Cevaplar.Org

KADİM EDEBİYATIMIZDA MEŞHUR ÇAĞRIŞIMLAR-5

Bühtân-Zîb: Zîb kelimesi ile bühtân (yalan) arasında bir ilgi kuramadık. Zîb süs demek. Buradaki kelimenin zi’b (kurt) olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü kurt ile yalan, iftira arasında bir ilişki vardır. Hz. Yakûb’un oğulları kardesleri Hz. Yusuf’u kuyuya attıktan sonra aksam eve geldiklerinde babalarına “Yusûf’u kurt yedi” demişlerdir


Adem Köpür

ademkopur@hotmail.com

2012-02-08 09:16:24

Bühtân-Zîb:

Zîb kelimesi ile bühtân (yalan) arasında bir ilgi kuramadık. Zîb süs demek. Buradaki kelimenin zi'b (kurt) olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü kurt ile yalan, iftira arasında bir ilişki vardır. Hz. Yakûb'un oğulları kardesleri Hz. Yusuf'u kuyuya attıktan sonra aksam eve geldiklerinde babalarına "Yusûf'u kurt yedi" demişlerdir. Dolayısıyla yazar, kurt ile yalan arasındaki ilişkiden dolayı bu kelimeleri yazmış olabilir.

Zer-Takyanûs:

Takyanûs, Ashab-ı Kehf (mağara arkadaşları) zamanında yaşayan kraldır. Ashab-ı Kehf ve macerası Kur'ân'da anlatılır. Takyanûs kendisini Tanrı olarak görüyordu ve halk ona tapıyordu. Altı tane veziri vardı. Takyanûs bir gün kaybettiği topraklarından dolayı üzülerek bayıldı. Bunu gören vezirlerden biri bunun Tanrı olamayacağını anladı. Bunu diğer vezirlere de söyledi. Ondan kaçıp kurtulmaya karar verdiler. Vezirler bütün tehlikeleri göze alıp bir mağaraya sığındılar. Üç yüz dokuz yıl, Allah tarafından burada uyutuldular. Uyandıklarında Takyanûs'un hâlâ hayatta olduğunu sandılar. İçlerinden birisi yanındaki altın parayı alıp çarşıya gitti. Alışveriş karşılığında o parayı uzatınca satıcı bu paranın üç yüz sene önceden kaldığını ve Takyanûs'un da geçmiş dönemdeki kral olduğunu söyledi.

Zer normal ze ile yazılsa altın, sarı gibi manalara gelir. Fakat buradaki zer, zel ile yazılmış. Muhtemelen burada altın kastedilmektedir. Çünkü, hikayede yiyecek için verilen altın para belirtilmektedir. Yazar da bu olaydan dolayı, Takyanûs ile zer (altın) kelimesini birlikte yazmış olabilir.

Şerî'ât-İmrân:

Kanaatimize göre buradaki İmrân, Hz. Meryem'in babasıdır. Kur'ân'da da Âl-i İmrân suresi de vardır. Bu surede İmrân ailesinin seçildiği ve âlemlere üstün kılındığı belirtilmektedir. Hz. Îsâ da İmrân ailesindendir. Tevrat'a göre Hz. Mûsâ, Harun ve Ya'kûb da İmrân ailesindendir. İslâm âlimleri arasında bu görüşü destekleyenler var. Dolayısıyla İslâmî ve diğer görüşlere göre şerî'âtın temelleri İmrân ailesi tarafından atılmıştır.

Şerî'ât, yol, Allah'ın emri, din kaideleri, peygamberlerin getirdiği İlahi emirler vb. manalarına gelmektedir. Yukarıdaki açıklamalar göz önünde bulundurulduğunda yazar bu sebeplerden dolayı "şerî'at" kelimesinin karşılığını "İmrân" yazmıştır.

Zühd-Nureddîn:

Burada kast edilen Nureddîn'in hangi Nureddîn olduğunu tam olarak anlayamadık. Büyük ihtimal Nureddîn Cerrahî'dir. Nureddîn Cerrahî on yedinci yüzyılda yaşamış, tasavvuf ehli bir zattır. Küçük yaşta Kur'ân ve diğer ilimleri öğrendi. Mısır'da da eğitim gördü. Mevlevilik tarikatine mensup iken, Halveti şeyhi Köstendilli Alâeddîn Ali Efendi'nin sohbetinde bulununca O'na bağlandı. Ali Efendi'den çok etkilenen Nureddîn dünyadan elini ayağını çekip O'nun dergâhında halvete girdi. Daha sonra icazet alarak İstanbul Karagümrük'de vaazlar verdi. Sultan III. Ahmed gördüğü bir rüya üzerine Karagümrük'teki Cerrahî Tekkesini yaptırdı. Nureddîn vefat edince buraya gömüldü. (Öztürk 2007, s. 252-53)

Nureddîn Cerrahî tasavvufa olan ilgisinden dolayı hal ehli olarak bilinir. Halveti'ye tarikatına girince "dünyadan el etek çekip, dinde derinleşmeyi (zühd)" tercih etmiştir. Daha sonra Cerrahî Tarikatını kurmuş, yedi halife yetiştirerek bu tarikatın yayılmasını sağlamıştır. Bu özelliklerinden dolayı yazarın "zühd (dünyaya rağbetsizlik, dini emirlerde hassas olma)" kelimesi ile "Nureddîn (Cerrahî)"yi birlikte yazdığını düşünüyoruz.

Salavât-Hârûn Reşîd:

Hârûn Reşîd, sekizinci yüzyılın sonu, dokuzuncu yüzyılın başında yaşamış olan Abbasî halifesidir. Abbasîler devleti en parlak ve zengin dönemini O'nun hükümdarlığında yaşandı. Sarayda ve şaşalı geçen hayatı Bin Bir Gece Masallarına bile konu oldu. Hârûn Reşîd çocukluğundan beri ilimle tanıştı ve iyi bir eğitim gördü. Halife olduğu sırada bir yıl cihada, bir yıl hacca giderdi. Takva sahibi, gece yüz rekât namaz kılardı. Bundan dolayı yazar "salavât (namaz)" kelimesi ile "Hârûn Reşîd" ismini birlikte yazmıştır.

Nahûn-Pelenk:

Nahûn, tırnak demek. Pelenk ise, leopar, panter, pars gibi hayvanlara denir. Bu hayvanlar yırtıcı ve güçlü hayvanlardır. Pençeleri onların gücüne ve avını kolayca tesirsiz hale getirmesine göre yaratılmıştır. Bu yüzden olsa gerek yazar bu iki kelimeyi birlikte yazmayı uygun görmüştür.

Hey'et-Meymûn:

Buradaki meymûnun maymun olduğunu düşünüyoruz. Maymun, zeki, bulunduğu yere kolay uyum sağlayan, insanları eğlendirmekten zevk alan, çeşitli hareketler yapıp marifetini sergileyen bir hayvandır. Maymun şekli itibariyle de garip, tuhaf bir varlıktır. (Rifat 1300, s. 57) İnsana benzeyen vücud yapısı çirkindir. Hey'et, suret, şekil, görünüş gibi manalara gelir.

 Yazar da büyük ihtimalle maymunun bu sureti ve yapısından dolayı iki kelimeyi birlikte yazmıştır.

Makâmât-Kuds-i Mübârek:

Kuds-i Mübârek kutsal Kudüs şehri olabilir. Kur'ân'dan ve hadislerden öğrendiğimize göre, Hz. Peygamber bir gece, önce Mescid-i Haram'dan Kudüs'e, oradan da bir vasıta ve yol arkadaşı olan melekle başka semavi makamlara yükselmiştir. Ayrıca, Kudüs tek Tanrı inancına sahip üc semavi dinde de (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm'da) mukaddes bir beldedir. Kudüs'te Yahudilerin mukaddes mekânları var; Hıristiyanlar da hem Eski Tevrat'ı kabul ettiklerinden, hem de Hz. Îsâ`nın hayatında da o havali mühim yer tuttuğu için, Kudüs'ü mukaddes kabul ederler. Bu özelliklerinden dolayı yazar, bu iki kelimeyi yazmış olabilir.

Tedbîr-Büzürcmihr:

Büzürcmihr, Nûşirevân'ın veziridir. Hükümdar Nûşirevân ile beraber devleti ve toplumu ihya ettiler. Birçok yenilik ve fetih bu dönemde gerçekleşti. Yazar bu yüzden "tedbîr (önleyici yol, çare)" ile vezir "Büzürcmihr"i birlikte yazmış olabilir.

Hâssa-Zenbûr:

Zenbûr eşek arısı demek. Hâssa (hâsse) ise bir kimsede olan özellik, onun vasfı gibi manalara gelir. Yazarın burada ne kastettiğini tam anlamayadık. Eşek arılarının temel özelliği çok zehirli olmalarıdır. Belki de hâsseyi, arıların zehirlerinin kuvvetli ve hissedici olması manasında kullanmıştır. Yani kuvvetli ve hissedici zehir denince akla eşek arısı gelir manasında ele almış olabilir.

Zühhâd-Ezherî:

Ezherî, Mısır'daki Câmiü'l-Ezher üniversitesine mensup olanlara denir. Zühhâd ise zahidler, her türlü zevke karşı kendini ibadete verenler, aşırı sofular manalarına gelir. Tarihte Ezher üniversitesini bitiren birçok meşhur zâhid zat var. Mesela, Cemâleddîn Ezherî Ezher'den mezun olmuş büyük evliya ve seyyiddir. Yine Muhammed Ezherî de buradan eğitim almış, evliyanın büyüklerindendir. Bunlar gibi daha birçok zâhid zat Ezher'den ilim tahsil etmiştir. Bundan dolayı bu iki kelime birlikte yazılmıştır.

Nebâtât-Sind:

Sind, Hindistan'da bulunan bir şehirdir. Hindistan, Asya kıtasında bulunur ve dünyanın en büyük yedinci coğrafi alanına sahip bir ülkedir. Tarih boyunca ticaretin merkezi olmuştur. Bunun yanı sıra birçok dini bünyesinde bulunduran ve kültürel bakımdan zengin bir bölgedir. Kanaatimize göre "nebâtât (bitki, baharat)"ın da buradan üretilip, satılmasından dolayı yazar bu iki kelimeyi birlikte yazmıştır.

Şehr-Kostantıniye:

Kostantıniye İstanbul'un eski ismidir. İstanbul Marmara bölgesinde bulunan ve nüfus sayısı bakımından Türkiye'nin en büyük şehridir. Köklü medeniyetlerin beşiği olan İstanbul, Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan köprüdür. Boğazları ve denizleriyle jeopolitik konum itibariyle dünyanın en önemli şehridir. Şehir başta Bizans ve Osmanlı imparatorluğu olmak üzere birçok devletin beşiği olmuştur. Romalı General Kostantin İstanbul'u feth edince buraya "Konstantinopolis" adını vermiş. Daha sonra şehri feth eden Osmânlılar, devlet işlerinde "Kostantıniye" olarak kullanmışlardır. Daha sonra III. Ahmet paraların üstünden Kostantıniye ismini kaldırımış İstanbul ismini yazdırmıştır. Kısaca bu merhalelerden geçen İstanbul, dünyada Kostantıniye ismiyle de meşhur olmuştur. Şehrin tarihi yapıları ve her yönüyle zenginliği onu dünya şehirleri arasında faklı kılmıştır. Bundan dolayı yazar "şehr" kelimesinin çağrışımına "Kostantıniye (İstanbul)" yazmıştır.

Gazel-Sa'dî:

Sa'dî (Şeyh Sa'dî), on üçüncü yüzyılda yaşamış İranlı büyük mutasavvıf ve mütefekkir bir şairdir. Şirâz şehrinde doğduğu için Sa'dî-i Şirâzî de denir. Dönemin meşhur medresesi olan Nizamiye Medreseleri'nde eğitim görmüştür. Başka eserleri de olmasına rağmen "Gülistan" ve "Bostan" adlı eseriyle nam salmıştır. Sa'dî, şiirde özellikle yazdığı gazellerle meşhur olmuştur. Gazeli bugünkü müstakil edebî şekle getiren Sa'dî'dir. Bundan dolayı "Gazel" denilince "Sa'dî" hatıra gelir.

İdrâk-Pîl:

Pîl, fil demektir. Filler, dünyanın en zeki türlerindendir. Oldukça uzun bir ömür sürerler. Filler, sosyal zeka, ekolojik zeka, empati vb. alanlarda incelenmiş ve zeka olarak diğer hayvanlardan çok üstün oldukları gözlemlenmiştir. Onların gösterdiği birçok davranış ile insan davranışları arasında paralellikler var. Bundan dolayı yazar "idrâk (anlayış, akıl erdirme, yetişme, erişme)" kelimesi ile "Pîl (fil)" kelimesini birlikte yazmıştır.

Satranc-Leclâc:

Leclac, Satrancı icad eden kişidir. Ayrıca kumarbazların pîrine de denir. Fakat asıl icad eden kişi Leclac değildir. Sadece Leclac döneminde, İran'da geliştiği için bu isimle satranç birlikte anılır olmuş.  Santrancı icad eden ise Hintli Dahir b. Sısa'dır. Fakat divan şiirinde Leclac ve satranc terimleri birlikte kullanılır.

"Âhir iy Cem seni lu'b-ı ruhı şeh-mât kılur

Na't-ı ışkında eger sâni-i Leclâc olasın" Cem Sultan (Tökel 2000, s. 231-32)

 Yazar bu yüzden, bu iki kelimeyi birlikte yazmıştır.

SONUÇ

Kelimeler, bir milletin kültürünün ve benliğinin somut ifade edilmiş halidir. Bir millet kültür ve edebiyatına mal olmuş kelimeleri unuttukça, geçmişi belirsiz, bedbaht bir an olarak yâd eder. Zamanla bazı kelimeler değişim, dönüşüm geçirebilir, hatta unutulabilir. Fakat kalan kelimler onun eksikliğini hissettirmez, boşluk yaratmaz. Önemli olan çoğunluğun muhafaz ile devam ettirilmesidir. Bu hususlardan dolayı, İslâmî kaynaklara, Arap, Fars, Türk vb. milletlerin tarihindeki bazı meşhur şahsiyetlere (Hüsrev, Cem, Hz. Dâvud, Cengiz vb.), tabiî çevreyle ilgili tecrübe ve gözlemlere (hevâ, nebâtât vb.) dayanan bu eşleştirmelerin listesini vermeyi faydalı buluyoruz.

Bu çalışmada özellikle çağrışıma karşılık gelen kelime üzerinde durduk. Fakat makalede sayfa sınırlaması olduğu için, kelimenin kısaca manasını ve niçin çağrışım olarak kullanıldığını anlatmaya çalıştık. Bunun yanı sıra bazı kelimelerin başka meşhur yönlerini de belirtmeye gayret ettik. Birkaç kelime hakkında yeterli bilgi bulamadık. Ayrıca okuyuş ve anlamından tam emin olamadık. Bu yüzden onların incelemesini yapmadık.

Sınırlamadan dolayı halk arasında yaygın olan kelimelerin bir kısmını buraya alamadık. Başka bir çalışmada hepsini birlikte vermeyi düşünüyoruz.

KAYNAKÇA

Ahmet Cevdet Paşa, (1996), Kısas-i Enbiya ve Tarih-i Hulefa, çev. Ahmed Subhi Furat, Bedir Yayınları, İstanbul.

Ahemt Rifat, (1300), Lugat-ı Tarihiye ve Coğrafiye, İstanbul, s. 57-58.

Albayrak, Nurettin, (1993), "Cem", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 7, s. 279-280.

Başkan, Ali Rıza, (1992), "Bâyezîd-i Bistâmî", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 6, s. 238-241.

Bolay, Süleyman Hayri, (1988), "Âdem", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 1, s. 358-363.

Bursalı Mehmed Tahir, (1915-1923), Osmanlı Müellifleri, Matba-i Âmire, C. 1-3, İstanbul.

Cûdî, İbrahim Efendi, Lugat-ı Cûdî, haz. İsmail Parlatır, Belgin Tezcan Aksu, Nicolai Tufar, TDK Yayınları, Ankara.

Devellioğlu, Ferit, (2004), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi, Ankara.

Dilçin, Cem, (1983), Yeni Tarama Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara.

Dini Kavramlar Sözlüğü,(2006), Komisyon, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.

Fığlalı, Ethem Ruhi, (1989), "Alî", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 2, s. 371-374.

Hafız, (2992), Divan, terc. Abdulbaki Gölpınarlı, s. 713

Harman, Ömer Faruk, (1996), "Firavun", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 13, s. 118-121.

Harman, Ömer Faruk, (1997), "Havvâ", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 16, s. 542-545.

Harman, Ömer Faruk, (2000), "İdrîs", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 21, s. 478-480.

Harman, Ömer Faruk, (2000), "İmrân", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 22, s. 252.

Harman, Ömer Faruk, (2000), "İrem", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 22, s. 443.

İmam-ı Zehebî, (1994), Tarihü'l-İslam, terc. Muzaffer Can, Cantaş Yayınları, İstanbul.

Kazancı, Ahmet Lutfi, (1997), Peygamberler Tarihi, Nil Yayınları, C. 1-2.

Köksal, M. Asım, (1995), Peygamberler Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara.

Kuşeyrî, Abdulkerim, (2003), Tasavvuf İlmine Dair Kuşeyrî Risalesi, haz. Süleyman Uludağ, Dergâh Yayınları, Ankara.

Kut, Günay, (1999) , Yazmalar Arasında 4: Kitap-Kâtip, Simurg Kitap Kokusu, Yıl 1, Sayı 1, Ekim, İstanbul, s.135.

Kutluer, İlhan, (1993), "Câlînûs", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 7, s. 32-34.

Maksutoğlu, Mehmet, (1996), Tatarlar Kimdir ?, Emel Dergisi, Mayıs-Haziran, Sayı. 212, s. 22-29.

Mermer, Ahmet; Keskin, Neslihan Koç, (2005), Eski Türk Edebiyatı Terimler Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara

Mütercim Asım Efendi, (2009), Burhan-ı Katı, haz. Mürsel Öztürk, Derya Örs, TDK Yayınları, İstanbul.

Onay, Ahmet Talat, (2009), Açıklamalı Divan Şiiri Sözlüğü, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, haz. Cemal Kurnaz, H Yayınları, İstanbul.

Özcan, Nuri, (1997), "Hasan", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 16, s. 282-286.

Öztürk, Mehmed Cemal, (2007), "Nûreddîn Cerrahî", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 33, s. 252-253.

Pala, İskender, (2009), Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul.

Sabunî, Muhammed Ali, (1980), Resuller ve Nebiler, Mekke.

Şemseddin Sâmî, (2007), Kâmûs-ı Türkî, Çağrı Yayınları, İstanbul.

Şeyh Galib, (1994), Divan, haz. Muhsin Kalkışım, Akçağ Yayınları, Ankara.

Taberi, Tarih-i Taberi, terc. Mehmet Faruk Gürtunca, Sağlam Yayınları, İstanbul.

Tahir-ül Mevlevî, (1973), Edebiyat Lugatı, haz. Kemal Edib Kürkçüoğlu, Enderun Kitabevi, İstanbul.

Tanman, M.Baha, (2007), "Nûreddîn Cerrahî Tekkesi", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 33, s. 253-256.

Topaloğlu, Bekir, (2001), "İsm A'zam", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 23, s.75-76.

Tökel, Dursun Ali, (2000), Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar, Şahıslar Mitolojisi, Akçağ Yayınları, Ankara.

Uzun, Mustafa, (1996), "Firavun", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 13, s. 121-122.

Uzunpostalcı, Mustafa, (1994), "Ebû Hanîfe", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 10, s. 131-138.

Ünver, İsmail, (2000), "İskender", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, C. 22, s. 557-559.

Üzüm, İlyas, (1998), "Hüseyin (Literatür)", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 18, s. 521-524.

Yıldırım, Nimet, (2008), "Rüstem-i Zâl", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 35, s. 294-295.

Yiğit, İsmail, (2007), "Osman", TDVİA, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, C. 33, s. 438-443.

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

SORULARLA DAVET YOLU-3

SORULARLA DAVET YOLU-3

Soru 18: Peki nasıl yeniden dirilişe geçip güçlenebiliriz? Cevap: Yeniden dirilişe geçmenin

SORULARLA DAVET YOLU-2

SORULARLA DAVET YOLU-2

Soru 11: Günümüzde Allah’a davet metodu nasıl olmalıdır? Cevap: 1. Davet metodlarında Hz

SORULARLA DAVET YOLU-1

SORULARLA DAVET YOLU-1

Kurtuluşun Reçetesi, Bizden Öncekilerin İzinden Gitmektir. Soru 1: Buradaki “öncekiler”den

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-7

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-7

Valilerin Cevri Müellif bu unvan altında Emeviyye valilerinden sadır olmuş türlü türlü cevr

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-6

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-6

Emevîlerin Mezalimi Buhtu’n-Nasr’ın zulümlerini işittik, Cengiz Han’ın şenaatlerine yak

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-5

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-5

Emevilerin Seyyiatı Müellifin gözettiği yegâne maksat, zihinlere şunu yerleştirmektir ki: Ü

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-4

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-4

Emeviler zamanında en büyük, en mühim memleketler, Mekke, Medine, Basra, Kûfe, Yemen, Mısır,

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-3

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-3

Müellif diyor ki: “Muaviye, mevalinin çoğalması yüzünden Devlet-i Arabiyye’ye gelecek tehl

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-2

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-2

Şeyh Şiblî en-Numanî makale-i intikadiyesinin başına on beş satırlık bir dibace geçirdikte

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-1

ŞİBLİ NUMANİ'NİN CORCİ ZEYDAN'IN TARİHİNE REDDİYESİ-1

Kıymetli okuyucularımız, Hind alt kıtasında 19. asırda yetişen büyük muhakkik ve tarihçi,

EHL-İ SÜNNET AKÎDESİ

EHL-İ SÜNNET AKÎDESİ

1. Allah Teâlâ vardır, birdir, yani şeriki (ortağı) yoktur. 2. Hiç bir şey (ne zatında ne

Gökleri ve yeri yerli yerince yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O'nadır.

et-Teğabün: 3

GÜNÜN HADİSİ

Eğer sizden birinizin elinde dikilecek bir hurma fidanı varken, kıyamet kopsa ve onu dikmeye vakit bulursa, hemen o fidanı diksin

250 Hadis, s.27

TARİHTE BU HAFTA

*Çanakkale'de Kirte Zaferi(28.04.1915) *Gazneli Mahmud'un vefatı(30.04.1090) *Cezzar Ahmet Paşa Akka'da Napolyon'u püskürttü.(2.05.1799) *Fatih Sultan Mehmed'in vefatı(3.05.1481) *Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb Ensari'nin vefatı (4.05.677)(İ.hatip takvimi)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI