SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE SELEF AKİDESİ VE SELEFİLİK ÜZERİNE MÜLAKATIMIZ-1

Selef mezhebi nedir? “Ben selef mezhebindenim” diyen insanlarla karşılaşıyoruz. Selefilik ne demektir? Bunları açıklamanızı rica ediyoruz.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2011-05-14 13:03:27

Kıymetli ziyaretçilerimiz, yeni bir söyleşimizi daha hizmetinize sunuyoruz. Değerli âlimlerimizden Muhammed Salih Ekinci Hocaefendi ile yaptığımız bu dördüncü mülakat oluyor. Cuma günü hocamızın nazarından geçen bu mülakatımız bu gün istifadenize arz ediliyor.

Hocaefendi ile, hakkında olur olmaz herkesin bir şeyler söylediği selef akidesinin ne olduğundan, Selefilik yorumlarına, İbn-i Teymiyye ekolünden, Vehhabilik akımına kadar birçok meseleyi konuştuk. İfrat ve tefritten uzak bir bakışına sahip olan Seyda Salih Efendi konulara vukufiyetiyle her zaman olduğu gibi ufkumuzu açtı. Cenab-ı Hak kendilerinden hoşnud ve razı olsun. Saygılarımla. Salih Okur/cevaplar.org

-Selef mezhebi nedir? "Ben selef mezhebindenim" diyen insanlarla karşılaşıyoruz. Selefilik ne demektir? Bunları açıklamanızı rica ediyoruz.

-Aslında bu sual, sorulacak bir sual değildir. Çünkü Selef, selef-i salihindir. Selef-i Salihinin de mezhepleri bellidir. "Selef" kelimesinin asıl manasına baktığımızda böyle bir soru, tuhaf bir sorudur.

Ama hal-i hazır durum itibarıyla insanların gruplaşması ve bazı insanların "biz selef mezhebindeniz" diye iddia etmesi bu soruyu sormayı zaruret haline getirmiştir. Çünkü ahval karışmıştır. Herkes selef mezhebinden olduğunu iddia etmektedir. Bunların hangisi doğrudur, hangisi doğru değildir? Bu mesele, böyle bir soruyu karşımıza çıkarmaktadır. Yoksa böyle bir soru abestir.

Cevaba geçmeden önce şunu açıklamak istiyorum ki, geçen sene "Ebul Hasan Eş'ari akidesi" hakkında Mısır'daki Ezher Üniversitesi, Uluslarası âlimleri buluşturan bir toplantı tertip etmişti. İslam âleminden yaklaşık 300 tane âlim toplantıya davet edilmişti. Bizi de konuşmacı olarak davet etmişler ve konu olarak şunu tensip etmişlerdi; "Akidetü'l İmam Eş'ari eyne hiye min Akaid-i Selef"(İmam Eş'ari'nin akidesi Selef Akidesinin neresindedir?)

Zaten toplantının mihveri bu mevzu idi. Diğer mevzular bunun etrafında idiler. Onlar bizden bir yazı istemişlerdi. Cenab-ı Hak muvaffak etti, bir kitap hazırladık. Hatta bu onların da tuhafına gitti. Şeyh'ül Ezher dedi ki, "Biz bir bahis istedik. O bize bir kitap getirdi." Elhamdülillah o kitap da çok makbule geçti, çok takdir edildi.

Kitabın öncelikli konusu selef akidesinin ne olduğu idi. Zira bu husus bilinmeden İmam Eş'ari'nin akidesinin ne olduğu da anlaşılmazdı. Onun için kitapta etraflıca Selef akidesinin ne olduğunu açıkladık.

Selef akidesini asıl kaynaklardan aldık. Selefi ve selef akidesini temsil edenler kimlerdir? Üç Kurundaki(Asr-ı saadetle beraber üç asırdaki) Ehl-i Sünnetin büyük âlimleri, büyük müçtehidleridir. Tabii en başta Sahabe-i Kiram geliyor. Sonra tabiin, sonra Tebe-i tabiin..En belirgin olarak dört imam(Ebu Hanife, Şafii, Malik ve Ahmed bin Hanbel) ve dört imamın akidesini yazan insanlar geliyor. Bu zatlar selef akidesini temsil ediyorlar ve onların yazdıkları da selef akidesini temsil eden kitaplar sayılıyor.

Bundan dolayı, selef akidesinin ne olduğunu tespit etmemiz için İmam Ebu Hanife'nin Fıkh'ul Ekber'inden alıntı yaptık. Tabii İmam Ebu Hanife'nin Fıkh-ı Ekber'ini bizzat kendisinin mi yazdığı yoksa sonradan mı yazıldığı tartışmalı bir husustur. Ama alaküllihal sonradan yazılmış ise de, İmam Ebu Hanife'nin akidesinin doğru olarak orada yazılı olduğu herkesin kabul ettiği bir meseledir. Bizim için de önemli olan odur.

Sonra İmam Ahmed bin Hanbel'in görüşlerini kendi eserlerinden aldık. Er Red alel Cehmiyye ve özellikle akaidle alakalı yazdığı bir eseri var, ondan malumat aldık. Bir de Hanefi âlimi İmam Tahavi'nin Akidetü Tahaviye adlı eseri var. Tahaviye, bütün Ehl-i Sünnetin kabul ettiği bir kitaptır. Ondan da aldık. Kendisi bu kitabın başında bu kitapta yazdığı akidenin İmam Ebu Hanife ve İmameyn(İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) akidesi olduğunu açıkça ifade etmiştir. Bu zatların ise selef akidesi imamlarının önde gelenlerinden olduğu herkesin malumudur.

Sonra İmam Ebu Hasan Eş'ari'den de aldık. Ve onun akidesinin ne olduğunu kitaplarından topladık. İmam Ebul Hasan Eş'ari'den aldığımız yerlerle, selefi salihinin yukarıda bahsettiğimiz yerlerdeki görüşlerini karşılaştırdık.

Böylece hem selef akidesinin ne olduğunu tespit ettik. Hem de İmam Eşari'nin akidesinin selef akidesinin neresinde olduğu bu kitabımızda tamamıyla tespit edildi. Bu kitapta şöyle bir karar verdik –ki itiraz eden de olmadı-İmam Ebul Hasan Eş'ari'nin akidesi tamamen selef akidesinin kendisidir. Bir muhalefet yoktur.

Ama burada şöyle önemli bir nokta var; İnsanlar öyle zannediyorlar ki, selef âlimleri akideyle ilgili tüm meselelerde müttefik idiler. Bak, "akide" demiyorum. "Akideyle ilgili meseleler" diyorum. Selef, akidede bir idiler. Ama akidenin aslına taalluk etmeyen birçok meselede ihtilaf etmişlerdir.

Peki, "selef akidesi" nedir? Bu zatların ittifak ettiği ana meselelerdir. Ama ihtilaf ettikleri meselelere biz "selef akidesi" demiyoruz, "selefin mezhepleri veya görüşleri" diyoruz. Mesela meşhur "tevil" meselesi. "Selef te'vil etmemiştir, halef tevil etmiştir" deniyor. Bu yanlış bir sözdür. Selefin çoğu te'vil etmemiştir. Ama seleften sahabeden başlayıp İmam Ahmed bin Hanbel'e gelinceye kadar birçokları nassları tevil etmiştir. İmam Ahmed bin Hanbel'in kendisi dahi bir kısım meseleleri tevil etmiştir. Yani tefvid(müteşabih nassları te'vil etmeme) selefin cumhurunun mezhebi olduğu gibi, te'vil de seleften bir gurubun mezhebidir. Her ikisi de akidenin ana meseleleri içinde değildir. Bu, selef arasında ihtilaflı, fer'i bir meseledir.

Bir de istidlal(delil getirme) konusu vardır. Selef, akidede ihtilaf etmemişlerdir. Ama akide üzerinde istidlal etme konusunda ihtilaf etmişlerdir. Çünkü Ehl-i Sünnet olan selef iki gurup idi;

1-Ehl-i eser

2-Ehl-i nazar

Birincisi, tamamen nakillere bağlı, yani akli delillere önem vermeyen, bahusus kelam ilminden huzursuz olan, insanları ondan tenfir ettiren bir guruptu. Bunlara ehl-i eser denilir.

-Ehl-i hadis de deniliyor değil mi?

-Evet, Ehl-i hadis de deniliyor.

Ehl-i nazar ise, ehl-i bid'at fırkalara ve gayr-i müslimlere karşı mücadele eden guruptur. Ehl-i eser o fırkalara karşı pek fazla mücadele vermemiştir ve verememiştir. Ehl-i nazar gurubu ise, Ehl-i Sünnet akidesini hem akli hem de nakli delillerle ispatlamışlar, öte yandan da ehl-i bidat fırkalara ve gayr-i müslimlere cevaplar yazmışlar, onların hücumlarını def etmişler, reddiyeler yazmışlar ve bu husustaki ihtisaslarıyla üstünlük kazanmışlardı.

Ehl-i hadis akide üzerine delil getirirken genelde nasslarla iktifa etmişler ve "Bu böyledir. Zira Cenab-ı Hak böyle demiştir. Peygamber (aleyhisalatu vesselam) şöyle demiştir" demekle yetinmişlerdir.

Ehl-i nazar ise, nakli deliller yanında akli deliller üzerinde durmuşlar ve onlardan deliller getirmişlerdir. Bazı meselelerde felsefi delillere de yer vermişlerdir. Bunun sebebi, karşılarındaki insanların felsefe ile uğraşmasaydı. Onlar felsefeyi İslam'a karşı kullanıyorlardı. Felsefeyi kullanarak müminlerin akidesine şüpheler getiriyorlardı. Onun için Ehl-i Nazar dediğimiz gurup da felsefe ile meşgul olmaya, felsefenin istidlal metod ve üsluplarını öğrenmeye mecbur olmuşlar, onların delilleri nevinden deliller getirerek yine onlara cevap vermişlerdir. Böyle yapmasalar onları ilzam edemezlerdi. Böylece onlar felsefeye girmeyi kendilerini mecbur bilmişlerdir.

Bak, burada ihtilaf nerede oldu? İstidlal konusunda oldu. Ehl-i hadis nüsus(nasslar; ayet ve hadis) ile iktifa ediyor veya icma ile iktifa ediyordu. Çünkü akidenin kaynağı Kitaptır, Sünnettir, İcma'dır. Başka yoktur. Bu meselede Kıyas diye bir şey yoktur, Maslahat diye bir şey yoktur. Veya Mesalih-i Mürsele diye bir şey yoktur. Sadece Kitap, Sünnet vardır. İcma varsa da, zayıftır. Asıl olan ise Kitaptır.

Niçin " Akide konusunda asıl olan Kitaptır" diyoruz? Çünkü Cenab-ı Hak İslam akidesini tamamen Kur'an-ı Kerim'de açıklamıştır. Hem çok tekrarlamış, hem de akli delillerle birlikte beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim akideyi beyan ederken akli delillerle birlikte, karşı tarafı tamamen tatmin edecek, kafasını ikna edecek, rahatlatacak delillerle birlikte beyan etmiştir. Böylece akidenin yüzde doksan dokuzunu Cenab-ı Hak beyan etmiştir. Bundan dolayı esas olan Kitaptır.

Sünnet de delildir. Hatta haber-i vahid de akidede delildir. Kelamcıların meşhur bir sözü vardır ki kitaplarında dolaşıyor; "haber-i vahid akidede delil değildir" derler. Bu söz yanlış anlaşılıyor. Zannediliyor ki haber-i vahid'in akidede hiçbir değeri yoktur. Hâlbuki mütekellimler bu sözle bunu kastetmemişlerdir.

Peki, neyi kastetmişlerdir? Kastettikleri şudur; haber-i vahid zanni olduğundan dolayı, yakini ifade etmediğinden dolayı kesin bir delil değildir. Yani ona muhalefet edenin, kabul etmeyenin kâfir olduğu delil gibi bir delil değildir.

Ama delildir. Nasıl delildir? Yecibu itikadu muktedahu; İktiza ettiği şeye inanmak vaciptir. İnanmayan insan günahkâr, bidatçi oluyor. Yani delildir, ama muhalefeti küfrü gerektiren bir delil, bir hüccet değildir.

-Mesela şöyle diyor bazıları; "Mehdi ile ilgili haberler haber-i ahad olduğundan, Mehdi'nin çıkacağına inanmak vacip değildir."

- Vaciptir. Delilleri kuvvetlidir. Ama bir insan Mehdi'nin çıkacağına inanmasa kâfir olmaz. Yoksa bazı Profesörlerin zannettiği gibi hiçbir değeri olmayan bir mesele demek değildir.

 Hâlbuki Kelamcılar birçok yerde haber-i vahid ile istidlal ediyorlar. Bahusus ölümden sonraki âlemle alakalı meselelerde ve başka meselelerde haber-i vahidi çok kullanıyorlar. Hiçbir değeri olmasa neden kullansınlar?

-Mesela Kabir azabına dair rivayetler gibi..

-Tabii tabii.. Çok kullanıyorlar. Ki, Taftezani açıkça Şerh-ül Makasıd'da bu durumu dile getiriyor ve haber-i vahid için "Haber-i vahid sahih olduktan, muarızı olmadıktan sonra ona inanmayan günahkâr olur" diyor.

Nasıl ki akidede Kitap delildir, haber-i mütevatir delildir, öyle de sabit olduktan sonra haber-i vahid de akidede delildir, ama zanni bir delildir. Yani onu kabul etmeyen bidatçı ve fasık olur.

Selef-i Salihin akidelerine baktığımız zaman bunu açıkça beyan ediyorlar. Hususan Ebul Hasan el Eşari her kitabında bunu açıklamıştır. "Nerede sünnet-i sahih varsa biz onu delil kabul ediyoruz. Ona göre inanıyoruz" diyor. İbane'nin Mukaddimesinde, Makalat-ı İslamiyyin'de, Ehl-i Sünnetin akidesini beyan ederken bunu açıklıyor. Bunu birçok kitaplarında hem de tekrarlayarak söylüyor.

Ama her hüccetin değeri hüccetin kuvveti ne kadarsa o kadar oluyor. Hücceti katiyse o kati delil oluyor: Kitap ve mütevatir haber gibi. Bunu inkâr eden kâfir oluyor. Mütevatirin de iki kısmı vardır:

 

Birincisi tevatürü'l-esânid ile geliyor. Genelde ilmi ıstılahlarda söylendiğinde o kastedilir. Tevatürü'l-esanidin ise herkes mütevatir olduğunu bilmiyor. Bunu büyük muhaddisler bilir. Biz ise filan hadis mütevatirdir sözünü taklit ederek söylüyoruz.. Hatta her muhaddis de bunu yapamaz. Niçin? Çünkü İbn Hacer el-Askalânî'nin dediği gibi "وذلك نشأ من قلة اطلاعهم على كثرة الأسانيد ومعرفة الرجال وصفاتهم

 

"Bazı büyük muhaddisler de o kadar vakıf olamamışlar. Yani bu tevatürü'l-esanid meselesi halkın veya her alimin bileceği bir şey değildir. Yani çok büyük muhaddisler bunu tespit ederler, onların haricindeki insanlar ise hep bu konuda mukallittirler. Bundan dolayı bizim kanaatimiz şudur ki, tevatürü'l-esenîdle sabit olan hadislerin muktazalarını inkâr etmek küfürdür demiyoruz bidattir diyoruz. Çünkü biz de tevatür sabit değildir, biz mukallidiz. Evvelki İslam alimleri bu tekfir meselesinde çok titiz davranmışlar, tekfir etmemeye çalışmışlar.

 

İkinci mütevatir ise tevâtüru't-tabakât yoluyla gelmiştir. Yani Kur'an-ı Kerim nasıl bize ulaşmıştır, kesindir biz tartışmıyoruz, hüccet olduğunu hiç kimse tartışmıyor, çünkü bize tevâtüru't-tabakât yoluyla ulaşmıştır.

Nasıl ki Kur'an-ı Kerim bu yolla bize ulaşmışsa, zaruriyyât-ı diniyyenin tümü bu yolla bize ulaşmıştır. Kitapla veya da sünnetle tafsilatlı müstakil deliller ayrıdır, bu delil ise kitaptan daha kuvvetlidir, sünnetten daha kuvvetlidir, sünnet-i mütevatirden de daha kuvvetlidir. Çünkü Kuran-ı Kerim'in kendisi bu yolla sabit olmuştur. Bu aynı Kur'an-ı Kerim'in sabit olduğu yoldan İslam zaruriyyatları ve birçok ahkâmı –ki sünnet-i amelîde derler veya da tevâtüru't-tabakât veya tevâtüru'l 'âmme " denilir- bu yolla sabit olmuştur. Bundan dolayı bu yolla sabit olan şeylerin inkârı küfürdür diyoruz.

Tevatürül esanid yoluyla gelen hükümlerin inkârı küfürdür demiyoruz ama tabakât yoluyla sabit olan hükümlerin inkârı küfürdür diyoruz. Nasıl Kur'an-ı Kerim'in inkârı küfürdür, aynı bu da Kur'an-ı Kerim'in sabit olduğu yoldan sabit olmuştur. Aynı onun gibi. Çünkü kesin bu durumun dinden olduğunu biliyoruz.

Bazı insanlar çıkıyorlar Kur'an-ı Kerim'de namaz beş vakit olarak yoktur. Tamam, açıkça yoktur ama Kur'an-ı Kerim'in bize sabit olduğu aynı yoldan namazın da beş vakit olduğu sabit olmuştur. Siz bunu inkar ederseniz o zaman Kur'an-ı Kerim'i de inkar etmiş olursunuz; çünkü ikisi de aynı yoldan sabit olmuştur.

Eğer haber-i ahad ise o zanni bir delil oluyor ve onu kabul eden kâfir olmuyor. Zira onda inkâr eden hatayı ravilere nispet ediyor. Peygambere nispet etmiyor. Bundan dolayı onu tekfir edemiyoruz.

Ama haber-i ahadi hadis olarak kabul ederse, Rasulullah'ın(aleyhisalatu vesselam) sözü olduğunu kabul ettiği halde inkâr ederse kâfir oluyor. Yani o hadisi bir muarızı olmadan veya tevili olmadan inkâr ederse kâfir oluyor. Ama bir muarızdan veya bir tevilden dolayı kabul etmiyorsa bid'a ehlinden oluyor. Ama ilmi bir muarız varsa ve ondan dolayı kabul etmiyorsa teb'di edilmez.(bidat ehli olmakla suçlanmaz)

Ama tevil meselesine gelince, selef bu hadisi hiç tevil etmeden zahirine göre kabul ettiği halde o kalkıp muarızı olmadığı tevil ile kabul etmiyorsa bidata giriyor.

Şimdi meselemize dönersek, Selef akidede müttefiktirler. Ama bazı itikadi meselelerde ihtilaf etmişler. İkincisi de istidlal(akidevi meseleler üzerine delil getirme) metodunda ihtilaf etmişlerdir.

Ehl-i Hadis akli delilleri önemsememişler, sadece şer'i delillerle iktifa etmişler. Akli deliller getirmişlerse de, zaruri olduğu zaman ve çok zayıf bir şekilde getirmişlerdir. Ama öbür taraf ise, hem nakli deliller, hem de nakli deliller getirmişler ve akli delillere ehemmiyet vermişler. Bahusus kelami ve felsefi delillere çok ehemmiyet vermişlerdir. Ehl-i hadis, kelama ve felsefeye girmeyi bidat saymışlar. Ehl-i nazar ise bunu zaruri görmüşlerdir. " böyle olmasa biz Felsefecileri, Mutezileleri red edemiyoruz. Çünkü ancak onların dili ile onları red edebiliriz" demişlerdir.

Hususan gayr-i müslimleri akli delillerle mağlup edebilirsiniz? Nakli delillerle nasıl red edeceksiniz? Adam İslam'ı kabul etmiyor. Onu nasıl nasslarla red edeceksiniz veya nasslarla onu ilzam edeceksiniz?

Böylece iki taraf arasında ihtilaf olmuştur. Ama İslam kaynağı, akide kaynağı ayrıdır, akide ayrıdır, akide ile ilgili bazı meseleler ayrıdır, akide üzerine delil getirme ayrıdır. Bu dört meseleyi birbirinden ayırt etmemiz lazım.

1-Akide kaynağı Kitaptır, sünnettir, icmadır. Başka yoktur. Sünnet de mütevatir olsun, ahad olsun sahih olmak, muarızı olmamak kaydıyla delildir.

2-Selef akidede müttefiktir.

3-Akideye dair bazı meselelerde ise ihtilaf etmişlerdir. Bunlar ise akidenin aslına dair meseleler değildir.

4-İstidlal konusunda yöntemleri ayrıdır.

Bu ayrımı yaptığımız zaman çok meseleler çözülüyor. Çok ihtilaflar ortadan kalkıyor.

Bir de Ehl-i Sünnet'in gurupları olarak üç meşhur gurup vardır;

1-Ehl-i Hadis

2-Eş'ariler

3- Maturidiler

Bunların akideleri birdir. Akide konusunda ihtilafları yoktur. Yani akidenin aslında ihtilafları yoktur. Ama akideyle ilgili bazı meselelerde aralarında ihtilaf vardır. Bunlar akidenin özü değil, akide ilgili bazı içtihadi meselelerdir.

Ama şimdi piyasada "ben selef akidesindenim, selefiyim" diyen birçok insan vardır. Hâlbuki selef mezhebini temsil edenler yukarıda saydığımız üç guruptur.

Bir de dördüncü bir mezhep ortada görünüyor; İbn-i Teymiyye'nin mezhebi. O da özel bir mezheptir. Nasıl Eş'ari ve Maturidilerin mütekâmil ve özel bir mezhebi vardır. İbn-i Teymiyye'nin de mütekâmil ve özel bir mezhebi vardır.

Tabii bu mezheb de asıl meselelerde selef akidesine, Eş'ari ve Maturidilere ve ehl-i hadise muhalif değildir. Ama birçok meselelerde Eş'ari ve Maturidilere muhalefet ettiği, ehl-i hadise de muhalefet etmiştir.

İbn-i Teymiyye'nin âdeti şudur; kendine göre doğru gördüğü her meseleyi selefe atfediyor, Ahmed İbn-i Hanbel'e atfediyor. Kendi görüşüdür, ama selef mezhebi gibi gösteriyor, Ahmed bin Hanbel'e aitmiş gibi gösteriyor. Hâlbuki bu atıfların bazılarının yanlış olduğunu İmam Eş'ari ile alakalı kitabımızda tespit ettik.

Mesela onun mezhebinde bel kemiği mesabesinde olan "Allahu Teâlâ yekûnu mahallen lil havadisi" "Hâdis olan, sonradan yaratılan şeyler Cenab-ı Hakk'ın zatına kaim oluyor."

Hâlbuki selef böyle bir şey söylememiştir. Bilakis bu görüşü red etmişlerdir. Zaten ilk selef döneminde böyle bir mesele hiç yoktu. Ehl-i Sünnet'e göre Cenab-ı Hakk'ın tüm sıfatları kadimdir. Zatına yeni bir şey kaim olmaz. İbn-i Teymiye mezhebi ise olur diyor. Bir de bu hususu selefe nispet ediyor. Bu doğru değildir. Bu görüş Selef'in küçük bir gurubunun akidesidir.

Ehl-i hadisin çoğu akidenin inceliklerini bilmezlerdi. Zahirini biliyor, ince meselelere inmiyorlardı. İşte onlardan küçük bir gurup yukarıda bahsettiğimiz görüşe inanmışlardı. İbn-i Teymiyye onlara tabi olmuştur. Bir de Kerramiyye mezhebine tabi olmuştur.

Bu akide İbn-i Teymiyye akidesinin temelidir. Bunu da bazen selefe, bazen bazı selefe, bazen ehl-i hadis'e, bazen ehl-i hadisten bir fırkaya nispet ediyor ki, nispetinde çelişki(ıstırap) vardır. Alaküllihal Kerramiyye mezhebine tabi olmuştur.

İkinci mesele: İbn-i Teymiyye diyor ki Kelamullahi kadimün nev hâdisun efrad; Allahu Teâlâ'nın kelamı nev'en kadimdir, efradları hâdistir. Bu sözü ise Seleften hiçbir zat söylememiştir. Bilakis selef imamları ittifaken "Kelamullah kadimdir. Her şekilde kadimdir. Nasıl olsa da kadimdir" demişlerdir. İmam Ahmed bin Hanbel zaten açıkça söylüyor; "Keyfe tasarrafe fehüve kadimin" "Nasıl olursa olsun, kelamullah kadimdir" diyor, şiddetle Kelamullah'ın kadim olduğunu söylüyor.

Bahusus böyle bir sözü onun devrinde biri söylese belki de Ahmed bin Hanbel onu tekfir ederdi. En azından tebdi ederdi.(Bidatçılıkla suçlardı) İbn-i Teymiyye'nin bu görüşü, selefe muhalif bir görüştür.

Üçüncü mesele; "Âlem kadimdir" diyor. Bu da selefin görüşüne aykırıdır. Selef müttefiktir ki, âlem hâdistir.

İbn-i Teymiyye'nin selefe muhalefet ettiği en önemli üç mesele bunlardır. Ki bunlar akidede çok önemli meselelerdir. İbn-i Teymiyye bütün bu meselelerde selefe muhalefet etmektedir. 

Bir de tevil meselesi vardır. İbn-i Teymiyye ekolü tevili kabul etmiyorlar. Hâlbuki tevil selefin mezhebinden birisidir. Bunu âlimler açıkça beyan ediyorlar.

Tevil meselesinin aslı bidat değildir. Yalnız, tevil iki çeşittir;

Tevil fil cümle

Tevil fil müfred.

Mutezilelerin tevilleri tevil fil müfreddir. Selefin tevilleri ise, Tevil fil cümledir. Yani kelamın tümündedir. Aynı zamanda tamamen Arapça diline uyuyor, ayetin siyakına, akışına uyuyor. Mutezilelerin tevilleri ise uymuyor.

Bundan dolayı, seleften birçoğu (İmam Ahmed gibi, Ebu Hanife gibi) Mutezilelerin te'villerini red etmişler, ama kendileri bazı meseleleri tevil etmişlerdir. İbn-i Abbas'ın bazı tevilleri gibi.

İmam Ahmed de tevil etmiştir. O meselelerden birisi şudur; Mutezileler ona dediler ki "Cenab-ı Hak Kur'an'da;

مَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مَّن رَّبِّهِم مُّحْدَثٍ إِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَ

"Rablarından kendilerine gelen her yeni ihtarı mutlak eğlenerek dinliyorlar"(Enbiya: 21:2)

"Bak Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim için muhdes demiştir. Siz niçin kadimdir diyorsunuz? İmam Ahmed cevaben; "Nuzülü muhdestir, inmesi muhdestir, kendisi muhdes değildir" dedi.

Demek dinde tevil vardır. Ama yanlış tevil var, doğru tevil var. Şartları yerinde ise o sahih tevil olur. Şartları yerinde değil ise sahih bir tevil olmuyor.

En önemli şartlar nedir? Tamamen Arapçaya muvafık olması ve mevzuya tamamen uygun olmasıdır.

-İbn-i Abbas'ın "Ben, cinleri ve insanları ancak Bana ibadet etsin diye yarattım" (Zariyat, 51/56) ayetindeki "Liyâ'büdûn; bana ibadet etsinler" ibaresini, "Liyârifûn; beni bilsinler" şeklinde tevil etmesi gibi..

-Evet, bu bir misaldir.

İbn-i Teymiye'nin önemli hilaflarından birisi de tevili tamamen red etmesidir. Bu doğru değildir. Tevil de selefin mezheplerinden bir tanesidir.

-devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

süleyman ipekçi, 2012-03-17 22:50:25

Allah cümlenizden razı olsun...

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-3

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-3

-Hocam, dilimize sadece Arapçadan ve Farsçadan değil diğer dillerden mesela Yunancadan veya baş

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-2

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-2

Hocam dilde tasfiyeler ile 300-500 kelimeyle konuşabilen bir nesil nasıl büyük düşünebilecek?

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-1

YAVUZ BÜLENT BAKİLER BEYEFENDİ İLE MÜLAKATIMIZ-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli mütefekkir, şar ve yazar Yavuz Bülent Bakiler beyef

SEYDA FETHULLAH AYTE İLE OHİN MEDRESELERİ ETRAFINDA SOHBETİMİZ

SEYDA FETHULLAH AYTE İLE OHİN MEDRESELERİ ETRAFINDA SOHBETİMİZ

Seyda Fethullah Ayte Hocaefendi ile Şark medrese eğitim zincirinde çok önemli bir rolü olan Ohi

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-2

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-2

-Demin biraz değindik ama şöyle sorayım, Mezhebinin görüşünü savunan bir mümin “mezhebin

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-1

MUSTAFA ÖZCAN HOCAMIZ İLE COĞRAFYAMIZDAKİ SORUNLAR ETRAFINDA-1

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, geçtiğimiz ay değerli araştırmacı-yazar Mustafa Özcan be

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-4

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-4

-Ahmed bin Hanbel’in Müsned’inde naklettiği bazı hadisler için “keşke bunları nakletmese

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-3

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-3

-Eş’ariler ile Maturidiler arasındaki fikri çatışmaların dini yorumlamada zarar verdiğini s

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-2

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-2

-Usul-i fıkıhta bir şeyin vacip veya mendup olmasında yeni bir usul olarak şu söylenmektedir;

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-1

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE TARTIŞILAN MESELELER ETRAFINDA-1

Salih Ekinci Hocaefendi ile son röportajımız

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE MODERNİST DÜŞÜNCE VE BİD’ATKAR MEZHEPLER ÜZERİNE-3

SALİH EKİNCİ HOCAEFENDİ İLE MODERNİST DÜŞÜNCE VE BİD’ATKAR MEZHEPLER ÜZERİNE-3

-Seyda izninizle başka bir soruya geçiyorum. Vehhabiler ehl-i sünneti müşrik olarak mı görmek

Sakın sizi dünya hayatı aldatmasın.

Fâtır, 5

GÜNÜN HADİSİ

Kur'an'ın Faziletine Dair

"Bir grup, Kitabullah'ı okuyup ondan ders almak üzere Allah'ın evlerinden birinde bir araya gelecek olsalar, mutlaka üzerlerine sekinet iner ve onları Allah'ın rahmeti bürür. Melekler de kanatlarıyla sararlar. Allah, onları, yanında bulunan yüce cemaatte

TARİHTE BU HAFTA

*Şair Baki Vefat Etti(7 Kasım 1600) *Molla Câmi Hz.nin Vefatı(9 Kasım 1496) *Atatürk'ün Ölümü(10 Kasım 1938)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI