PEYGAMBER’İN MAHLÛKATA KARŞI MERHAMETİ-2

Devlet Başkanı olarak Merhameti ve Merhamet’in Sonuçları: Rasulullah (s.a.v) 13 yıl Mekke’de kaldıktan sonra, Müslümanların daha fazla zarar görmemeleri için Medine’ye hicret etmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a.v) insanlara karşı gösterdiği merhamet, şefkat ve tevazu büyük sonuçlar doğurmuştu. Medine’de birkaç yıl zarfında meydana gelen hadise çok büyüktü. Yarı vahşi olan bir kavmin kalbini sevgi ve merhametle doldurmuştu adeta. Bir zamanlar ahlaksızlığın, zulüm ve kanunsuzluğun hüküm sürdüğü bu topraklar adeta cennete dönüşmüştü. Putperestlik bütün vahşetiyle kaybolup gitmiş, yerini sade bir tevhide bırakmıştı.


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2015-04-15 04:11:14

Devlet Başkanı olarak Merhameti ve Merhamet'in Sonuçları:

Rasulullah (s.a.v) 13 yıl Mekke'de kaldıktan sonra, Müslümanların daha fazla zarar görmemeleri için Medine'ye hicret etmiştir. Hz. Peygamber'in (s.a.v) insanlara karşı gösterdiği merhamet, şefkat ve tevazu büyük sonuçlar doğurmuştu. Medine'de birkaç yıl zarfında meydana gelen hadise çok büyüktü. Yarı vahşi olan bir kavmin kalbini sevgi ve merhametle doldurmuştu adeta. Bir zamanlar ahlaksızlığın, zulüm ve kanunsuzluğun hüküm sürdüğü bu topraklar adeta cennete dönüşmüştü. Putperestlik bütün vahşetiyle kaybolup gitmiş, yerini sade bir tevhide bırakmıştı.

Medine'de kaldığı on yıl boyunca İlây-ı Kelimetullah için çalıştı ve davasında başarılı oldu. Medine hayatının ikinci yılında, Mekke müşrikleriyle ilk karşılaşması olan ve dünyanın en acip savaşlarından biri olan Bedir savaşına hazırlandı. Müşriklerin 1300 kişilik donanımlı ordusuna karşılık 300 kişilik bir ordu hazırladı. Sayısal şartlar Müslümanların aleyhinde görünüyordu. Fakat Rasulullah (s.a.v) elindeki imkânları en iyi kullanan bir komutandı. Bedir savaşı başlamadan Hz. Peygamber uzunca Rabbine yalvardı. Duasının içinde şu dramatik lafızlar da vardı: "Ya Rabbi, eğer bu orduyu helak edersen yeryüzünde sana ibadet edecek kimse kalmayacaktır."

Rasulullah (s.a.v) bu duasıyla tüm imkânlarını Allah yolunda tüketmiş bir ordunun başkomutanı olarak Allah'tan acil bir zafer istiyordu. Çünkü Allah, imkânlarını tüketmiş ve ızdırar haline düşmüş olan Müslümanların duasını reddetmeyeceğini bildirerek şöyle diyor: "Yahut kendisine dua ettiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran ve sizi yeryüzünün halifeleri yapan kimdir."( Neml, 27/62.) O halde Allah'tan zafer bekleyen Müslümanların öncelikle imkânlarını Allah yolunda tüketmeleri, sonra acil zafer istemeleri gerekir.

Daha dün gibiydi; içinde doğup büyüdüğü Mekke'de her türlü hakarete uğrayan, Allah'ın dinini tebliğ ederken taşlanan, horlanan ve ayakları kanatılan bu mütevazı insan, sekiz yıl gibi kısa bir zaman diliminde Mekke'yi fethederek, oradaki ahaliyi de özgürlüklerine kavuşturmuş ve onları Kur'an ile terbiye etmiştir. Mekke'yi fethederken, o güne kadar kendisine düşmanlık yapan Mekkelilere yaptığı ilk konuşması, onun ne kadar merhametli ve mütevazı olduğunu gösteriyor. Evet, 13 yıl boyunca kendisine işkence ve hakaret eden Mekkelilere şöyle seslendi:

"Ey Kureyş, Şu anda size nasıl bir muamelede bulunmamı bekliyorsunuz?" Onlar hep bir ağızdan: "Sen iyi bir kardeş ve iyi bir kardeşin oğlusun" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bugün size Yusuf 'un (a.s) kardeşleri için söylediğini söyleyeceğim: Bugün sizin için bir kınama yoktur. Gidiniz; hepiniz serbestsiniz" buyurdu.

Esasen Mekkeliler onu çok iyi tanıyorlardı. Ona "Muhammedü'l-Emin" lakabını koyan onlardı. Onun kimseye asla zarar vermeyeceğini çok iyi biliyorlardı.

Rasulullah'ın (s.a.v) büyük merhameti ve tevazuu devlet idaresinde de etkisini gösteriyordu. O bir devlet başkanı olarak Medine'de itikadi, kültürel, siyasi ve sosyal alanda yeniden düzenlemeler yaparken Onun merhameti hep önde olmuştur. *Öncelikle Medine'deki talimatlarıyla, insanları sömüren düzenlere son verdi. "Her türlü faiz ayaklarımın altındadır" buyurdu. Hoşgörüyü, paylaşmayı, kardeşliği ve fedakârlığı telkin etti.

*Dilenciliği kaldırıp duygu sömürüsünü de engelleyerek herkesi çalışmaya teşvik etti.

*Tevekkülü yanlış anlamış insanlara tevekkül dersi verdi: "Önce deveni bağla, sonra tevekkül et" buyurdu.

*Soyuyla, nesebiyle övünmeyi yasakladı. "İnsan için ancak çalıştığı vardır" ayetini okuyarak "Ameli olmayanlar nesebine de güvenmesin" buyurdu. Sevgili kızı Fatıma'ya bile: "Kızım, Sen de nefsini ateşten kurtarmak için bir şeyler yap. Vallahi baban olarak benim sana faydam dokunmayacaktır" buyurdu.

*"Mümin mümini kardeşidir; ona zulmetmez" buyurdu ve bütün müminlerin kardeş olduklarını ilan etti. "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" diyerek müminlerin diğergam olmaları gerektiğini vurguladı.

*Tavassut, iltimas ve torpil ile savaştı. Adaleti herkese uygulama konusundaki kararlığını ifade ederek: "Sizden öncekileri helak eden şey, eşraftan olan suçluları görmezlikten gelip kimsesizleri ağır şekilde cezalandırmalarıydı. Vallahi, eğer kızım Fatıma dahi hırsızlık yaparsa onun da ellerini keserim" buyurdu ve İslam'ın sosyal adalet ilkesini tüm dünyaya ilan etti.

*Savaş kurallarını mağdurların lehine olmak üzere yeniden düzenledi. Ordu savaş meydanına çıkarken şu talimatı veriyordu: "Yaşlı insanları, çocukları, kadınları ve hastaları öldürmeyiniz. İşkence yapmayınız. Ağaçları kesmeyiniz; hayvanlara ve geçimliklere zarar vermeyiniz. Mabetlerde ibadetle meşgul olanlara okunmayınız."

*Onun zamanına kadar esirlere yapılan kötü muameleleri kaldırdı. Müslümanların eline düşen esirler bir misafir gibi ağırlanıyordu. Hicivleriyle Rasulullah'a hakaret eden ve Ona kötü sözler söyleyen Süheyl b. Amr adlı Mekkeli esire gösterdiği merhamet dillere destan olmuştur. Hz. Ömer (r.a) esir olan Süheyl b. Amr'in kolundan tutarak Rasulullah'ın (s.a.v) yanına götürür ve: "Ey Allah'ın Rasulü, bu adam şiirleriyle sizi hicvediyordu. İzin verirseniz onun dişlerini sökeyim de bir daha şiir okuyamasın" dedi. Rasulullah (s.a.v) Ömer'in bu teklifi karşısında hayrete düştü ve: "Hayır, Ya Ömer; Vallahi ben insanlara eziyet edemem. Aksi takdirde ben Peygamber olduğum halde Allah da bana eziyet eder. Kim bilir, belki de bu adam bir gün sana büyük bir fayda sağlar" dedi. Nitekim bu adam daha sonra Müslüman olmuş ve Hz. Peygamber'in vefat ettiği gün şoka giren Mekke ahalisini güzel konuşmalarıyla teskin etmişti.

*Demokrasinin ve özgürlüklerin en temel öğesi olan muhalefete karşı hep hoşgörülü davrandı. Ona muhalif olan münafıklar Ondan asla zarar görmediler. Bir gün Onun gözetiminde ganimetler dağıtılıyordu. Hz. Peygamber'in (s.a.v) adil davranmadığını düşünen Zü'l-Huvaysara adında bir adam ayağa kalkarak: "Adil davran Ey Muhammed, sen adil davranmadın!" dedi. Hz. Peygamber'in arkadaşları üzerinde şok etkisi yapan bu çıkış üzerine adama saldırmak isteyenler olmuş, fakat Hz. Peygamber bunlara izin vermemişti. Ancak adama dönerek: "Yazık sana; eğer ben adil davranmazsam kim adil davranır" diyerek konuşmasına ve derdini anlatmasına fırsat verilmesini emretmişti.

*O güne kadar vatandaşlarını köle olarak kabul eden hükümdarların aksine Hz. Peygamber (s.a.v) her kese karşı büyük bir tevazu içindeydi. O kölelerle oturur, onlarla birlikte yemek yer ve kabile reislerinin bile asla binmedikleri merkebe binerdi. Bir gün yabancı bir adam Medine'ye gelmiş, Hz. Peygamber'i (s.a.v) görmek istiyordu. "Şurada bağdaş kurup oturan zat Hz. Muhammed'tir" dediler. Adam yanına gitti. Hz. Peygamber (s.a.v) adama oturmasını ve yanaşmasını emretti. Oturdu; dizi Hz. Peygamber'in dizine değiyordu. Fakat adam bir hükümdarın huzurunda olduğunu düşünerek heyecandan titremeye başladı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem (s.a.v) adama: "Rahat ol, ben bir kral ya da zalim bir hükümdar değilim. Ben ancak kurutulmuş et yiyen bir kadının oğlu ve Allah'ı elçisiyim" dedi. O bu sözüyle, vatandaşlarını köle olarak kabul eden zalim hükümdarları yerin dibine geçiriyordu.

Sonuç:

Hz. Peygamber'in (s.a.v) bu merhamet ve şefkati Zat-i Risaletten Müslümanlara da geçmiş ve tüm dünyada tesirini göstermiştir. İmanın verdiği tatlılık ve lezzet, kabileler arasındaki düşmanca ilişkileri kısa zamanda dostane alakalara çevirmişti. İslamiyet bedeviyetten medeniyete, cehaletten ilim ve irfana körü olmuştur. Kızlarını diri diri toprağa gömenler, medeni milletlere adalet dağıtan birer yıldız haline gelmişlerdi.

İslam'ın yayıldığı topraklar adeta âlimler, müctehitler, bilginler, devlet adamları ve ıslahatçı yetiştiren birer üniversiteye dönüşmüştü. Bu üniversiteler, Hz. Ömer gibi bir adil bir hükümdar, Halid b. Velid gibi ünlü bir komutan, Hz. Ali gibi bir allame, İbnu Abbas gibi bir müfessir, dört büyük fıkıh imamları gibi müçtehitler, İbni Sina gibi bilim adamları, İmam Gazali gibi mutasavvıflar ve Salahaddin Eyyubi gibi devlet adamları yetiştirmiştir. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in izini takip etmişler ve onun gibi mahlûkata karşı müşfik ve merhametli davranmışlardır.

İslam'ın yetiştirdiği bu şahsiyetler adeta dünya tarihini yeniden yazmaya başladılar. Dünyada yaşayan bütün topluluklar bu ulu şahsiyetler karşısında kendisine çeki-düzen vermek zorunda kaldılar.

Hz. Peygamber'in bu engin merhametinden dolayı İslam ordularının ele geçirdiği topraklara "Fethedilmiş yerler" denilir ve ele geçirme olayına da "Fetih" denir. İslam'da "zapt etme" diye bir deyim kullanılmaz. Çünkü bir kentin fethedilmesi ayrı, zapt edilmesi ayrıdır. Fetih; gönülleri fethetmek anlamındadır. Bu yüzden fethedilen topraklarda gönüller dost olur, uzak duranlar, yakınlaşır. Ebu Süfyan'ı düşünelim: Müşriklerin lideri, Müslümanlara karşı bütün savaşları organize eden ekibin başı ve Hz. Peygamber'in bir numaralı düşmanıydı. Hz. Hamza'yı ve 70 sahabeyi Uhud'ta şehit ettiren adamdır. Mekke'nin fethinde Rasulullah (s.a.v), böylesine gaddar bir düşmanını afetmiş ve kendisine: "Yazık Ey Ebu Süfyan, hâlâ Allah'ın birliğine ve benim de onu elçisi olduğuma iman etme zamanın gelmedi mi?" buyurdu. Ebu Süfyan, Rasulullah'ın (s.a.v) bu içten yakınlığı karşısında çok duygulanmış, ağlamış ve hemen iman etmişti.

İslam bilginleri şöyle demişlerdir: "Bir insan özür kabul etmedikçe ve güçlü olduğu halde bağışlayıcı olmadıkça mükemmel insan olamaz."

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Ey Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen Vârislerin en hayırlısısın.

Enbiya,89

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Her kim, inanarak ve karşılığını yalnız Allahtan bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır."

Buhârî

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI