RÜYA BEREKETİ

Tedayi-i efkâr (çağrışım) şeklinde uyanıkken bizi keşfe götüren ilhamlar, rüyada açık olarak veya semboller halinde kendisini göstermektedir.


2012-12-08 07:53:18

İnsan, kâinatta en değerli cihazlarla donatılmış bir varlık olarak yaratıldığından, maddi ve manevi ihtiyaçlarına, fıtri ve kavli isteklerine, derin ve ince arzularına devamlı şekilde ummadığı tarzda cevaplar bulmuştur. Sanki zayıflık ve nahifliği, acizlik ve fakirliği onun elinde pek çetin bir kuvvet ve pek büyük bir servet gibidir.

Aslında kâinatta, insanlara düşünüp idrak etmesi için, böyle tezatlarla, pek çok tablolar serilmiş, pek çok merhamet nakışlan dokunmuştur. Evet, görüp duyuyoruz, yüksek ağaçların üzerindeki yuvasında daha tüylenmemiş yavrular, analarını hem bir muhafız, hem de bir hizmetler gibi etraflarında döndürüyorlar. Tavuğu, civcivi için aslana saldırtan ve bir canavar olan aslanı yavrusu için aç bırakan nedir? Evet, bu şefkatli ve ibretli tabloların altında ne var? Yavrulardaki acizlik değil mi? Öyle değilse, yavrular büyüyüp kuvvetlendiği zaman aynı analar niçin onların elinden yiyeceklerini almak için uğraşıyorlar? Nazlı bir çocuğun hazin ağlayış ve feryatlarına büyük ve muktedir insanlar yardım için koştukları halde, o çocuk acizliğini unutup, "Siz korkunuzdan bana boyun eğiyorsunuz" der gibi, bu işi güç ve kudretiyle yaptırıyor tavrını takındığı zaman, sihir bozulur gibi, birden azar ve tekdiri yemiyor mu?

İşte bunlar gibi insanın şu gördüğümüz saltanatı onun kudret ve mücadelesinin neticesi değil; bilakis acizliği, zayıflığı, cahilliği ve ihtiyacı için kendisine bir yardım, bir ilham ve bir ikramdır.

Öyle ise, benliğimizin derinliğinden hissedip tasdik ettiğimiz şu gerçeğe karşı bigane kalamayız. Görünen ve görünmeyen âlemlerin ortasında bulunan ve her iki taraftan gelenleri müşahede eden vicdanımız zaten bunu iliklerine kadar duymaktadır.

Biz bu yazımızda rüyalarla da bir kısım nimetlerin mesajlarının gönderildiğini delillere dayanarak anlatmaya çalışacağız, önce rüyaları kısaca ele alalım.

Rüyaları üç bölümde inceleyebiliriz. Bir kısmı, şuur altına atılan ve itilen hadiselerin bilhassa heyecanlı olayların, uykuda şuur üstüne çıkmasıdır. Bir kısmı da rahatsızlıklar gibi mizaç inhirafı sebebi ile görülen rüyalardır. Bir de sadık rüyalar vardır. Bunlar ise, uyku ile beş hissin perdelenmesiyle insandaki ince cihazların gaybı âlemlerle irtibata geçmesi neticesidir. Bu çeşit rüyalarla, bazen olmaya yakın hadiseler hissedilir. Fakat her zaman bütün açıklığıyla meseleyi görmek mümkün olmaz, Hayal de o anda devreye girdiği için tabir ister. Bazen hiyeroglif yazılarından mana çıkarmak gibi rüyadaki semboller üzerinde durmak icap eder, Bu nevi rüyaların bazısı ile de ilhamların geldiği olur. Şimdi onlardan ilim ve teknikle alakalı olan bazılarını nakledelim.

Bu asrın başlarında öğrenci Niels Bohr şöyle bir rüya gördü: kendisi Güneşin kızgın gazlarla dolu merkezinde duruyor ve gezegenler ince ipliklerle bağlı oldukları Güneşin etrafında dönüyorlardı. Her gezegen Bohr'un yakınından geçerken bir de düdük çalıyordu. Sonra yanan gazlar soğuyup katılaştı, Güneş ve gezegenler uzaklaşıp gitti ve Bohr uyandı. Bu rüya onun güneş sistemi ile atom yapısı arasında bir benzerlik düşünmesine sebep oldu, Bu bize "ATOMUN İLK MODERN TABLOSU"nu verdi; ortada bir çekirdek, (nucleus) ile bunun etrafında dönen elektronlar. Böylece modern atom teorisi bir rüya ile başlamış oluyordu.

Sinirlerin çalışmasında kimyevi maddelerin önemini ispat ettiği için Nobel mükâfatı alan Otto Loewi'ye gelelim. Loewi'nin 1903'de ortaya attığı faraziyeye göre: "Sempatik ve parasempatik sinirlerin uyarılması sonucunda bu sinirlerin uçlarında kimyevi maddeler serbest hale geçmekte ve bu maddeler sinirin getirdiği tembihi, sinirin girdiği organa aktarmaktadır.'' Fakat bunu ispat edecek bir metot bulamıyordu. 1920 senesi bir gece rüya gördü, rüyada 1903'de ortaya attığı faraziyesi ile iki sene önce bir başka fikri ispat için kullandığı yeni bir metot birden bir araya gelmişti. Uyanıp bazı notlar yazdı ve tekrar uykuya daldı,

Sabah kalkınca gece yazdığını okuyamadı, rüyayı da unutmuştu. Ertesi gece aynı rüyayı gördü. Bu defa laboratuara girip rüyasında gördüğü deneyi yaptı. Loewi iki kurbağa kalbi aldı, bunlardan biri sinirleri ile beraberdi, diğerinin sinirleri çıkarılmıştı. Sinirli kalbin yavaşlatıcı sinirini (Vagus) uyardı, kalb yavaş atmaya başladı. Bu kalbin içinde bulunduğu tuzlu suyu sinirsiz kalbe tatbik etti, sinirsiz kalb sanki kendi yavaşlatıcı siniri uyarılış gibi yavaşladı. Loewi, deneyi başka şekilde tekrarladı, bu defa da birinci kalbi hızlandırıcı (Accelarator) sinirini uyardı, bu kalbin içinde bulunduğu sıvıyı ikinci kalbe aktardı, ikinci kalb de hızlandı. Bunlardan şu neticeye vardı: Sinirler kalbe doğrudan doğruya tesir yapmıyor, kalp uyarılınca uçlarından hususi kimyevi maddeler çıkıyor; sinirleri uyarılan kalbin atışlarını değiştirmesi bu hadiseye bağlıdır.

Büyük kimyacı Friedrich August Kekule de şöyle bir rüya gördü. Şöyle yazıyor: "İskemlemi ateşe doğru çevirip uyuklamaya başladım. Gene atomlar gözlerimin önünde zıplayıp duruyordu. Küçük atomlar mütevazı bir tavırla arka plana çekilmişlerdi. Onlardan başka daha büyük şekiller de görüyordum; yılana benzer hareketlerle eğilip bükülen uzun zincirler vardı. Fakat bakınız, bu ne ola ki? Yılanlardan biri kendi kuyruğunu ağzına aldı ve bu halka alay edercesine gözlerimin önünde döndü. Yıldırım hızıyla uyandım." Rüyasında gördüğü kuyruğunu ağzına almış yılan sayesinde Kekule Benzen'in halka şeklindeki (umumiyetle bir altıgen olarak gösterilir) formülünü keşfetti ve organik kimyada moleküler yapının ehemmiyetini gösteren "Kapalı zincir" veya "Halka" teorisini ortaya koydu.

Elias Howe yıllardır dikiş makinesi iğnesini keşfetmek için çalışıyordu. İlk yaptığı iğnelerde, delik iğnenin ortasında idi ve bunlar işe yaramıyordu. Beyni, gece gündüz hatta uykuda bu keşifle meşguldü. Bir gece rüyasında vahşi kabilelere esir düştüğünü gördü, "Elias Howe" diye kükredi kabile reisi, "Sana bu makineyi derhal bitirmeni emrediyorum, yoksa öleceksin" Elias'ın dizlerinin bağı çözüldü, elleri titremeye başladı ve yüzünden soğuk bir ter boşandı. Düşünüyor, taşınıyor, makinenin bu parçasındaki eksikliği bir türlü gideremiyordu. Bütün bunlar ona o kadar gerçek gibi gözüküyordu ki uykusunda avazı çıktığı kadar bağırdı. Boyalar sürünmüş, esmer tenli cengâverler etrafını sardılar ve onu ölüm meydanına doğru götürmeye başladılar. Birden birşey fark etti: muhafızların mızraklarının ucunda göz şeklinde delikler vardı, nihayet işin sırrını çözmüştü: Ona lazım olan, deliği ucunda bir iğneydi. Uyanıp yataktan atladığı gibi ucu delikli mızrakların minik bir modelini yapmağa koyuldu; bu iğne başarı ile neticelendi.

Verdiğimiz misaller bunların kitaplara aktarılanlarından bazılarıdır.

Safvet SENİH

Sızıntı

Cilt: 2

Sayı: 14

Mart-1980

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

1950 seçiminden az sonra, eski başbakanlardan, medrese kökenli Şemseddin Günaltay, İzmit CHP

Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl!

Furkan, 74

GÜNÜN HADİSİ

"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."

"Sizin en hayırlınız Kur'an'ı Kerim'i öğrenen ve öğretendir."

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI