktır.

Bediüzzaman'ın safsata dediği, felsefi düşüncede ifratı, bağnazlığı ve inkarı doğuran şüpheci fikirlerin ne gibi bir anlayışın benimsenmesiyle ortadan kaldırılabileceği sorusuna şu cevabı veriyor: "Vicdanın ziyası ulumu diniyedir. Aklın nuru fünunu-u medeniyedir. İkisinin imtizaciyle hahikat tecelli eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."(13)

Bunun anlamı şudur: Bir eğitim süreci içinde, vicdanı aydınlatan din ilimleri ile aklı aydınlatan fen ilimleri, eğer barışık bir şekilde ve bir dayanışma içinde öğrenciye sunulursa gerçeğin, hoşgörünün ve doğrunun ortaya çıkmasına imkân verirler. Birbirini ret ve inkâr ederek ayrılmaları halinde ise, birinden taassup, diğerinden şüphe, hile, sahtekârlık, ahlaki çöküntü ve inkâr doğar.

Dipnotlar

1-Mustafa Ergün, Eğitim Felsefesi, Ankara, 1996,s.9.

2-Hasan Onat8Prof. Dr.), Niçin Din Eğitim? Uluslar Arası Din Eğitim Sempozyumu, Ankara, 1997, s. 15.

3-Türk Eğitim Sistemi Alternatif Perspektif, (Komisyon), Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara, 1996, s.112.

4-Safa Mürsel, Bediüzzaman'ın Gözüyle Eğitim, Köprü Dergisi eki, İst., 1987, s.12.

5--Bunun için bkz. Risale-i Nur Külliyatı, Nesil Yayınları, İst., 1996, Sözler, I, 49; Lem'alar, I, 643.

6-Risale-i Nur Külliyatı, I, 79.

7-A.g.e., I, 96.

8-A.g.e., I,200.

9-A.g.e., I, 643

10-Risale-i Nur Külliyatı, Munazarat, Nesil, İst., 1996, II, 1956 vd.

11-Risale-i Nur Külliyatı, ıı, Munazarat, 1956.

12-Safa Mürsel, a.g.e., s.14.

13-Risale-i Nur Külliyatı, Munazarat, II, 1956.

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE-2

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE-2

Bakın bu gün Regaib kandili. Benim kanaatim –ki siz de destekleyeceksiniz- şu an Türkiye’de

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

-Bediüzzaman Ne Demek?- -Yazdı mı? Yazdırıldı mı?-

AZİZ ÜSTADIMA

AZİZ ÜSTADIMA

Aziz üstadım; seni tanıdığıma, eserlerini okuduğuma şükür ediyorum. Sana talebe olma şe

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

Biz münevverler, ekseriyet itibariyle herhangi bir içtimai meselede gazete haberleriyle iktifa ede

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

1- Bedîüzzamân Saîd Nursî: Târihçe-i Hayâtı, Eserleri, Meslek ve Meşrebi, Doğuş Ltd. Şi

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

Rahmetli Said-i Nursi veya Kürdi'nin nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü öğrenmek içi

SAİD-İ NURSİ

SAİD-İ NURSİ

Abdürrahim ZAPSU Yetmiş yıl evvel Van vilâyetinin Nurs köyünde doğdu. Babasının ismi Mirza

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

Bu anlattıklarımız, mücahid alim Said Nursi’nin hayatının bazı safhaları ve lem’alarıd

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

Esaretten kurtulup Van’a döndüğünde Müslüman safları ve cemaatleri arasındaki İslami gayr

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

Bu kısa fetret dönemi sonrasında tüm himmetini bütün işlerde dinin tahkimine ve zayıflık g

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

Üstad üstaddır. Müceddiddir. Geçmiş büyüklerle irtibatı çok kuvvetlidir. Geleceklere de ç

Hak (ancak) Rabbindendir. Artık, sakın şüpheye düşenlerden olma.

Bakara, 147

GÜNÜN HADİSİ

"Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu nedenle, kiminle dost olacağına dikkat etsin!"

Ebû Dâvud

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI