PROF. DR. AHMED AKGÜNDÜZ HOCAMIZIN DİLİNDEN İKİ ATEŞİN DİMAĞ

Değerli ziyaretçilerimiz, Prof. Dr. Ahmed Akgündüz Hocamızla yaptığımız yeni bir söyleşiyi hizmetinize sunuyoruz. 24.08.2011’de OSAV’da görüştüğümüz Akgündüz hocamızdan rahle-i tedrisinde yetiştiği Mehmed Kırkıncı Hocaefendi’yi sorduk


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2011-08-29 15:52:27

Değerli ziyaretçilerimiz, Prof. Dr. Ahmed Akgündüz Hocamızla yaptığımız yeni bir söyleşiyi hizmetinize sunuyoruz. 24.08.2011'de OSAV'da görüştüğümüz Akgündüz hocamızdan rahle-i tedrisinde yetiştiği Mehmed Kırkıncı Hocaefendi'yi sorduk. Bunu sormamızın sebebi ise, medrese geleneğinin son temsilcilerinden olan bu muhterem zat hakkında yakın ve uzak çevremizden bize gelen sorulardı. Merhum Zübeyir Gündüzalp'in "ilminin şiddeti zuhurundan tevazu ile gizlenmiş" dediği Kırkıncı Hocamız'ı bu söyleşi ile biraz daha yakından tanıyacaksınız.

Ardından da yine Şark medreselerinin son devirde yetiştirdiği büyük âlim, merhum Sadreddin Yüksel Hocamız hakkında kanaatlerini aldık Akgündüz hocadan.

Hocamızın Türkiye programı çok yoğun olduğundan, bir saatlik bir görüşme gerçekleşebildi. İnşallah ileride daha geniş olarak hatıralarını almak isteriz. Kendilerine bizi kabul ettikleri için müteşekkiriz. İstifade etmeniz dileklerimle. Salih Okur/cevaplar.org

-Efendim, Mehmed Kırkıncı Hocaefendi ile yakınlığınızı biliyoruz. Sizden ricam, Hocamın özellikle ilmi yönü hakkında bazı bilgileri bizlerle paylaşmanız. Çünkü çok insanlar onun bu yönünden bihaber. Bu konuda neler dersiniz efendim?

-Ben çok tatlı bir hatıra ile söze başlayayım. Sene 1986..Osmanlı arşivlerine yüz tane yeni eleman alınmıştı. Beni de o zamanın Antep valisi Abdülkadir Aksu'nun başbakanlık müsteşarı Hasan Celal Güzel'e tavsiyesiyle, 38. madde ile Osmanlı arşivlerine aldılar. Bir oda verdiler. Ama bir iki kişinin dışında herkes bana karşı soğuk davranıyordu. Beni uzaktan gelmiş, Osmanlıca okumayı dahi bilmeyen, ama siyasi nüfuz sayesinde oraya giren bir insan zannetmişlerdi. Sanki ben maaşımı alıp bir köşede oturup bekleyeceğim. Akgündüz bunu yapmaz. En kötü ihtimalle istifa eder.

Bir gün, hocam olan, daire başkanımız Erdoğan Öztürk bey aradı; "Akgündüz hoca, Kansu Gavri'ye ait bir ferman var. Arkadaşlar maalesef okuyamadı. Arapça Farsça karışımı bir belge. Acaba siz de bir deneseniz?" dedi.

O da okuyabileceğimi tahmin etmiyor da biraz Arapça Farsça biliyor düşüncesiyle lütfen teklif etmiş. Orada çok kıymetli iki arşiv uzmanı var; Necati Aktaş ve Mustafa Oğuz..Arapça ve Farsça bilmediklerinden okumaları mümkün değil.

Gittim. Masanın bir tarafındayım. Ertuğrul Bey, "hocam gel yaklaş" dedi. "Yok hocam, ben buradan da okurum. Benim için tersi düzü çok fark etmez" dedim Şaşkınlıkla "Nasıl okursun?" dedi. "Çok basit bu" dedim. Ve metni hemen ezber gibi okuyunca, bütün arşivde hava değişti tabii..

Yani adamlar beni bir şeyden anlamaz zannediyormuş. Hatta çok değerli bazı İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleri "nur talebelerinden Osmanlıcayı iyi bilenler yazıyor, Akgündüz imza atıyor" diyorlarmış. Tarihçiler de öyle…

Kişi bilmediğinin düşmanı..Bu kaide Kırkıncı Hocam için de geçerli..

Şimdi Kırkıncı Hocamın akademik şahsiyeti hakkında çok iyi bildiğim için konuşabilirim. Ama bu hadiseyi anlatmadan Kırkıncı Hocamı da anlatmak mümkün değil.

Şimdi bir defa, Kırkıncı Hocam;

1-Erzurum'un kırk senelik meşhur müftüsü Sadık Efendi'den icazet almış. İslami ilimleri tamamlamış. Daha sonra, ilkokul mezunu olmasına rağmen vaizlik imtihanını kazanmış ve Anadolu'nun bir iline vaiz olarak tayini çıkmış. 

Ama -Allah rahmet eylesin- babası Celal Efendi kendisini çağırmış; "ne oluyor" diye sormuş. Babasına "Baba artık ben evlendim. Şimdiye kadar sen beni geçindirdin. Ama artık izzetime dokunuyor, kendi maaşımla geçinmek istiyorum" demiş. Babası sinirlenmiş; "Haydi git oradan.. İzzet-i İslamiye yanında senin izzet-i şahsiyenin ne ehemmiyeti var? Bu talebeler ne olacak? Sen talebe okutacaksın" demiş.

Yani Hocam bir yandan Sadık Efendi'den okuyor. Diğer yandan yine son devrin büyük ulemasından Sakıp Efendi'den Fıkıh dersleri okuyor. Sadık Efendi'den okurken Osman Bektaş Hocaefendi merhum da o sırada büyük talebelerden.

Arkasından Ağrı'nın ileri gelen allamelerinden Molla Nadir Efendi'den kelam ve mantıkta icazet almış.

Dolayısıyla şunu bilmek lazım-bura çok önemli-Kırkıncı Hocam İslami ilimlerde üç veya daha fazla sayıda icazeti olan bir âlim. Ama Mantık ve Kelam'da allame diyebilirsiniz. Mesela bir Osman Bektaş Hoca Mantık ve Kelam'da Hocam kadar değil. Ben hepsini tanıyorum. Elbette ki Osman Hocanın da fıkıhta üstünlüğü var.

Kırkıncı Hocamı İslami ilimlerde de normal âlimlerle kıyaslamak doğru değil. Ama nur talebesi olunca millet zannediyor ki, sadece Osmanlıca Risale-i Nur'u okuyor. Birileri böyle diyebilir, ama yakından tanımıyorlar.

Bir misal vereyim, Mesela Kırkıncı Hocam, Molla Hüsrev'in Usul-ü Fıkıh'ta İslami ilimlerin zirve kitabı olan, Mir'at El Usûl fi Şerhi Mirkat el Vüsûl adlı eserini baştan sona defalarca ders olarak okutmuş bir insan.

 Biliyorsun, Zeki Karakaya Hoca onun icazet almış talebelerinden.. Ali İpek Hoca talebesi.. Ali Bayram talebesi..Sadi Çöğenli-her ne kadar müzakere ettik dese de-bizatihi ben orada en az on kere dersi dinlerken görmüşüm.

Kırkıncı Hocam Belagat ilmiyle alakalı Muhtasar-ul Meani'yi baştan sona ders okutmuş bir âlim.

Ben Nasirüddin et Tusi'nin Et Tecrid adlı kitabını, Kadı Beydavi'nin Tavali-ül Envar adlı şerhiyle beraber satır satır Hocamla okudum. Onun Tecrid'in mukaddimesinde zikredilen mantık ilmi, münazara ilmi, özellikle de araz, cevher, ma'kulat ve benzeri meselelerdeki dehşetli izahlarını hiç unutmuyorum. Ben o derse hazırlanarak gidiyordum. Şerh-i Mevakıf ve Şerh-i Makasıd'ı okuyarak gidiyordum. Ama bir kısım meselelerde Hocam ezberden konuşuyordu. 

Kırkıncı Hocam öyle bir insan ki, bir kere merak etti, başladı El Fütuhat-ı Mekkiye'yi bir cildinin yarısına kadar kısmen de olsa beraber okuduk. Yine Elmalılı Hamdi Efendi'nin Hak Dini Kur'an Dili adlı eserini baştan sona müzakereli olarak okuduk. Böyle de mütalaayı sever.

Yine Kırkıncı Hocamla biz Sekkaki'nin meşhur Miftah'ul Ulûm adlı kitabının Mucizat-ı Kur'aniyye ile alakalı son kısmını okuduk. Biliyorsunuz orası çok ağır bir metindir. 

İster Tasavvuf, ister Kelam, ister Hadis, ister Tefsir, ister Fıkıh, ister Usul-i Fıkıh, ister Mantık, ister İlm-i Münazara, ister İlm-i Vadı, -hatta çok enteresandır- ister İlm-i Aruz olsun, hocam söz sahibidir. Ama Kırkıncı Hocam kendisini satmaz. Çok mütevazıdır. Bazen bir lise talebesinin ikazına "He öyle mi? Ben yanlış yapmışım" der.

Yazmaya gelince, Kırkıncı hocam notlarını Osmanlıca tutar. Kümbet'e çekilir, sabah namazından sonra onun te'lif saatidir. Ama tabii ki bazen ağır yazar. Yanında Vahdet ağabey vardır, Alaaddin Başar ağabey vardır, Şener ağabey vardır. Onlara; "gençler, benim ifadelerim ağır, zor anlaşılacak ifadeleri düzeltin. Ama ben kontrol edeyim" der. Bu da herkesin de yaptığı çok normal bir şey..

Mesela Cihadla alakalı ve Dar-ül Harp ile alakalı kitaplarını kaleme aldığında "Ahmed Efendi, ben bitirdim. Oku, tashih edilecek noktalar varsa bana getir" dedi. Okudum, bazı yerlerde "Hocam, keşke şu kelimeyi kullanmasaydınız" "burada şu kaynağı verseydiniz" dediğimde "Hay Ahmed Efendi, Allah razı olsun" dedi. Böyle de tevazu sahibi bir insandır.

Kırkıncı Hocam'ın diğer âlimlerden bir farkı da Risale-i Nur'a hemen hemen Türkiye'de en vakıf olan âlimlerden birisi olması.. Hatta bir numara..Bunun en büyük delili Hikmet Pırıltıları adlı eseri ile Kader Nedir kitabıdır. Çok kimse Kader ile ilgili kitap yazdı. Ama Hocamın yazdığı o 130 sayfalık küçük kitabını Kelam ilminin derinliklerine vâkıf olmayan hiç kimse yazamaz.

Onun Risale-i Nur'a vukufu noktasında birkaç hususu özetlemek gerekir;

Birincisi; bu hususta Üstadın duasını almıştır. Üstad; "Temsil yoluyla Risale-i Nur'u izaha Allah seni muvaffak edecek" demiştir. Ve etmiştir de..Bir misal vereyim; Allah rahmet eylesin, Zübeyir Gündüzalp ağabey, Üstadın vefatından sonra, Kırkıncı Hocamı bir süre beraber kalmak için Eskişehir'e davet ediyor. Beraber kaldıkları bir gün Zübeyir ağabey diyor ki; "Hocam, ben Kader risalesinin zeylinden 

فَلاَ تُزَكُّوا اَنْفُسَكُمْ

ayetini bir türlü anlayamıyorum. Nefsi tezkiye etmek ne demektir? Nefis zaten kötü. Bunu bir türlü anlayamıyorum" diyor. Hocamın cevap olarak verdiği misale ben hayranım yani. Bu Allah'ın bir lütfu ve üstadın duasının meyvesidir. Diyor ki; "Zübeyir ağabey, gübreyi bilirsin. Elma, armut ve şeftali ağacının dibine ne konulur? Gübre konulur. O gübre konulduğunda meyve nasıl olur? Müthiş bir terbiye olur. Şimdi, o gübre, elma ağacını veya domates ağacını mükemmel hale getirip geliştirdiği için, gübreyi ağzına alıp yiyemezsin. Kendisi pis ama neticesi çok güzel. Doğru, nefs emmare. Gübre gibi pis, ama onsuz da insan terakki etmiyor."

Nefsin neden insana verildiğine bundan daha güzel bir misal ben bilmiyorum. Yani insanlar içinden elmas ve kömür gibi olanları birbirinden ayıran, Ebubekirler ile Ebu Cehilleri birbirinden ayıran nefis. Gübre işte. Ama "madem öyledir, öyleyse nefsimi seveyim" yok. O zaman, bu gübreyi ağzına almaya benzer.

Ve ondan sonra Zübeyr ağabey kalkıyor, hocamın elini öpüyor; "Hocam, Allah senden razı olsun" diyor. (1)

Burada tabii Hocamla ilgili izah konusundaki tenkitlerin haklı bir tarafı da var. Ben açık konuşuyorum. Kendisine de defalarca söyledim. Hocamın yanında büyüyen, onun misalleriyle yetişen, Risale-i Nur'ları anlayan bazı insanlar, onu taklid etmeye çalışıyorlar. Bu neye benzer, bir hastabakıcı, yetmiş sene de bir dâhiliye cerrahının yanında hastabakıcılık yapsa, ameliyat yapamaz. İşte burada hata ediliyor. Adam dört sene, beş sene hocamın yanında kaldım diye başlıyor hocam gibi izah etmeye. Tabii Risale-i Nur'un ana mevzusunun ve temasının dışına çıkıyor. O zaman da tenkit geliyor; "Erzurum türü izahçılık" diyorlar. Bu tenkide katılıyorum. Çünkü Hocam gibi izah edebilmek için İslami ilimlere vâkıf olmak lazım. Risale-i Nur'a vâkıf olmak lazım.

Ben şimdi ikinci noktaya geleceğim. Yani Hocamın Risale-i Nur'a vukufunu anlatmaya çalışacağım. Kendisiyle yedi sene beraber olmuş bir insanım. Yanlış duymadınız, umumi derslerde okumak suretiyle bir buçuk defa külliyatı devretmişizdir. Sen bunu hayal edebiliyor musun? Her derste 2.5-3 sayfa okur. Bu haliyle yedi senede bir buçuk defa Külliyat devredilmiş. Hocam en az 10 defa Muhakemat'ı medrese talebelerine ders okutmuş, Münazarat'ı ders okutmuş.

Yani ben ilim ehli içinde Risale-i Nur'a vukuf nokta-i nazarından Hocamı geçecek bir İslam âlimi göremiyorum. Bu acı bir gerçek. Keşke on tane olsa. Hocam'a Allah uzun ömür versin, Cenab-ı Hak bunu ona ihsan etmiş. Risale-i Nur'a vukuf itibarıyla Hocamın satır satır defalarca okumadığı hiçbir risale yok.

Üçüncü bir nokta; Hocamın, Risale-i Nur'daki nuraniyyet sırrı, muvazene sırrı, kader meselesindeki tercih, tereccuh meselesi, Vacib-ül Vücud meselesi, Miraç meselesi, vs. bütün bunları İslami ilimlerdeki asıllarıyla da mukayese ederek okuma gibi bir özelliği var. Ben bunu mübalağa etmiyorum. Çünkü çok şahit oldum. Şimdi bu manada hem İslami ilimlerde zirvede olacak, hem böylesine Risale-i Nur'u okumuş ikinci bir âlim gösteremezsiniz.

Hocamın bir özelliği vardır, ezberi çok yoktur. Bu enteresandır. Yani mesela "Ahmed Efendi, hani üstadın şöyle bir sözü vardı, diye bir kelime söyler, hatırladın mı Ahmed Efendi" der. Çevresinde Risale-i Nur'un hafızları vardır, başta Vahdet Yılmaz ağabey, Himmet Uç, Trabzonlu Niyazi, Rizeli İbrahim(son ikisinin soy isimlerini hatırlayamadım) takır takır takır hemen ezberden söylerler. Ama bu ezberinde bir şey yok manasına değil. Hafızasını çok fazla kullanmaz, sadrî davranmaz, kitabî davranır. Gördüğüm manzara o.

-Hocam, felsefeye aşinalığına da değinebilir misiniz?

-Kırkıncı Hocamın diğer âlimlerden bir farkı da sadece felsefeye değil, felsefe tarihine de büyük vukufiyetidir.

Elmalılı Hamdi Yazır'ın Fransızcadan tercüme ettiği Metalip ve Mezahip adlı kitabı satır satır kısmen beraber okumuşuz. Böyle bir insan hocam. Çok enteresan bir zat. İsmail Fenni'nin o Felsefe lügatinin incelemediği ve altını çizmediği satırını ben hatırlamıyorum. Bu çok enteresan bir şey.

Bir de Felsefe konusunda eski âlimlerin, İbn-i Sina'nın Kitab'üş Şifasını, İmam Gazali'nin eserlerini, Muhyiddin Arabî'nin Füsus-ul Hikem'ini ders olarak okutmuş. Muhteşem bir alim yani..Bir adam boşu boşuna Kırkıncı Hoca olmuyor, kusura bakmayın. Buyurun, bir tane daha Kırkıncı Hoca çıkarın. Yok…

Bir enteresan şey daha söyleyeyim. İlahiyat fakültesi hocalarının felsefe ve akaidle alakalı doktora tezlerini mutlaka mütalaa ettirir. Ben şaşırıyordum. Açık konuşayım, Bir felsefe hocası Yunan felsefesini Hocam kadar bilmez. Ben hayret ediyordum, hocam satır satır mütalaa ediyor.(2)  

Çünkü Hocamın çoluk çocuğu yok. Sabahleyin erkenden Kümbet'e gelir. İki saat tedrisat sürüyor. Sonra öğleye kadar telif ve mütalaa saatidir. Öğleden sonra toplu dersler, sohbetler vesairedir.

-Hocam bir de Hocamızın hazır cevaplılığı çok meşhurdur değil mi?

-Tabii... Zaten benim de kısmen de olsa hazırcevaplılığımın mirası ondandır. Müthiş bir şeydir o. 1960'da Sivas kampına tutuklu olarak götürüldüğünde komutanlar tarafından şaşkınlıkla izlenmiştir.

Bir hatırasını anlatayım, Hocam diyor ki "1974'de Erzurum'da tutukladılar. İki ay içeride yattık. İstihbaratta şube müdürü olan adama dedim ki; "Sözler'i tutun, Mektubat'ı tutun da, şu Kastamonu ve Emirdağ Lahikasını salıverin."

Adam dedi ki; "Hoca, hoca..Bu iki kitapta dünyayı idare edecek idari ve hukuki sistem esaslarının bulunduğunun farkındayız. Asıl önemli olanlar bunlar" Adama dedim ki; "Senin Risale-i Nur'u okuman lazım." Daha ne diyeyim, adam meseleyi anlamış.."

Yine yetmişli yıllarda, siyasi çalkantıların olduğu o dönemde Kırkıncı Hocama bazıları gelip diyorlar ki; "Bak, Rasulullah(Sallalahu aleyhi ve sellem) kırk sayısını bulunca, ortaya çıkıp açıkça davasını ilan etmeye başladı. Eh, bizim Türkiye'de sayımız kırk bin, belki dört milyon."

Hocam cevaben; "Beş kuruşla dolu bir çuval, bir de kırk tane altın. Hangisi daha fazla? O beş kuruş dolu çuval bir tane altın bile etmez. O sahabelerden her biri bir Reşat altını. Ama bizler ise beş kuruş" diyor. Bu müthiş bir cevaptır.

Hocam hep böyle hazır cevaptır. Zaten Hikmet Pırıltıları da bunlarla doludur. Gerçekten çok hakim bir insandır..

-Üstadın talebeleriyle Kırkıncı Hocamın ilişkilerine dair bize bir iki şey anlatabilir misiniz hocam?

-Tabii Üstadın talebeleriyle Hocam arasındaki ilişkiler karşılıklı sevgi ve saygı doludur. Mesela Bayram ağabey Kırkıncı Hocama çok saygı ve hürmet ederdi. Muzaffer ağabey yine öyle. Sungur ağabey de yine öyle..

Bu konuda Sungur ağabeyin çok enteresan bir hatırasını anlatayım. Ali Uçar ağabey, Allah rahmet eylesin, nurun kahraman delikanlılarındandı. Ama mübarek, Kırkıncı Hocam'ın risaleleri izah etmesini bazen tenkit ederdi.

Sene zannederim 1987 veya 89..Bahçelievler'de bir meşveret var. Abdullah Yeğin ağabey, merhum Bayram ağabey orada.. Kırkıncı Hocam da orada. Ben bir iş için dışarı çıktım. Baktım Sungur ağabey de geliyor. İçeriden de Ali Uçar ağabeyin yüksek sesli bir dersi geliyor. Heyecanlı bir şekilde bir ders okuyor. Ama bu arada da hatıralarını anlatıyor.

Sungur ağabey, "Ahmed Hoca, benim yanımda bekle" dedi ve oradaki buzlu camın arkasında saklandı. Sungur ağabey öyledir, garip bir adamdır. O, Risale-i Nur'un termometresidir. Eğer siz Risale-i Nur'un düsturlarını aşarsanız, termometre patlar.

Sungur ağabey dinledi dinledi dinledi. Sonunda kapıyı hışımla açtı ve "Kırkıncı Hocamın ruhuna el Fatiha" diye gürledi. Herhalde cevabı anladınız. Yani Ali Uçar'a demek istedi ki; "Ulan keçeli, sen Kırkıncı Hocam'ın ilmi izahlarını tenkid ederken, hiç manasız hatıraları, hikâyeleri anlatıyorsun." Müthiş bir olaydır bu..Birden herkes buz kesildi tabii..Ondan sonra da Sungur ağabey kitabı Hocama verdi, "Hocam, seni dinliyoruz" dedi..

-Ali Uçar beyin de Risale-i Nur'a vukufu fazlamıydı?

-Tabii bir Hocamla filan kıyaslamak mümkün değil. Ama ezber manasında vâkıftı denilebilir.

Risale-i Nur'a vukuf farklı bir şey. Risale-i Nur İslami ilimlerin muhassalası olan bir eser. Dolayısıyla İslami ilimlerden habersiz bir insan için siz "Risale-i Nur'a tam vâkıf" derseniz, yanlış yaparsınız. İslam âlimi olması lazım. Bir tercih-tereccuh meselesine Ali Uçar merhumun çok vâkıf olabileceği kanaatinde değilim. Ama Risale-i Nur'un manasını anlama, bütün Külliyatı okuma, neyin nerede olduğunu bilme manasında müthiş birisidir. Risale-i Nur'un bülbülüydü. Allah rahmet eylesin..

-Risale-i Nur dairesinde Kırkıncı Hocam gibi risalelere de vâkıf, âlim olarak gördüğünüz kimler oldu? İsimlerle tasrih edebilir misiniz?

-Bu da çok acı bir gerçektir. Mesela Risale-i Nur dairesinde hoca olarak bilinen merhum Demirci Hocam vardır, Nusret Hocam, Abdurrahman Aras Hocam, Şahin Yılmaz Hocam vardır. Ali Sert Hocam vardır, o da çok kıymetli bir insandır. Mardin'de Molla Halil vardır, o da çok büyük bir âlimdir. Şimdi yeni yeni Diyarbakır'daki Molla Fevzi Hoca vardır, hakikaten âlim ve eserlere de vâkıf bir insandır. Başka zatlar da var. Hepsinin kendilerine göre ilmi yönü var. Ama ben hiçbirinin Hocamla kıyaslanacak durumda olduğu kanaatinde değilim.

Mesela Demirci Hocam hep "hocam" derdi. Beraber okumuşlar, ama Hocamın ilmi seviyesi çok ileridir. Bir de Demirci hocam ilmi tedrisatı vaizlikten sonra bırakmıştır. İlmi bıraktınız mı, ilim sizi sizden önce bırakır.

Şahin Yılmaz Hocam biraz farklı, o ilmini işletmiştir, talebe de yetiştirmiştir. Yani Molla Cami'yi filan okutmuştur. Ama hocamla kıyaslamak mümkün değil.

Şu anda Molla Fevzi'nin ilmini hocamla kıyaslayabilirsiniz, öyle bir âlimdir. Ama Risale-i Nur'a vukufunu asla..

Bir defa Hocam çok bahtiyarlıklara sahiptir. Üstadın duasına mazhar olmuş ve hayatını Risale-i Nur'un içinde geçirmiştir. Bir insan hocam gibi altmış yetmiş senesini Risale-i Nur'a vermeli ki, sen bana "Hocam gibisini göster" diyebilesin.

Allah rahmet eylesin, Selahaddin Kaplan Hocayı unuttuk. O da çok büyük bir allameydi. Ama Kırkıncı hocamdaki muhakeme, mukayese, tahlil çok ayrıdır. Kırkıncı Hocama Allah çok üstünlükler vermiş. Tabii yakından tanımayanların bunları bilmesi mümkün değildir. İnsanlar bilmediğinin düşmanıdır.

Buna bir misal olsun diye başımdan geçen bir hadiseyi anlatayım. Sene 1987 veya 88..Siyasal bilgiler fakültesinden bir grup talebe bana telefon etti. "Hocam, İlber Oltaylı diye bir hocamız var, Osmanlının çok aleyhinde konuşuyor. Ama liberal bir hoca. İsteyen varsa gelsin Osmanlı hakkında sınıfta tartışalım" diyor, dediler. O zamanlar İlber hoca şimdiki düşüncelerinde değildi, Osmanlı aleyhindeydi. Ama ağzı biraz bozuktur. Biraz rahat karşısındakine hakaret eder, alaya alır. Ben o talebelere "Ben hocanızla konuşamam. Zira ağır bir söz söyler, ben de karşılık veririm, yanlış olur. Benden yaşlı bir insan" dedim.

Bir hafta boyunca o talebeler, cemaatler uğraştılar, dediler ki; "Hocam, bizi perişan ediyor, kimi getirirseniz getirin" diyor. Sonunda bir gün gittim ben. Siyasal bilgiler fakültesindeki odasına girdim. Bir sinek girmiş gibi zannetti, beni hiç adam yerine koymadı. Zaten o sıralar genç bir doçentim. Oturdum. Masasının üzerinde kanunnamelerin fotokopileri var. Hemen anladım, Kırım Kanunnamesidir. İlber Hoca aslen Kırımlıdır, Tatardır.

Ben de Kırım kanunnamelerini iki üç hafta önce yayına hazırlamıştım. Yani oraları su gibi biliyorum. Ağır bir metindir o. Benim de isimlerde çok hatalarım olmuş olabilir. Kırım'daki isimleri nereden bileyim, Tatarca, Rusça vesaire.. vesaire..

Hoca bana şöyle üstten bir baktı, "Osmanlıca da biliyor musun bari?" dedi. "Eh hocam, biraz biliyorum" dedim. "Bunu okur musun" dedi. "Tabii okurum hocam" dedim. "Gel bakalım buraya" dedi. "Yok hocam, ben buradan da okurum" dedim. Tabii ben okuyunca, "sen bunu ezberlemişsin" dedi. "Hayır hocam, ezberlemişsin ne demek? Ben Osmanlı kanunnamelerini hazırlıyorum. Bunun da yayınını bitirdim, hazırladım" dedim.

"Ya hoca, hakkını helal et, bir çay içelim" filan dedi. İki saat büyük bir kalabalığın huzurunda tartıştık. Hoca mağlup oldu. Sonunda; "Akgündüz hoca, bizim nesil bütün kapılar kendisine açık ama atalet ve batalet içinde uyuyoruz. Sizin nesil ise, bütün kapılar kendisine kapalı. Ama söke söke geliyorsunuz" dedi. Bu İlber beyin takdirkâr ifadesidir ve zaten ilim adamına yakışan da budur. 

İşte böyle, kişi bilmediğinin düşmanı.. Kırkıncı Hocam için de durum budur. Risale-i Nur'la çok meşgul olduğu için adam "ne ilmi ya, hoca diyorlar işte" diyor. Ama işte yakından tanıyacaksın. 

-Hocam, merhum Sadreddin Yüksel Hoca'nın ilmi seviyesi hakkında da kanaatlerinizi alabilir miyiz?

- Eserlerinden ve özellikle İşarat'ül İ'caz'a yazdığı meşhur mukaddime'den görebildiğim kadarıyla benim şahsi kanaatim, Sadreddin Yüksel Hoca şark medreselerinin yetiştirdiği nadir allamelerdendir. Sadece fıkıhta değil, tefsirde, hadiste, usulde, akaidde, kelamda vs otoritedir.

Keşke hocam kadar Risale-i Nur'a vâkıf olsaydı..O zaman Hocamı çok geçerdi. İşte hocamın o üstünlüğü çok âlimde yok. Hocamı büyük kılan, İslami ilimlerdeki icazeti ve ilmi vukufu ile beraber, Risale-i Nur'a vâkıf olmasıdır.

Tabii Sadreddin Hocam öyle değil. Evet, Risale-i Nur'u okumuş, ama tamamıyla ihata edememiş.

Muhterem kardeşim, İşarat'ül İ'caz'a öyle bir mukaddime yazmış ki, Kur'an'a yemin ederek söylüyorum, mesela bir Iraklı Profesör Muhsin Abdülhamid de İşarat'ül İ'caz hakkında bir yazı kaleme almış. Birisine üniversite birinci sınıf talebesinin yazısı dersiniz, öbürüne üniversite profesörünün yazısı dersiniz. Muhsin Abdülhamid'le Molla Sadreddin arasındaki fark budur. Molla Sadreddin bir üniversite profesörü gibi konuşuyor, öteki üniversitenin birinci sınıfındaki çalışkan bir talebe gibi konuşuyor. Herhalde bu misal, ilmi derinliğine yeterlidir.

Merhum, müfrit bir zekâya sahipti. Zaten o kadar genç yaşta takdirlerle icazet almış ki..Ben Sadreddin Hocam için "keşke ömrünü Kırkıncı Hocam gibi İslami ilimlerle beraber Risale-i Nur'a verseydi" diyorum.

-Görüşmeniz oldu mu hiç?

-Bir kere..Fatih camiine gelmişti. Orada elini öptüm. Onun haricinde o da beni tanımaz, ben de onu yakından tanımazdım. Ama benim için İşarat'ül İ'caz'a yazdığı o mukaddime ilmini göstermeye kâfidir. Çünkü Bediüzzaman Hazretleri İşarat'ül İ'caz'da çok enteresan bir tespit yapıyor. "Bazen olur ki, iki adamın söyledikleri bir söz, bir kelâm mütefavit olur; birisinin cehline sathîliğine, ötekisinin ilmine meharetine delalet eder" diyor.(İşarat-ül İ'caz s: 111 )

İşte Sadreddin Hoca'nın o üç-dört sayfalık mukaddimesi onun ilimdeki zirvesine işaret ediyor. Bana "İşarat-ül İ'caz'ı ve Kızıl İcaz'ı o seviyede anlayabilecek insan gösterebilir misiniz" dersen, derim ki, çok zor..(3)

Mesela biz Kızıl İcaz'da Hocamla bayağı gayret gösterdik ama o da bazı yerlerde zorluk çekiyordu. Tabii Kızıl İcaz çok zor..(4)

-Kırkıncı Hocamız da Sadreddin Hoca'yı takdir eder miydi?

-Tabii… Sadreddin Hoca gibi bir allameyi takdir etmez olur mu?

-Herhalde 70'li yıllardan itibaren Sadreddin Hoca daha sert bir söylem içerisine girdi.

-Evet. Sadreddin Hoca o sıralar biraz ifrat noktalara girdi. Bunun en güzel örneği Dar'ül Harp meselesidir. "Türkiye Dar-ı Harptir, burada Cuma namazı kılınmaz" dedi. Hâlbuki Üstad, Mektubat'ta açıkça "Çünkü ecnebi diyarına, lisan-ı şeriatta "Dâr-ı Harb" denilir. Dâr-ı Harbde çok şeylere cevaz olabilir ki, "Diyar-ı İslâm"da mesağ olamaz."(Mektubat –s:433 ) diyerek, Türkiye'nin Dar-ı Harp olmadığını söylüyor.

Şunu ifade edeyim, eğer ben Risale-i Nur'u okumasaydım, Batı'nın yaptığı zulümler karşısında ancak Üsame bin Ladin'in genel başkan yardımcısı olurdum. Ama Risale-i Nur bize istikamet ve tarik-i vasatı talim etti. İtidal tavsiye etti. Bize İslam'ın siyaset-i âliyesini öğretti.

Benim şahsi kanaatim, Sadreddin Hocam o noktada Kırkıncı Hocama göre mahrum vaziyette.

-Hocam çok teşekkür ederiz. Benim için çok istifadeli bir söyleşi oldu. Allah razı olsun.

-Ben teşekkür ederim. Seninle konuşurken rahatlıyorum aziz kardeşim. Allah cümlemizden razı olsun.

Dipnotlar:

(1)Zübeyir ağabeyin bir başka teveccühünü muhterem Ömer Çiçek beyefendi şöyle anlatmaktadır; "Bir gün İsa (a.s) ve mehdi mevzuunda okunan derste Zübeyir Ağabey "dinin emirleri arasında tenakuz yoktur ve olamaz bundan dolayı ahir zamanda gelecek İsa ve mehdi meseleleri hakkında beşaretler, teşbihler, teviller ve izahlar bazılarınca kanun-u adetullah'a uymayan tarzda yapılıyor. Risale-i Nur'dan istifade ile onun ölçülerinde, doğrusunu geniş bir şekilde Kırkıncı hoca iyi yazar ve yazmalı ki ümmetin kafa karışıklığı gitsin ve gidermeli" dedi.(Salih Okur)

(2)Muhterem Kırkıncı Hocaefendi'nin 1960'da Sivas'ta tutuklu olduğu sıralar, askeri hakim ile arasında geçen bir muhaveresi Akgündüz hocamızın hükmünü teyid eder. Hatıratından naklediyoruz; "İçeri girdiğimde, askerî hâkim bana hitaben; "Yahu siz nasıl Hocasınız? Bakın papazlar iki fakülte bitiriyorlar. Siz ise memlekette ihtilâl yapmaya teşebbüs etmiş bir adamın peşinden gidiyorsunuz." dedi. Baktım Şeyh Said ile Üstadımızı karıştırıyor. Dedim ki: "Siz papazları ileri sürüyorsunuz, ama onlar hâlâ bir insana ulûhiyet isnad ediyorlar. Ben gençliğimden beri ilim tahsil ediyorum. Eski Yunan'dan bu yana bütün filozofları okumuşum."

(3) Merhum Sadreddin Hoca'nın Kızıl İcaz'a yazdığı şerh, oğlu Müfid Yüksel Bey tarafından yayına hazırlanmaktadır.(Salih Okur)

(4) Üstad da Kastamonu Lahikasında bu şaheser için şöyle diyor; "Hem Eski Said'in ilm-i mantık noktasında bir şaheser hükmünde bulunan gayr-ı matbu' Ta'likat'tan süzülen i'cazlı bir îcaz-ı hârikada, müdakkik ulemaları hayret ve tahsinle dikkate sevk eden, matbu' "Kızıl Îcaz" namındaki risale-i mantıkıye Risale-i Nur'la bağlanmasına ve şakirdlerinin âlimler kısmının nazarına göstermek lâyık gördüm. Fakat çok derindir. Bugünlerde Feyzi'ye bir parça ders verdim. Belki bir zaman Feyzi kendisi, başkasının da anlaması için dersini Türkçe kaleme alacak. (Kastamonu Lahikası s:140 )

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Bahadır, 2011-09-20 23:50:44

Kırkıncı hoca gözümde bir kere daha büyüdü.. Tevazuda öyle zirve bir insan ki, bazen bizim de gözümüz körelebiliyor ve o devasa kamete layık olduğu nazarla bakamıyoruz.. "Risale-i Nur bize istikamet ve tarik-i vasatı talim etti" değerlendirmesi de çok latif.. Allah razı olsun Salih.. bu röportaj bir gazetede yayınlansa sürmanşet olurdu.. tıpkı yaptığın diğer röportajlar gibi.. Allah'a emanet ol..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Mehmet Gürler, 2011-09-07 08:33:53

Kendilerini medya programlarından tanıdığımız değerli ilim adamı Prof. Dr. Ahmet Akgündüz beyefendiyi “cevaplar” sitesindeki bu kıymetli röportaj ile daha yakından tanıma fırsatını elde ettik. Tatlı bir söyleşi olarak çok beğendik ve bilgilendik… Hem çok değerli âlim M.Kırkıncı Hocamız hakkında ve hem de o büyük insanın talebesi, genç ilim ve fikir adamı, saygıdeğer A. Akgündüz hakkında bilmediğimiz pek çok şey olduğunu bu röportaj sayesinde öğrendik… Muhterem Profesör Akgündüz Hoca’nın olay ve şahıslara objektif bakışı ve dobracı ifadeleri, sadece gerçeğin tam anlaşılmasına hizmet eder. Asla kimseyi küstürüp incitmez kanaatındayım. Akgündüz burada “hakkın hatırı âlidir; hiçbir hatıra feda edilmez.”i uygulamaktadır, o kadar. Şahıslarla bir alıp-veremediği olamaz. Sonra meselelerin doğru bilinmesi ve değerlendirilmesi, yanlış mecralara kaydırılmaması için böylesi açık ve net konuşmalara ihtiyaç olduğuna inanırım. Bu durum, ilim adamı olmanın bir gereğidir de… Doğrunun doğru anlaşılması ve tarihe mâl olmuş bazı yanlışların tekerrür etmemesi için “ibret alınması” gerekmektedir. Çünkü ibret alınmazsa “yanlış” her zaman tekrarlanacaktır. Bazı şeylerin açıklanması ise, ibret alınmasına yardımcı olur. Gizlenmesi ise, yeni yanlışların devamına kapı açabilir. İşte bütün bu sebeplerden dolayı, Prof. Akgündüz Hocamızın anlattıklarını ifrat ve tefritten uzak “gerçekçi” yaklaşımlar olarak çok takdir ettiğimi memnuniyetle ifade ederken, bu röportajın taraflarından Allah razı olsun derim.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Mehmet ışık, 2011-09-05 15:39:20

\\\\\\\\\\\\\\\"...BU ZAMAN KADAR, HİÇ BİR ZAMAN,DİN ÂLİMLERİNİN İTTİFAKINA VE MÜNAKAŞA ETMEMESİNE MUHTAÇ OLMAMIŞ...\\\\\\\\\\\\\\\"BU KANAATİ PAYLAŞTIĞIMDAN DOLAYI ,ÇOK DEĞER VERDİĞİM AHMET HOCAMIN BU RÖPORTAJDAKİ KİŞİLERİ İLGİLENDİREN GÖRÜŞLERİNİN VE BİRBİRİYLE KIYASLAMALARININ HÜSUSİ SOHBET KAPSAMINDA KALMASINI BEKLERDİM...YILDIZLARIN HER BİRİ KENDİ KONUMUNDA BİRER KIYMETTİRLER. BİZE KOYBOLDUĞUMUZDA YÖN GÖSTERİRLER. BAZEN BÜYÜK YILDIZLARA ULAŞAMADIĞIMIZDAN MÜTEVAZİ OLANLARIYLA NURLANIRIZ. SAYGILARIMLA DUALARINIZI BEKLERİM. MEHMET IŞIK

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

Soru: Üstad’ın Risaleler hakkında Kur’ân’dan bazı işaretler çıkartması da çokça ten

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

Soru: Ebced ve cifir İslam ulemasınca reddedilmişken Said Nursi neden bunlarla meşgul oldu? Met

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

Soru: Hocam, Bediüzzaman’ın eserleri medrese okuyanlara neler kazandıyor, avam için yazılmı

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

Soru: Bir zat; “Bir şey söyleyeyim, kimse kızıp darılmasın, Zahid El Kevserî’nin yanında

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

Soru: Risale-i Nurları bugün bir kişi sıfırdan telif etmek istese gerek Arabi gerek Türkçe ol

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

Soru: Bir araştırmacı diyor ki; “Öyle anlaşılıyor ki, Bediuzzaman‟ın hayatı incelendiğ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

Soru:-Bediüzzaman’ın eserleri geçen asrın pozitivist felsefesinin getirdiği sorulara cevap de

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

Soru: Bana yazdırıldı ne demektir? Bu Risaleleri kutsallaştırmak olmaz mı? Metin Yiğit: Bana

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

Prof. Dr. Metin Yiğit Hocamız Üstad Bediüzzaman etrafında zaman zaman tenkit konusu yapılan 12

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli âlim Niyazi Beki Hocaefendi ile yaptığımız ‘san

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

-İzninizle başka bir soruya geçmek istiyorum. Bir yerde üstad şöyle diyor; “ey uykuda iken k

Sizi topraktan yarattık; oraya döndüreceğiz ve oradan tekrar sizi çıkaracağız.

Tâ Hâ, 55

GÜNÜN HADİSİ

Evlad ve Akrabalara İyilik

"Bir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha üstün bir miras bırakamaz" [Tirmizi, Birr 33, (1953)]

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI