RİSALE-İ NUR’UN ANAHTAR KAVRAMLARI-FERİD EL-ENSARÎ-TRC: VELİ SIRIM-AHMED HAMDİ YILDIRIM-NESİL YAYINLARI-İSTANBUL-2007
…Kavramlar, ilimlerin doğmasında ve şekillenmesinde önemli role sahiptirler. Hangi ilim dalını ele alırsanız alın, kavramlar o ilmin temellerini oluşturmuştur. Âdeta o ilmin çocukluk dönemini meydana getirmiştir. Ardından gençlik ve olgun
Â
…Kavramlar, ilimlerin doğmasında ve şekillenmesinde önemli role sahiptirler. Hangi ilim dalını ele alırsanız alın, kavramlar o ilmin temellerini oluşturmuştur. Âdeta o ilmin çocukluk dönemini meydana getirmiştir. Ardından gençlik ve olgunluk dönemi olarak, o kavramın üzerine çok önemli hükümler, yorumlar ve kurallar bina edilmiştir. S. 17-18
…Metodu anlamada kaidelere, kaideleri anlamada da kavramlara gerek duyulduğunu söyleyebiliriz. S. 19
Said Nursî'nin eserlerinde kullandığı kavramlar, bazen sufî ıstılahlarla benzerlik arz eder. Ancak yapılacak bir tahkikatla, Allah'ın inayetiyle herkes, Kur'ânî mefhum ve kavramların, Said Nursî'nin manevî zevki ve tahlilleriyle sunulduğunu görecektir. S. 21
…İnsan tevhidle mükellef ve muhataptır. Bu hedefe ulaşmak için de elinde üç temel unsur, bir arada olması gerekir: akıl, kalp ve amel… Tevhid-i hakiki semeresini elde etmek ve bunun dışındaki yan unsurları terk etmek, bir insan için en önemli görevdir. Bediüzzaman bu husustaki görevleri şöyle sıralar:
Kalbiyle teslim ve inkıyad.
Aklıyla iman ve tevhid.
Kalıbıyla amel ve ibadet. S. 46-47
Müşahadeye dayalı tevhidin asıl gayesi, aklın iknası, kalbin doyurulması ve ibâdetin en yüksek seviyede gerçekleştirilmesidir. İşte bu yüce neticeden dolayıdır ki, âlemlerin Hâlıkı bütün varlıkları bunun için yaratmıştır. S. 47
Bütün mahlukât, kâinattaki bütün varlıklar tevhidin tecelli ettiği, yansıdığı birer aynadır. Her bir varlık Esmâ-i Hüsnâ'nın tecellilerine mazhar olmuştur. S. 72
İnsanın fihriste olması, beraberindeki Allah'ın bütün Esmâ-i Hüsnâ'sına da mazhar olmasını gerektirir. Zira kâinat, Esmâ-i Hüsnâ nurlarının aksettiği bir mekândır. Çünkü insanın varlığı ve devamlılığı, Allah-u Teâlâ'nın sıfatları olan bu isimlere bağlıdır. S. 88
Kozmik anlamıyla insanın gerçek mahiyetine ulaşmanın tek yolu, nefsi enaniyetten kurtarmaktır. Böylece o mahiyet-i hakikiye, vehmî olan enaniyetini öldürerek Bâkî olan Allah Sübhanehü ile baki kalmaya gayret sarf edebilecektir. S. 96
İnsan, yerine getirmekte olduğu küllî ibâdet sayesinde kâinatın merkezi olma özelliğini taşır. Bu sebeple, layık olduğu en yüksek kevnî fıtrat seviyesine yükselebilir. Böylelikle, Vahid ve Kahhar olan Allah'a olan kulluğu ve ibâdeti sürekli kemale erme özelliğine sahiptir. S. 114
Bediüzzaman "insaniyet" kavramını, insanın yaradılıştan sahip olduğu dine bağlılık istidadıyla birlikte kabul eder. İnkârcılığın yok ettiği, yıkıcı kültürlerin etkileri ile fıtraten var olan duyarlılığı kaybeden kimse, Said Nursî'ye göre, gerçekte insanlığını da kaybetmiştir. S. 118
Said Nursî'ye göre insanın kevnî kimliği, insanın zatını anlayabilmek için temel bir geçittir. Zatını anlayınca da, en büyüğünden en küçüğüne bütün varlıkların varlık vazifelerini anlamak kolaylaşacaktır. Bu bakış açısının oluşmasında Kur'ân-ı Kerim temeldir. S. 123-124
…Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir varlık yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlamazsınız." (İsrâ: 44) Buradan hareketle Said Nursî, kâinattaki her şeyin canlı olduğunu şu özlü sözleriyle kesin olarak belirtmektedir:
"Hakikat-i hayat (…) Kâinatın bütününden süzülen en safi hulasadır. Ve kezalik kâinattaki makasıd-i İlahiye'nin en mühimi ve âlemin yaradılışının en mühim neticesi olan şükür, ibâdet, hamd ve muhabbeti doğuran en muazzam bir sırdır." S. 148-149
"Âhiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı!" (Ankebut: 64) Yani ölümün ve yok oluşun olmadığı, bütünüyle hayat olan var oluş, âhirettedir. O zaman bütün kâinat, insanın hayatıyla hayat bulacaktır. Zira insan için, yaradılış tekrar iade edilecek, Rabbinin insana vaat ettiği ebedî cennette kalma veya –Allah muhafaza etsin– ebedî cehennemde cezalandırılma gerçekleşecektir. Binaenaleyh kâinat, insan gibi yaşamak üzere yaratılmıştır. S. 153
Kur'an-ı Kerim, Hz. Muhammed'e (a.s.m.) indirildiği günden itibaren beşeriyet üzerine yükseklerden coşarak akıp gelmekte olan bir nurdur. Son asır İslâm şairi Muhammed İkbal'in dediği gibi:
Tûr üzerinde Nur'un tecellileri hâlâ bakidir
Acaba Kelim Tûr-i Sina'da kalmış mıdır?
İşte bu yüce Kur'an-ı Kerim, Allah tarafından gönderilen aşikâr bir nurdur. Bu mukaddes kitabı ancak saf ve temiz kalpler taşıyabilir. Sadece kalpler arındıkları oranda Kur'an'ın şualarını aksettirebilir ve bu sayede ufuklardaki yıldızlar gibi parıldar! S. 171
…Şunu bilmek gerekir ki, bu asırda Risale-i Nur vasıtasıyla iman hakikatlerini ortaya koymak ve Kur'an-ı Kerim'in i'cazını âlemlere göstermek de, Hz. Muhammed'in (a.s.m.) ebedî mucizesinin yansımalarından bir yansımadır. S. 172
Bazı âlimlere göre; diğer kitaplarının aksine, Cenâb-ı Allah'ın bu kitabına 'Kur'ân' denilmesinin sebebi, diğer kitaplarının da meyvesini topladığı, hatta bütün ilimlerin semeresini cemetmesi içindir. Nitekim şu âyetler de buna işaret etmektedir:
"…Her şeyin tafsilidir." (Yusuf: 111), "…Her şeyin açıklamasıdır." (Nahl: 89) S. 176
Bediüzzaman, Kur'ân-ı Kerim'i tanımlarken, ıstılah ve kavramların tanımında kullanılan geleneksel mantık yöntemleriyle gayet sınırlı ve kalıplaşmış bir yol takip etmemiştir. Kavramları tamamen kuşatmayı hedeflemeyen, zevkî bir tanım yapmıştır. Çünkü Allah'ın kelimelerini hiçbir kimsenin kuşatması düşünülemez. S. 177
…Said Nursî, "Allah'ın kelamı'ndan bahsettiğinin farkındadır, hatta iç derinliklerinde bunu hissetmektedir. Kur'ân-ı Kerim'in azametini anlatırken, ancak remizle bahsedilmesi yeterli olacaktır. Hangi dil, Kur'ân-ı Kerim cemaline ve celaline karşı duyulan sevk ateşini, nurların müşahedesini ihata imkânına sahiptir ki! Said Nursî, bunun şuurundadır. S. 178
…Alışkanlık ve ülfet hastalığı, insandaki tefekkür ve tedebbür hususiyetini âdeta öldürmüştür. Netice olarak kalpler, koca koca dağların güç yetiremediği Kur'ân-ı Kerim'in tesiriyle titreme ve tüm hisleriyle onun azametini tatma özelliğini kaybetmişlerdir: "Biz bu Kur'ân'ı bir dağın üzerine indirseydik her halde sen onu Allah korkusundan başını eğmiş çatlamış görürdün…" (Haşr: 21) S. 184
"Kur'ân" kavramı gaybî bir kavramdır. Gayb âlemi şahadet âleminin üstündedir ve onu kuşatır. Kuşatılan bir şeyin kuşatandan daha güçlü olması mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerim'in cemalini görmek isteyenlerde "kalp selameti" olması gerektiğini söyleyen Said Nursî, bu hususta şunları söyler:
"Makam-ı irşatta beyanat-ı Kur'âniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece munis ve şefiktir ki, şevk ile ruhu, zevk ile kalbi, aklı merakla ve gözü yaşla doldurur." S. 188-189
Bir kavram olarak Kur'ân-ı Kerim'in kevnîliğini şöyle izah edebiliriz:
Kur'ân, kâinat kitabını okumak, sırlarını deşifre etmektir:
Bediüzzaman'a göre, Peygamber'e (a.s.m.) nazil olan Kur'ân-ı Kerim, kâinat kitabını okumaktır. S. 189
Kur'ân-ı Kerim, hayatın perdelerini basit bir surette açan bir kitaptır. O, girift ve çetrefilli konuları gayet kolay bir üslupla takdim etmektedir. Bu yüzdendir ki bütün avam, hatta okur yazar olmayanlar bile, Kur'ân-ı Kerim'in kevnî boyutları açısından maksatlarını kolayca okuyabilirler.
Zira Kur'ân-ı Kerim her göz sahibinin görebileceği kâinat gerçeklerine dikkatleri çekmekte, göklerin ve yerin yaradılışını tefekküre çağırmaktadır. Herkes gücü nispetinde/anlayışı oranında mükelleftir. Binaenaleyh Kur'ân-ı Kerim bu kevnî yönüyle, dilleri ve ırkları farklı, kültürel düzeyleri değişik bütün insanlığa hitap etmektedir. Bu da Kur'ân-ı Kerim'in mucize yönlerinden biridir. S. 189-190
"Evet, evet, evet… Eğer kâinattan risalet-i Muhammediye'nin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek… Eğer Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarparak, bir kıyameti koparacak." (Lem'alar, s. 815)
"Eğer Kur'ân gitse" ifadesi, "Kur'ân hakikatleri kaybolsa" anlamına gelir ki, bu hakikatler gerçekte kevnî hakikatlerdir. Zira (…) Kur'ân-ı Kerim, kâinat kitabını bir okumadır. S. 192
Bütün semavi dinler, bütün peygamberler tek bir vazife ve tek bir mesaj getirmişlerdir ve Kur'ân-ı Kerim bütün bunları bir üslup da hulasa etmiştir. S. 197
…Kur'ân-ı Kerim geçmiş bütün semavi kitapların ihtiva ettiği faziletleri taşımakta ve ilaveleri bulunmaktadır. Kur'ân-ı Kerim bütün o kitapları cemetmekte ve orada geçmeyen başkaca faydaları da ihtiva etmektedir. Bu yönüyle de sanki tek kitap değil de kitaplar mecmuasıdır… S. 198
… Kur'ân-ı Kerim sadece birçok kitabı, birçok risaleyi cemeden bir kitap olmakla kalmıyor, bunun da ötesinde yaradılış birlikteliği/vahdeti zaviyesinden kâinattaki kesreti de arz ediyor. Bu açıdan da Kur'ân-ı Kerim'in mefhumu tek iken çoktur. Veya bir başka ifadeyle çok iken tektir. S. 199
…İman etmiş olan biri Kur'ân-ı Kerim'i okurken aynı zamanda Allah Teâlâ'nın kâinattaki âyetlerini de okumaktadır. Kur'ân-ı Kerim'in küçük harfleri, kâinatın büyük harflerini bir okumadır. Bediüzzaman buna işaret eder. S. 200
…Said Nursî'ye göre Kur'ân-ı Kerim kelimelerinin edebî azameti, kâinat sırlarını eşi benzeri görülmemiş ve de Kur'ân-ı Kerim dışında mümkün olmayan bir şekilde özet ve akıcı bir üslup ile ifade etmesindedir. Kur'ân-ı Kerim'le konuşan âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ olunca, onun harfleri ve kelimeleri de belagat ve i'caz yönünden kelam sahibinin azameti oranındadır. S. 207-208
…Said Nursî (rahimehüllah) harfleri tefsir ederken batınîlerin girdiği yola asla girmemiştir. Arap dili kaidelerinin izin verdiği sınırlar içinde kalmaya özen göstermiş, sonra da dil kurallarından, tefsir usullerinden hareketle kelimeler ve harfler vasıtasıyla Kur'ân fezasında seyahat etmesi için vicdanını serbest bırakmıştır. S. 208
Kur'ân hizmetkârları, Risale-i Nur'ların neşrine çalışan Nur talebeleridir. Çünkü Risale-i Nur'lar, Kur'ân'ın i'cazını ve dört temel maksadını açıklama ve ortaya koyma vazifesini ifa etmektedir. S. 215
Said Nursî'ye göre her şey, kâinatın tefsiri, hayatın tefsiri ve tekrardan inşası Kur'ân-ı Kerim'den alınmadır ve yine Kur'ân-ı Kerim'e racidir. Binaenaleyh ona göre ve bizzat kendisinin de tatbik ettiği gibi, Kur'ân, Risale-i Nur Külliyatı'nı anlamanın temel anahtarıdır. S. 222
Göreve taalluk eden manasıyla hizmet dairesine girmenin bir türü olarak intisap sayesinde kul, imanî özelliği kazanır. Bu yolla kul, Melik-i Azim'e karşı olan vazifesiyle meşgul olur. Bu yüzden Bediüzzaman, Risale-i Nur Külliyatı'nın pek çok yerinde "hizmet-i sultaniye" manasını ön plana çıkarmaya çalışır. S. 226
Rabbanî kuvveti talep etme ancak intisab-ı imanîyle gerçekleşir. Said Nursî'ye göre intisap, tevhid-i rubûbiyet konusunda yakin tahakkuk etmesiyle tamam olur. S. 240
Risale-i Nur'un fezasına girmek, yani "görenler"den (mubsırîn) biri olmak… Ne büyük bir iddia! Kim bu iddiaya cesaret edebilir? Bunun ağırlığını taşımaya kimin gücü yeter? Nasıl yetsin ki? İki gözüyle "bakan" herkesin "görenler"den sayılmadığı sabittir. S. 247
Bediüzzaman Said Nursî, Kur'ân'dan istinbat ettiği ahlak nazariyesini işlemiş ve onu çok dikkat çekici bir mukayeseli metotla sunmuştur. Onun âlemşümul varlık ufuklarını ve terbiyevi önceliğini açıklamıştır. S. 250
…Said Nursî'ye göre ahlak, (…) mahiyetiyle birlikte insanî ruhun suretini damgalar. Öyle ki, fena ve beka bakımından Hâlıkıyla ilişki kuruncaya, varlığının kulluk maksatlarına hizmette fena buluncaya ve bununla anlamını kazanıp mahiyetini gerçekleştirinceye kadar istinadi tabiatını ve harfî varlığını ortaya çıkarır. S. 265
Risale-i Nur Külliyatı'nda ahlak, dinî amelin (pratiğin) özüdür. Üstad Said Nursî, onun aracılığıyla kendi nesli ve zamanından sonraki nesillere hitap etmiştir ve tedeyyünün geleceğe uzanmasını sağlamıştır; hatta tüm şekilleri ve söylemleri içinde tüm küreselleşme manzumelerine karşı muzaffer olmasını temin etmiştir. S. 285
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
"Allah gözlerin hain bakışını ve kalplerin gizlediğini bilir."
Mü'min, 19
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
"Şekavet sahibi Allah'a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah'tan uzaktır, insanlardan uzaktır, cennetten uzaktır, cehenneme yakındır. Cahil şekavet sahibini Allah, cimri ibadet düşkününden daha çok sever."
Tirmizi, Birr 40, (1962)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...