MUHAMMED EMİN EL HÜSEYNİ-5.Bölüm

Bağdat’taki Faaliyetleri Muhammed Emin el Hüseyni 1939 Ekiminde Bağdat’a geldi. Büyük savaşın başlamasının üzerinden henüz bir ay geçmişti. Irak her ne kadar 1932’de İngiliz mandasından kurtulup, 3 Ekim 1932’de Cemiyet-i Akvam’a bağımsız bir devlet olarak girmişse de, ülkede İngiliz nüfuzu hâkimdi


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2013-11-30 21:49:50

Bağdat'taki Faaliyetleri

Muhammed Emin el Hüseyni 1939 Ekiminde Bağdat'a geldi. Büyük savaşın başlamasının üzerinden henüz bir ay geçmişti.

Irak her ne kadar 1932'de İngiliz mandasından kurtulup, Cemiyet-i Akvam'a bağımsız bir devlet olarak girmişse de, ülkede İngiliz nüfuzu hâkimdi. İki devlet arasındaki anlaşmaya göre; İngiltere Irak'ın dış politikası ve güvenliğinden sorumlu olacak, Irak'ta iki askeri üs (Bağdat'taki Habbaniye, Basra'daki Şubeybe hava üsleri) bulunduracak ve Irak'ın bütün imkânlarından faydalanacaktı. Ayrıca İngiltere Irak ordusunu eğitecek ve silah sağlayacaktı.

Aynı zamanda, İngiliz yanlısı Nuri Said paşa kabinesi yönetimde bulunuyordu. Buna rağmen, Kudüs Müftüsü Irak'ta gerek halk gerekse devlet adamları tarafından coşkuyla karşılandı.

Irak, İngiltere için Ortadoğu'daki Petrol kaynakları noktasından ehemmiyetli olmakla beraber, İngiliz hâkimiyetindeki Hind alt kıtasının güvenliği bakımından da kilit noktadaydı. Bunun için, Emin el Hüseyni gibi bir muhalifin Irak'ta hoşamedi ile karşılanması İngiliz yetkilileri telaşlandırmıştı.

Müftü Efendi'nin Lübnan'da olduğu sıralar İngilizlerin ona karşı geliştirdikleri taktik "görmezlikten gelerek, unutuluşa terk etmekti." Ama artık ona karşı etkin bir çıkış düşünüyorlardı. İngiltere Savaş Bürosundan bir yetkili "Müftü ve adamlarının hali hazır durumdan İngiltere'nin aleyhine olarak faydalanacağı" hususunda bir uyarıda bulunmuştu.

İngilizler, Irak başbakanı Nuri Said Paşa'dan Müftüden politikaya karışmayacağına dair söz almasını istediler. Müftü bu konuda güvence verdi.

Bu arada Irak başbakanı da Hüseyni ile İngiltere'nin arasını bulmaya çalıştı. Ama İngiliz yetkililer nezdinde artık müftü efendinin imajı çok zedelenmişti. Öte yandan, 1937'den itibaren Mihver devletleriyle dolaylı olarak temasa geçen Hüseyni de bu konuda gönülsüz davranınca, bu teşebbüs muvaffak olmadı.

Emin Efendi, Irak'ta bulunduğu birkaç ay boyunca politikaya hiç karışmadı. Onun yerine, devlet ricali ve askeri kesimin ileri gelenleri ile şahsi münasebetlerini ilerletme yoluna gitti.

Fakat, 1940 Mayıs ayında Batı cephesinde ileri harekâta geçen Alman ordusunun başarıları ve Fransa'nın çökmesi, her yerde olduğu gibi Irak'ta da, gelişen şartlar muvacehesinde hangi yolun takip edilmesi konusunda kafa karışıkları ve ihtilaflara sebep oldu. Genç politikacılar ve ulusalcı askeri kanat için müftü efendi saygın kişiliği ve popülaritesiyle ilk başvuru mercii olmuştu. Bu durum ise, Müftü Efendi'nin Nuri Said ile arasının bozulmasına sebep olacaktı.

Nuri Said Paşa, Mihver devletlerle her türlü ilişkinin kesilmesini ve hatta İngiltere'nin yanında savaşacak birlikler gönderilmesini savunurken, Müftü Efendi ise tam tersine, Mihver devletlere cephe alınmamasını savunuyordu.

Öte yandan İngilizlerin Filistinlilere yönelik uyguladıkları şiddet ve Yahudi yanlısı politikaları Irak'ta onlara karşı gittikçe artan bir öfkeye sebep oluyordu. Tarihçi Stephen Hemsley Longrigg'in dediği gibi; "1937-1941 döneminde Irak-İngiltere ilişkilerinde hiçbir unsur, bu ilişkilerin bozulmasında, Filistin sorununun trajik kötü kullanılması kadar güçlü olmamıştır."

Nuri el Said, kamuoyunda kendisine karşı oluşan hoşnutsuzluk karşısında daha fazla dayanamadı ve yerine Arap ulusalcısı Raşid Ali el-Geylani'yi tavsiye ederek, 31 Mart 1940'ta başbakanlıktan istifa etti. Raşid el Geylani, ordu içindeki İngiliz yanlısı unsurlardan çekinerek ilk başta bu teklife sıcak bakmamıştı. 1930 ve 40'ların Irak politikasında önemli rol oynayan ve "Altın Kare" olarak adlandırılan dört Milliyetçi subayın (Albay Selahaddin el-Sabbah, Albay Kamil Şabib, Albay Fehmi Sait ve Albay Mahmud Salman) desteğini alması gerekiyordu. Bu desteği de bu dört albay üzerinde büyük etkisi olan Emin el Hüseyni vesilesi ile aldı. Yeni kurulan hükümette Geylani Başbakanlık görevini üstlenirken, Nuri Said Paşa da dışişleri bakanı oldu.

Son Bir Arabuluculuk Girişimi

Nuri Said Paşa bu sırada Filistin konusunda bir uzlaşma için son bir girişimde daha bulundu. Onun önerisi ile İngiliz ve Filistinli temsilciler Bağdat'ta buluştular. Müftü Efendi'nin çözüm için Beyaz Raporu kabul ettiği güçlü bir önerge kaleme alındı. Buna göre, Beyaz Raporun uygulamaya geçmesine karşılık Müftü Efendi İngilizleri destekleyecek, Irak hükümeti de, İngilizlerle beraber çarpışmak için iki tümen gönderecekti.

Gelgelelim plan, Neville Chamberlain'ın yerine başbakanlığa getirilen Winston Churchill engeline takıldı. Yeni başbakan, kendi deyimiyle "Beyaz Rapor'un Yahudi karşıtı politikasını" uygulamaya koymayı reddetti. Bununla da kalmadı, Filistin'de bir Yahudi müfreze oluşturulmasını içeren Siyonist öneriyi ise, hiçbir uyarıyı kâle almadan kabul etti.

Yeni Bir Arap Komitesinin Kurulması

Müftü Efendi 1940 yaz ayları boyunca Filistin'in kurtuluşu için bir isyanı organize ile meşgul oldu. Bunun için Arap liderleri ile temaslarda bulundu.

Bilindiği gibi, 1940 yazına gelindiğinde Manş denizine kadar Batı Avrupa Alman kontrolüne girmiş, İngiltere'nin havadan ablukasına başlanmıştı. Öte yandan İtalya Mısır'a taarruz başlatmış bulunuyordu. Müftü Efendi'ye göre İngiliz yönetimine karşı ayaklanma saati gelmeye başlamıştı.

Yapılan temaslar sonucu Suriye, Ürdün, Irak ve Filistin liderlerinden oluşan ve sözcülüğünü Emin el Hüseyni'nin yaptığı gizli bir Arap komitesi kuruldu. Komitenin hedefi isyan yoluyla bağımsızlık kazanmak, ardından Arap devletlerini bir birlik çatısı altında toplamaktı.

Müftü Efendi bu komite haricinde iki komitenin daha başkanlığını yürütüyordu:

1-Daha önce bahsettiğimiz gibi, Filistin'de 1936 isyanını organize eden komite.

2- Reşid el Geylani'nin de aralarında bulunduğu Iraklı liderlerden oluşan Yediler Konseyi.

Bu üç komitenin de başkanlığı yürütmesi dolayısıyla Emin el Hüseyni Ortadoğu'da emelleri olan Almanya'nın dikkatinin en fazla temerküz ettiği kimse olmuştu.

Namlunun Ucundaki Adam

Öte yandan İngiltere de halının altından çekilmekte olduğunu iyice anlamıştı. İngiliz yetkililer arasında artık Kudüs Müftüsünün canına kast etme düşüncesi ciddi ciddi konuşulur olmuştu. Bu konuda onları ilk olarak tetikleyen de Müftü'den nefret eden Siyonist kesimdi. Kısaca bu konudaki girişimlere de değinelim;

a-23 Mayıs 1940'ta Rusya Yahudilerinden olan ve Filistin Yahudi Topluluğu Ulusal Konsülü başkanı Pinhas Rutenberg, Londra'daki İngiliz Dış İşleri Bürosunu ziyaret etti ve Müftü'nün öldürülmesini teklif etti. Eğer İngilizler izin verirse kendisi ve ekibi bu işi memnuniyetle yerine getirebilirlerdi. Rutenberg şöyle demişti; " Tarihte bir insanın, yüz binlerce hayatı kurtarmak için feda edilmesi gereken zamanlar olmuştur. Müftüden kurtulmanın kolay yolları var. Bunların kullanılması gerekiyor, hem de hemen."

İngilizler böyle bir cinayetin İslam dünyasının her tarafında kendilerine karşı büyük bir kin oluşturacağı endişesiyle Rutenberg'in teklifini geri çevirdiler.

b-1940 Ekiminde bu sefer Hindistan bürosu aynı teklifte bulundu. Plan şöyleydi; müftü Bağdat'ta kaçırılacak ve güneydeki bir İngiliz üssünden uçakla yine o sırada İngiliz hâkimiyetinde olan Kıbrıs'a götürülecek veya öldürülecekti. Bu plan da taşıdığı riskler ve getirileri tartışılarak reddedildi.

Ancak İngiliz hükümeti Emin el Hüseyni'yi saf dışı etme düşüncesinden vazgeçmemişti. Başbakan Churcill, Müftü'nün öldürülmesi önerisini 1940'ın Kasımında onayladı. Yabancı Bürosu ise buna şiddetle karşıydı. Büro yetkililerinden biri şöyle yazmıştı; "Cinayet başarıyla gerçekleştirilse bile bunun bizim lehimize olmama ihtimali vardır. Buna karşın, başarısız olursa, sonuçları felaket olabilir; Ortadoğu'da tümüyle Arap düşüncesi aleyhimize dönecektir."

c- Başka bir girişim de Irak'ın İngilizlerce işgali sırasında denendi. Bu sefer ihale Yahudilere verilmişti. Emin el Hüseyni'nin başına 25.000 sterlin ödül konulmuştu.

Ortadoğu Karargâhı başkanı General Percival Wavell, cezaevinde bulunan yasadışı İrgun Örgütünün lideri David Raziel ve birkaç arkadaşının serbest bırakılmasını emretti. Bu kişiler Irak'a gidecek, Arap kılığına girerek Müftüyü kaçıracak ve öldürecek ve petrol tesislerini tahrip edecekti.

Fakat "(Yahûdîler)tuzak kurdular. Allah onların tuzaklarını bozdu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Âl-i İmrân. 3: 54)ayet-i celilesinin hükmü bir kere daha tecelli etti ve avcıyı av haline düşürdü. Raziel'i meş'um görevine götüren araba, yolda bir Alman avcı uçağının taraması sonucu yolcuları için bir mezara dönüştü. Görev yine başarıya ulaşamadı.

Irak'ta Tatsızlaşan Durum

Yukarıdaki başlıktaki ifade o sırada İngiltere başbakanı Churcill'e aitti. Irak'ta dengeler Almanya lehine olarak değişiyordu. Almanlar zaten 1937'den itibaren bu ülke için propaganda aygıtlarını işletiyorlardı. Şu anda ise Irak'ta iktidara Alman yanlısı Reşid Geylani gelmişti. Perde gerisindeki dört albay da Mihver yanlısı bir politika izleme taraftarıydı.

Almanlar, Ortadoğu'da yeniden boy gösterme fırsatını kaçırmadılar. Bu bağlamda Hitler'in Gençlik Örgütü Başkanı Baldur von Schirach Bağdat'ı ziyaret etmişti. Ortadoğu propaganda görevlisi "Alman Lawrence"ı lâkaplı Dr. Fritz Grobba "Arapların Almanlara beslediği dostane duygular, her şeyden çok Arap çıkarlarından kaynaklanıyor bile olsa, Almanya'nın siyasi ve ekonomik işine yarayabilecek önemli bir unsurdur" diye yazmıştı.

Müdahale

İngilizler sonunda harekete geçmeye karar vermişlerdi. Öncelikle Irak ordusu içindeki uzantılarını harekete geçirerek bir askeri darbe planladılar. Yapılan bir darbe sonucu Ocak 1941'de Reşid Geylani yerini General Taha Haşimi'ye bırakmak zorunda kaldı. Ancak 3 Nisan 1941'de "Altın Kare" olarak bilinen dört Albay ile birlikte karşı bir darbe yaptı ve iktidarı tekrar ele geçirdi.

Ardından Irak kuvvetleri İngilizlere karşı harekete geçtiler. Mayıs 1941'de Irak ordusu Habbaniya'daki İngiliz hava üssünü kuşattı ve iki taraf arasında çatışmalar başladı. Reşid el Geylani, Bulgaristan'ı geçip Türkiye sınırlarına gelen Alman ordusunun yardımına güveniyordu. Berlin'deki karargâhında Hitler'e sunulan raporlardan birinde Türkiye'nin 15 gün içinde işgal edilmesi de vardı. Böylece Irak'a yardım ve İngilizleri def etmek çok kolay olacaktı.

Fakat Hitler, Türkiye'ye saldırmak yerine, Barbarossa harekâtına hazırlanmayı tercih etti ve bütün dikkatini SSCB'nin işgali üzerine yoğunlaştırdı. Irak'a ise bir bölük asker ve küçük bir uçak filosu göndermekle yetindi.

Bu kadar az bir askeri yardım ile Iraklıların İngilizler karşısında direnme şansı yoktu. Sonunda, bir aylık bir çarpışmadan sonra Irak ordusu teslim oldu. Ve Irak 1945'e kadar devam edecek ikinci bir İngiliz işgali ile yüz yüze geldi.

İran'a Kaçış

İşgalle birlikte insan avı da başlamış oluyordu. İngilizler her yerde Müftü Efendi'yi araya dursun o ve birkaç arkadaşı 29 Mayıs 1941 gecesi Bağdat'tan kendilerine siyasi sığınma hakkı veren İran şahı Rıza Pehlevi'nin yanına kaçmışlardı bile. Fakat tehlike geçmemişti. Hüseyni, kısa bir süre sonra İran'ın da İngiliz işgaline uğrayacağı yönünde duyumlar aldı. Bu meseleyi İran savunma bakanına açtı, ama bakan bu tehlikeyi önemsemedi.

Müftü Efendi ise işgalin kapıda olduğunu biliyordu. Türkiye'ye sığınmak istedi. Bu ülkeyi ve insanlarını seviyordu, Türkçeyi gayet fasih konuşabiliyordu. Ama İnönü hükümeti statükocu bir yapıdaydı ve müttefikleri kızdırabilecek bir hareketten çekiniyordu. Zaten 1931 Kudüs Toplantısından dolayı da rejimin ona karşı bir antipatisi mevcuttu.

Söz buraya gelmişken, aynı şekilde Türkiye'deki faaliyet sahaları İsmet Paşa hükümeti tarafından yok edilen ünlü vatansever, Dağıstan davasının mücahidi Said Şamil'in tespitlerini bir devre ayna olması hasebiyle kısaca nakletmek istiyorum;

"İnönü, Rusya'nın hatırına, artık korktuğundan mı, evhamından mı, yoksa taraftar olduğu için mi, bizim Türkiye'de çalışmamızı istemedi. İsmet İnönü'nün ve Halk Partisi'nin idareci kadrolarını teşkil edenlerin tutumlarına akıl erdirmek mümkün değildir. Memleketin, milletin birliğini, dirliğini bozmak için sanki bilhassa binlerce yanlış yapmışlardır.

Bu yanlışlar, gafletle olacak şeyler değildir. Bunlar hep, bu milletin gelecekte oynayabileceği büyük rolü, şimdiden önünü kesip, imkânsız hale getirmek içindir."

Konumuza devam edersek, Müftü Efendi Türkiye'den red cevabı alınca, Suudi Arabistan'ı gitmek istedi. Ama bu ülkede de İngiliz nüfuzu güçlüydü. Bunun üzerine vize için Afganistan'ı düşündü. Fakat daha cevap gelmeden, 26 Ağustos 1941'de İngiltere İran'ın güneyini ve Rus ordusu ise kuzeyini iki gün gibi kısa bir sürede işgal etti.

Müftü Efendi bu sırada Japon büyükelçiliğinde saklanıyordu. Sonra bir eve sığındı. İngiliz jandarması ve İran Polisi her yerde onu arıyordu. Böylece birkaç haftayı Tahran'da sığınarak geçirdi.

Maceralı Bir Yolculuk

Sonunda 23 Eylül 1941'de sakal traşı olup, takım elbise giyerek Rus işgal bölgesinden bir taksiye bindi. Ruslar, müttefikleri İngilizler tarafından uyarılmalarına rağmen askeri kontrol noktalarında Allah'ın inayetiyle onu tanıyamadılar.

Müftü Efendi Tahran'da tanıdığı bir İngiliz istihbarat subayı tarafından takip edildiğini fark etti. Ama o ve taksinin Ermeni şoförü, ajan ve Rus askerleri arasında bir hadise çıkardılar ve bu oyalama taktiği sayesinde yollarına devam ettiler. Bir müddet sonra arabanın yolu iki Rus askeri tarafından kesildi. Onların da sadece biraz gezme niyetleri olduğu anlaşıldı.

Sonunda, bir Japon diplomatın yardımıyla Türkiye sınırını geçti. Türkiye'de kalması tehlikeliydi, zira yakalanırsa İngilizlere teslim edilecekti. Onun için, İstanbul'da kısa bir süre kaldıktan sonra, tren yoluyla, yapayalnız, Bulgaristan'a geçti.

Philip Mattar, şöyle yazıyor; "Müftü, Türk sınırından Bulgaristan'a geçerken hüzünlenmişti. Kendi halini, kaçışlarını, atlattığı tehlikeleri düşünecek zamanı hiç olmamıştı. Şimdi bir trende yalnızdı. Karısı, beş kızı ve oğlu yanında yoktu. Yabancı topraklarda yolculuktaydı. Ağlamaya başladı."

 Müftü Efendi Roma'da

Müftü Efendi, İstanbul'dan ayrıldıktan kısa bir süre sonra Roma'ya gitti ve Ekim 1941'de Benito Mussolini ile görüştü. Hüseyni'den Filistin sorunu hakkında bilgiler alan Duçe, Arapların taleplerinde haklı olduğunu belirterek şöyle söyledi; "Eğer Yahudiler bir devlet istiyorlarsa, Tel Aviv'i Amerika'da kurmalılar."

 Hüseyni, Mihver Devletlerin kalbinin Roma değil Berlin olduğunu biliyordu. Planlarının gerçekleşmesi için Hitler ile görüşmeliydi. Bundan dolayı iki günlük temaslarının ardından Berlin'e doğru yola çıktı.

Çarpıtılan Bir Meselede Kısa Bir Tavzih

Emin el Hüseyni'nin hayatının hiçbir dönemi İkinci Dünya Savaşındaki faaliyetleri kadar çarpıtılmamıştır. Dünya milletlerinin gözbağcısı Siyonist Yahudiler bu konuyu çok suiistimal etmişlerdir. Evet, "kendi menfaatleri için küre-i arza ateş atan üfleyicilerin ve sihirbaz o diplomatların" yaptığı tahribatı anlayabilmek ciddi bir tetkik ve tahkike muhtaçtır.

Bizde ise ciddi araştırma yapmak yerine forum kültürü egemen olduğu ve bu konuda forumları besleyen kaynaklar ise ulusalcı ve dolayısıyla Siyonistler olduğu için ciddi bir fikir kirliliği meydandadır. Bu yazılara bakan biri Müftü Efendi için "Hitler'in İmamı" "Gestapo Müftü" gibi akla ziyan ifadelerle karşılaşır. Araştırma yapmak yerine Siyonistlerin çanaklarını yalayan bu yazar bozuntuları için ahmak bile desem, boylarından çok yukarı bir kelimeyle ele alınmış sayılacaklardır.

Bu konuda kısaca bazı şeyleri sıralamak isterim;

1- Berlin'li tarihçi Rene Wildangel 'Mihver İle Manda Arasında' adlı son kitabında Filistin arşivlerine uzanarak Nasyonal sosyalizm döneminin bu topraklarda nasıl algılandığını objektif bir şekilde incelemiş.

Adolf Hitler'in kişiliği, Almanlar'ın milliyetçilik heyecanı ve Hitler'in kitleler üzerindeki etkisi hayranlık uyandırmış. Nasyonal sosyalist sloganlar da kısmen beğenilmiş. Ama Yahudi aleyhtarı olduğu değil, sömürgeci İngilizler'i hedef aldığı için. Yani Filistinliler de, 'düşmanımın düşmanı, dostumdur' demiş. Bediüzzaman'ın güzel bir vecizesi vardır ya; "Düşmanın düşmanı, düşman kaldıkça dosttur; düşmanın dostu, dost kaldıkça düşmandır.

Nasyonal sosyalist rejim ve hedefleri Filistin basınına bütün detaylarıyla yansımış, tartışılmış ve gazete okuyanlar Hitler'in gerçek amaçları hakkında bilgi sahibi olmuş. Irkçılığın Araplar için de geçerli olduğu gözden kaçmamış.

Bu konuda Iraklı Albay Selahaddin es-Sabbah'ın ifadeleri aslında Müftü de dâhil genel olarak bütün Arap ulusalcılarının da kanaatini özetliyor; "Ben ne İngilizlerin Demokrasi'sine, ne Almanların Nazizm'ine, ne de Rusların Bolşevizm'ine inanıyorum. Ben Müslüman bir Arabım"

Emin El Hüseyni de 1942'de kendisiyle Berlin'de bir röportaj yapan Mısırlı bir gazeteciye "Mihver'e İngilizlerden daha fazla güvenmediğini ve eğer Almanya Ortadoğu'yu işgal ettikten sonra orada kalmaya karar verirse, İngilizlerle savaştığı gibi onlarla da savaşacağını ve onları İngilizlerden daha kolay çıkaracaklarını hissettiğini" söylemişti.

2- Yahudi asıllı yazar Norman Finkelstein, Soykırım Endüstrisi (Holocaust Industry) adlı ünlü kitabında şöyle diyor; "İsrail savunucularının bir diğer gözde uğraşı da, bazı Arap liderlerini (Hacı Emin el Hüseynî gibi) Almanya'daki Yahudi soykırımının sorumluları arasına sokmak, bunu yapamadıkları yerde de (sözgelimi, Nasır'dan Saddam'a dek hemen hepsinin birer yeni "Hitler" olduğunu haykırarak), soykırımın Nazi faillerinin katıksız halefleri olduğunu iddia etmektir. 

 Ne var ki bu tür iddialar, Arapların ırkçılığını olduğu yerde ve ölçüde içtenlikle kınamaktan çok, İsrail'in günah ve hatalarını gizlemeye dönük çabalardır. Üstelik Yahudi soykırımını göreceleştirip sulandırmak gibi hiç de istenmeyen bir sonucu vardır. 

Fakat İsrail savunucularının gerçekleri gizleme çabalarında kullandıkları en etkili kart, yalnız Araplara değil, tüm dünya kamuoyuna teşmil ettikleri yeni "anti-semitizm"dir. Ne zaman İsrail'in politikalarına karşı eleştiriler yoğunlaşsa yaptıkları derhal, dünyayı yeni bir "anti-semitizm" dalgasının sardığından dem vurarak, söz konusu eleştirileri etkisizleştirmeye çalışmaktır. Bütün bunlar, son tahlilde Yahudi acılarının yüzsüzce bir istismarını öngörür." 

Evet, Müftü Mihverle yakınlaşmıştı. Sebebi de basitti; Yahudilere şemsiye görevi gören ve son birkaç asırdır İslam âleminin en büyük düşmanı olan İngiltere'ye karşı, savaşı kazanacağını umduğu Almanya'nın desteğini almak. Şunu da hatırda tutmak yerinde olur; Çoğu tarihçi, araştırmacı ve İkinci Dünya Savaşı dönemlerinde yaşamış insanlar, Wehrmacht'ın(Alman Ordusu) o zamanlar hem Avrupa'nın, hem de dünyanın en güçlü silahlı kuvvetleri olduğunu söylemektedirler. Hele 1941'de bu kesinkes böyledir.

Hitlerle Görüşme

Emin el Hüseyni, 28 Kasım 1941'de Almanya'nın Führer'i ile 95 dakikalık bir görüşmede bulundu. Bu görüşme'de Müftü Efendi, Hitler'den Almanya'nın Filistin, Suriye ve Irak'ın Bağımsızlığını ve birleşmesini desteklediğini bildiren yazılı bir açıklama yapmasını, bunun Ortadoğu'da İngiliz yönetimine karşı planlanan isyan için büyük bir destek olacağını söyledi.

Hitler ise bunun açık olarak dile getirilmesinin için zamanlama olarak erken olacağını dile getirdi. Müftü Efendi aynı paralelde gizli bir anlaşma yapılmasını teklif edince, Hitler bunu onayladı.

Merhum Ali Ulvi Kurucu, Müftü Efendi'nin Hitlerle görüşmeleri hakkında hatıralarında şöyle demektedir; "Merhum Müftü Efendi, İkinci Cihan Harbi başlayınca, başka yerlerde barınamadığı için ve İngilizlerin Yahudi siyasetine karşı yardımcı olurlar ümidi ile Almanlara destek vererek, savaş yıllarını Berlin'de geçirmiştir.

Medine-i Münevvere'deki ziyaretlerimiz sırasında, kendisinin Berlin'de yaşadığı sırada, Almanya Başkanı Hitler'le, onun davet etmesi üzerine, üç kere görüştüğünü de söylemiş ve bu görüşmeleri bize şöyle anlatmıştı:

"Hitler, ilk iki görüşmemizde, bana, İslam âlemi hakkında sualler sordu:"Arapların İngiliz idaresinden ne gibi şikâyetleri vardır? İstekleri nedir? Araplar, İngiliz sultasından kurtuldukları gün ne yapmak isterler? Alman hükümetinin onlara ne gibi yardımları olabilir?"

Hitler, bu gibi şeyler soruyor; ben de cevap veriyordum.

Konuşmanın bir yerinde:

"Osmanlıların idaresi ile İngilizlerin farkı nedir?" diye sormuştu.

Ben buna cevabım sırasında, Osmanlılardan bahsederken gözüm yaşarmış. Hitler derhal, "Müftü Efendi, ecdadınız Türk müydü?" diye sordu.

Hitler bunu sorunca şunları söyledim:

"Hayır efendim, ecdadım Türk değildir. Fakat ben bu milleti, kendi ecdadımdan fazla severim. Eğer Osmanlı olmasaydı, İngilizler ve diğerleri, beş yüz sene evvel âlem-i İslam'a hâkim olurdu. Osmanlı olmasaydı, Endülüs'ün başına gelen hazin âkıbet, bütün Arap ülkelerinin de başına gelirdi.

"Bu cihetten, dinimin, imanımın, namusumun, şerefimin hamisi oldukları için Osmanlıları severim.

"Fakat biz ne yazık ki, hayırsız evlat çıktık. Onlar hayırsız evladına bakan baba gibiydiler. Arap âleminden bir kuruş istifadeleri, faydaları yoktu. Bilhassa Hicaz ülkesine, asırlar boyu hayrat götürdüler. Oraların geçimini temin ettiler.

"Biz ne yazık ki, o nimetin kadrini bilemedik, nankörlük ettik. O yüzden de, Filistin, korkarım ki İngilizlerin eline geçecek…"

Bunun üzerine Hitler şu cevabı vermişti:

"Müftü Efendi, endişe etmeyiniz. Benim aslanlarım İngiliz'i kovacak. Yahudi'nin de kökünü kazıyacağız. Bayramı birlikte yapacağız."

Hitler'in Çok Eşlilikle İlgili Bir Sorusu

Hitler, Berlin'de bulunduğum yıllar içinde, beni üçüncü bir defa daha yanına çağırtmıştı. Acaba ne söyleyecek diye merak ederek yanına gittim.

Meğer "teaddüd-i zevcat"ı soracakmış:

"Müftü Efendi, harp devam ediyor. Çok gencimiz öldü, daha da ölecek… Korkuyorum ki, harpten sonra pek çok kızımız, kadınımız kocasız kalacak. Nüfusumuzun da artması lazım. Her ikisini temin etmek için, bir erkeğin, birden fazla kadına evlenebilmesi lazım gelecek. Bunun için kiliseye birkaç kere müracaat ettim. Kilise'ye laf anlatmak zor. Kiliseye rağmen, bir kanunla çok evliliği serbest bırakmak da mümkün olamıyor.

"Lütfen, İslam dininde, birden fazla kadınla evlenmenin şartları nedir, hangi haller, zaruret hali sayılıyor. Nasıl tatbik ediliyor? Bunları bana geniş bir şekilde yazıp anlatmanızı rica ediyorum."

Hitler'in isteği üzerine, bu bahiste geniş ve teferruatlı bir rapor hazırladım. Fakat o günlerde Amerikalılarla İngiliz ve Fransızlar ikinci cepheyi açtılar; vaziyet kötüleşti; Berlin'i terk etmem icap etti. Mısır'a gittim. O raporu Hitler'e takdim etmeme imkân kalmadı."

-Devam edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Mustafa Serdar güneş, 2016-10-21 22:34:12

Çok harika bir anlatım. Böyle zatların tanıtılması lazım

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Abdülhadi, 2014-01-27 15:59:02

Çok faydalı bir site, özellikle Emin El-Hüseyni hakkında yazılan makale benim hazırladığım bir yazıda kaynak olarak çok faydası dokundu.Bu tip yazılarınızın devamını beklerim...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR’IN SİRET VE SURETİ Merhum Ali Ulvi Kurucu beyin ifadesiyle; “Malûm ya, her şah

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

PERDE KAPANIRKEN İnsiyatif artık İtalyanların eline geçmişti. 23 Eylül 1930'da İtalyan bi

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

GRAZİANİ Graziani, sömürgelerde özel olarak yetiştirilmiş komutanların en tecrübeli ve en

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

“GECE HÜKÜMETİ” İtalyan araştırmacı Giorgio Rochat bu durumu bize veciz olarak şöyle

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

Merhum şehid Ömer el-Muhtar’la alakalı bir çalışmayı seneler önce hazırlamış ve sitemiz

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

ACIMASIZ YIKIM İspanya’nın Madrid kentinde toplanan konferans sonrası Fransa ve İspanya, Rif

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

UMUDUN SEMBOLÜ ADAM O sıralar Emir Abdülkerim dünyada en popüler direniş liderlerinden biri h

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

ANNUAL ZAFERİ Babasının vefatından sonra savaşın idaresini uhdesine alan Hattabi’nin ısla

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

“Kadı, müderris, gazeteci, mücahid, emir, devlet reisi.. Evet, bu sıfatlar bütünüyle Emir

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

Mersin’e Yerleşmesi Cumhuriyet’in ilânından sonra sessiz kalmayı tercih eden Ahmed Şerîf

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

Birinci Dünya Savaşı Ve Libya Birinci Dünya Savaşı başladığında İtalya -ülkedeki savaş

Her can ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Ankebut, 57

GÜNÜN HADİSİ

Diğer bir kişi katılmaksızın, iki kişi aralarında fısıldaşmasın.

Buhari

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI