UÇBEYLİĞİ’NDEN DEVLET-İ ALİYYE’YE OSMANLI-ZİYA KAZICI-KAYIHAN YAYINLARI-İSTANBUL-2009
Günümüzde, sosyal, ekonomik ve hatta dinî çatışmaları ile siyasî istikrarsızlık merkezi haline gelen bir coğrafyanın, Osmanlı idaresi altında uzun süre barış ve huzur içinde yaşadığı düşünülecek olursa, Osmanlı Devleti tarihinin, gerek dünya, gerekse İslam tarihi bakımından sahip olduğu yerin önemi daha iyi anlaşılmış olur. S: 7-8
Osmanlıların, kendilerinden çok daha güçlüler arasından sıyrılarak İslam Kültür ve Medeniyetine sahip çıkmak, kalıcı ve silinmeyecek izler bırakan bir sürekliliği nasıl sağladığı meselesi, Osmanlı tarihinin üzerinde en çok durulan konularındandır. S:11
Devletler fethetmek, yeni topraklar kazanmak, güçlü bir devlet kurmak ve geniş halk kitlelerine hükmetmek gibi, bazı kesimlerin ideali olarak görülen hedefler, Osmanlı yöneticisi için bir araç olmaktan öteye gitmiyordu. S:13
Osmanlı Devleti'nde, toplumun farklı tabakalara ayrılışı, tâbi olduğu ve yüklendiği görevlerle yakından ilgilidir. Bütün kanun ve nizamlar, sınıfların hukukî yapısına paralel bir biçimde ele alınıyordu. Osmanlı toplumu, çağdaşı Batı dünyasından farklı olarak sınıflar arasında aşılmaz duvarlarla birbirinden ayrılmıyordu. S:15-16
Osmanlılar, kuruluşlarından itibaren Anadolu Selçuklu Devleti'ne bağlı kaldılar. Bu bağlılık, adı geçen devletin varlığına son verildiği ana kadar devam etti. Onların bu bağlılık ve vefalarından dolayı Allah, kendilerini mükâfatlandırdı. Zaman zaman ortaya çıkan isyan ve baş kaldırmalarda hep onlara yardımcı oldu. S:22
Tarihte kurulan büyük devletlerden biri olan Osmanlı Devleti döneminde, bilim alanında önemli gelişmelerin olduğu görülmektedir. Bu devlette ilme verilen değer, kuruluş yıllarından itibaren kendisini göstermeye başlamıştı. S:33
Osmanlı dönemindeki sınıf veya sene sistemi değil, ders geçme sistemi söz konusu idi. Batıda eğitim ve öğretim hakkı henüz bir insan hakkı olarak ele alınmamışken Osmanlılarda herkese açık, şeffaf ve ücretsiz bir eğitim öğretim vardı. S:43
Osmanlı Pâdişahları, şer'î hukukun ayrıntılı olarak düzenlemiş bulunduğu alanlarda kanun koymamaya itina gösterdikleri gibi, diğer alanlarda da şer'î hukukun genel prensiplerine ters düşmemeye gayret ediyorlardı. S:64
Osmanlı uygulamasında kanunnâmelerdeki hükümlerin hem Müslümanları, hem de Müslüman olmayanları (gayrimüslim) kapsadığı görülür. Yani kanunnâmelerde herhangi bir konuda yapılmış olan düzenlemeler, ayırım yapılmaksızın hem Müslümanlara, hem de gayrimüslimlere uygulanmakta idi. S:66
Osmanlılar döneminde insan hakları, birbirinden ayrı gibi görülen ve farklı isimlerle anılan müesseselerce korunmakta idi. İster devlet adamları tarafından haksızlığa uğramış olsun, isterse ticarî hayatta bir şekilde aldatılmış olsun insanlar, bu neviden sıkıntılarını çeşitli mercilere götürebilirlerdi. S:79
Gerçekten galip devlet olan Osmanlı, eğer İslâm'dan aldığı anlayışla başka dinlere mensup olanlara karşı müsamahakâr bir tavır takınmasaydı bugün birçok milletin ve özellikle Balkan devletlerin isimleri ile dinî kimliklerini sadece tarih kitaplarında görüp öğrenebilirlerdi. S:93-94
Sınıf teşekkül ve kavgasına zemin hazırlamayan Osmanlı toplum yapısı, başka toplumlarla kıyası mümkün olmayan ahenkli ve mütecanis sosyal bir özellik arz eder. S:104-105
Batı insanının yüzyıllar boyu sürdürdüğü sınıf mücadelesini ve kölelikten kurtulma savaşının izlerini Türk ictimaî hayatında görmek mümkün değildir. S:105
Osmanlılar, yönetimleri altında bulunan toplumların içyapılarına (din, örf, âdet ve gelenek) müdahalede bulunmazlardı. Bu yüzden azınlıkların muhtariyeti, günümüz dünya ülkelerindeki muhtariyetten daha fazla idi. S:128
Selçuklu – Bizans hudutlarında teşekkül eden bir uç beyliğinin, yeni bir din ve kültürün taşıyıcısı olarak eski Bizans imparatorluğunun enkazı üzerinde kurulan bu yeni devlete Türk ve İslâm damgası vurması hâdisesi, çağdaş tarihçiler arasında henüz tam anlamıyla izah edilemeyen bir mesele olarak münakaşa edilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki bu münakaşa, daha uzun süre devam edeceğe benzemektedir. S:158-159
Kuruluşundan itibaren Müslüman bir topluma istinad eden bünyesi ile şer'î hukuku hem nazarî, hem de amelî bir şekilde uygulayan Osmanlı Devleti, bu anlayışını devletin bütün sistemelerinde devam ettiriyordu. Zira "bu devlette din asıl (kök), devlet ise onun bir fer'i (dal) olarak görülmüştür." S:159
Bernard Lewis'in dediği gibi, "kuruluşundan düşüşüne kadar Osmanlı Devleti, İslâm gücünün ve inancının ilerlemesine veya savunmasına adanmış bir devlet idi.
Osmanlı hükümdarının halkı, her şeyden önce kendini Müslüman sayardı. Daha önce görüldüğü gibi, Osmanlı ve Türk, nisbeten yeni kullanılan deyimlerdir. Osmanlı Türkleri, kendilerini İslâm ile özdeş görmüşlerdir.
Türk kelimesi, Türkiye'de hemen hemen kullanılmaz iken, Batı'da Müslüman'ın eş anlamı haline gelmesi ve Müslüman olmuş bir Batılıya, olay İsfahan veya Fas'ta olsa bile "Türk olmuş" denmesi ilginçtir." S:160
Osmanlı, uygulama alanına koyduğu İslâmî anlayış sâyesinde câmi, kilise ve havranın yan yana durduğu bir üst kültürü tesis etmişti. Böyle bir üst kültürün tesisi, "İlâhî Mes'uliyet" denilen bir yükümlülüğe dayanıyordu. Osmanlı, taşıdığı bu yükümlülüğün farkında olan bir devletti. S:160
Devletler fethetmek, yeni topraklar kazanmak, güçlü bir devlet kurmak ve geniş halk kitlelerine hükmetmek gibi, bazı kesimlerin ideali olarak görülen hedefler, Osmanlı yöneticisi için bir araç olmaktan öteye gitmiyordu. S:160-161
Zira Müslüman olan bütün toplumlarda hâkim bulunan zihniyet, dünyalık elde etme temeli üzerine değil, "ilâ-yı kelimetullah" gibi üst bir ideal etrafında şekillenmişti. S:161
Kuruluş dönemi hariç tutulacak olursa coğrafî konumu itibariyle sadece bir Asya, bir Avrupa veya bir Afrika devleti olarak isimlendirilemeyecek olan Osmanlı Devleti, âdeta medeniyetlerin harman olduğu bir coğrafyada gelişip büyüyen bir dünya devleti haline geldi. S:187
Altı asırdan fazla, üç kıtada varlığını sürdüren, farklı ırk, din, dil, mezhep ve kültürleri harmanlayıp bundan bir Osmanlı mozaiği çıkaran devletin uzun ömürlü olma sırrı, herhalde bu mozaiğe karşı adâletli bir şekilde uyguladığı ve bu sâyede onları her türlü tehlikeden muhafaza arzusu, başka bir ifade ile âdeta "Şemsiye Devlet" diyebileceğimiz bir koruma prensibinden olsa gerek. S:187
Bu yazıya yorum yazın
Bu yazıya gelen yorumlar.
DÄ°ÄžER YAZILAR
Dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm.
Bakara, 2/186
GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°
Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli (ayette sırat-ı müstakim ashabı olarak zikredilen) peygamberler, sıddikler, şehidler ve salihlerle beraberdir.
Tirmizi, Büyu 4, (1209); İbnu Mace, Ticarat 1, (2139)
SON YORUMLAR
- Bütün beytlerin tercümesini gönderebilir misiniz? sitede sadece son birkaç...
- Fıtrat, namaz, tevafuk, sırlar ve tüm bunların sahibi zişanı İlahi kusur...
- Selamünaleyküm Ä°nternette mütalaalı risale i nur dersleri diye arama yaptÄ...
- bu kıymetli yazıdan dolayı ahmed izz kardeşimize teşekkür ederiz çok mani...
- selamün aleyküm Ahmed kardeşimizi tebrik ediyor ve bu faideli tercümelerin...
- Yanında okuyan diğer öğrencileri; Molla Muhammed Kasori Molla Muhammed Era...
- Benim merhum babam Molla İbrahim Azizi de onun yanında icazeti tamamlamıştı...
- Teşekkürler. Sanırım Envar neşriyat idi.Tam hatırlayamıyorum.....
- Çok güzel bir çalışma Rabbım ilminizi arttırsın bu çalışmalarınızı...
- Merhaba, Ben Foliant yayınlarından uğur. Sizinle iletişim kurmak istiyoruz ...
TARÄ°HTE BU HAFTA
ANKET
Sitemizle nasıl tanıştınız?
Yükleniyor...