ÃœSTAD BEDÄ°ÃœZZAMAN VE DAVA ÅžUURU-1

Konuya başlarken, her şeyden önce "Dâvâ Şuuru" kavramından neyin kast edildiğinin açıklanmasında fayda vardır. Bu kavram, iki kelimeden meydana gelmektedir: Dâvâ ve Şuur.


Niyazi Beki(Prof. Dr.)

niyazibeki@gmail.com

2012-04-16 03:54:49

Konuya başlarken, her şeyden önce "Dâvâ Şuuru" kavramından neyin kast edildiğinin açıklanmasında fayda vardır. Bu kavram, iki kelimeden meydana gelmektedir: Dâvâ ve Şuur.

1. "Dava": Uğrunda fedakârlıktan kaçınılmayacak ulvî bir ideal demektir.

Dâvâ: Sahibinin varlık sebebi, hayatının gâyesi, yaşamasının olmazsa olmaz şartıdır. Ulaşılması gereken en öncelikli hedeftir.

Dâvâ: Hz. Adem (a.s.)'den, Hz. Muhammed (a.s.)'e kadar gelip geçen bütün peygamberlerin omuzladığı kudsî dâvânın temel esası olan "lâ ilâhe illallah" hakikatidir.

Dâvâ: Hadiste –meal olarak: "Ben ve benden önceki peygamberlerin söylediği en faziletli söz: lâ ilâhe illellah'dır"(Malik, Muvatta, Hac, 246 ) diye ifade edilen kutsi hakikate hizmettir.

Dâvâ: Kökleri itibariyle peygamberlere dayanan, dalları itibariyle evliyaları netice veren bir Tûba ağacıdır. Bu davanın mazideki köklerine işaret eden, üstad Bediüzzaman hazretlerinin; "Risale-i Nur, dâvâ değil, dâvâ içinde burhandır"(Mektubat,s: 376) şeklindeki sözleri, gerçekten mânidârdır.

Dâvâ: Kökleri mazide olan âtidir. Bu yüzdendir ki, Üstad, ölümle pençeleşirken bile, dâvâsını unutmamış "ya dâvâm ne olacak" diyerek asıl üzüntüsünü dile getirmiştir.

Olayın aslını kendisinden dinleyelim:

" Hayatta olan eski talebelerim biliyorlar ki, 1314-15-16 senelerinde, Van kal'ası(kalesi) ki, iki minare yüksekliğinde sırf dağ gibi bir taştan ibarettir. Eskiden kalma oda gibi bir in kapısına gidiyorduk. Ayağımdan kunduralar kaydı, iki ayağım birden kaydı. Tehlike yüzde yüz.. Başkaca nokta-i istinat kalmadığı halde, büyük bir istinada basmış gibi üç metrelik bir kavisle o mağaranın kapısına atılmışım. Hem ben, hem beraberimdeki orada hazır arkadaşlarım, ecel gelmediği için sırf bir hıfz-ı ilâhî, hârika bir imdad-ı gaybî telakki ettik" (Sikke-i Tasdik-i Gaybî, 156). Olayın görgü şahitlerinden üstadın kardeşi Abdülmecid efendinin bildirdiğine göre üstad, ayağı kaydığı anda "Âh dâvâm!- eyvâh maksadım gitti" (Badıllı, Mufassal Tarihçe-i Hayat, 1/120) diye feryat etmiştir.

2. "Şuur" ise: Bir şeyin farkında olma hâlidir. Şuur: Kalbin ziyası, aklın nurudur. Şuur: Kâinatı aydınlatan yüce Allah'ın Nur isminin bir yansımasıdır. Şuur: Allah'ın nuru ile bakıp gören ferasetin gözbebeğidir. Hadis-i şerifte yer alan"Müminin ferasetinden çekinin, çünkü o Allah'ın nuru ile bakar" (Tirmizi, tefsiru sureti 15,6 ) ifadesi, imandan gelen bir şuurun, bir ferasetin ne denli şeffaf olduğuna işaret etmektedir.

3. O halde, "Bediüzzaman'da Dâvâ Şuuru"ndan anlaşılması gereken şey, onun Risale-i Nur'la hedeflediği hizmet alanı ile onu düzenleyen hikmet alanıdır. Dâvâ, bir hizmet alanı; Şuur ise, o dâvâyı hedefine ulaştıracak, o hizmet alanını verimli hâle getirecek uygun bir plan ve programı düzenleyip dizayn edecek bir hikmet, bir felsefenin adıdır.

4. Risale-i Nur'un hizmet alanı: Cennetin anahtarı olan iman esaslarıdır. Bu hizmetin esas neticeleri, ahiret hayatında ortaya çıkacak. Bununla beraber, şu dünya hayatında da ferdî ve ictimâî pek çok faydalı meyveleri söz konusudur.

Şimdi bu hususları biraz daha açmak için, konu başlığına uygun olarak şu sorunun cevabını bulmaya çalışacağız: "Üstad'da Dâvâ Şuuru nedir / Üstad hizmet ederken neyin farkındadır /hizmetini neye göre belirlemiştir."

İşte bu soruya verilecek cevap, sohbetimizin esasını teşkil edecektir. Bu soruya değişik cevaplar vermek mümkündür. Bunlardan en önemlisi bizce şudur: Her şeyden önce Üstad Bediüzzaman, -zamanın bedî bir ferdi olarak- zamanın farkındadır. Bu konuyu –yani zamanın farkında olma keyfiyetini-bir kaç başlık altında ele alıp, üstadın konu ile ilgili bir kaç sözünü tahlil ederek, bu cevabın önemini ortaya koymakta fayda mülahaza ediyoruz:

a. Bu asrın tecdide ihtiyacı var:

"Eski hâl muhâl, ya yeni hâl ya izmihlâl" (Münazarat, AB, 424). Bediüzzaman bu sözü, meşrutiyet döneminde bulunup da, eski devri isteyenlere karşı söylemiştir. Ona göre, muhali talep etmek, kendine fenalık yapmak demektir (a.g.y.). Bunun anlamı şudur: İdeal dâvâ sahibi olan bir insan, içinde bulunduğu şartları göz önünde bulundurarak, yepyeni bir strateji geliştirmek ve insanlığa faydalı olduğuna inandığı hizmetini o çerçevede yürütmek zorundadır. Aksi takdirde, tarih sahnesinden silinip gidecektir.

 Risale-i Nur'un bu hârika fütuhatının önemli bir hikmeti, bu değişim sürecine ayak uydurmasıdır. Bu Kur'anî bir metottur. "Muhakkak ki Allah, her asrın başında bu ümmet için dinini yenileyen (Yani, dinin iman esaslarını, asrın idrakine sunan, yeni bir üslupla akıl ve vicdanları heyecana getiren, zamanla paslanmış hakikat elmasını yeniden cilalamak suretiyle piyasaya süren) bir müceddid gönderecektir" mealindeki hadis-i şerif de bu gerçeğe işaret etmektedir.

Bir Hatıra: Üstadın her zaman birinci muhatabı olmuş Hulusi beyden dinlemiştim. Hulusi Bey "Bir zaman Risale-i Hamidiye'yi okuyup bitirmiş.(bir keresinde de büyük bir tefsir okuduğunu söylemişti). Üstadın iltifatlarını almak için, "Üstadım! Ben Risale-i Hamidiyeyi okuyup bitirdim" demiş, Üstad: "Kardeşim bu odun yığınları, ancak R. Nur'un ortaya çıkmasından sonra parlamaya başlamış" diyerek, Risale-i Nur'un bu zamanda ne kadar ehemmiyetli ve gerekli bir ders olduğuna işaret etmiştir.

(Üstadın "Odun yığınları" benzetmesini şöyle anlamak gerekir: Odun yığınlarının insanlara fayda vermesi, ısıtması, yiyecekleri pişirmesi için ateşle tutuşturulması gerekir. Aksi takdirde onlardan hiçbir şekilde istifade edilmez. Bunun gibi, İslamî kaynaklar da bu ahirzaman fitnesi içerisinde eski rağbetini kaybetmiş, raflarda odun yığınları gibi değersiz bir konuma sokulmuştur. Bu feci olay ise insanlardaki iman şevkinin ve İslam zevkinin söndürülmesiyle meydana gelmiştir. İşte Risale-i Nur insanların kalbine yeniden iman şuurunu yerleştirip, iman şevkini ve İslam zevkini uyandırmasından sonradır ki, bu İslamî kaynaklar yeniden rağbet edilmeye başlamıştır. Ateş odunları tutuşturup istifadeli hale getirdiği gibi, Risale-i Nur da bu asırda o güzel kaynakların üzerindeki külleri kaldırmış ve içlerindeki parlak hakikat nurlarının yeniden tedavüle çıkmasına zemin hazırlamıştır)

b. Başarmanın yolu, fıtratla barışmaktan geçer:

Bu konuda üstad şöyle der: "Kim tevfik (muvaffak olmak) isterse, âdetullah ve hilkat ve fıtrat ile âşinalık etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, fıtrat, tevfiksizlike cevab-ı red verecektir" (Muhakemat, s:152). Demek, hayırlı işlerde başarılı olmak, kâinat çapında yürürlükte olan yaradılış kanunlarına uygun hareket etmekle mümkündür. Aksi tutum ve davranışlar, başarısızlığa davetiye çıkarmak anlamında olacaktır. Zira çark-ı felek, feleğin çarkına uymayanları tabiî seleksiyona uğratmaktan çekinmeyecektir.

Bu hikmet içindir ki, Üstad, içinde bulunduğu Mutlakıyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet dönemlerinin hiç birinde, ırmağın suyunu tersine akıtmaya teşebbüs gibi, talihsiz bir duruma düşmemiştir. Onun yaptığı şey, bendini aşmış, sel-tûfan olmuş ve insanlığa zararlı bir hale gelmiş suyu, kendi mecrası doğrultusunda, faydalı bir yatağa kanalize etmek, yeni su yataklarını inşa ederek suyun normal akışı istikametinde bir havuza girmesini sağlamaktan ibarettir.

Unutulmaması gereken bir gerçek de şudur ki: Üstad, doğru bildiği hizmetten asla geri kalmamış ve hiç bir zaman korku elini tutup da, onu hak bildiği bir yoldan alı koyamamış ve saf dışı edememiştir. Kendisi bu hususu şöyle ifade der: "Bütün sergüzeşti-i hayatım şahittir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı korku elimi tutup da men edememiş ve edemiyor."(Mektubat, s:48 )

c. Kollektif Åžuur

Üstadın dâvâ şuurunun köşe taşlarından biri de, kolektif şuurun - özellikle bu zamanda- ortaya çıkan önemine yaptığı vurgudur. Özelde Kur'an ve İslam'a, genelde bütün dinlerin amentü'süne yapılan saldırıların, pozitivist ve materyalist gruplar/cemaatlerin oluşturduğu merkezler tarafından idare edildiğini fark eden Üstad'a göre, "Zaman cemaat zamanıdır"(Mesnevî, s: 102). "Cemaat şekline girmiş ilhad cereyanlarına karşı, bir şahs-ı mânevî ile karşı koymak gerekir. Bu zamanda cemaatleşmiş dinsizlik şahs-ı mânevîsine karşı, ferdî mukavemetler, bir kutbun kutsiyetini arkasına alsa bile, mağlup olmaya mahkûmdur"(Mektubat, s: 439).

Üstad, kendi şahsına karşı fazla alaka gösteren talebelerine şunları söylemiştir: "Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet şahs-ı mâneviye göre olur. Maddî ve fânî şahsın mahiyeti nazara alınmamalı (Kastamonu, s: 8).

Hadis-i şerifde yer alan "Allah'ın eli cemaatin üzerindedir"(Tirmizi, fiten,7 ), "Cemaatte rahmet, ayrılıkta azap var" (İbn Hanbel, IV/278 ),"Şüphesiz bereket cemaattedir"(İbn Mace, Atime,17) mealindeki nebevî ifadeler, cemaatin önemine dikkat çekmektedir.

Bir Hatıra: Burada, yine Hulusi beyden, konu ile ilgili, bir hatıramı nakletmek istiyorum: "Ben" dedi, "1928 yılında yüzbaşı idim. Bir gün ismini duyduğumuz Bediüzzaman hazretlerini ziyaret etmeye karar verdik. Kölesiyle nöbetleşe deveye binerek Kudüs'ü teslim almaya giden Hz. Ömer'in Kudüs'e girişi gibi, biz de altı kişi üç binite nöbetleşe binerek Barla'ya gittik. Fakat yolda, "bu büyük zat bizim gibi günahkârları kabul edecek mi?" diye düşünüp telaş ediyorduk. Üstad'ın huzuruna vardığımızda kalplerimizdekini okumuşçasına bize şunları söyledi:

"Kardeşlerim, eğer eski zaman olsaydı ve ben de bir kutup gibi hareket etseydim, sizin tâ aşağıdaki dereden buraya kadar emekleyerek gelmeniz gerekirdi. Kabul edilip edilmemeniz ise, ayrı bir konu. Fakat bu zaman cemaat zamanıdır. Sizin bana ihtiyacınız olduğu kadar, benim de size ihtiyacım var. Onun için sizi ala'r-re'si ve'l-ayn kabul ediyorum."

Zamanın, cemaat zamanı olduğunu çok iyi bilen Üstad Bediüzzaman, Risale-i Nur dershanesini, bir şahs-ı mânevînin merkezi olarak tasarlamış ve nur talebelerini de bu seyyar üniversite merkezinin birer üyesi olarak telakki etmiştir. Bu sayede, pek çok ehl-i ilim ve ehl-i velayetin yenik düştüğü bu asrın iman-küfür mücadelesinde, R. Nur cemaati, zaferle çıkmış ve küfrün bel kemiğini kırmıştır. Özellikle yazılan Tabiat risalesiyle, "tabiattan gelen fikr-i küfri dirilmeyecek bir surette öldürülmüş, küfrün temel taşı zir-u zeber edilmiştir"(Lem'alar, s:176).

Bu manevî ilim-irfan merkezi, diğer bir kısım meşrepler gibi dar bir çerçeveye oturtulmamış, aksine bütün insanlara kapısı açık olacak bir genişliğe sahip olmuş, yediden yetmişe, en âmiden filozofa her kesimden insanların rahatlıkla girip istifade ettiği bir yaygın eğitim kurumu olarak dizayn edilmiştir.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE-2

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE-2

Bakın bu gün Regaib kandili. Benim kanaatim –ki siz de destekleyeceksiniz- şu an Türkiye’de

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

BEDİÜZZAMAN HAKKINDA ÖN-YARGI SEBEBİ OLAN İKİ MESELE

-Bediüzzaman Ne Demek?- -Yazdı mı? Yazdırıldı mı?-

AZÄ°Z ÃœSTADIMA

AZÄ°Z ÃœSTADIMA

Aziz üstadım; seni tanıdığıma, eserlerini okuduğuma şükür ediyorum. Sana talebe olma şe

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

MEĞER İŞ BİZİM ANLADIĞIMIZ GİBİ DEĞİLMİŞ

Biz münevverler, ekseriyet itibariyle herhangi bir içtimai meselede gazete haberleriyle iktifa ede

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

BÂZI MÛTEBER KAYNAKLARDA BEDÎÜZZAMÂN’IN DOĞUM TÂRÎHİ

1- Bedîüzzamân Saîd Nursî: Târihçe-i Hayâtı, Eserleri, Meslek ve Meşrebi, Doğuş Ltd. Şi

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

BEDİÜZZAMAN’IN KİM VE NE OLDUĞU

Rahmetli Said-i Nursi veya Kürdi'nin nasıl yaşadığını ve nasıl öldüğünü öğrenmek içi

SAÄ°D-Ä° NURSÄ°

SAÄ°D-Ä° NURSÄ°

Abdürrahim ZAPSU Yetmiş yıl evvel Van vilâyetinin Nurs köyünde doğdu. Babasının ismi Mirza

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-5

Bu anlattıklarımız, mücahid alim Said Nursi’nin hayatının bazı safhaları ve lem’alarıdÄ

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-4

Esaretten kurtulup Van’a döndüğünde Müslüman safları ve cemaatleri arasındaki İslami gayr

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

ABDÜLFETTAH EBU GUDDE’NİN KALEMİNDEN ÜSTAD BEDİÜZZAMAN-3

Bu kısa fetret dönemi sonrasında tüm himmetini bütün iÅŸlerde dinin tahkimine ve zayıflık gÃ

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

İSMAİL ÇETİN HOCAEFENDİ ÜSTADI ANLATIYOR-2

Üstad üstaddır. Müceddiddir. Geçmiş büyüklerle irtibatı çok kuvvetlidir. Geleceklere de ç

Şüphesiz o, korunmuş bir kitapta (yazılı) olan pek şerefli/değerli Kur'an'dır ki O'na temiz olanlardan başkası dokunamaz.

(Vakıa, 77-78-79)

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

Harb bir hiledir.

Buhari, Cihad 157; Müslim, Cihad 18, (1740)

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Muhammed Raşid Hz.lerinin Vefatı. (22 Ekim 1993) *Astronomi Alimi Uluğ Bey'in Vefatı(25 Ekim 1449) *Fatih Sultan Mehmed Han'ın Trabzon'u Fethi(26 Ekim 1461)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI