PROF. DR. ZİYA KAZICI BEYEFENDİ İLE MUHAYYEL TARİHTEN VESİKALI TARİHE DOĞRU-2

-Hocam, bunca arşiv belgesi ve bilgiye rağmen, tarih kitaplarına rağmen hâlâ birileri, Osmanlı Sultanlarının Harem’de zevk-u sefa sürdüğünü söylüyorlar.


2010-06-06 09:58:48

-Hocam, bunca arşiv belgesi ve bilgiye rağmen, tarih kitaplarına rağmen hâlâ birileri, Osmanlı Sultanlarının Harem’de zevk-u sefa sürdüğünü söylüyorlar.

-Hiç ilgisi yok. Geçenlerde bir yerde okudum, emin olun, Osmanlı Pâdişah’ı bizdeki şu anda normal orta seviyedeki –maddî manada– bir vatandaşın imkânlarına sahip değil. Ben bugün yaz-kış her türlü meyveyi alabiliyorum, yiyebiliyorum. Osmanlı Sarayına gelecek en büyük, en lüks hediye o zaman limondur.

Bir başka şey; Harem denince, biz sadece – çok affedersiniz– Pâdişah bir horoz, ne kadar câriye, kadın varsa hepsi de tavuk zannediyoruz. Böyle bir şey yok! Pâdişah da İslâm hukukuna bağlıdır. Onun dışına çıkması mümkün değildir. Diyelim ki, bir kadınla bir münasebette bulunduğu zaman ondan, câriyeden bir çocuk olursa, İslâm hukukuna göre

o Ümmü Veled durumuna gelir. Ne satılması, ne atılması mümkün değildir.

“Padişah orada zevku sefa ediyordu(!)” Peki, altı ay boyunca at sırtında giden Pâdişah’a ne diyeceğiz?

Bir başka şey; Harem dediğiniz zaman, sadece Pâdişah’ın hanımları değil, Pâdişah’ın çocukları var, bunlara hizmet edecek bir sürü hizmetçi grubuna ihtiyaç var. Bunların hepsine Harem deniyor.

Bundan birkaç dönem önceydi galiba, yanlış olabilir, isim vermeyeyim. Ankara’daki Cumhurbaşkanı köşkünde hizmet eden kaç kişi var acaba tahmin edebilir misiniz?

-50 diyorum.

-750 idi.

-Aman Allah’ım!

-Basına intikal eden bilgi, 750 kişi tabi her şeyiyle sadece Cumhurbaşkanı köşküne tahsis edilmiş. Pâdişah koskoca dünyayı idare ediyor. Ailesine, çocuklarına hizmet edecek bir sürü insana ihtiyaç var. Dolmabahçe Sarayı’nın nüfusu 5000’dir. İçeriden dışarıdan, 360 tane irili ufaklı oda ve salon var. Hükümet işleri burada görülür, diğer devlet meseleleri burada görülür.

Günümüzde Harem’den bahseden pek çok kişinin hayatına bakın –tabi kesin olarak söylemek mümkün değil ama–farklı şeyler var. Osmanlı’nın ki hiç olmazsa meşru idi.

Ve hiç kimse, özellikle o günlerde, o dönemlerde, kendi ailesinin içerisine yabancı erkeklerin girmesini istemez. Günümüzde de böyle. Basit bir manada da olsa bizim evimize herhangi bir misafir geldiği zaman, yabancı bir erkek geldiği zaman gelir oturur, sohbet ederiz, bizim hanımlarımız gelir, hoş geldiniz der. Ama diyelim ki onun da hanımı varsa, hanımlar gider, kendileri ayrı yerde otururlar, erkekler ayrı yerde otururlar. Bu konuşma bakımından, rahat etme bakımından da önemlidir.

-İnsanın tabiatı ile ilgili.

-Evet, öyle bir şey.

-Basit bir iddia, bize sorulduğu için soruyorum. Cevaplar.org aynı zamanda bir soru-cevap sitesi. Yıldırım Beyazıd’ın içki içtiği, sonra zehir içerek intihar ettiği söyleniyor.

-Hayır! Şöyle bir şey var. Biraz önce dedik ki, Osmanlı Pâdişah’larından hiçbirisi melek değil. Herkesin kendine göre birtakım hataları, eksiklikleri vardır. Yıldırım Beyazıd için böyle bir şey söylenir, yani içki içtiği, hatta mahkemede Kadı Efendi’nin onun şahitliğini kabul etmeyecek derecede azarladığını biliyoruz, kaynaklarımızda bu var. Ama beşer olarak, insan olarak böyle bir şey yaptıysa, ona bizim bir şey dememiz pek mümkün olmaz. Kendi hatası, ama sonradan tevbe etmiştir ve vazgeçmiştir.

Zehir meselesine gelince; şimdi biliyorsunuz Timur hadisesinden sonra, Timur onu kendisiyle birlikte Anadolu’nun çeşitli yerlerine götürüp âdeta vitrinde reklam eder gibi “ben bunu yendim, bu daha önce sizin başınızdaydı, bakın şimdi ne hâle geldi” der gibi gezdiriyordu. Bu, Yıldırım’ın gittikçe bünye olarak, ruhen ve bedenen zayıflamasına sebep oldu. O günkü bilgiler, belgeler elimizde. Timur’un tabibi var, onlar bile muayene ediyorlar, “efendim yüzüğünün kaşında zehir taşıyordu, o zehiri içti ve böylece intihar etti.” Bu böyle değildir, gerçekten hastalanmıştır ve hastalık sonucunda da vefat etmiştir.

-Yıldırım Beyazıd’ın hapishane şartları, psikolojik durumunun da önemi var.

- Hem de nasıl..Siz Pâdişah’sınız, birdenbire en kötü duruma düşürülüyorsunuz, üstelik vitrinde reklam ediliyorsunuz.

-Izdırabı öldürmeye yeter sadece..

-Basit bir şey değil bu!

-Hocam, yine hatırlatılan bir mesele; Pâdişahların kendi, portrelerini çizdirmesi meselesi, Ulemâ’nın neden bir müdahalede bulunmadığı?.

-Dikkat ederseniz Osmanlı’da heykel yoktur. Hiçbir Pâdişah da kendi heykelini yaptırmamıştır. Ama resim, heykel gibi midir? İslâm hukuku giriyor buraya. Resim, heykel değildir. Dolayısıyla resime müsaade edilmiştir. Çünkü çok daha önceleri var. Heykel için söylemek gerekirse niye müsaade edilmemiştir? Tapınma meselesi! Mesele oradan kaynaklanıyor ve İslâm buna müsaade etmediği için heykele itibar yoktur. Ama resim daha sonra meşru hâle gelmiştir, normal herkes kendi resmini yaptırmıştır, Pâdişah’lar da yaptırmıştır.

Bundan dolayı Pâdişah’ı kötüleyen, zemmeden kimseler pek çıkmamıştır. Kendi içinde resmini yaptırmıştır, diyenler belki çıkmıştır, ama bunlar pek bir mana ifade etmez. O günün Osmanlı öncesinde bile madenî paraların üzerinde diğer hükümdarların resimleri var. Buna rağmen Osmanlı para üzerine kendi resmini koymamış.

-Tuğra var.

-Evet.

-Sorunlu meselelerden anlaşılmayan bir husus, Şeyhülislâm Efendi’nin tavrı..Hükümdarın onu ne derece ciddiye aldığı insanların zihninde soru işareti olarak kalıyor…

-Bir Pâdişahın tahttan indirilmesi veya tahta çıkarılması, Şeyhülislâm’ın fetvasına bağlıdır. Osmanlı’da sistem budur. Zaman zaman, Pâdişah’ların çekindiği Şeyhülislâmlar olmuştur. Biz, başımızda dinî manada bir problemimiz olduğu zaman müftüye gideriz. Mesela; “bugün abdest alırken kolumu yıkamayı unuttum. Abdestim oldu mu, olmadı mı?” diye sorarsınız.

Ama genel manada iki tip fetva vardır; biri biraz önce bahsettiğim gibi basit dinî fetva; bir de siyasî fetvalar var. Siyasî fetvalar toplumun bütününü ilgilendiren fetvalardır. Mesela; savaşa gideceksiniz, bir devlete savaş açacaksınız. Hele bu savaş bir Müslüman devleti ile ise, o zaman mutlaka Şeyhülislâm’ın fetvası gerekir.

Dolayısıyla Şeyhülislâm’lar, toplumu ilgilendiren fetvaları verir. Zayıf karakterde olanlar da olmuştur, çünkü Osmanlı 600 sene devam eden bir devlettir. Biz II. Murad devrinden itibaren Şeyhülislâm’ları görüyoruz Osmanlı devletinde. Bunların içerisinde de zayıf olanlar var, güçlü olanlar var. Pâdişahlar da aynı şekilde. Ve birbirleriyle normal, orantılı bir şekilde çalışmaya gayret etmişler.

Bizim düştüğümüz hata, “Şeyhülislâm’dır, hata etmez” diye düşünmemizdir. Şeyhülislâm’da bir insandır, hata yapabilir, o da kendi akraba ve kendi çocuklarını koruyabilir, belli kademelere getirebilir, hakkı olmadığı halde! Olabilir, yani bu insanın yaratılışında olan bir şey. Bunları Pâdişahlarda veya Şeyhülislâmlarda görmek mümkün.

-Bugün, birçok büyük İslâm âliminin fikirlerini tartıştığı gibi, Şeyhülislâmlar da hata edebilir.

-Gayet tabiî. Mesela İmam Birgivî diye bir zat var, Ebussuud Efendi’yi tenkit eder. Ama niye tenkit eder? İmam Birgivi, Birgi’de, orada 5000 nüfuslu bir yerde, görüş zaviyesi o kadar insanla sınırlıdır. Bütün dünyası odur. Ebussuud Efendi, Kanunî döneminde üç kıtaya hükmeden bir Pâdişahın, bir kesimin Şeyhülislâm’ı. Ve buradaki bütün insanların problemleriyle uğraşmak zorunda olan birisi. Elbette bunun görüş açısı ile, 5000 kişi ile haşır-neşir olanın görüş açısı birbirinden farklı olacak. Senin ülkende bir sürü gayrimüslim yaşıyor, onların haklarını hukuklarını koruyacaksın. İmam Birgivî’ye sorarsanız belki gayrimüslim görmemiştir.

Şunu da biliyoruz, İslâm Tarihi boyunca Hz. Peygamber dönemi dâhil hiçbir Müslüman devlette Osmanlı’da olduğu kadar gayrimüslim yoktur. E siz bunların haklarını koruyacaksınız. Onun için, elbette başkaları tarafından tenkit edilirsiniz. Ama birtakım yenilikler getirmeye mecbursunuz.

-Hocam sizin de çalışmalarınızı kapsadığı için soracağım, Ahilik teşkilatının Anadolu insanın Müslümanlaşmasında büyük katkıları oldu, Aynı şekilde Rumeli’de de böyle mi oldu?

- Aynen öyle oldu. Ordu gitmeden önce, onlar gider. Bundan senelerce önce biz Bosna Hersek’e gitmiştik. Orada bir nehrin kenarına götürdüler, yüksek dağlar, nehre hâkim vaziyette. Mağara gibi bir yerde bir Şeyh Efendi’nin tekkesi var. Tekkede insanları eğiten birisi. Ve ondan sonra arkasından ordu gidiyor.

Dolayısıyla gerek Ahilik Teşkilatı ki, Anadolu’da İslâmîyetin ve Türklüğün yayılmasında büyük bir hizmet gören bir müessesedir. Çünkü bu teşkilata Müslüman olmayanlar giremez. Giremediği için de birtakım sıkıntılarla karşılaşabilir. Ama bunlar büyük bir faaliyetin içerisindeler. Bilemiyorum, İbn-i Batuta Mağrib’li bir seyyah, Orhan gazi döneminde Anadolu’yu gezmiş. Seyahatnamesinde Ahilik teşkilatı hakkında çok güzel bilgiler verir.

Hatta enteresandır, diyor ki: “Biz Denizli’ye gittiğimiz zaman, nereden çıktığı belli olmayan bir grup çıktı önümüze. Ben o zaman Türkçe bilmiyordum. Atlarımızın yularına yapıştılar, ben korkmaya başladım, bunlar bizi soyacaklar mı, ne yapacaklar? Diye korkmaya başladım. Başka bir sokaktan bir grup daha çıktı, bu sefer birbirleriyle münakaşaya başladılar. Derken, nereden çıktı bilmiyorum aksakallı birisi geldi, meğer o beldenin müftüsü imiş.

Arapça biliyormuş, demiş ki: “Bu gruplar niye kavga ediyor biliyor musun?” diye sormuş müftü. “Yok, bilmiyoruz” demiş. Bunun üzerine Müftü: “Bunlar Ahi Durak, bunlar da Ahi Musa’nın grubundan olanlar, onlar diyorlar ki biz misafir alacağız, berikiler diyor ki yok biz alacağız. Sizi misafir almak için kavga ediyorlar” dedi. Ben hayatta böyle bir şey görmedim. Önce bizi filanlar götürdü, bir hafta orada kaldık, izzet-ikram yapıldı. Ondan sonra öbür tarafa bizi götürdüler. Onlar öbürlerinden aşağı kalmamak için daha çok izzet-ikramda bulundular.”

Bu teşkilat ve diğer tekkeler hem insanların Müslüman olmalarında, hem ülkenin feth edilmesinde gerçekten büyük hizmet ifâ eden müesseselerdir. Ama biz şimdi bunları bilmiyoruz. Tekke şu bu denince sadece burada hû çekilen yerlerdir deyip geçiyoruz.

-Hocam, Rumeli meselesini şu nedenle sordum; Osmanlı topraklarının Avrupa’da geniş bir alana yayılmasında sadece Bosna Hersek ve Arnavutluk Müslüman oldu, diğerleri niye Müslüman olmadı. Tarikatlar mı çalışamadı, devlet mi iş yapamadı?

-Hayır, yalnız şu var; şimdi Müslüman olarak siz 20-30 yaşına gelmiş Dimitri veya Elena’yı zorla Müslüman yapamazsınız. Allah size bu hakkı vermiyor. İslâm’ı anlatırsınız, tebliğ edersiniz, Müslüman olup-olmamak onun yetkisinde. Kendisi isterse olur, isterse olmaz. Bunun için Osmanlı Müslümanlaşma bakımından kimseyi zorlamadı. Bununla beraber o kadar insan Müslüman oldu ki, bunların büyük bir kısmı Anadolu’ya göç etti. Özellikle bu İstiklâl Savaşı öncesinde Anadolu’ya göç ettikleri için biz onların farkında değiliz.

Sadece Osmanlı için değil, mesela Endülüs bugünkü İspanya’nın bulunduğu bölge 800 sene bir İslâm ülkesidir. Ama şu anda orada Müslüman yok. Niye yok? Çünkü Müslüman gittiği yerde kimseyi zorla dininden çevirmez. Kimsenin kilisesine, havrasına dokunmaz. Ama orada, onlarda böyle değil. Caminin temelini bile ortadan kaldırır. Bazı Müslümanlar gelir, burası bizim camimiz diye sahip çıkabilirler diye. Böyle bir şey var.

Ve şunu da söyleyeyim, Osmanlı Anadolu’ya geldiği zaman, Anadolu bomboş bir arazi değildi. Burada gene şehirler vardı, köyler, kasabalar vardı ve burada pek çok Hıristiyan vardı. Peki, nereye gitti bunlar? Hepsi kılıçtan mı geçirildi? Asla! Hepsi göç mü ettirildi? Asla! Kendiliğinden İslâm’ı kabul etme bakımından pek çok insan bize karıştı ve dolayısıyla hepsi Müslüman ve Türk oldu.

Bundan birkaç sene önce bir dostumuzun oğluna bir kız istemeye gittik. Kızın annesi “ben yedi göbek İstanbul’luyum” demeye başladı. Ben böyle diyen insanlara kızıyorum doğrusu. Kadına dedim ki: “Hanımefendi, daha fazla yukarı çıkmayın, biraz daha çıkarsanız karşınıza kimin çıkacağını bilemezsiniz.” Gerçekten öyledir, bizim şu anda Anadolu’da “ben şöyleyim, ben böyle Türk’üm” diyen birçok kişiye bakın, on göbek yukarı çıkın, karşınıza kimin çıkacağı belli olmaz.

-Hocam, Paks Ottomana (Osmanlı barışı)ndan bahsedilir. Bu afakî bir terim midir?

-Yok değil… Yavuz Sultan Selim bir gün durup dururken Zembilli Ali Cemali Efendi’ye -devrin Şeyhülislâmı-, diyor ki: “Hocam bütün bir dünyayı feth etmek mi daha iyi, yoksa toprağımdaki insanları Müslüman yapmak mı daha iyi?” Şeyhülislâm tabii normal olarak diyor ki: “Bir insanı Müslüman yapmak daha iyi.” Çünkü Hz. Peygamber’in bu konuda pek çok hadisi var: “Birisinin sizin elinizden Müslüman olması, üzerindeki yükleriyle birlikte binlerce deveyi sadaka vermenizden daha iyidir.” Bunlardan biri. Bunun üzerine Yavuz: “Öyleyse, bugünden tezi yok ülkemde ne kadar gayrimüslim varsa ya Müslüman olacaklar veya ben kellelerini uçuracağım.” Şeyhülislâm hiç beklemediği bir durumla karşı karşıya kalır. Yavuz bu! Bunun üzerine Şeyhülislâm dönemin patriğine haber gönderir.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u alırken onlara bir ferman verir: “Kimse sizin dininize, dilinize, örfünüze, âdetinize ve kiliselerinize karışmayacaktır. Benim neslimden hiç kimse bunu yapmayacaktır” diye fermanı vardır. Zenbilli Ali Efendi patriğe gönderdiği haberde diyor ki “bu fermanı getirsin yoksa durum kötüye gidiyor.” Tesadüfen o ferman bir yangında yanmıştır. Ama o fermanın verildiğini bilen Müslümanlar var hayatta. Onlar bulunur, Yavuz’un huzuruna getirilir: “Sultan’ım siz böyle bir şey emretmişsiniz, ama cedd-i âlânız [yani Fatih Sultan Mehmed] bize böyle bir ferman vermişti, ama bu ferman yandı. Fakat o fermanın verildiğine şâhitlik edecek şu Müslümanlar var. Yani bize dokunamazsınız.” Bunun üzerine Yavuz verdiği sözü gerisin geriye alır.

Osmanlı’nın bu barış anlayışı, bu müsamaha anlayışı olmasaydı bugün, biraz önce söylediğiniz Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan vs.. hiçbir yerde bir gayrimüslimin olmaması gerekirdi. Osmanlı bunların hiçbirisine dokunmadı. İşte biz buna Osmanlı Barışı diyoruz.

-Hocam bir mütefekkirimiz diyor ki: “Osmanlı’yı yıkan birçok sebep vardı, zannediyorum bana en önemlisi de fetih sarhoşluğuydu”

-Yok, değil. Osmanlı’yı esas yıkan şey nüfustur. Kendi öz nüfusunun azlığıdır. Atina’yı feth ediyorsunuz, iki manga asker gönderebiliyorsunuz, bir Kadı gönderiyorsunuz. Ondan sonrasını gönderemiyorsunuz. Gene mahalle, şehir, sokak, cadde aynı. Sadece sizin idarenizde ve buna rağmen gene iyi kaldılar, çünkü Osmanlı yönetiminden memnundu insanlar, gayrimüslimler. Bir de buna değişen dünya siyasetini ilave edebiliriz.

-Adaletle hükmettikleri için.

-Tabii, adalet ve onlara karşı müsamahalı olmak. Haçlılar geldiği zaman, birkaç sefer geldiklerinde ki Batı’da yaşayan insanlar hiçbir zaman haçlıları dört gözle, aman bizi Osmanlı’dan, Türklerden, Müslümanlardan kurtarın diye hiç itibar etmediler. Niye? Çünkü daha önceki idareyi de biliyorlar, Osmanlı idaresini de.

-Onlar şöyle söylemişlerdi: Haçlı külahı göreceğime…

-Kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığını tercih ediyor İstanbul halkı.

-Herhalde bunu anlayamadan o medeniyeti anlayamayız..

-Evet anlayamayız..

-Çok teşekkür ederim efendim..

-Ben teşekkür ederim..

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

Serdar, 2010-12-13 07:02:19

güzel bir röportaj..

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

fatih, 2010-09-13 12:10:17

her iki yaziyida bir cirpida okudum onemli bilgilerdi. hocamizida tanimiyordum boyle degerli sahsiyetlerden bizleri haberdar ettiginiz icin cok sagolun.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

SİTE HARİTASI