HALKU’L-KUR’ÂN

“Halku'l-Kur'ân; Kur'ân'ın yaratılmış olması anlamında bir terkip olup, terim olarak, Kur'ân-ı Kerîm'in Cenâb-ı Hakk'ın ezelî ilmine mi dayandığı, yoksa sonradan mı yaratıldığı konusunda Hicrî 1. asırda çıkan fikir cereyanını ifade


Nigâr Dere

nigardere@gmail.com

2011-03-15 15:58:31

"Halku'l-Kur'ân; Kur'ân'ın yaratılmış olması anlamında bir terkip olup, terim olarak, Kur'ân-ı Kerîm'in Cenâb-ı Hakk'ın ezelî ilmine mi dayandığı, yoksa sonradan mı yaratıldığı konusunda Hicrî 1. asırda çıkan fikir cereyanını ifade eder. Konu Allah'ın kelâm sıfatıyla yakından ilgilidir." 

"Halku'l-Kur'ân tabiri Kur'ân'da yer al­madığı gibi "halk" kelimesi Kur'ân'da di­ğer isimlerinden herhangi biriyle de ter­kip halinde kullanılmamıştır. Erken devir hadis kaynaklarında da bu tabire rast­lanmamakta ve Hz. Peygamber'in konu­ya dair herhangi bir açıklamada bulun­duğu nakledilmemektedir. (...) Halku'l-Kur'ân meselesinin kelâm ilminin teşekkül et­meye başlamasından itibaren itikadı tar­tışmalara konu olması rivayetlerin metin açısından da sahih olma ihtimalini zayıf­latmaktadır." 

Kur'ân-ı Kerim Allah kelamı olması hasebiyle, mahlûk değildir. Bu görüşü ehl-i sünnet âlimleri ittifaken kabul etmişlerdir. Zaten İslam'ın ilk asrında, Kur'ân mahlûk mudur? Şeklinde bir mesele mevcut değildi. Kur'ân'ın Allah kelamı olduğunu gösteren sarih ayetler varken, onun mahlûk mu, yoksa gayr-ı mahlûk mu olduğu meselesi ilk devirlerde bahis konusu olamazdı. Ayet ve hadislerde de bu konuya temas edilmemekte idi. Şayet ayet ve hadislerde bu hususta bir delil olsaydı, kitap ve sünnete bağlı kalan ehlisünnet, o hükmü muhakkak yerine getirmekte acele ederdi. Fakat 2. asrın sonlarından itibaren ortaya çıkan ve 3. asrın başlarında İslam âleminde geniş bir fikir mücadelesine yol açan ve birçok âlimin eza ve cefa görmesine, hatta katledilmesine kadar varan Halku'l-Kur'ân meselesi, Me'mun'un halife olmasıyla (198-218) mesele su yüzüne çıkmış, ilme karşı fazla muhabbeti olan bu zat, Mutezile imamlarının tesirinde kalarak, Kur'ân'ın mahlûk olduğu görüşünü resmen ilan etmişti. Me'mun bu arada çeşitli muhaddis ve fakihleri, Kur'ân'ın mahlûk olduğu fikrini ikrara zorlamak için imtihana tabi tutmuş, ikrar etmeyenleri çeşitli işkencelere maruz bırakmış, tanınmış birçok ilim adamı bu işkenceler altında can vermişti. Bunlara en iyi örneği Ahmed b. Hanbel teşkil eder. Çeşitli ve uzun süren münazaralardan sonra, Halku'l-Kur'ân meselesinin din ve itikadla ilgili bir mesele olmadığı, Allah ve Rasulünün (s.a.v.) böyle bir şeyi emretmediği neticesine varmışlardı. Mutezilenin bir hâkimiyet prestiji olarak Mu'tasım (218-227) ve Vasık (227-232) devrine kadar devam etmiş, Mütevekkil (232-247) zamanında ise, Halku'l-Kur'an meselesi yasaklanmış, tekrar Kur'ân'ın mahlûk olmadığı ehlisünnet görüşüne dönülmüştür."

"Ebû Hanife konuyu en ince ayrıntısına kadar açıklayarak Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olduğu görüşünü yayanları cevaplandırmış ve onları bir süre susturmuştur. Kevserî bu konuda şunları söyler: "Cehm b. Safvân'ın öldürülmesinden sonra çok geçmedi. Kur'ân-ı Kerîm'in mahlûk olduğu görüşü iyice yayılmadan bir grup insan çıkmaza girdi. Bir kısmı Cehm'i tutarken bir kısmı ona karşı çıktı. Sonunda birçok kimse bu bid'atçının asıl maksadını anlayamadan gerçekten uzaklaştı. İfrat ve tefrîte düştü. Bir grup, Cenâb-ı Hakk'ın ezelî bir sıfatını nefyederek O'nun kendisine mahsus bir kelâmı olmadığı iddiasında Cehm'e katılırken bir grup, telaffuz edilen sözün kadîm (ezelî) olduğuna inanarak aksini ileri sürdü. Ebû Hanife durumu görünce işi ciddiyetle ele aldı, konuyu açıklayarak şöyle dedi: "Allah'a âit sıfatlar mahlûk değildir. Yarattıklarına âit olanlar mahlûktur." Ebû Hanîfe'nin bununla kasdettiği şudur: Kelâm, Allah'a âit oluşu itibariyle ezelîdir ve yalnızca O'na mahsus bir sıfattır. Ancak Kur'ân-ı Kerîm'i okuyanların dillerindeki ses, ezberliyenlerin zihinlerindeki zihnî tasavvur, mushaflardaki yazı... hepsi de mahlûktur. Onu ezberleyenlerin mahlûk oluşu gibi. Daha sonra ehl-i sünnet âlimlerinin görüşü bu noktada birleşmiştir." (Kevserî, Te'nîbü'l-Hatîb, s. 53).

Ebû Hanife'ye göre, Kur'ân-ı Kerîm mushaflarda yazılı, kalplerde mahfûz ve lisanlarda okunan kelâmdır. Allah'ın kelâm-ı nefsîsi olan Kur'ân Allah kelâmıdır, yaratılmış değildir. Kelâm-ı nefsî; içten konuşma, sesin ve harflerin yardımıyla söylenen söz cinsinden olmayan, fakat ses ve harflerle ifade edilen sözün belirtmek istediği asıl mânâ demektir. Nitekim şâir şöyle demiştir:

Asıl söz kalpde olandır, bil, Kalbe bir kılavuz kılınmış dil, Kur'ân-ı Kerîm'de ifade edilen

"Onlar kendi nefislerinde derler..." (el-Mücâdele, 58/8) âyeti de bu anlamdadır.

Emretmek, yasaklamak veya bir şeyden haber vermek isteyen kimsenin iç âleminde önce buna dâir bir manâ oluşur; sonra bu manâyı söz, yazı veya işaretle ifade eder. bu, içimizdeki duygu, düşünce ve kararı dışâ vurma yoludur.

Sonuç olarak Ehl-i sünnet'le Mu'tezile arasında cereyan eden halku'l-Kur'ân ihtilâfının özü, mânâ kelâmının (kelâm-ı nefsî) varlığını kabul veya red ile ilgilidir. Mu'tezile, "Kur'ân mushafın iki kapağı arasında mevcut olan ve bize kadar tevâtüren nakledilen şeydir" der ve ilâve eder: "bu mushaflarda yazılma, dillerde okunma ve kulaklarla işitilme, sonradan olmanın (hudûsun, yaratılmanın) belirtileridir." Ehl-i sünnete göre ise, Kur'ân; Allâhu Teâlâ'nın zâtı ile kaim, kadîm, ezelî bir mânâdır. Allah'ın kelâmına delâlet eden nazm ve sözler vasıtasıyla telaffuz edilir, okunur ve dinlenilir; ancak mushaflara, dillere ve kulaklara hulûl etmiş olmaz (el-Cüveynî, Kitâbü'l-İrşad, Mısır 1950, s. 128 vd.; Taftazânî, a.g.e,170-171; Aliyyu'l-Kârî, Şerhu Fıkhı'l-Ekber terc. y.v. Yavuz, İstanbul 1979, s. 77-79)." 

DÄ°PNOTLAR:

1- Hamdi Döndüren, http://samil.ihya.org/ansiklopedi/halku-l-kur-an.html

2- Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul, 1997, XV.

3- İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2009.

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Çünkü Allah, haktır. O'ndan başka taptıkları ise hiç şüphesiz batıldır. Gerçekten Allah çok yüce, çok büyüktür.

Lokman, 30

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

"Şüphesiz Allah, verdiği nimetin eserini kulunun üzerinde görmek ister."

Tirmizî.

TARÄ°HTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI