ADAM YETİŞİR, YETİŞTİRİLMEZ

Hizmet alanında yaşanan Kaht-ı ricalin, özellikle de önceki yazılarda sözünü ettiğimiz ‘mütefekkir eksikliği’nin farkında olan birçok kişinin, “Peki, neden böyle insanlar yetişmiyor?” sorusunu biraz kısaca geçerek sorduğ


2010-06-06 13:18:25

Hizmet alanında yaşanan Kaht-ı ricalin, özellikle de önceki yazılarda sözünü ettiğimiz ‘mütefekkir eksikliği’nin farkında olan birçok kişinin, “Peki, neden böyle insanlar yetişmiyor?” sorusunu biraz kısaca geçerek sorduğu ikinci bir soru vardır: “Adam yetiştirmek için ne yapmak lâzım?”

Sonuçta, ortadaki problemi gören ve bu problemi çözmek için ‘adam yetiştirme’ yolunda çabalara girişen iyi niyetli birçok insan mevcuttur hizmet dairesinde. Bu uğurda müesseseler kuranlar da mevcuttur; teke tek, belli istidatlarla bilhassa ilgilenen, onları ‘yetiştirmeye’ çalışan münferit örnekler de.

Böylesi çabalar taşıyan insanları –bu çabayı ister kurumsal biçimde göstersinler, ister şahsî olarak– gerek ortadaki problemi görmeleri, gerek bu problemin halli için himmet ve hamiyeti kuşanmaları itibarıyla kesinlikle tebrik etmek gerekiyor. Bunu peşinen ifade etmek isterim.

Fakat artık iyice ‘orta yaşlılar’ sınıfına dâhil olmuş ve hayatının yirmi yıldan fazlasını Risale-i Nur dairesinde yaşamış biri olarak bugüne kadar gözlemlemiş veyahut bizatihi tecrübe etmiş olduğum hadiseler, problemi bu şekilde ele almanın problemi çözmediğini ihsas ediyor bana. Zira kendi hayat tecrübem itibarıyla gördüğüm o ki, ‘yetiştirme’ de problemli bir kelime ve bu kelime ekseninde girişilen bir himmet de –niyet ve arzu edilmese dahi– problemler üretebiliyor.

Bu noktada, ‘yetiştirme’ mantığında gördüğüm en ciddi zaaflardan ilki, bir seçkincilik ve seçmecilik boyutu taşıması. İkincisi, bir ‘beklenti’ boyutu taşıması ve dolayısıyla ‘yetiştirecek olan’ ile ‘yetiştirilecek olan’ arasındaki ilişkinin bu beklenti üzerine kurulması.

Daha açıkça ifade etmem gerekirse, “Hizmet için şu evsafta insanlara ihtiyaç var” dediğinizde, şu veya bu düzeyde, bir seçmeciliğe ve seçkinciliğe düşebiliyorsunuz. Diyelim ki, merhum Kuleönülü Mustafa misali, yüreğinde sapasağlam bir ihlâs ve hamiyet taşıyan bir genç Bediüzzaman’ın nazarından kaçmamışken bizim nazarımızdan kaçıveriyor kolaylıkla. Çünkü hizmet-i imaniye için en birinci ve de yeterli vasıf olan ihlâs ve hamiyet artık bize yetmiyor. Sözgelimi, iyi bir okulda okumuşluk arıyoruz, çok zeki olma gibi bir vasıf arıyoruz, İngilizce bilmek veya Arapça bilmek veya böylesi bir dili bilmeye kesinkes karar vermek gibi bir vasıf arıyoruz, filan üniversiyeti kazanabilme gibi bir vasıf arıyoruz, vs. Böylece, belki bu vasıfları taşımayan, ama ihlâs, himmet ve hamiyet ile kuşanmış insanlar otomatikman safdışı oluyorlar nazarımızda. Ve ‘yetiştirme’ mantığının içerdiği ilk problem, böylece zuhur ediyor: ‘Yetiştirme’ye müsait görülmeyenler, ikinci plana itiliyor, hatta hepten göz ardı ediliyor. Bir de bu ihlâslı insanların ‘gözardı edildikleri’ni anlamaları durumunda yaşadıkları kırgınlığı hesaba katarsak, bu ilk problemin faturası çok daha kabarıyor.

İkinci problem ise, ‘beklenti’ üzerine kurulan bir ilişkinin taşıdığı ‘determinist’ boyuta ilişkin, bir insandan bir şey bekliyorsanız, bu beklentinizin elbette zaman cinsinden bir karşılığı oluyor. Meselâ, kendisinden bir şeyler bekleyerek ‘yetiştirme’ye çalıştığınız kişinin, iki sene sonra şu noktaya, üç sene sonra da şu noktaya geleceğini öngörüyorsunuz. İlgili kişi sizin öngördüğünüz hızda mesafe kat etse veyahut daha da hızlı mesafe kat etse, pek mesele çıkmıyor gerçi. Lâkin eğer ‘yetiştirme’ye çalıştığınız kişi sizin ona biçtiğiniz zamanda ondan beklediğiniz yerde değilse, ilişkiniz doğrudan o kişinin şahsına muhabbet üzerine değil, ona biçtiğiniz fonksiyona muhabbet üzerine kurulduğu için, gerilmeye ve gerginlik hissetmeye başlıyorsunuz. Bu durum gitgide bir hayal kırıklığı düzeyine eriştiğinde ise, ilişkiniz iyice gerginleşiyor ve “Çok şey umuyordum, çok emek verdim, benim üç senemi heba etti” gibi halet-i ruhiyeler içinde kırılıyor ve çok kötü kırıyorsunuz. Velhasıl, belki üzerine bir beklenti bina etmeseniz hayat boyu aynı hizmet dairesinde beraberce bulunabileceğiniz bir insan, üzerine bina ettiğiniz beklentiler –ve dolayısıyla bu beklentilerin gerçekleşmemesi– yüzünden çok kırıldığınız ve çok kırdığınız, o yüzden sonraki hayat diliminde ortalama bir uhuvvet ve arkadaşlık dahi kuramadığınız birine dönüşüveriyor.

Açıkçası, beklenti üzerine ilişki kurmak, ekseriya, ilerleyen zaman içinde ilişkiyi öldürüyor! Hem, ilgili kişi, bir dönem için ‘özel ilgiye mazhariyet’in tadını çıkarmış da olsa, yaşadığı ve yaşattığı hayal kırıklığı sonrasında da, vasat bir himmet ve hamiyeti dahi gerçekleştiremediği bir yeis ve bedbinlik halet-i ruhiyesine düşüyor.

Bu ikinci probleme paralel bir üçüncü problemden daha söz edebiliriz ki; bu da, ‘yetiştirmek’ üzere ilgilendiğimiz kişinin, velev bizi hayal kırıklığına uğratmasın, gene de bir ‘sınırlanma’ yaşadığı. Bu tavırda, ilgili kişinin ‘nereye kadar yetişeceğine’ biz karar veriyoruz bir bakıma. İhtimal ki başka bir yöne yönlense daha da fazla inkişaf edip daha büyük hizmetler edecek biri, bizim ‘beklenti mimarlığımız’ dâhilinde bir daralma ve sınırlanma yaşıyor. Bazıları da, böyle bir görüntünün getirdiği rahatsızlık ile zaman içinde ‘bağımsızlığını isbat’ çabasına girebiliyor ve bu çaba içinde gerçekleşen kimi olay ve tavırlar, kimseye yararı olmayan ama hizmete zararı olan sonuçlar doğurabiliyor.

Bu tesbitleri kendisi hadisenin dışında olan biri olarak yazıyor değilim. Bilakis, belki bir dönem birilerinin üzerine ‘beklenti’ bina ettiği, öte yandan geçmişte birçok kişiden ‘beklenti’si olmuş biri olarak; bir ‘yetiştirme’ mantığı ile ve bir ‘beklenti’yle kurulmuş ilişkilerin sonuçlarını bizatihi tecrübe etmiş halde yazıyorum. Edindiğim bütün bu tecrübelere binaen ulaştığım sonucu “Adam yetişir, yetiştirilmez” diye özetleyebiliyorum. Ve buna binaen, hizmet dairesi içindeki herkesi bir nitelik ve yetenek tasnifine tâbi tutmaksızın değerli ve mübarek bilmenin lüzumuna inanıyor; ille bir ayırıcı vasıf aranacaksa, birincisinin ihlâs ve sadakat olması gerektiğini düşünüyorum.

Bu arada, hususi bir istidat ile göze çarpanlar varsa, bu insanlar için yapılacak en hayırlı yardımın ise, ‘yetiştirmek’ değil, ‘yetişmesi’nin önünü açmak, ona imkân hazırlamak ve istişarî bir katkı sağlamak olduğuna inanıyorum.

Aksi takdirde, aşırı ihtimam gösterilen bir çiçeğin solması, çok su verilen bir ağacın çürümesi yahut bodur kalması türünden kâinatta gördüğümüz hadiselerin bir benzerini, hizmet alanında tecrübe edebiliyoruz.

Hem de ne kadar çok!

METİN KARABAŞOĞLU

RİSALE OKUMALARI-2

Nesil Yayınları

 

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

H.ARKIN, 2010-06-10 01:09:46

ALLAH RAZI OLSUN.İHLÂS HİZMETİN MAYASI.O BAHCEDE HER TÜRLÜ MAHSÜL YETİŞİR.ALLAH ELBETTE İSTEYEN HERKESE İLMİNDEN VERİR.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

MELİK FAYSAL’IN YAHUDİ KİSSİNGER'E VERDİĞİ TARİHİ CEVAP

Melik Faysal'ın en önemli gayelerinden birisi, Filistin meselesi ve Mescid-i Aksâ'nın hürriyeti

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

NESLİN EĞİTİMİNDE MAARİFE DÜŞEN VAZİFELER

Mânevîyatsız ilmin, beşeriyete felâh ve huzur yerine, şüphe, tereddüt, hatta ızdırap verdi

NASIL BİR MAARİF?

NASIL BİR MAARİF?

Yıllardır ilmî ve fikrî çalışmalarım arasında memleketimizin mânevî, ahlâkî, derûnî

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

GENÇLERİ HEDONİZM ÇILGINLIĞINA İTENLER

Diyorlar ki: Dünyaya bir kere gelinir. Sonun başlangıcı yoktur. Gülün, eğlenin, bir yıldır

HİCRET VE HAREKET

HİCRET VE HAREKET

Hicret, tâ ezelden ebede, âlem-i vücubdan âlem-i imkâna, daire-i ilimden daire-i kudrete, tâ

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

ORUÇ, ORUÇ BOZMAK VESAİRE

Ramazan ayının hususiyeti oruç. Orucun hususiyeti de kendisine ait meseleler. Başında; tutan tu

HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN

HEKİM VE FİLOZOF GÖZÜ İLE RAMAZAN

Hekim gözü ile Ramazan perhiz ayıdır. Bir çok hastalıklara karşı tıbbın tavsiye ettiği im

HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ

HÜZÜNLÜ BİR HAYVANAT BAHÇESİ GEZİSİ

“Paris'in büyük hayat sıtmasına tutulduktan sonra(1) yapmaya hiç vakit bulamayacağım bir zi

YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU

YİRMİNCİ ASRIN BAŞINDA ANADOLUDA PAZARIN NAMUSU

Fransız yazar Claude Farrare, Çanakkale’de bir köyde, 1900’şerin başında yaşadığı çok

BİZ DE RAHATSIZIZ

BİZ DE RAHATSIZIZ

Elinize bir kalem alsanız ve siyasette, ticarete, sanatta, eğitimde en fazla isim yapmış insanla

"BANA KUR’AN YETER!”

Bana Kur'an yeter!" cilerden beni sevdiğini söyleyen biri, kendisi Hadisleri kabul etmeyerek doğr

Gökleri ve yeri yaratan, bunları yaratmakla yorulmayan Allah'ın ölüleri diriltmeye de gücünün yeteceğini düşünmezler mi? Evet O, herşeye kadirdir.

Ahkaf, 33

GÜNÜN HADİSİ

"Cebrail, bana komşu hakkında o kadar ısrarlı tavsiyelerde bulundu ki, onu mirasçı yapacak sandım."

Buhari

TARİHTE BU HAFTA

*İmam-ı Azam Ebu Hanife(r.a.) Vefat Etti.(6 Mayıs 765) *İkinci Dünya Savaşı Sona Erdi.(8 Mayıs 1945) *Osman Gazi'nin Doğumu(9 Mayıs 1252) *Ahmed Cezzar Paşa'nın Akka'da Napolyon'u Yenmesi.(10 Mayıs 1799) *1897 Türk-Yunan Savaşı Türk Zaferiyle Sona Erdi

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI