AHMED AKGÜNDÜZ HOCAMIZIN GÖZÜYLE MUHAKEMAT

Muhakemat; Bediüzzaman hazretlerinin “Reçetetü’l Ulema” diye tarif ettiği, Saykal’ül İslam diye adlandırdığı ve ulema sınıfını muhatap alarak kaleme aldığı bir eser. Bunu neden söylüyorum? Eğer siz


Ahmed Akgündüz (Prof. Dr.)

akgunduz@islamicuniversity.nl

2012-08-31 17:25:15

Takdim

Bilindiği gibi Muhakemat Üstad Bediüzzaman'ın altmış cilt olarak tasavvur ettiği fakat yarım kalan tefsiri İşaratü'l İ'caz'a yazdığı bir tefsir mukaddimesi. Ama aynı zamanda İslam tefekkür hayatına vurulan bir saykal. Demir leblebi bir kitap.

Prof. Dr. Ahmed Akgündüz hocamız, 1994 senesinden 1997 başlarına kadar süren ve şu an Nesil Yayıncılık tarafından deşifre edilen "Muhakemat Dersleri" ile bu hazinedeki inci mercanları önümüze sunmuş. İnşallah kitaplaşmasını dört gözle bekleyeceğiz.

Bir de kendileri Moral FM'in merkez binasında mümtaz bir topluluk karşısında Muhakemat, ondan istifade yolları ve İslam tefekkür hayatına getirdikleri hakkında bir konferans vermişti. Hocamızın tensibi ile bu konuşmayı yazı üslubuna geçirmeye gayret ettim. Kendilerinin tashihinden geçtikten sonra istifadenize sunuyorum. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

Muhakemat; Bediüzzaman hazretlerinin "Reçetetü'l Ulema" diye tarif ettiği, Saykal'ül İslam diye adlandırdığı ve ulema sınıfını muhatap alarak kaleme aldığı bir eser.

Bunu neden söylüyorum? Eğer siz Muhakemat'taki meseleleri incelerken Bediüzzaman'ın Eski Said- Yeni Said dönemini nazara almazsanız, Muhakemat'ı tam anlamıyla anlamanız mümkün olmaz.

Şunu bilmek gerekiyor; üstadın -başta Muhakemat olmak üzere-eski eserleri allame Bediüzzaman'ın eserleridir. Ama baştanbaşa Risale-i Nur Külliyatı, Said Nursi denilen, Kur'an'ın tercümanı olan bir Kur'an talebesinin eseridir.

Mesela, Muhakemat'taki Birinci Mukaddime'deki meselelerden "Cehennem'in yeri" ile alakalı meseleyi okuyun. Avam onu tam olarak anlayamaz. Ancak ilmi seviyesi olanlar onu anlayabilir. Bir de Mektubat'taki Cehennem nerededir sualini okuyun, onu ortaokul talebesi de anlar, İbn-i Sina; "ben buna ihtiyaç duymuyorum" da diyemez.

Burada fark, Muhakemat'ın allame Bediüzzaman tarafından kaleme alınışıdır. Diğerine gelince, orada allamelik yok. Orada Said Nursi denilen Kur'an'ın bir tercümanının istihdam edilmesi söz konusudur. Muhakemat'a bu nazarla bakmada da fayda var kanaatindeyim.

Muhakemat ele alınırken, ulum-u âliye devamlı nazara alınmıştır. Muhakemat baştanbaşa bu ilimlere ait ıstılahlarla dolu. Siz bu ıstılahları bilmezseniz, Muhakemat'ı tam anlamıyla idrak etmeniz mümkün değil. 

Bu ilimlerin ne demek olduğunu kısaca anlatmaya çalışayım. Sekkaki'nin Miftah'ul Ulum adlı bir eseri var. Ulum-u âliye adı verilen 12 ilmi orada anlatmış. Bunlar Sarf, nahiv ilimleridir. Üçü belagat ilimleri olan meani, beyan ve bedi ilimleridir. Ve arkasından Vâd ilmi gelir. Vâd ilmi ne demektir? Bediüzzaman Hazretleri Muhakemat'ta diyor ki; "Üslûb meratibi pek mütefavittir. Bazan o kadar latif ve rakiktir ki, nesim-i seherden daha âheste eser. Bazan o kadar gizli oluyor ki, bu zamanın harbinin diplomatlarının desais-i harbiyelerinden daha mesturdur. Bir diplomatın kuvve-i şâmmesi lâzımdır, tâ istişmam edebilsin.

 Ezcümle:يٰسٓ Suresinde مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَ هِىَ رَمِيمٌ şive-i ifadeden, Zemahşerî مَنْ يَبْرُزُ اِلَى الْمَيْدَانِ üslûbunu istişmam etmiştir. (Muhakemat s:92 )

İşte Zemahşeri'nin bu manayı çıkarmasının sebebi İlm-i Vâd'a olan vukufudur. Burası önemli bir meseledir. Yani hangi kelime ne mana için va'z edilmiş, neden konulmuş, bu ilm-i vâd'ın konularıdır. Mesela neden Kur'an'da namaz için "salat" tabiri kullanılmış, bu ilm-i vâd'ın konusu içine girer.

Tabii bu alet ilimleri içerisine giren diğer bir ilim de Münazara ilmidir. Eğer siz Münazara ilmini okumadıysanız ve onun ayrıntı ve ıstılahlarını bilmiyorsanız, yine Muhakemat'ın bazı bölümlerini tam anlayamazsınız. Mesela Bediüzzaman bir yerde mükâbere tabirini kullanıyor, bir yerde mua'raza tabirini kullanıyor. Yani bunları sırf edebiyat olsun diye mi kullanıyor, yoksa bir maksadı ve amacı mı var? Çünkü biz biliyoruz ki, mükâbere ve mu'araza, Münazara ilminin tabirleri.

Eğer bir insan bir iddiaya körü körüne karşı çıkıyor, illa da "yoğurt kömür gibi siyahtır diyorsa, onun adına münazara ilmi "mükâbere" diyor. Ama bir insan bir iddiaya delilleri ile karşı çıkıyorsa ona "mu'araza" diyoruz. Yine, Üstadın Muhakemat'ta ve Yirmi beşinci Söz'de çok kullandığı "ifhâm" ve "ifham" tabirleri de Münazara ilminin meseleleridir.

Bununla da kalmıyor, Kafiye ilmi diye bir ilim var. Muhakemat'ı tam anlamak için onu da bilmek lazım.

Ve Bediüzzaman hazretleri Muhakemat'ta ilginç bir tabir kullanıyor; "Felsefe-i beyaniyeye müşabih, Nahv'in dahi bir felsefesi vardır. O felsefe ise, vâz'ın hikmetini beyan eder. "(Muhakemat s:102 )

Yani Muhakemat'ı anlayabilmek için bu on iki ilim, olmazsa olmazdır. Onlarsız, üstadın kullandığı istiare-i temsiliye veya istiare-i teşbihiyeyi veya mecaz-ı mürsel'i, evliyyeti bilmeniz mümkün değil.

Ve yine Muhakemat'a hakikaten biraz da olsa muhatap olabilmek için Ulum-u âliyeden(Yüksek ilimler=Şer'i ilimler) de haberdar olmak lazım. Eğer sizin Kelâm ilminin düsturlarından haberiniz yoksa, Unsur-ul Akide'deki Bürhan-ı Limmi ile Bürhan-ı İnni'yi çözemezsiniz.

Aynı zaman da, hadis usulünü bilmiyorsanız, mesela Üstadın Sevr ve Hut meselesindeki izahını tam yerine oturtamazsınız. Oradaki üçlü tasnif tamamen usul-i hadisle ilgilidir ve usul-i hadisin düsturlarına göredir. 

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَّهَا

"Güneş de; kendisine mahsus bir müstekarr için cereyan ediyor."(Yasin: 36/38) ayetiyle ilgili Bediüzzaman'ın Muhakemat'taki açıklamaları ulum-u tefsirin de mutlaka bilinmesi gerektiği noktasında bize ders veriyor.

Sözün özü, ulum-u âliye dediğimiz yüksek ilimler Bediüzzaman hazretlerinde zirvede. Dolayısıyla bu ilimleri hazmedememiş bir insanın Muhakemat'ta derinleşmesi çok zor.

Bütün bunları konuşuyorum, "hocam sen tam anladın mı ki" diye sorabilirsiniz. Böyle bir iddia mümkün değil. Ama Muhakemat'ın o derslerine başlarken kendime söz verdiğim üzere, bir talebe gibi, en az 200 İslami ilimler kaynağına müracaat ettim.

Eğer Unsuru'l Belagat'ı okuyorsam, yanımda en az 10 tane belagat ilmine ait kitap vardı. Abdülkahir Cürcani'nin o meşhur Delâilü'l-İ'câz'ı vardı. Hatib el-Kazvini'nin Telhis-il Miftah'ı vardı. Yine Molla Fenari'nin ona yazdığı şerh olan Şerhu Telhîs-il-Miftâh'ı elimin altındaydı. Sadeddin-i Taftezani'nin Kazvini'nin eserini esas alarak yazdığı el-Mutavvel adlı eseri ve el Mutavvel'i özetlemek ve kimi konularına açıklamalar getirmek suretiyle yazdığı el-Muhtasar adlı eseri yanımdaydı.

Yoksa "Bir bedevi فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ kelâmını işittiği anda secdeye gitti. Ona dediler: "Müslüman mı oldun?" "Yok" dedi, "Ben şu kelâmın belâgatına secde ediyorum." (Sözler s: 378 ) dediği istiare-i bediiye-i maneviyeyi, ancak Teftazani'nin izahlarından sonra anlayabildim.

Dolayısıyla, Muhakemat böyle bir eser. Ve biliyorsunuz, Muhakemat adlı eser üç önemli makaleden oluşuyor.

Birinci Makale; Unsuru'l Hakikat

İkinci Makale: Unsuru'l Belagat

Üçüncü Makale: Unsuru'l Akide'dir.

Unsur-ul Hakikat nelerden bahsediyor? Burası önemli bir nokta..

1-Tefsir ilminin İsrailiyat başta olmak üzere, birçok meseleleri bu makalede incelenmiş. Burada şunu söylemekte fayda mülahaza ediyorum; Risale-i Nur Külliyat'ı ve Muhakemat diğer İslam âlimlerinin ittifak ettikleri ve mantık tabiriyle "kaziye-i mütearife" haline gelen kuralları tekrar etmemiştir. Ama İslam âlimlerinin, özellikle Kelam ulemasının veya müfessirlerin veya mantıkçıların ihtilaf ettikleri meseleleri mükemmel bir şekilde tarif etmiş, gerçeği ortaya koymuştur.

Ben bununla ilgili iki misal vereceğim. Mesela, Birinci Mukaddeme'de geçen "Takarrur etmiş usûldendir: Akıl ve nakil taâruz ettikleri vakitte, akıl asıl itibar ve nakil tevil olunur. Fakat o akıl, akıl olsa gerektir."(Muhakemat s: 12 ) ifadelerine bakalım. İbn-i Teymiye bu konuda "Deru Te'aruz'ül Akli ve'n Nakli" adlı beş ciltlik, 1200 sayfa halinde neşredilen bir eser yazmıştır. Çok enteresan. Çok âlimler bu konuyu tartışmış, hususi risaleler kaleme almışlardır. Ama Bediüzzaman Birinci Mukaddime'de birkaç cümlede son sözü söylemiştir.

Birinci makale olan Unsuru'l Hakikat sadece İslami ilimlerle alakalı bir makale değildir. Müthiş sosyoloji ve psikoloji kuralları ifade eden kaideler de ihtiva etmektedir. Bunlardan en güzellerinden birisi Sekizinci Mukaddemedir. Burası manidardır. Mesela Avrupalıların bir ilkçağ, ortaçağ, yeniçağ, yakınçağ tasnifleri vardır kendi anlayışlarına göre. Maalesef biz de bunlara alıştık. Hâlbuki Bediüzzaman Sekizinci Mukaddeme'de buna isyan etmektedir. Çağların ayırımı bize öğretildiği şekliyle doğru değildir. Çağ taksimatı, asır taksimatı İslam âleminde farklıdır, Batıda farklıdır.

Mesela asr-ı saadetten İmam-ı Gazali'nin vefat ettiği devre kadar olan dönem İslam âlemi için bırakınız skolâstik düşünceyi, ilmin zirveye çıktığı zaman dilimleridir. Hâlbuki aynı dönem Batı için ortaçağdır. Üstad buna "Amma millet-i İslâm, üçyüz seneye kadar mümtaz ve serfiraz ve beşyüz seneye kadar filcümle mazhar-ı kemaldir. Beşinci asırdan on ikinci asra kadar ben maziyle tabir ederim, ondan sonra müstakbel derim (Muhakemat s: 35 ) ifadeleriyle değinir. Sosyoloji kitaplarının tasniflerini temelden değiştirecek müthiş bir tespittir bu.

Yine Unsur-ul Hakikatta 12 mesele izah ediliyor ki, onlar tamamen kaidelerin tatbikatına ait meselelerdir. Biz bu dersleri yaparken mesela bir Kaf dağı meselesi ile alakalı ne kadar eser kaleme alınmış, İsrailiyat'ta bunun için neler denmiş onlara da müracaat ettik. 

Bediüzzaman'ın Muhakemat'ta ikinci makalesi Unsuru'l Belagat'tır. Burada şunu izah etmekte yarar var; Acaba Bediüzzaman Muhakemat adlı eserinde, hatta Risale-i Nur Külliyatında Arap edebiyatçıları tarafından ileri sürülen hangi üslubu tercih etmiştir? Burası çok önemlidir. Bunu biz nur talebeleri olarak, Risale-i Nur'u okumak isteyen insanlar olarak bilmek mecburiyetindeyiz.

Biliyorsunuz, bütün Arap edebiyatı ve belagat kitaplarında üslub üç kısma ayrılır;

1-Üslub-u mücerred; Buna şöyle bir misal verelim; Bir profesör veya talim terbiyeden bir bilim adamı eğer ders kitabı olarak bir eser kaleme alıyorsa orada edebiyat yapmanın manası yoktur.

Hani bir hikâye vardır; Bir medrese talebesi ilim tahsilini bitirmiş, memleketine eşeğiyle birlikte geri dönüyormuş. Tam köyünün yakınlarına gelince, büyük bir yorgunluk hissetmiş. Göz kapakları açılmıyormu. Orada gördüğü bir incir ağacına eşeğini bağlamış, dinlenip dinç bir şekilde köye gideyim diye derin bir uykuya dalmış…

 Birkaç saat sonra gözlerini açınca, ilk olarak eşeğe bakmış, bir de ne görsün eşek ortalıkta yok. Almış bunu bir telaş… Tek delilim de kaybolursa yandığım gündür diye kara kara düşünürken, incir ağacının yanındaki tarlada çift süren bir köylüyü görmüş…

Başlamış köylüye Arapça-Türkçe karışımı konuşmaya. Şöyle demiş: "Ey birader! Şu enacirin zılli kebirine kayd-u bend ettiğim, kitaplarımın hamili semender, ar u haya etmeden firar etmiştir. Görmeniz vaki mi?"

Zavallı köylü hiçbir şey anlamamış, biraz da kızgın " yahu ne diyorsun kardeşim" demiş.

Bizimkisi aynı süslü ifadeleri tekrarlamış. Köylü daha da hiddetlenerek "Kardeşim doğru dürüst konuş. Sen neyi soruyorsun?"

Âlim adayı bakmış başka çare yok o havalinin lisanıyla konuşmaya başlamış. "Ey kardeşim! Bu incir ağacının gölgesine bağladığım kitap yüklü eşeğim kaybolmuş acaba gördünüz mü?"

Çiftçi bu defa yumuşak bir sesle: "Kardeşim böyle konuşsana. Aha şu tepenin arkasında otluyor" demiş…

Yani üslub-u mücerred sade bir üsluptur. Matematik kitabı yazarken edebiyat yapılmaz. Bediüzzaman hazretlerinin eserleri içinde Muhakemat'ta üslub-u mücerred çok az. Ama yine de var. Meseleleri anlatırken üslub-u mücerredi kullanıyor.

Ama illa da üslub-u mücerred görmek istiyorsanız 19. Mektubu okuyacaksınız. İstisna parçaları hariç, tamamen üslub-u mücerreddir. Çünkü orada Rasulullah(aleyhissalatu vesselam)'ın 300 küsur mucizesini anlatıyor. Orada edebiyat yapılmaz.

Üstad üslub-u mücerred için örnek verirken, "Seyyid Şerif'in ve Nasıruddin-i Tûsî'nin sade olan ma'rez-i kelâmları gibi...(Muhakemat s 109) diyor.

İkinci kısım ise; üslub-u müzeyyendir, yani süslü üslub. Risalelerde üslub-u müzeyyen çok yoktur. Bu üslub hatiplerin, vaizlerin ve siyasetçilerin kullandığı bir üsluptur. Anlatacağı manadan ziyade sözlerini süslemek ister. Eski eserlerden üslub-u müzeyyene misal, Makamat-ı Hariri'dir. Eskiden bir adamın Arapça bilip bilmediğini tartmak için Makamat-ı Hariri'den bir parça okutup izahını isterlermiş ki, Makamat-ı Hariri zaten anlaşılmamak için yazılmıştır. Tamamen üslub-u müzeyyendir. 

Üstad, üslub-u müzeyyene misal verirken diyor ki; "Abdülkahir'in "Delail-ül İ'caz" ve "Esrar-ül Belâga"sındaki müşa'şa' ve parlak kelâmı gibi...Muhakemat ( 109 )

Üçüncü kısım: Üslub-u âli'dir. Bu üslub Hikemiyat'ta ve İlahiyatta kullanılır. Eğer siz Allah'tan bahsediyorsanız, yüksek bir üslub kullanacaksınız. Bazıları diyor ki "neden Haşir Risalesi sadeleştirilmiyor?" Kusura bakmayın, Haşir Risalesi ancak öyle yazılır. Elbette ki Melaike bahsi üslub-u âli ile yazılır. Ene ve Zerre Risalesi ancak öyle yazılır. Bunlar hep üslub-u âlidir.

Bediüzzaman, üslub-u âliye misal olarak Zemahşeri'nin Keşşaf'ının önemli parçalarını zikrediyor. Bir de Kur'an'a itirazlara cevap olarak kaleme alınan Sekkaki'nin Miftah'ul Ulûm'unun son 70 sayfasını kast ediyor. O kitabın son 70 sayfası Kur'an'ı âli bir üslubla müdafaa ile doludur. Ve Sekkaki sözlerini şu şiirle bağlamıştır; 

َوْ كُلُّ كَلْبٍ عَوَى اَلْقَمْتَهُ حَجَرًا ٭ لَمْ يَبْقَ فِى هذِهِ الْكُرَةِ اَحْجَارُ

"Her üren köpeğe taş atacak olsan, yeryüzünde taş kalmaz."

Ben Miftah'ul Ulumu ilk okuyuşumda ancak yüzde ellisini anlayabilmiştim. Çok ağır çünkü. Üslub-u âli ile kaleme alınmış.

İbn-i Sina'nın bir kısım önemli kitapları da üslub-u âli ile yazılmış. Bunu İmam Gazali'de de kısmen görüyoruz. Üstad, bu üsluba misaller verirken de şöyle buyuruyor; "Sekkakî ve Zemahşerî ve İbn-i Sina'nın bazı muhteşem kelâmları gibi... Veyahut şu kitabın mealindeki arabiyy-ül ibare, lasiyyema Makale-i Sâlise'deki müşevveş fakat muhkem parçaları gibi. Zira mevzuun ulviyeti şu kitabı üslûb-u âlî'ye ifrağ etmiştir. Yoksa benim san'atımın tesiri cüz'îdir." (Muhakemat s: 109 )

Bana göre, Muhakemat'ın yüzde yetmişi üslub-u âli, geri kalan kısmı da üslub-u mücerreddir.

Unsur-u Belagat'ta üstadın ısrarla üzerinde durduğu ve birkaç meseleyi tahsis ettiği bir mesele de lafızperestliktir. Lafızperestlik ne demektir? Bir misalle anlatayım. Mesela ben İmam hatipte okurken bana –Allah uzun ömür versin-Sezai Karakoç'un bir kitabını verdiler. Allah ona edebi bir üslup vermiş, bunu takdir etmemek mümkün değil. Ama bir sayfa oku, bir satırlık manayı zor çıkarırsın, öyle edebidir. Ve lafızperestlik hâkimdir.

Bediüzzaman lafızperestliğe karşı çıkmış ve "dikkat ediniz, lafızda manayı boğmayınız" demiştir.

Muhakemat'ın üçüncü makalesi; Unsuru'l Akide'dir. Yani imana ve usul-id dine ait meselelerdir. Bir defa şunu bilmek gerekiyor;

Bediüzzaman hazretleri Tefsiri ikiye ayırıyor;

 1-Lafzi tefsirler; Kur'an-ı Kerim'in kelimelerini, cümlelerini, harfleri açıklayan ister kelami, ister fıkhi isterse tefsire ait meselelerini izah eden tefsirlerdir. Mesela fıkhi hükümler ağırlıklı bir tefsir zikredersek, İmam Kurtubi'nin şu an 26 cilt olarak neşredilen el-Camiu li-Ahkâmi'l-Kur'an'ını söyleyebiliriz.

Belagat noktasında bakarsanız Zemahşeri'nin el-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvîl fı Vücühi't-Te'vîl adlı tefsirini zikredebiliriz. Kelam ilmi noktasında ilk aklımıza gelen tefsir; Fahredddin-i Razi'nin 30 ciltlik Mefâtih-ül-Gayb(Tefsir-i Kebir) adlı tefsiridir.

2-Manevi tefsirler; Kur'an'ın altı bin küsur ayetlerinin manalarını ve gayelerini Kur'an'ın ana maksatlarına göre açıklamak demektir. Bediüzzaman hazretlerinin İşaratü'l İ'caz'ın başlarında izah ettiği gibi Kur'an'ın ana maksatları dört mesele etrafında döner;

1-Tevhid ve marifetullahtır.

2-Nübüvvet

3-Haşir

4-Adalet ve İbadet, yani hukuk ve ibadet kısmıdır.

Eğer siz Kur'an'ın ayetlerini mana ve maksatlarına göre bir tasnif etseniz ve bunu bir bilgisayardan geçirseniz-kabataslak konuşuyorum-% 55 ila 60 arası marifetullahtır. Yüzde yirmisi ahirettir. En az % 18-19 nübüvvettir. Geride kalan %1 ibadet ve adalettir.

Çok ilginçtir, bu nispet ve oran Muhakemat'ın Unsur-ul Akidesinde de aynen gözetilmiştir. Unsur'ul Akide'nin yüzde altmışa yakını tevhid ve marifetullahtır. Yüzde yirmisi ahirettir. Yüzde yirmiye yakını nübüvvet ile ilgilidir. Ve çok az bir kısmı da ibadet ve adaletle alakalıdır. Bu dörtlü uyumu İşarat-ül İ'caz'da da bulabilirsiniz. Ve yine bu oran Risale-i Nur Külliyatında aynen muhafaza edilmiştir.,Onun için Bediüzzaman hazretleri Risale-i Nur'a "Kur'an'ın hakiki bir tefsiri" demiştir. Bu sözün bir manası da budur.

Şimdi gelelim başka bir meseleye; Bediüzzaman hazretleri Unsur'ul Akide'yi kaleme alır da bunun en önemli mevzularından olan tevhid ve marifetullah ile ilgili konuşmaz mı? Konuşmuş ama çok yüksek perdeden konuşmuş.

Ben açık konuşuyorum, nübüvvetin sebeb-i lüzumu ile alakalı kısmını ben yüzde altmıştan fazla anlayabilmiş değilim. Bunu ders ve sohbetlerimde de itiraf etmişim. Zaten Risale-i Nur Külliyatının okumamış olsaydık onları dinleme kabiliyetimiz de olmazdı. İyi ki İşarat'ül İ'caz'ı, iyi ki Risale-i Nur Külliyatını kaleme almış. İyi ki Miraç Risalesinde "o zattır..o zattır..o zattır" diye devam eden o meşhur sayfaları kaleme almış.

Burada son bir hususa değinmek istiyorum. Bediüzzaman hazretleri Marifetullah için "kemâlât arşı" tabirini kullanıyor. Ve Üçüncü makale, birinci maksad'da "bizi bu kemalat arşına çıkaracak dört tane miraç(basamak) vardır" diyor. Aynı meseleyi Mesnevi-yi Nuriye'de de özetliyor;

Bunlardan birincisi imkân ve hudus gibi delillere dayalı olan mütekelliminin(kelamcıların) yoludur.

Diğeri de işrak(kalbe doğuş) ve nefs muhasebesine dayanan Mutasavvıfların yoludur. Bu her ikisine maalesef beşer eli karıştığı için kısmen karışmıştır.

Üçüncü yol, hükema(felsefeciler)'nın mesleğidir.

Dördüncü yol ise, Kur'an'ın marifetullaha açtığı penceredir. Ve bu pencereyi 22. Söz, 33. Söz ve bütün tevhidle alakalı meselelerde okuduğumuz iki önemli delil ile özetliyor ki, bu delili İbn-i Rüşd de çok kullanıyor.

Bunlardan birisi inayet delili; Üstad bunu uzun uzun izah ediyor. Ama ben Muhakemat'tan bir cümlesini nakletmekle yetineceğim; "Bu delilin zübdesi, kâinatın nizam-ı ekmelinde riayet-i mesalih ve hikemdir. Bu ise: Sâni'in kasd ve hikmetini isbat ve tesadüf vehmini ortadan nefyediyor (Muhakemat s: 121 )

Eğer bu izahı okuduktan sonra 29. Söz'ün İkinci maksadındaki "On menba ve medar" bahsini okursanız, bunların ne demek olduğunu daha çabuk idrak edersiniz.

İkinci önemli delil ise, delil-i ihtira'dır. Biliyorsunuz Lem'alar'da Bediüzzaman bu delile "ibda delili" diyor. İbda derken ibdaı ikiye ayırıyor ve asıl delil-i ihtira'yı ikinci ibda için kullanıyor. Yani birinci ibda, ibda-ı mahzdır. Kâinatın ilk yaradılışıdır. Maddesiyle, materyaliyle, malzemesiyle ilk yaratılıştır. Bu malum. Kâinatın hilkat nazariyesi bütün İslam âlimleri tarafından anlatılmıştır.

Ama Bediüzzaman'ın asıl üzerinde durduğu ikinci ibdadır. Yani ibda-yı sânidir. Misal verecek olursak; bu salonda bulunan herkesin temel azaları aynıdır ama her birinin programı ayrıdır, parmak uçlarının ayrı olması gibi. Hepsi ibda'dır. Eğer dünyadaki bütün hamsi balıklarına bakarsanız, hepsi birbirine benzer, ama hepsinin plan ve projesi ibda'dır. Lem'alar'da bu mevzuun uzun uzun izahı vardır. Ona bakabilirsiniz.

Ben, sabırla dinlediğiniz için sizlere teşekkürlerimi sunuyorum..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

HAŞİR RİSALESİNİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

HAŞİR RİSALESİNİN ÇAĞRIŞTIRDIKLARI

Bu ayette iman esaslarının –Allah’a imandan sonra- ikincisini teşkil eden ölümden sonra yen

KADER RİSALESİ’NDEN İZAHLAR-3

KADER RİSALESİ’NDEN İZAHLAR-3

“Evet Kur'anın dediği gibi, insan seyyiatından tamamen mes'uldür. Çünki seyyiatı isteyen od

KADER RİSALESİ’NDEN İZAHLAR-2

KADER RİSALESİ’NDEN İZAHLAR-2

BİRİNCİ MEBHAS: Kader ve cüz'-i ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren,

KADER RİSALESİ’NDEN İZAHLAR-1

KADER RİSALESİ’NDEN İZAHLAR-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, geçen Şubat ayı içinde dar-ı bekaya irtihal eden merhum Prof. Dr.

DOKUZUNCU SÖZ'DEN BİR DERS

DOKUZUNCU SÖZ'DEN BİR DERS

Geçen Şubat ayında Rahmet-i Rahman’a tevdi ettiğimiz merhum Prof. Dr. Alaaddin Başar beyin Na

BİR MODEL OLARAK “MANA-YI HARFİ”

BİR MODEL OLARAK “MANA-YI HARFİ”

Mana-yı harfi, sanatın arkasında sanatkârı görmek ve göstermektir. Daha ilerisi, bu bilinci i

ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLİŞİN İSBATI

ÖLDÜKTEN SONRA DİRİLİŞİN İSBATI

Geçtiğimiz cumartesi akşam davet edildiğim yerde önüme bir metin koydular: -Hocam, bu akşam

EKONOMİK KRİZ VE BEDİÜZZAMAN

EKONOMİK KRİZ VE BEDİÜZZAMAN

EKONOMİK KRİZ VE BEDİÜZZAMAN Ünlü sosyal antropolog Gellner’in Sovyetler Birliği’nin yı

MEDENİYET VE BEDİÜZZAMAN

MEDENİYET VE BEDİÜZZAMAN

Külliyatında Bediüzzaman, bize somut bir medeniyet projesi vermez. Zaten ondan böyle bir proje b

FELSEFE VE BEDİÜZZAMAN

FELSEFE VE BEDİÜZZAMAN

Felsefe deyince insanın aklına çok sayıda soru takılmaktadır. İlk olarak felsefe nedir? sorus

NURSİ’DE DEVLET ALGISI-2

NURSİ’DE DEVLET ALGISI-2

Siyaset-Şeriat Özdeşliği Burada ilk olarak Bediüzzaman’ın tek parti dönemindeki “siyaset

O halde sabret. Sonunda kazanacak olanlar, elbette Allah'tan korkup sakınanlardır.

Hûd, 49

GÜNÜN HADİSİ

"iman bakımından müminlerin en mükemmeli, ahlâkça en güzel olanlar ve ailesine en güzel davrananlardır."

Tirmizi

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI