MEVLANA SEYYİD SÜLEYMAN NEDVİ-5.BÖLÜM

Seyyid Süleyman Nedvi ilmi faaliyetlerini hayatı boyunca kesintisiz ve sanki soluk almamacasına sürdürdü. 1934 senesinde onu dev bir ansiklopedi faaliyetinin içinde görüyoruz. Batılıların Hind İslam Tarihi hakkında çarpıtmaları ve bu yalanların ders kitaplarına girmesi üzerine bir grup arkadaşı ile harekete geçti ve Hindistan tarihini anlatan 15. Ciltlik bir ansiklopedinin yazımına başladı.


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2011-04-30 07:19:47

Sürdürdüğü İlmi Faaliyetler

Seyyid Süleyman Nedvi ilmi faaliyetlerini hayatı boyunca kesintisiz ve sanki soluk almamacasına sürdürdü. 1934 senesinde onu dev bir ansiklopedi faaliyetinin içinde görüyoruz. Batılıların Hind İslam Tarihi hakkında çarpıtmaları ve bu yalanların ders kitaplarına girmesi üzerine bir grup arkadaşı ile harekete geçti ve Hindistan tarihini anlatan 15. Ciltlik bir ansiklopedinin yazımına başladı. Bu hummalı çalışmanın bazı ciltleri kendisi hayattayken yayınlandı.

1940 senesinde Aligarh Müslim Üniversitesi onun bilimsel ve edebi faaliyet ve hizmetlerini takdir ederek kendisine fahri doktora payesi verdi. 

Bopal'a hicreti-1946

Hindistan'da İngiliz hâkimiyetinin son seneleri gelmişti. Bu sırada iç işlerinde bağımsız olan Bopal'ın valisi Nevvab Hamidullah Han, eyaletin dini eğitim hizmetlerine nezaret etmesi, el-Camiatü'l Ahmediyye(Ahmediyye Üniversitesi)'nin rektörlüğü ve Bopal baş müftülüğü için Nedvi'yi Bopal'a davet etti. Zaten merhum üstadın da bir müddet Nedvetül Ulema Akademisindeki görevlerinden ayrılmaya meyli vardı.

Bu teklifi kabul ederek 1946 senesinde Bopal'a gitti. Üç sene burada kaldı. Bu süre zarfında bir yandan ders vermeyi ve halka sohbet ve nasihat etmeyi sürdürdü, öte yandan ilmi çalışmalarına ve eser telifine devam etti.

1949 senesinde son haccına gitti. Merhum Ali Ulvi Kurucu Bey de kendisi ile bu Hac ziyaretinde tanışmıştır. Hind yarımadasının İngiliz idaresinden bağımsızlık kazanıp, Hindistan ve Pakistan diye ikiye ayrılmasından sonra, Bopal özerk idaresi ilga edilip, Hindistan'a iltihak edince, buradaki görevinden ayrılmak zorunda kaldı(Ekim 1949)

Pakistan'a yerleşmesi(1950)

Hindistan ve Pakistan devletleri teşekkül edince, Nedvi'nin ilmi kariyerinin farkında olan Pakistan devlet erkânı, onu oluşturulacak İslami anayasa çalışmaları için bu ülkeye davet etti.

Aynı zamanda Hindistan'daki Hindu çoğunluğun Müslümanlara yaptıkları gaddarca zulümler onu 1950 yılında Pakistan'a hicret etmeye zorladı. Hindistan'ın başbakanının ve buradaki samimi arkadaşlarının- ki, aralarında Hindistan'ın ilk Milli Eğitim bakanı, allame Mevlana Ebul Kelam Azad da vardı- Hindistan'ı terk etmemesi yönündeki istirhamları, gerçek bir İslami anayasaya şekil verilmesi için ona çok büyük ihtiyaç duyulduğu Pakistan'a gitmekten vazgeçiremedi.

14 Haziran 1950'de başkent Karaçi'ye vardığında anayasa meclisine bağlı olan İslami Talimat kurulunun başkanı yapıldı. Ama bu konsey görevini yerine getiremeden, kısa bir süre sonra dağıldı. Bu süre zarfında Süleyman Nedvi kendisini çekemeyen bazı âlimlerin hasedine ve bazı devlet ricalinin ilgisizliğine maruz kaldı. Bu da onda bir hayal kırıklığına sebeb oldu.

Buna rağmen, Pakistan'a hicret ettikten sonra da önemli görevlerde bulundu. Bu cümleden olarak "Cemiyet'ül-Ulemâ-i İslâm" adlı cemiyetin reisliğini yaptı. Pencab Üniversitesi Komisyonu Üyeliğinde çalıştı. Karaçi ve Pencap üniversitelerinde akademik üye olarak görev aldı.

1952 senesinde Mısır'daki 1. Fuad Akademisine misafir üye olarak seçildi. Son olarak 1952 senesinde kurulan Karaçi Üniversitesi Senato üyeliğine ve İslamiyat Fakültesi başkanlığına getirildiyse de, sağlığı el vermediği için bu vazifeleri kabul etmedi.

Vefatı(1953)

Pakistan'a gelirken zihninde Karaçi'de-Azamgarh'taki Şibli Akademisi'ne rakip olabilecek- bir İslami Tetkik Akademisi kurma planlarıyla gelmişti. Ama orada uzunca yaşamak kaderinde yoktu ve üç sene sonra, 22 Kasım 1953'te bir Pazar akşamı Karaçi'de bu dünyadan uful etti.

Cenazesi ülkenin değişik yerlerinden gelen âlimler, aydınlar, devlet adamları ve halktan oluşan çok büyük bir kalabalık tarafından kılınan cenaze namazından sonra, Karaçi İslam Koleji'nin bahçesinde, büyük âlim Şebbir Ahmed Osmanî'nin yanına defnedildi.

İslam dünyasının her yerinde vefatına yas tutuldu ve bu büyük âlim, tarihçi ve müellifin kaybı bütün dünyada büyük üzüntü meydana getirdi. Vefatı, alt kıtanın edebi hayatında kolay kolay doldurulamayacak bir boşluk oluşturdu.

Şemail ve ahlakı

Seyyid Süleyman Nedvi kısaya yakın orta boylu idi. Aydınlık bir yüzü vardı, huşu, sekine ve vakar emareleri o yüzde görülürdü. Güzel bir simaya sahipti. Sık ve yuvarlak bir sakalı vardı. Geniş, parlak bir alına sahipti. Gözleri genişti. Zekâ ve hayâsı gözlerinde görülürdü. Peygamber Efendimizde olduğu gibi, kırmızı beyaz karışımı bir ten rengi vardı.

Çok temiz giyinirdi. Elbisesinde hiç bir kir görülemezdi. Toplantılarda sarık giyerdi. Az konuşur, çok susardı. Daima fikrederdi. İlim sevgisi onun dem ve damarlarına karışmıştı. Ondan başkasıyla ilgilenmezdi.

Devamlı mütalaa ve araştırmayla, ilim adamlarıyla müzakerelerde bulunmakla meşgul olurdu. Apaçık bir zihni vardı. Telif ve tasnifte kalemi akıcı idi.

Geniş halk kitlelerine konuşma ve siyasete dalma onun tabiatına uygun değildi. Böyle şeyleri de zorlama olmadan ve mecbur kalmadıkça yapmazdı. 

Arap dili ve edebiyatında derinlemesine bir bilgiye sahipti. İslami ilimlerde ka'bına ulaşılmaz bir zirve idi. Kur'an ilimlerinde, Tevhid ve Kelam ilimlerinde dikkatli bir bakış açısı vardı. Tarih ilminin inceliklerinde, sosyoloji ve medeni ilimlerde geniş bir malumata sahipti. Urdu dilinde edebi bir üslup inşa etmişti. Arap dilinde akıcı bir üslubu vardı. Bu iki dilde de yeni buluş ve güzelliklerle şiir yazma kabiliyeti vardı.

Yumuşak huylu ve sabırlıydı. Nefsini kabza-i kahrına almıştı. Kendisine muarız olanlara karşı müsamahalıydı. Kendi şahsına ait meselelerde hoşgörülüydü. Ona zor gelen şeylere tahammül eder, karşılık vermezdi.

Onun olgunluğuna güzel bir delil Ebul Hasan en Nedvi'ye söylediği şu sözüdür ki, çağrıldığı bir toplantı dönüşünde söylemiştir; "Kendin bir söz söylemeye gidiyorsun, başkasının on sözünü olgunluk göstererek dinlemen gerekiyor."

Ebul Hasan en Nedvi merhum bu sözü Cemaat-i Tebliğ'in müessisi merhum Muhammed İlyas Kandehlevi'ye nakledince, hazretin çok hoşuna gitmiş ve şöyle buyurmuştu; "Çok dertli söylemiş."

Sünnet'e ve sünnete uyanlara karşı kalbinde derin bir sevgi vardı. Bid'at ve ehl-i bid'aya karşı kalbindeki kerih görme de aynı derecede köklüydü. Gençliğinden ve Muhammed İsmail eş Şehid'in te'lif ettiği "Takviyet'ül İman" adlı eseri okumasından beri, düşüncelerinde bidatten hiçbir şey bulunmazdı.

Seyyid Süleyman Nedvi harika bir âlim, tarihçi ve yazardı, ama bütün bunların üstünde harika bir müslümandı. Bütün gerçek büyük âlimler gibi tevazu ve mahviyetin tecessüm etmiş haliydi. Gösterişçi değildi ve hiçbir zaman büyüklüğünden gururlanmadı.

İlme Sevgisi

Ebul Hasan en Nedvi bu konuda diyor ki; "İlim sevgisi onun etine ve kanına karışmıştı. Ve damarlarında cereyan eden şeydi. İlim onun gıdası ve zevki olmuştu. Ve ilim onun şiarıydı.

Çoğu zaman onun arabası Nedve'tul Ulema akademisinin kapısından girerken, karşılaştığı ilk kimseye, geldiğinden akademideki hocaların haberdar edilmesini veya ismini verdiği bazı kitapların hazır edilmesini isterdi.

Arabadan inip, odasına girdiğinde pardösüsünü çıkarır, abdest alır, oturur, hadis ve fıkıh hocaları gelene kadar çay içerdi. Hocalar geldiğinde onlarla çeşitli ilmi mevzuları müzakere ederdi. Veya istediği kitaplar gelir, o da onları mütalaa ederdi.

Kendisini sadece bir konuya bağlı kılmazdı. Hadis meselelerinden herhangi birini ele alır veya fıkhi meselelerden bir meseleyi hallederdi. Tarih, Siyer ve teracim(hal tercümeleri, biyografi) konularını da tartışırdı. Bu konuların dışında herhangi bir meselede de tartışmaya girdiği olmazdı.

Yine Ebul Hasan en Nedvi onun hakkında şunları yazmaktadır; "Allame Seyyid Süleyman Nedvi akranlarının arasında yüksek gayretiyle ön plana çıkardı. İlmi eserler vermeye çok arzu ve istekliydi. Telif etmeye başladığı bir kitabı tamamlamaya, hayatında yapacağı son şey oymuş gibi yönelirdi. Bütün ilgisini ona yoğunlaştırırdı. Ve bütün çabasını harcardı. O eseri ortaya koymak için yüzlerce, binlerce kitap sayfasını mütalaa ederdi. Malumatları toplardı. Maddeleri hazırlardı. Sonra da onları kullanılırdı. Bir kitap ve araştırmayı ortaya çıkarmak için bunlardan yararlanırdı.

Bir işi bitirir bitirmez, ikinci bir işe başlardı. Bir müddet istirahat etmek yerine hemen ikinci işe koyulurdu. Yorgunluğunu atmak için dinlenmek gibi bir şeye başvurmazdı. Aynı istek ve gayretle ikinci işe koyulurdu. Bu da onun sıhhatini etkiledi. Müzmin hastalıklara maruz kaldı. Zayıfladı ve hastalıkları şiddetlendi. Ama o çalışmalarına ara vermedi ve istirahata çekilmeyi düşünmedi. Hazırlayacağı veya kullanacağı şeyle devamlı fikri meşguldü. Onun durumu, ilmin esir aldığı ve duygu ve düşüncelerine malik olduğu kimse olarak açıklanabilir. Onun bütün boşluğunu ilim doldurdu."

Hafızası

Gayet kuvvetli bir hafızası vardı. Onun fikirleri son derece intizamlıydı. İlmi meseleler ve görüşler zihninde açık seçikti. Büyük kitaplardan konuları bulmada ve hafızasında tutmada ve o konuları yerlerine yerleştirmekte büyük bir yeteneğe sahipti. Onun bilgi fihristi zihninde açık ve kâmildi. En modern, en gelişmiş bir ilmi kütüphanenin fihristi gibi beyninde yerli yerindeydi.

Onun amcasının oğlu, Gücarat Tarihi adlı eserin müellifi üstad Ebu Zafer Nedvi diyor ki; "Allame Nedvi nadir bir zekâ ve çok güçlü bir hafızaya sahipti. Peşaver'den Çin sınırına kadar yolculuk yaptım, ama bu sınırlar arasında şu üç âlime benzer bir âlim bulamadım; Allame Enver Şah Keşmiri, Ebu'l Kelam Azad ve Allame Süleyman Nedvi."

Ebu Zafer Nedvi, merhumla alakalı şu anısını da aynı yazısında aktarmaktadır; "Bir defasında, İbn-i Batuta'nın seyahatnamesine dayanarak Mulibar şehrinin tarihini yazdım. Seyyid Nedvi makaleme göz attığında dedi ki; "Hata etmişsin." Seyahatnamenin Urduca tercümesini getirdim. Baktı ve dedi ki "Mütercim hata etmiş, kitabın Arapça aslını getir." Kitabı getirdiğimde dedi ki "bak, mütercim zamirin yerini tayinde hata etmiş." Gösterdiği yere baktığımda, Seyyid Nedvi'nin isabet ettiğini gördüm."

İlmi Kuşatıcılığı

Muhammed Rabii Haseni en Nedvi diyor ki; "Seyyid Süleyman Nedvi Nedvetu'l Ulema Dar-ul Ulûmu'ndan mezun olduktan sonra, eskinin iyileri ile yeninin faydalı yönlerini bir arada toplamaya çağırdı. Ve eski ilimlerle yeni bilgileri birbirine bağladı. Beliğ bir edebi ve ilmi üslubu seçti. Şahsi tabiatında tecelli eden bu özellikler onun ilmi, edebi ve içtimai çalışmalarına da yansıdı. Bundan dolayı o eskinin tarzını muhafaza eden bir âlim olduğu kadar edebi ve ilmi çalışmalarında yeni, muasır araştırma metodlarını da kullandı. Böylece o, eskinin zor ve derin meselelerini derinlemesine bir kavrayışla kavrayıp yeni ve güzel bir üslupla arz etti. Onun bakışı ilmi bir derinliğe sahipti. Ve üslubu ise açık ve faydalı bir üsluptu."

Aligarh Müslim Akademisi Urduca dili bölüm başkanı üstad Reşid Ahmed Sadıki de şunları ifade ediyor; " Seyyid Süleyman Nedvi yeni fikirlere muttali idi ve yeni araştırma ve düşünce metodlarına da çok iyi kavramıştı. Aligarh'ın ilmi dairelerinden hiçbiri ona yabancı değildi."

Yine Sadıki şöyle demektedir; "Aligarh Camiasında yeni fikirler ve bilimsel araştırmalarla meşgul birçok gençleri gördüm ki, onları hiçbiri Seyyid Süleyman Nedvi'nin ilmi ve fikri seviyesinde değillerdi. Ve onları devamlı olarak ondan istifade ederken gördüm."

Üstaz Said Ahmed Ekbarabadi de şöyle demektedir; "Seyyid Nedvi, ilminde ve amelinde, suret ve siretinde, zahir ve batınında din âlimlerinden biri idi. İlmi vakarını her zaman ve her yerde korudu. Âlimlere onun faziletini itiraf etmek ve camialarından böyle ferdi ferid bir zat olarak öne geçmesinden ve ilmi toplantı meclislerinde riyaseti üstlendiğinden dolayı ona teşekkür etmeleri gerekir."

Çok Yönlü Şahsiyeti

Seyyid Süleyman Nedvi çok şümullü bir şahsiyete sahipti. Müslümanların hayatıyla alakalı her şey onu ilgilendirirdi. Onun bu üstün özelliği ile alakalı yine bazı büyük âlimlerin şehadetlerine yer vermek istiyoruz;

Ebul Hasan en Nedvi diyor ki; "Bilgi ve araştırma sahasında kuşatıcılık Süleyman Nedvi'nin şahsiyetinin meziyetlerindendi. Eski ve yeni ilimlerde uzman idi. O tarihçi, edebiyatçı, eleştirmen ve araştırmacıydı. Aynı zamanda bir fakih ve muhaddisti. Bunların yanı sıra bir ilmi araştırma sevdalısıydı.

Ülkenin bağımsızlık hareketinin de büyük liderlerindendi. Müslümanların siyasi intifadasının önderlerindendi.

Dil ve edebiyatla alakalı toplantılara başkanlık ederdi. Âlimleri içeren dini ve fıkhi oturumlarda da o başkanlık yapardı.

1920'de Hürriyetçilerin lideri Mevlana Muhammed Ali başkanlığında, Müslümanların Hilafet hakkındaki duygularını İngiliz devlet adamları ve aydınlarına anlatmak için İngiltere'ye giden Hilafet hareketinin azalarından biri idi.

 Yine 1926'da Melik Abdülaziz bin Suud'un çağrısı üzerine toplanan İslam Konferansına katılan hilafet heyetinin başkanıydı.

Afganistan meliki Nadir Han'ın Afgan eğitim programını hazırlamak için daveti üzerine Afganistan'a giden üç kişilik heyetin azalarından biriydi. Diğer azalar Muhammed İkbal ve Aligarh Müslim kolejinin genel müdür yardımcısı Sir Re's Mesud idi."

 Said Ahmed Ekbarabadi, Süleyman Nedvi'nin meziyet ve üstün özelliklerini sıraladıktan sonra diyor ki; "Bu özellikler allame Seyyid Süleyman Nedvi'ye mahsustu. Şibli'nin muvaffak olamadığı bir başarıyı elde etti. Genel olarak her kesimin güvenini kazandı ki, hocası Şibli bundan aciz kalmıştı. Âlimlerin tam olarak itimadına mazhar oldu.

Kalküta'da senelik olarak toplanan âlimler cemiyetinin başkanı seçildi. Uzun müddet bu meclisin yürütme azası olarak devam etti. Delhi'de akdedilen âlimler toplantısında bütün Hind Müslümanlarının adına Filistin Konferansına katılacak heyetin başkanlığına getirildi. 

Nedvetu'l Ulema Şibli'ye dar gelmişti. Ama Seyyid Süleyman Nedvi'ye kollarını açtı ve tekrim ve tebcille onu karşıladı.

Hangi mezhep ve fikirden olurlarsa olsunlar, bütün âlimler ona ihtiram ediyor ve onu yüceltiyorlardı. İlim ve faziletinden dolayı kalpten gelen bir övgüyle onu överlerdi. Ahlak ve faziletini takdir ederlerdi.

Ve diğer yönden de Aligarh Müslim Akademisi ki, Şibli oradan kızgın olarak ayrılmıştı-Seyyid Nedvi'nin dini ve ilmi hizmetlerini takdir etmiş ve ona fahri doktora payesi vermişti. Aligarh'ın idari senato üyelerindendi ve uzun zaman da oradaki ilmi meclislere aza olarak devam etti.

İngiliz kültürüyle yetişmiş Hind aydınlarının da ona olan saygı ve bağlılıkları Üstaz Muhammed Ali Cevher ve Muhammed İkbal'in ona yazdıkları mektuplarında görülmektedir.

Muhammed Ali Cevher'in mektupları Süleyman Nedvi'ye sadakatli sevgisini ve derin bağlılığını göstermektedir. Muhammed İkbal'in yazdığı mektuplar da gösteriyor ki, o, İslami meseleleri araştırmada bir problemle karşılaştığında her zaman Nedvi'ye başvururdu. Dr. İkbal'in ona büyük bir muhabbeti vardı. Bu sevgisinin tezahürlerinden birisi kendisine Lahor'da toplanan İslami Maarif heyetinin toplantısına başkanlık yapmasını talep ettiği mektuptur. Bu mektupta İkbal'in seçtiği kelimeler onun Seyyid Nedvi'ye olan sevgisini tam olarak yansıtmaktadır.

Aydın tabakasının güvenirliğini kazanmasının açık bir delili onun Hilafet hareketi adına İngiltere'yi ziyaret eden heyetin azalarından biri olması idi. İslam âleminin Hicaz Konferansında Hindistan'ı temsil eden heyetin emiri seçilmesi de bunun bir delili idi. Bu heyet Muhammed Ali, Şevket Ali, Şuayb Kareşi gibi aydınlardan oluşuyordu.

Değişik Hind üniversiteleri, ilmi ve edebi meclisler onun ilmi ve edebi membaından istifade etmek için kendisini davet ederlerdi."

Yine üstaz Ekbarabadi diyor ki; "Bu güvenirlik neticesinde Seyyid Nedvi'nin kitapları, yazdığı makaleler, hitabeleri ve çalışmaları ulema ve aydın kesim arasında geniş bir kabule mazhar oldu. Hepsi onun faziletini itiraf ettiler ve ondan faydalandılar. Şibli'nin hareketi, hedeflerinde apaçık bir başarı gerçekleştirdi."

Üstaz Mucibullah Nedvi de diyor ki; "Seyyid Nedvi'nin şahsiyeti ülkenin ve insanların muhtelif fikir unsurlarının buluştuğu bir merkezdi. Onda değişik akımlar toplanıyordu. Her kesimden, her daireden, her cemaatten insanlar ona güveniyordu."

-devam edecek-

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-5. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR’IN SİRET VE SURETİ Merhum Ali Ulvi Kurucu beyin ifadesiyle; “Malûm ya, her şah

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-4. BÖLÜM

PERDE KAPANIRKEN İnsiyatif artık İtalyanların eline geçmişti. 23 Eylül 1930'da İtalyan bi

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-3. BÖLÜM

GRAZİANİ Graziani, sömürgelerde özel olarak yetiştirilmiş komutanların en tecrübeli ve en

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-2. BÖLÜM

“GECE HÜKÜMETİ” İtalyan araştırmacı Giorgio Rochat bu durumu bize veciz olarak şöyle

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

ÖMER MUHTAR(1862-1931)-1. BÖLÜM

Merhum şehid Ömer el-Muhtar’la alakalı bir çalışmayı seneler önce hazırlamış ve sitemiz

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-4. BÖLÜM

ACIMASIZ YIKIM İspanya’nın Madrid kentinde toplanan konferans sonrası Fransa ve İspanya, Rif

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-3. BÖLÜM

UMUDUN SEMBOLÜ ADAM O sıralar Emir Abdülkerim dünyada en popüler direniş liderlerinden biri h

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-2. BÖLÜM

ANNUAL ZAFERİ Babasının vefatından sonra savaşın idaresini uhdesine alan Hattabi’nin ısla

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

EMİR ABDÜLKERİM EL HATTABİ-1. BÖLÜM

“Kadı, müderris, gazeteci, mücahid, emir, devlet reisi.. Evet, bu sıfatlar bütünüyle Emir

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-4.Bölüm

Mersin’e Yerleşmesi Cumhuriyet’in ilânından sonra sessiz kalmayı tercih eden Ahmed Şerîf

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

SEYYİD AHMED ŞERİF ES SENUSİ(1873-1933)-3.Bölüm

Birinci Dünya Savaşı Ve Libya Birinci Dünya Savaşı başladığında İtalya -ülkedeki savaş

"Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla, şüphesiz ki sen her şeye kadirsin."

Tahrim, 8

GÜNÜN HADİSİ

Hiç bir vâli yoktur ki, o, müslüman ahâli üzerinde icrâ-yı velâyet ederken zulüm ederek ölür, muhakkak Allah Cennet kokusunu ona haram kılacaktır.

Ma'kıl İbn-i Yesâr (r.a)'dan rivayet olunur.

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI