PEYGAMBER’İN MAHLÛKATA KARŞI MERHAMETİ-1

Giriş: Tabiun ulemasından olan Mesruk der ki: Bir gün müminlerin annesi Hz. Aişe’nin yanına gittim ve: “Bana Rasulullah’ın ahlakını anlat” dedim. Hz. Aişe: “Sen Kur’an okumuyor musun? Onun ahlakı Kur’an’dı” dedi. Yine Müminlerin annesi Hz. Aişe buyuruyor:


Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz

musakazimyilmaz@gmail.com

2015-04-02 05:36:26

Giriş:

Tabiun ulemasından olan Mesruk der ki: Bir gün müminlerin annesi Hz. Aişe'nin yanına gittim ve: "Bana Rasulullah'ın ahlakını anlat" dedim. Hz. Aişe: "Sen Kur'an okumuyor musun? Onun ahlakı Kur'an'dı" dedi.

Yine Müminlerin annesi Hz. Aişe buyuruyor: "Rasulullah (s.a.v) hiçbir insana lanet okumamıştır. Allah'ın dinine zarar vermek istisna edilirse, kendisine verilen zarara karşılık hiç kimseden intikam almamıştır. Cihat hariç, eliyle hiç kimseye vurmamıştır."

Allah, elçisi Hz. Muhammed'i, kendisine ait olan iki sıfatla tavsif etmiştir. Şöyle buyuruyor: "Size kendi türünüzden bir elçi gelmiştir. Sizin, kurtuluşu olmayan ebedi bir belaya duçar olmanız onun zoruna gider. Müminlere karşı şefkat pınarı ve ve merhamet abidesi olduğu için üzerinize hassasiyetle titrer."(1)

 Gerçekten de Hz. Peygamber, bir tek insanın bile ebedi bir azaba duçar olmasını asla istemezdi. Onun bu hassasiyeti, âlemlere rahmet olarak gönderilişinin bir gereğidir. Na var ki, henüz dünyaya gelmeden babasını kaybetmiş olması, altı yaşındayken validesini de kaybettikten sonra uzun yıllar yetim olarak toplumda yaşamış olması Hz. Peygamber için unutulmaz hadiselerdir.

Evet, Rasulullah (s.a.v) çok ağır şartlar altında büyümüş, adeta hayatın tüm sıkıntılarını göğüslemiştir. Fakat her şey rağmen 40 yaşında Allah tarafından peygamberlikle görevlendirilince, dünya bakımından rahatlayacağı yerde dünya çapında ağır bir davayı omuzlamıştır. Mekke'de Ramazan ayının Kadir gecesinde kendisine nazil olmaya başlayan Kur'an, baştan sona, insanı kemalatın zirvesine çıkaracak güzel ahlakı anlatmaktadır. İşte Hz. Peygamber'in ahlakı Kur'an'ın anlattığı ahlaktır.

Kur'an'ın insanlığa sunduğu güzel ahlak numunelerinden bazıları şunlardır:

1-"Ey İnsan! Rabbin kendisinden başkasına asla ibadet etmemenizi, ana-babaya iyilikte bulunmanızı kesin olarak emretti. Eğer onlardan biri ya da ikisi senin yanında ihtiyarlığa ulaşırsa, sakın onlara "uf" bile deme ve onları azarlama."(2)

2-Ey İnsan, yakınlık sahiplerine hakkını ver. Düşkün olanlara ve yolda kalmışlara da haklarını ver. Fakat sakın ola ki, elinde, avucunda olanı saçıp savurma.(3)

3-Yine sen Ey İnsan! Ne ellerini boynuna bağlayıp cimrilik yap, ne de onları büsbütün açarak saçıp savur. Eğer böyle yaparsan kınanmış olarak bir köşeye atılıp pişmanlık içinde kıvranırsın.(4)

4- Çocuklarınızı, rızkınıza ortak olurlar endişesiyle öldürmeye kalkmayın. Onları da sizleri de besleyecek olan biziz.(5)

5- Ve Sakın zinaya yaklaşmayın. Zira o arsızca bir hayâsızlık ve sapıkça bir yoldur.(6)

6- Yine haklı bir gerekçeye dayanmaksızın Allah'ın dokunulmaz kıldığı hiçbir cana kıymayın.(7)

7-Yetimin malına da – kendisi ergenlik çağına ulaşıncaya kadar-, yapacağını en uygun ve olumlu tasarruflar dışında yaklaşmayın.(8)

8- Yine vereceğiniz her meşru söze sadık kalını. Şüphesiz söz veren herkes bundan dolayı hesaba çekilecektir.(9)

Numune olarak verdiğimiz bu temel ahlak esasları, insanlık vicdanının tereddütsüz kabul edeceği örneklerdir. Kur'an bu minval üzere insanı beşikten mezara kadar takip ederek davranışlarını olumlu yöne çevirmeye çaba sarf ediyor.

Hz. Peygamber'in Merhameti:

Rasulullah (s.a.v), kendisine nazil olan Kur'an'ın emirlerine herkesten önce uyan bir peygamberdi. Başka bir deyimle, Rasulullah (s.a.v), Kur'an'ın emirlerini önce kendi nefsine tatbik ederek samimiyet, ihlâs ve ciddiyet konusundan bütün insanlığa örnek olmuştur. O kadar merhametli ve o kadar şefkatliydi ki, adeta bir eliyle cehennemin yolunu kapatarak diğer eliyle insanları cennete sevk etmeye çalışıyordu. Çünkü kimsenin ateşte yanmasına gönlü razı değildi. Deyim yerindeyse, bütün insanların imana gelmesini istercesine çırpınıyordu.

Kur'an ifadesiyle(10) sırtlarında yükler ve boyunlarında zincirler bulunan müşrikleri özgürlüklerine kavuşturmak için büyük çabalar gösteriyordu. Bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a.v) tebliğ için 40 kez Ebucehil ve arkadaşlarına gitmiştir. Bütün bu çabalar onun merhametinden ileri geliyordu.

Kur'an-ı Kerim Rasulullah'a büyük bir merhametin verilmiş olduğunu birçok yerde ifade ediyor. Bir ayet şöyle: "Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. Ama eğer onlara karşı sert ve katı yürekli davransaydın kesinlikle senden uzaklaşacaklardı. Şu halde onları affet, affedilmeleri için dua et ve yönetim için de onlarla istişare etmeye devam et."(11)

Anlaşılıyor ki, rahmet ve şefkat Hz. Peygamber'in tabiatıdır. Çünkü Allah onu rahmet fıtratı üzerinde yaratmıştır. Allah Hz. Musa'yı ve kardeşi Harun'u Firavn'a gönderdiğinde şöyle demişti: "Siz ikiniz doğruca Firavn'a gidin, çünkü o pek azdı. Fakat onunla konuşurken yumuşak bir üslup kullanın. O zaman belki söz dinler ya da en azından ileri gitmekten çekinir."(12) Oysa Hz. Peygamber için Allah "Allah'ın rahmeti sayesinde…" buyuruyor. Anlaşılıyor ki, şefkat ve merhamet Hz. Peygamber'in fıtratında vardır.

Bir gün Hz. Ömer (r.a) dedi ki: "Anam babam sana feda olsun Ya Rasulellah, Sen ne kadar büyük, ne kadar merhametlisin. Vallahi eğer bize beddua etmiş olsaydın çoğumuz imana gelmeden helak olup gidecektik."

Fakat Yasin Suresinin ilk ayetleri nazil olunca artık iman etmeyecekleri kesin olanlara dini tebliğ etmeye gitmemiştir. Çünkü ayette, bazılarının açıkça iman etmeyecekleri ifade edilmiştir."Doğrusu onlardan birçoğu hakkındaki söz tahakkuk etmiştir, onlar artık asla iman etmeyeceklerdir."(13) Bunun dışında, yani iman etmeyeceği kesin değilse her insanın imdadına koşmuştur.

Medine'de iken bir gün henüz inanmamış müşrik bir kölenin hasta yatağında olduğunu duymuştu. Rasulullah (s.a.v) onu ziyarete gitmiş ve ona İslam'ı tebliğ etmişti. Köle Müslüman olmayı kabul edince de dışarı çıkmış, sevinç gözyaşlarını tutamamış ve şöyle buyurmuştur: "Bu köleyi ateşten kurtaran Allah'a sonsuz hamd u senalar olsun."

Beddua Etmemesi:

Merhamet ve şefkatin timsali olan Hz. Peygamber (s.a.v) Mekke'de çok ağır şartlar altında yaşıyordu. Buna rağmen sabır ve metanet içinde işkencelere ve hakaretlere tahammül ederek merhametini korumaya ve insanlara karşı şefkatli olmaya devam ediyordu.

Bilindiği gibi Mekke'de tebliğ şartları ağırlaşınca yeni bir tebliğ çevresi için Taif'e gitmeye karar vermişti. Fakat ne yazık ki, Taif'in serserileri kendisine taş atmaya başlamışlar, ayaklarını kanatarak Onu Taif'in dışına çıkarmışlardı. Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.v) taş atanlara ve attıranlara değil beddua etmek, onlara: "Ya Rab; kavmimi hidayet et; onlar bilmiyorlar" şeklinde dua etmiş ve devamla şöyle buyurmuştur: "Allahım, çaresizliğimi ancak sana arz ediyorum. Biçarelerin Rabbi sensin. Ya Rab, gazabına uğramayayım da çektiğim belalara aldırmam."

Uhud savaşında Hz. Peygamber ve arkadaşları mağlup düşmüşlerdi. Başta Hz. Hamza olmak üzere Müslümanlardan 70 kişi şehit düşmüş, İslam ordusunun morali bozuktu. Bunu fırsat bilen bazı sahabiler Rasulullah'ın yanına gelerek: "Ya Rasulallah, bu kâfirlere beddua et de, Allah onları helak etsin, bize artık zarar vermesinler" demişler. Hz. Peygamber ise: "Ben lanet okuyucu ve bedduacı olarak gönderilmedim. Ben ancak bir davetçi ve bir rahmet peygamberi olarak gönderildim. Allah'ım kavmimi hidayete getir; onlar bilmiyorlar" buyurmuştur.

 İnsanların hidayete gelmeleri, iman etmeleri istisna edilirse Hz. Peygamber hiçbir konuda hırslı değildi. Sadece insanların hidayeti konusunda hırs gösteriyordu. Allah zaman zaman bu konudaki hırsı konusunda onu uyarmış, şöyle buyurmuştur: "Demek sen kalkıp bu kitaba inanmaları durumunda onların verdiği tepkiler üzerine kızıp kendini helake sürükleyeceksin, öyle mi?"(14) Bu ayet, Hz. Peygamber'in insanların hidayeti için ne kadar çaba sarf ettiğini açıkça göstermektedir. Kuşkusuz bu onun engin merhametinden ve tüm mahlûkata şamil olan şefkatinden ileri geliyordu.

Hatıraya önem vermesi:

Rasulullah (s.a.v) bir baba olarak, bir eş ve bir dost olarak çok merhametliydi. Bu açıdan ilk müminlerden olan zevcesi Hz. Hatice'ye karşı beslediği duygular çok farklıydı. Onu birkaç açıdan seviyordu. Hem Onun zevcesiydi; hem ilk müminlerdendi.; hem de çocuklarının babasıydı. Fakat denilebilir ki, Hz. Peygamber'in Hatice'ye karşı olan sevgisi daha çok Hatice'nin İslam davasına verdiği büyük destekten kaynaklanıyordu.

Bu yüzden Hz. Hatice bi'setin 11. yılında vefat etmiş olmasına, Rasulullah (s.a.v) vefatından sonra daha genç hanımlarla evlenmiş olmasına rağmen Hz. Hatice Rasulullah tarafından hiç unutulmamıştır. Onun hatırası onda hep canlı durmuştur. Hatta genç eşi Hz. Aişe validemiz, Rasulullah'ı Hatice'ye karşı beslediği bu derin bağlılıktan kıskanmış ve şöyle demiştir: "Vefat eden bir kadına karşı beslediğin bu yüksek duyguyu anlayamıyorum. Oysa Allah sana daha genç ve daha güzel hanımlar ihsan etmiştir." Rasulullah'ın (s.a.v) buna cevabı şudur: "Siz Hatice'yi benim kadar tanımış olsaydınız, böyle konuşmazdınız"

Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla Allah (c.c), birçok kere Cebrail vasıtasıyla Hz. Hatice validemize selam göndermiştir: Bir defasında vahiy kesilmiş ve bir umutsuzluk havası hâkim olmuştu. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) tekrar Hira Nur mağarasına giderek orada vahiy beklemeye başlamıştı. Hz. Hatice validemiz de Rasulullah'a azık götürüyordu. Bir gün yolda giderken Cebrail bir adam şekline girerek Hatice'ye yaklaşmış ve "Muhammed'in nerede olduğunu biliyor musun?" diye sormuştu. Hatice validemiz tanımadığı bu adamdan ürkmüş ve Rasulullah'a bir zarar gelmesin diye: "Hayır, yerini bilmiyorum" demiştir.

Hz. Hatice Rasulullah'ın (s.a.v) yanına vardığında durumu kendisine anlatmış; fakat Rasulullah Hatice'nin telaşlı konuşmasını dinledikçe tebessüm etmiş ve: "Allah hayrını versin Ey Hatice, o adamın kim olduğunu biliyor musun?" demiş. Hz. Hatice "Hayır, bilmiyorum" demiş. Rasulullah (s.a.v): "O Cebrail idi; sana Allah'ın selamını getirmiş, bu yüzden seninle konuşmak istemişti" dedi. Hz. Hatice validemiz bunu üzerine çok duygulanmış ve ağlamaya başlamıştır.

Hz. Aişe'nin anlattığına göre Rasulullah'ın (s.a.v) kızı Zeyneb'in kocası Ebu'l-As Bedir'de esir düşmüştü. Esirler fidye karşılığında serbest bırakılıyordu. Ebu'l-As da fidye olarak Zeyneb'in bir gerdanlığını takdim etmişti. Bu gerdanlık Hatice validemiz tarafından Zeyneb'e düğün hediyesi olarak takılmıştı. Rasulullah (s.a.v) ziyneti görünce tanıdı ve çok duygulandı. Sonra ashabına dönerek şöyle dedi: "Ashabım, bu ziynetler Hatice'nin Zeyneb'e verdiği düğün hediyeleridir. İster alın ister almayın; siz bilirsiniz." Fakat Rasulullah'ın arkadaşları Onun hissiyatını okumakta gecikmediler ve "Anamız babamız sana feda olsun Ya Rasulellah, bu ziynetler kalsın; onları almayalım" dediler.

Sütannesi Halime'yi asla unutmamıştır. Onun hatırası gönlünde hep canlı duruyordu. Beni S'ad kabilesinden bir adam görse ona hürmet eder ve annesini sorardı. Bir defasında sütkardeşi Şeyma'nın da içinde bulunduğu bir heyeti kabul etmiş ve onlara büyük ikramlarda bulunmuştu.

Şahsi Fedakârlığı:

İnsan, yapısı itibariyle intikamcı bir yaratılışa sahiptir. Kendisine yapılan ani saldırılara tepkisiz kalmaz. Fakat Rasulullah (s.a.v) kendi şahsına zarar veren insanları bile affetmiştir. Bir gün Gavres b. Haris adında bir adam Rasulullah'ı (s.a.v) öldürmek için onu takip etmeye başladı. Hicretin 4. yılındaydı; Rasulullah (s.a.v) istirahat için bir ağacın gölgesinde uyuyordu. Bir ara gözlerin açtığında bir adamın elinde yalın kılıçla beklediğini gördü. Adam: "Ey Muhammed şimdi seni elimden kim kurtaracak?" dedi. Hz. Peygamber(s.a.v) : "Allah" dedi. Adamın elindeki kılıç birden yere düştü ve adamın eli havada asılı kaldı. Bu kez Rasulullah (s.a.v) kılıcı eline aldı ve: "Söyle bakayım, şimdi seni elimden kim kurtaracak?" dedi. Adam: "Sen iyi bir insansın, kimseye zarar vermezsin" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber(s.a.v) tebessüm ederek onu afetti.

Bir gün Medine çarşısında yürürken bedevi bir adam Rasulullah'ın (s.a.v) ridasından tuttu ve ters istikamette yürüyerek Rasulullah'ı arkasından sürüklemeye başladı. Rida, çene altında iple bağlı olduğu için, ip Rasulullah'ın boğazını sıkmaya başladı. Bir ara Rasulullah (s.a.v) nefes darlığı çekerek zor durumda kaldı ve dönüp adama: "Dur be adam, nereye gidiyorsun? Bu sana kalmayacaktır" dedi. Adam durdu ve: "Hayır, bu bana kalır. Çünkü duydum ki sen kimseye zarar vermiyormuşsun. O yüzden seni kızdırmak istedim" dedi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) tebessüm ederek: "Doğru söylemişler, ben kimseye zarar vermem" dedi ve bedevi adamı affetti.

-devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

İnkâr edenler, Allah'ın yolundan ve -yerli, taşralı- bütün insanlara eşit (kıble veya mâbed) kıldığımız Mescid-i Harâm'dan (insanları) alıkoymaya kalkanlar (şunu bilmeliler ki) kim orada (böyle) zulüm ile haktan sapmak isterse ona acı azaptan tattırırız.

Hac,25

GÜNÜN HADİSİ

İki ni'met (iki güzel hal) vardır ki, insanlardan çoğu bu ni'metleri kullanmakta aldanmıştır: Sıhhat, boş vakit.

Abdullâh b. Abbâs (r.a)'dan

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI