HANGİ BİLGİNİN PEŞİNDE KOŞUYORUZ?

Aslolan, açıklandığında iç dünyamızda hem hikmet hem de merhamet hâsıl eden, bizi bir hakikatin şahitliğine ve bir güzel eyleme sevk edecek olan bilgidir. Her türden ‘bilgi’ değil. Ne kadar bildiğimizden daha önemli ‘ne’


2010-03-06 14:41:51

Modern zamanları ‘çorak ülke’ye benzeten T.S. Eliot’un tekrarlamayı çok sevdiğim o mısralarının ‘bilgi’nin şubeleri arasında yaptığı hiyerarşik ayrım apaçık: Nerede o hikmet, yerine bilgiyi koyduğumuz/ Nerede o bilgi, yerine malumatı koyduğumuz/ Nerede o malumat, yerine veriyi koyduğumuz.”

Bu dizeler, American Journal of Islamic Social Sciences’a “İletişim Teknolojilerinde Gözden Kaçan Boyut: Hikmet” başlıklı bir yazı yazan Muhammed Nureddin’in görüşleri dikkate alındığında, daha bir anlam kazanıyor. Nureddin’e göre, veri-malumat-bilgi’nin salt zihnî-aklî düzlemde kalan yapısına karşılık, hikmet ‘akleden kalb’e bakıyor; dolayısıyla, özünde merhameti de içeriyor. Bu izah çerçevesine göre, Eliot’un yakındığı süreci tersine çevirip veriden malumata, malumattan bilgiye, bilgiden hikmete erişebilmek, hikmetle birlikte yaşadığımız ‘karar alma’ süreçlerinde merhametin de devreye girmesini sağlıyor. Oysa bugünün dünyasında bu kadar acı, bu kadar zulüm, bu kadar sömürü varsa bir sebebi, en fazla ‘bilgi’ düzeyinde kalan, kalbi ve duyguları harekete geçirmeyen, hikmete dönüşmeyen ve merhamet uyandırmayan bir ‘bilgilenme’ sürecine mensup olmamız…

Çoğu onun için gereksiz olmak üzere çok veriye, çok malumata ve çok bilgiye sahip olan, ama öte yandan hikmet fukarası modern zamanlar insanının bu durumu, bir âyeti, bir emr-i ilâhîyi ve bir hadisi düşündürür bana sıklıkla.

İlgili âyet, Maide sûresinin 101. âyetidir: “Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeyleri sormayın.”

İlgili ilâhî emir, Hucurat sûresinde bildirildiği üzere, zandan kaçınma ve gıybetle birlikte, tecessüsü de mü’minlere yasaklayan emr-i ilâhîdir.

İlgili hadis ise, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın bir duası olarak, “Faydasız ilimden Sana sığınırım” hadisidir.

Tecessüsü, gizli olanı açığa çıkarma gayretini yasaklayan emrin hikmeti bellidir. Burada, üstüne farz olmayan, öğrenmesi gerekmeyen ve hatta öğrenmemesi gereken bir bilgi söz konusudur. İnsana düşen, biliyor olduğu şeyin peşine düşüp onunla ilgili yapması gerekeni yapmak, dikkatini buna yoğunlaştırmaktır. Gizli olanı açığa çıkarma çabasının bir tezahürü olarak tecessüs ise, (sui)zanların güdümüne girmekten beslenen ve gıybeti besleyen bir durum olarak, insanı ‘faydasız bilgi’ye sürükleyen s-t-g şeytan eğrisinin merkezî noktasıdır. Tecessüsün yasaklanmasındaki çok hikmetlerden bir hikmet, aşikârdır. Âlemlerin Rabbi, üzerine farz olanı yapmaya zaten gereğince muktedir olamayan kullarını bunu daha da yapamaz hale gelmesine yol açacak bir süreç olarak üstüne farz olmayan bilginin peşine düşmekten alıkoymaktadır.

Maide sûresi âyeti ise, asıl hikmetinin yanı sıra, işarî bir ders olarak, bize öğrenmenin mecraını gösterir: Sorduğumuzda öğreneceğimiz şeyin bizim dünyamızda karşılığı ne olacaktır? Sorumuza karşılık öğrendiğimiz bilgi, bizim iç dünyamızda bir derunî anlamın mı anahtarı olacaktır, bizi bir güzel eyleme, bir amel-i salihe mi teşvik edecektir, bir mü’min kardeşimizin veya bir insanlar topluluğunun bir yarasına merhem olmamıza mı vesile olacaktır? Yoksa öğrendiğimizde gereğini yapmayacağımız bir bilginin mi peşinde koşuyoruz?

Ki böyle bir bilgi, ilgili hadisin bildirdiği üzere, en hafif haliyle, ‘faydasız bilgi’ sınıfında yer alıyor. Bu şekilde edineceğimiz bilgiler içinde ‘zararlı bilgi’lerin var olması ihtimali bir yana, ‘faydasız bilgi’den dahi âlemlerin Rabbine sığınmaktadır kudsî nebî. Çünkü, Hesap Günü verilecek hesaplar arasında, hâfızamıza ne tür bilgiyi doldurduğumuzun ve iç dünyamızda bu dünyayı nasıl yoğurup ne sonucu hâsıl ettiğimizin hesabı da vardır.

O halde aslolan, açıklandığında iç dünyamızda hem hikmet hem de merhamet hâsıl eden, bizi bir hakikatin şahitliğine ve bir güzel eyleme sevk edecek olan bilgidir. Her türden ‘bilgi’ değil. Ne kadar bildiğimizden daha önemli ‘ne’ bildiğimiz ve ‘ne için’ bildiğimizdir.

Hepimiz, hayatlarımızda belli tecrübeler yaşar, belli süreçlerden geçer, belli kararlar alır, belli kararları gözden geçirir, belli işlere başlar, belli şeylerden vazgeçeriz ve hayat bu şekilde sürer gider. Bu süreçte, bitişler ve başlangıçlar, yakınlıklar ve uzaklıklar, sevinçler ve hüzünler yaşanır sürekli. Her insanın hayatı, bu sarkacın içinde salınır durur. İnsanlar işe girer, işten çıkarlar. Para kazanır, para kaybederler. Evlenirler, boşanırlar. Küserler, barışırlar. Sevinirler, üzülürler. Yakınlaşır, uzaklaşırlar.

Kendi namıma, şahit olduğum böylesi bütün olayların içinde, ancak kendi hayatıma bakan bir tarafı varsa, benim için bir hikmet-ders-tecrübe boyutu taşıyorsa; benim en azından fikrî düzeyde bir dahlim olacak, istişarî anlamda bir yardımım olacaksa yahut bilfiil beni de ilgilendiriyorsa ve benim fiilî bir yardımım mümkünse ilgilenmeye çalışırım. Değilse, ötesini sormayı fazlalık görürüm. Elimden geldiğince böyle yapmaya çalışıyorsam, sebebi işte ilgili âyet, ilgili emr-i ilâhî ve ilgili hadistir.

(Yine bu sırdan, zaman zaman ‘Asr-ı Saadet’te gazetecilik sözkonusu olsa, nasıl olurdu?’ diye hayal ederim de, bugün bize ‘bilgi’ olsun diye sunulan nice ‘haber’in ya ‘tecessüs’ sınıfına, ya ‘faydasız bilgi’ sınıfına girdiği için yayınına müsaade edilmediği için birilerinin bas bas ‘sansür var’ diye bağırdığı sahneler canlanır zihnimde. Meselâ, Asr-ı Saadet’te magazin haberciliği? Böyle birşey düşünebiliyor musunuz?)

O halde aslolan, bize bilgi verilen konularda eğer yapabileceğimiz daha fazla birşey yoksa; bir yol gösterme, bir fiilî destek, bir hikmet talimi filan söz konusu değilse, bildiğimizden ötesine düşmemektir diye düşünüyorum.

Unutmayalım; çözümünde katkımızın olmayacağı bir konuda bilgi sahibi olmaya çalışmak, bizi sorunun bir parçası yapıyor yalnızca…

İçerdiği problemin daha fazla kişi tarafından bilinir hale geldiği evliliklerin ömrünün daha da kısalması, dostlukların ve iktisadî teşebbüslerin bir ‘problem’ taşıyor oldukları sağda-solda konuşulur halde geldikten sonra daha da büyük problemlere duçar hale gelmeleri boşuna değil.

O yüzden, bir bilginin peşine düşmeden önce sormamız gerek: Ne için bilmek istiyorum? Bir soruyu sormadan önce de sormamız gerek: Ne için cevabını arıyorum?

Metin KARABAŞOĞLU

Karakalem Net

http://www.karakalem.net/?article=3103

 

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

EŞREF EDİP’TEN; “SİZ Mİ DİNE KARŞI DEĞİLDİNİZ?”

1950 seçiminden az sonra, eski başbakanlardan, medrese kökenli Şemseddin Günaltay, İzmit CHP

De ki: Sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, muhakkak sizi bulacaktır. Sonra da görüleni ve görülmeyeni bilen Allah'a döndürüleceksiniz de O size bütün yaptıklarınızı haber verecektir.

Cum'a, 8

GÜNÜN HADİSİ

"Kim bir oruçluya iftar verirse, oruçlunun sevabından hiçbir şey eksilmeksizin, oruçlunun sevabı gibi sevap alır."

Tirmizî.

TARİHTE BU HAFTA

*Nizamü'l-Mülk'ün Şehadeti(14 Ekim 1092) *II.Kosova Zaferi(17 Ekim 1448) *Gedik Ahmed Paşa'nın Vefatı(18 Ekim 1482)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI