YANLIŞ TANITILMAYA ÇALIŞILAN BİR DAHİ: BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ-1. BÖLÜM


Ahmed Akgündüz (Prof. Dr.)

akgunduz@islamicuniversity.nl

2011-02-28 15:44:47

1293 Rumi ve 1876 miladî yılında Bitlis'in Hizan ka­zâsının Nurs Köyünde dünyaya gelen, 22 Mart 1960 tarihinde Urfa'da dar-ı bekâya intikal eden Bedîüzzaman gibi 80 kusur sene dolu bir hayat yaşamış bir dahi ve müceddid hakkında, bu kısa yazı içerisinde doyurucu bir şeyler söylememizi bizden beklememelisiniz. Ancak "bir şey tamamen elde edilemese de, tamamıyla da terkedil­memeli" kâidesince, denizden bir katre mesâbesinde, ba'zı hakikatleri burada ifade etmek istiyorum. Söyleyeceklerimizi ana başlıklarıyla özetleyeceğiz:

 

Tarih bize gösteriyor ki, başta peygamberler ve on­ların gerçek mirasçıları olan din adamları olmak üzere, insanlık âlemi, büyük insanların kıymetlerini zamanında tam takdir edememişlerdir. Sonradan ise, bu takdir ede­memenin cezasını, hem muâsırı olan insanlar ve hem de onların nesilleri çekmişlerdir. Hemen hemen bütün pey­gamberler, bu hükmümüze müşahhas birer misal olarak verilebileceği gibi, İmam-ı A'zam ve Ahmed bin Hanbel gibi islam âlimleri de, bu acı hükmü teyid eden canlı mi­sallerdendir. Tesbitlerimize göre, asrında tam anlaşılamayan şahsiyetlerin bu asrımızdaki en güzel mi­sali de, bu yazımızın mevzuunu teşkil eden Bediüzzaman Said Nursi'dir. İslami ilimlerdeki dâhiyane vükûfu, hususan iman hakikatleri mevzuundaki asrın an­layışına uygun harika izahları ve seksen küsür yıllık istik­âmetle hak üzerinde devam eden Allah, din ve millet-i islamiye uğrundaki gayret ve mücâhedeleri bütün islam âleminde duyulduğu ve takdir edildiği halde, hâlâ kendi ülkesinde yanlış tanınan veya tanıtılmak istenen bir şahsiyet var; o da Bedîüzzaman. Bu yüz karası hale, Türk ilim adamlarının ve münevver Türk araştırmacılarının çok kısa bir zamanda son vermeleri gerekmektedir; aksi takdirde tarih, gözünü kapayıp gündüzü kendisine gece yapanları çok kötü yargılayacaktır.

Cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman'ı yanlış tanımaktadır ve daha doğrusu, senelerdir devletin bütün imkânları ve bukalemun türünden aydınlar kullanılarak, Bedîüzzaman, Cumhuriyet nesline kötü tanıtılmaya çalışılmıştır. Onun mücadelesini tanımayan ve eserlerini okuyup talebelerini görmeyen, câhil veya aydın her cumhuriyet nesli, Bedîüzzaman, Said Nursi veya Risâle-i Nur kelimelerini duyunca, yapılan telkinler sonucu, kürtçü, bölücü, ge­rici ve devlet düşmanı bir insan ve eser hayaline bir nevi mecbur edilmiştir. İstihbârât teşkilâtımızın bu zat ve eserleri ile alakalı raporlarını; silahlı kuvvetlerimize dağıtılan bölücü faaliyetlerle alakalı bilgilendirici eserle­rin konuyla ilgili bölümlerini; 12 Eylül Hareketinden sonra YÖK eliyle bütün üniversitelerimize dağıtılan bö­lücü örgütler kitabının ilgili başlığını ve de bunların tesi­rinde fikrini geliştirmiş ilim adamlarımızın sohbetlerini okur yahut mütâla'a ederseniz, Bedîüzzaman'ı sevmemeyi bir ibâdet ve millî vazife telakki edersiniz. Gerçekten ben de mezkûr yerlerde anlatılan Bedîüzzaman'ı asla seve­mem. Hâlbuki nasıl senelerce, dünyaya adâlet tevzi eden ecdadımızı bize barbar ve kızıl sultanlar diye takdim etmişler, öyle de İslam düşmanları, şahsiyetinden ve eserlerinden çok korktukları Bedîüzzaman ve eserlerini de öyle yanlış ve kötü tanıtmışlardır. Ancak güneşin balçıkla sıvanamayacağı hakikatını unutmuşlardır. Ne acıdır ki, son on yıldan önceye kadar güvenlik kuvvetle­rimiz de bu menfî propagandanın tesiri altında kalmıştır. Vatanı için hayatını ortaya koyan bu büyük dâhiyi, bir vatan hâini gibi değerlendirmişlerdir.

Meseleyi uzatmamak için sadece bu menfî vasıflardan birisi üzerinde duracağım. Geriye kalanları da, sizin idr­âklerinize havale ediyorum. Ne zaman Bedîüzzaman ve onun eserlerinden bahsetseniz, siz, ister Türk olun, is­ter Arap olun ve isterse de Osmanlı Hânedânından olun, kürtçü damgasını yersiniz. Hâlbuki dünyada Kürtçülük ve Risâle-i Nur kadar birbirine zıt iki kelime bulunmadığı gibi, Türkiye'deki bölücü kürtçü hâdiselere karşı, Risâle-i Nur'dan daha mükemmel bir panzehir asla bulunamaz. Mevzuyu isterseniz biraz açalım ve bazı müşahhas misaller verelim:

Birincisi: Bir kısım araştırmacılar, Bedîüzzaman'ın Cumhuriyetten önceki yıllarda Said-i Kürdî ünvanını kullandığını da ileri sürerek, onun doğuda bir Kürt dev­leti kurmak gayesiyle 1918'de tesis edilen Kürt Te'âli Cemiyetinin üyesi olduğunu ve bölücü faaliyetlerde bu­lunduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialarını desteklemek üzere, aynı cemiyetle beraber çalıştığını ileri sürdükleri Kürt Neşr-i Ma'ârif Cemiyeti kurucuları arasında Bedîüzzaman'ın da bulunmasını, fevkalade bir demagoji ile serrişte ediyorlar(1). Bu iddiaları hiçbir esasa dayan­madığını yapılacak kısa bir inceleme hemen ortaya koya­caktır.

Evvela, Osmanlı devleti kavim ve ırk esasına değil, din esasına dayanan bir devletti. Bu sebeple müslüman olmak şartıyla, millet farkı son 20-30 yıl bir tarafa bırakılırsa, ehemmiyet arzetmediğinden, Doğudaki bazı bölgelere Kürdistan Eyâleti yahut Bilâd-ı Ekrâd denil­mesi ve orada yetişmiş devlet veya ilim adamlarına da Kürdî lakabının verilmesi, o zatın tanınması için kul­lanılan resmî bir ifade tarzıydı. Said-i Kürdî lakabı bu mana ile kullanılmış ve ne zamanki Cumhuriyet kurulup bu ifade yanlış anlaşılmaya başlanınca, bizzat Bedîüzzaman bunu Said-i Nursî şeklinde değiştirmiştir. Bununla da yetinmeyip eski eserlerindeki Kürdistan veya bilâd-ı ekrâd ifadelerini dahi vilâyât-ı şarkıyye şeklinde değiştirdiğini neşredilen eserleri ve talebelerinin şahâdetleri isbat etmektedir.

Sâniyen, Kürt Te'âli Cemiyeti ile Kürt Neşr-i Ma'ârif Cemiyeti arasında organik bir bağ yoktur ve maksadları da aynı değildir. Tarık Zafer Tunaya, bu cemiyetin ku­ruluşunu 1919'da demişse de, neşrettiği belgenin tarih ve kaynağını kaydetmemiştir. Ancak belgeyi, öylesine işlemiştir ki, mütalala edenler, Bedîüzzaman'ı Kürt Te'âli Cemiyeti üyesi zannederler. Hâlbuki ikisi arasında hiç bir alaka yoktur. Bedîüzzaman, İstanbul'a ilk defa geldiği 1907'lerden beri, şarkta bir dar'ülfünûn açılmasını müd­âfa'a ettiği zaten bilinmektedir. Hatta Sultan Reşad'dan bu gaye ile belli bir tahsisat da almıştır(2). Her ne kadar Kürt Neşr-i Ma'ârif Cemiyetinin ne zaman, hangi gaye­lerle ve hangi kurucularla tesis edildiği de tam belli değilse de, belli olsa ve Bedîüzzaman da bu cemiyetin kurucuları arasında bulunsa bile, bunda garipsenecek bir cihet yoktur(3). Zira Bedîüzzaman, şarkta maarifin geliştirilmesi ve bir üniversite açılması için başından beri gayret göstermektedir. Bu cemiyet, Erzurum yahut Bayburt Kültür ve Eğitim Vakfı gibidir.

Sâlisen, Kürt Teâli Cemiyetinin reisi olan Seyyid Abdülkadir'den gelen teklife verdiği şu cevap ise mese­leyi kökünden halletmektedir: "Allah u Zülcelâl Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de "Öyle bir kavim getireceğim ki, onlar Allah'ı severler, Allah da onları sever bu­yurmuştur. Ben de bu beyan-ı ilahî karşısında düşündüm. Bu kavmin, bin yıldan beri âlem-i islamın bayraktarlığını yapan Türk Milleti olduğunu anladım. Bu kahraman millete hizmet yerine ve 450 milyon (o zamanki islam âleminin nüfusu) kardeş bedeline, birkaç akılsız kavmiyetçi (bir kısım kürtçü) kimsenin peşinden git­mem"(4).

İkincisi: Bedîüzzaman'la alakalı yanlış tesbit ve yo­rumlardan biri de, onun Şeyh Said ile karıştırılması veya en azından Şeyh Said isyanına destek vermiş olduğunun yayılmasıdır. Maalesef gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan bu tesbit, güvenlik raporlarına yazıldığı gibi, va­tanperver ilim adamlarının zihinlerine de yer etmiş du­rumdadır. Şeyh Said'in Bedîüzzaman gibi bir dâhiyi yanına almak isteyişi doğrudur; ancak bu büyük âlimin mezkûr teklif karşısında takındığı tavır, kasden yanlış ak­settirilmiştir. Buyurun, Şeyh Said'e olan cevabını bera­ber okuyalım: "Türk Milleti, asırlardan beri islamiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehitler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çe­kilmez. Biz müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer'an câiz değildir. Kılıç, haricî düşmana karşı çekilir. Dâhilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegâne kurtuluş çaremiz, Kur'an ve iman hakikatlarıyla tenvir ve irşâd etmektir. En büyük düşmanımız olan cehaleti izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akîm kalır. Bir kaç cani yüzünden binlerce kadın ve erkekler telef olabilir"(5).

DİPNOTLAR

1- Tunaya, Tarık Zafer, Türkiye'de Siyâsî Partiler, İstanbul, 1986, c. II, sh. 186 vd.

2- Şahiner, Necmeddin, Bilinmeyen Taraflarıyla Bedîüz-zaman Said Nursi, İstanbul, 1990,sh.154 vd.

3- Tunaya, II/ 214-215.

4- Şahiner, 228-229; Mülâkât, sh.38.

5- Şahiner, 268 vd.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

SHERİFF, 2012-12-03 09:24:15

El Kürdi lakabına tahammül edemiyorsun ama milyonlarca insana verilen türklükle ilgili soyadlarına itiraz etmiyorsun. Gönül rahatlığıyla kullanıyorsun ırkçı isim ve soyisimlerini.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

Bilâl Tunç, 2012-01-23 07:20:17

“1293 Rumi ve 1876 miladî yılında Bitlis'in Hizan ka¬zâsının Nurs Köyünde dünyaya gelen, 22 Mart 1960 tarihinde Urfa'da dar-ı bekâya intikal eden Bedîüzzaman …” Konu ile ilgisi tâlî de olsa yukarıdaki târihlerin düzeltilmesi gerekiyor.. Bir def’a 1293’ün karşılığının 1876 olma ihtimâli bulunmuyor!. Şöyle ki: 1293’ün başlangıcı olan 1 Mart, Mîlâdî 13 Mart 1877’ye denk geliyor.. 28 Şubat 1293’ün karşılığı ise, 12 Mart 1878.. 1295-1293, Hizan kazâsı Nurs karyesi Dârü’l-Hikmette iken doldurulan nüfus, eşkâl ve ikàmet bilgilerinin bulunduğu 26 Eylül 1337 (26 Eylül 1921) târihli Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye Tezkeresi’nde verilen 1293(R), 1295(H) târihlerine göre oğum târîhi 5 Ocak 1878, ile 12 Mart 1878 arasında bir gün oluyor.. http://www.risaletashih.com/index.php/hzarye/58 http://www.risaletashih.com/index.php/tashih-cesitlemeleri/136 Vefâtının 22 değil, 23 Mart olduğu da belgelerin tasdîki altında.. Gereği ricâ..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-2. BÖLÜM

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-2. BÖLÜM

1927 yılında Emir, Kuzey Amerika'ya gitti. Orada Detroit beldesinde göçmenlerin sorunları için

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-1. BÖLÜM

EMİR ŞEKİB ARSLAN (1869-1946)-1. BÖLÜM

O, Emir Şekib Bin Hamud bin Hasan Yunus Arslan. Hire hükümdarlığı kurucusu olan Tenuhiler sül

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-2

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-2

Bundan sonra araya yeni bir fasıla girdi, ama bu ilki kadar uzun sürmedi. Ve onunla Mekke-i Müker

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-1

NEDVİ’NİN KALEMİNDEN KUDÜS MÜFTÜSÜ EMİN EL HÜSEYNİ-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz, sizlere Filistin istiklal hareketinin mimarı, büyük aksiyon insanı,

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 3. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 3. BÖLÜM

Papazlarla Ve Hindu Bilginleri İle Münazaraları Şeyh, Meerut şehrinde ikamet ederken, papazlar

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 2. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 2. BÖLÜM

İngilizlere Karşı Cihadı 1857 yılında İngiliz yönetimine karşı Hindistan'da büyük bir a

ÖMER MUHTAR GRAZİANİ’NİN KARŞISINDA

ÖMER MUHTAR  GRAZİANİ’NİN KARŞISINDA

... Graziani hatıratında diyor ki; “Ofisimin girişine geldiği zaman bana öyle geldi ki, ell

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 1. BÖLÜM

İMAM MUHAMMED KASIM EN NÂNOTEVİ- 1. BÖLÜM

Büyük imam, islam filozofu, rabbani alim, büyük ıslahçı, mücahid bir kahraman, İslam düşm

KURRA HAFIZ MEHMET GÜRGÜR HOCA EFENDİ (1937-2020 )

KURRA HAFIZ MEHMET GÜRGÜR HOCA EFENDİ (1937-2020 )

Mehmet GÜRGÜR Hoca Efendi 2 Mart 1937 yılında Dumlu Nahiyesine bağlı Akdağ köyünde dünyaya

ŞEYH MUHAMMED HAFİD (1928-2001)

ŞEYH MUHAMMED HAFİD  (1928-2001)

Şeyh Muhammed Hafid hazretleri, dedesi ‘Hazret’ namıyla bilinen Muhammed Ziyauddin hz.'nin ve

ABDULĞAFUR HAS EFENDİ(1936-2007)

ABDULĞAFUR HAS EFENDİ(1936-2007)

Abdulgafur HAS Hocaefendi 1936 yılında Çat ilçesi Babaderesi köyünde dünyaya geldi. Soyu sils

Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur.

Zümre, 41

GÜNÜN HADİSİ

Allah'a ve ahiret gününe iman edenler, hayır söylesin veya sükut etsin.

Riyazü's Salihin, 1/307

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI