Cevaplar.Org

PROF. DR. ŞENER DİLEK HOCAMIZLA NUR’UN TEDRİS RAHLESİNDE-3

- “Bu mazhariyetlere herkes çıkabilir mi? Sadece arzu etmek yeterli mi? Bu işin bir altyapısı, bir kısım şartları yok mu?” Bu mazhariyetlere yükselmek mümkün.. Ama şu var ki, her şeyin bir altyapısı var


Salih Okur

nedevideobendi@gmail.com

2010-01-08 02:03:18

- “Bu mazhariyetlere herkes çıkabilir mi? Sadece arzu etmek yeterli mi? Bu işin bir altyapısı, bir kısım şartları yok mu?”

Bu mazhariyetlere yükselmek mümkün.. Ama şu var ki, her şeyin bir altyapısı var; her şey bir altyapıya muhtaç.. Emek sarf etmeden, ter dökmeden, hedefe kilitlenmeden zirvelere tırmanmak mümkün değil.. Zirvelere yükselmenin bir kısım basamakları var. Bunların en önemlisi, açlığını tam duymak, ihtiyacını tam hissetmek, hakikatlere tam bir iştiyak göstermektir.

Evet, matlup ve maksuda ulaşmak kesb ister; ciddi bir teveccüh, tam bir gayret ve hasbi bir yönelme ister. “Şu hakikatlere herkesten önce benim ihtiyacım var! Hz. Üstad bu hakikatleri sanki benim için kaleme almış, benim için yazmış; bu sözler doğrudan doğruya bana hitap ediyor! Muhatab benim, hasta benim, muhtaç benim!” diyenlere ve tam hulûsiyet ile yönelenlere ve ciddi teveccüh gösterenlere Risale-i Nurlar kafî ve vafîdir. Bakın! “Nurun İlk Kapısı” isimli eserinde Hz. Üstad şöyle buyurmaktadır:

“…. Sonra gayet zevkli ve neşeli bir halet içinde iken, sekiz sene hiç gücendirmeden mükemmel bana hizmet eden Sıddık Süleyman bana bir kitap getirdi. Açtım baktım ki, Eski Said ile Yeni Said’in birbiriyle münazara edip nefs-i emmareyi susturan ve şuhud derecesindeki hakikatleri ihtiva eden on üç dersler olup, bu on üç dersin doğrudan doğruya Kur’an-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın ayetlerinden aynelyakîne yakın bir surette Yeni Said’e ders olduğunu ve bütün bu derslerde doğrudan doğruya birinci muhatap Said olduğunu gördüm.”

Evet, insanın kendisini doğrudan doğruya birinci muhatap kabul etmesi ve ihtiyacını tam hissetmesi, işin şifresi.. Bu şifreyi yakalayanlar, azim sır ve hakikatlere mazhar ve makes olabilirler.

Evet, açlığını, ihtiyacını tam hissetmek ve hakikatlere ciddi yönelmek.. İşte bütün mesele bu.!

Diğer bir cephesiyle, Risale-i Nur delil ve hüccet kılıcı ile küfr-ü mutlakı ve dalalet-i mutlakı param parça edebilecek bir keskinlikte; küfrün kalelerini darmadağın edebilecek bir güç ve dirayettedir. Nitekim Hz. Üstad, bu hakikat-ı Kur’aniye’nin kuvvetini, dirayet ve gücünü şu cümle ile dile getirmiş: “Kardeşlerim, küfrün bel kemiğini kırdım!” demiştir.

- “Üstadın bu beyanını nasıl anlamamız lazım?”

Bu hakikati bir temsil ışığında akla yakınlaştırabiliriz. Varsayalım ki, veba gibi dehşetli ve bulaşıcı bir hastalık bütün dünyaya yayılmış. Her gün yüzlerce insan ölüyor.. Tehlike dehşetli ve büyük.. Tıp dünyası aciz ve mecalsiz.. İlim adamları çare arıyorlar, araştırma yapıyorlar, tetkiklere girişiyorlar; fakat henüz bir ışık yok..

Ve nihayet bir gün, laboratuara kapanıp gece gündüz çalışan, hayatını ilme vakfeden bir bilim adamı uzun tetkikler neticesinde hastalığın ilacını buluyor. Daha sonra bir toplantı yapıyor, bütün dünyaya sesleniyor, şu müjdeyi veriyor:

 “Bütün beşer âlemi duysun, işitsin, bilsin ki; ben bugün bu dehşetli hastalığın ilacını buldum, belini kırdım, işini bitirdim!”

Evet, bu müjde iki önemli şarta bağlı.. Birincisi, o ilacı arayıp bulmak, tedarik etmek. İkincisi, zaman kaybetmeden düzenli olarak o ilacı kullanmak..

Evet.. Risale-i Nur, âlem-i İslam’ın ve beşer dünyasının dert ve hastalıklarına bir ilac-ı manevî, bir tiryak-i kudsî ve bir iksir-i nuranîdir. Bu ilacı kullananlar, bu tiryakı istimal edenler, bu iksiri içenler, biiznillah asrın manevî veba ve belalarından kurtuluyor, sahil-i selamete çıkıyorlar, inşaallah..

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Derin bilgi ve hakikattar tefekkür, manevî hayatın kalitesine büyük kuvvet verir. İslam’ın güzelliklerini nefsinde daha şuurlu ve daha hakimane yaşamanın yollarını gösterir, ihlâslı istikamete destek olur. Fikir dünyasını daha güzele, daha mükemmele götürür; hayatı daha müdebbirane tedbir ve tanzim etmeye, daha anlamlı ve daha derinliğine yaşamaya sevk eder. Hakiki şevk ve gayretin, himmet ve hamiyetin kaynağını oluşturur.

Risale-i Nur’un mütalaa ve müzakeresinde derin bilgi ve hakikattar tefekkür vardır. Bu ufka yükselenlerde, ince sırlar kalblere açılır, derin manalar idraklere görünür, latif nükteler gönüllere iner.

 "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" hadis-i şerifinin beyan buyurduğu o tefekkürün risalelerde bulunduğunu ve o saatin yakalanabileceğini Hz. Üstad ifade etmiştir. Bizler için önemli olan o saati yakalamak ve o saat içindeki o azim sırra kavuşmaktır. İman hakikatlerini emerek içine çekenler, derinliğine bir tefekkür içinde mütalaa ve müzakere edenler -muhtemel ki- o saati yakalayabilir ve o sırra ulaşabilirler. O saat ve o sır, doğrudan doğruya imanın inkişaf ve terakkisine kuvvet veren hakikatlerin içindedir. Cihanbahâ mücevherat-ı Kur’aniye olan o marifet nişanlarını göğsüne takmak, o marifet nurlarından istifade etmek, herhalde, herkesten önce derin bilgiye cidden ulaşmak isteyenlerin ve tefekkürü meslek olarak algılayanların hakkı olsa gerektir.

Risale-i Nur’un en önemli esaslarından birisi, tefekkürdür. Tefekkür, bizim mesleğimizdir. Mesleğini bilmek, mesleğinde derinleşmek de zaruridir, hatta lazım ve elzemdir. Bu zaruret ve lüzum, bizi sathî ve surî bir dünyadan derin bilginin ve hakikattar tefekkürün aydın semasına yükseltir, terakki verir.

Evet, sırların idraklere açılması, hakikatlerin dimağlarda netleşmesi, manaların kalplerde berrak bir biçimde tebellür etmesi ne kadar güzel, ne kadar tatlı ve ne kadar kıymettardır.

Bakın, tefekkürün önemini ifade eden bu cümleler ne kadar dikkat çekici, ne kadar düşündürücü ve ne kadar ibret vericidir: “Ben namaz tesbihatının âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhidi zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i şerifte "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" Risale-i Nur'da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir surette, Kur'anın âyet-ül kübrasının iki tefsiri olan iki Âyet-i Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım; size gönderdiğim Âyet-ül Kübra Risalesi'nin Birinci Makamı'nın hülâsasından müntehab güzel bir sırrını hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'den müstahrec nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumağa başladım. Birkaç gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım. Ve bütün risalelerin hususî menba'ları, madenleri olan binden ziyade âyât-ı Kur'aniyeyi, kendi Kur'anımda evvelce işaretler koyup bir Hizb-i A'zam-ı Kur'anî yapmak niyet etmiştim. Şimdi bu hizb-i a'zam ve bu vird-i ekber, Risale-i Nur mensublarına bazı eyyam-ı mübarekede okunması için bir zaman size de göndermek hakkınız var. İnşâallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazı kelimelerini tercüme ve bir kısım kayıdlarını tefhim için, vakit bulsam gayet kısa haşiye gibi bir şeyi yazacağım.”

 DÖRDÜNCÜ NOKTA:

Akıl ve kalplere seslenirken, hakkın kuvvet ve dirayeti yanında dikkate alınması gereken çok önemli bir husus da; hakikatlerin tebliğinde ne çeşit metotların, hangi tarz ve üslupların kullanılacağının bilinmesidir. İnsanlara ulaşmada yol çizilmezse, üslup belirlenmezse, o hakikatler zayıf ellerde garip ve yetim kalabilir. Tebliğ görevini omuzlayanların en ciddi sorumluluğu, o hakikatleri en kolay bir biçimde, en güzel bir şekilde ve en etkili bir tarzda sunmak olmalıdır. Bu açılardan bakıldığında, Risale-i Nur; tebliğ modeli, hizmet tarzı, sunuş biçimi, takdim ve tamim şekli itibariyle fevkalade orijinaldir ve asrın mizacına tam mutabıktır.

- “Bu noktayı biraz daha açabilir, bir misal ışığında akla yaklaştırabilir misiniz?”

Tebliğde, muhatap, zaman ve mekan çok önemli.. Bu asrın şartları içinde, bu üç unsuru tahlil etmek lazım. Mesela, insanların dert ve sıkıntılarına bakın.. Ağır geçim şartları, bitip tükenmeyen meşguliyetler.. İş derdi, aş derdi, eş derdi.. Kısıtlı zamanlar, yetersiz imkanlar.. Böyle bir atmosfer içinde, insanlar, çoğu zaman gönül dostlarıyla bir araya gelemiyorlar, kâmil insanları ziyaret edip, sohbetinde oturma şans ve imkânlarından mahrum yaşıyorlar. Aynı sıkıntılar, o kâmiller için de geçerli değil mi? Onlar da muhtelif belde ve şehirlerden gelen misafirlerine yeterli zaman ayıramıyorlar.

Evet, irşad hareketleri ile ilgili bir değerlendirme yaparken; asrın niteliklerini, zamanın getirdiği tereddüt ve çıkmazları dikkate almak; insanları mizaç, karakter, kabul, infial, teslim, teveccüh gibi vasıfları itibariyle tahlil etmek zorundayız.

Evet, bu asrın insanlarının pek çok tereddütleri, sancıları, sıkıntıları, infialleri, ön kabulleri var.. İnsan bu..! Nefis taşıyor, arzular içinde kıvranıyor.. Emelleri ve farklı düşünceleri var.. Değişik telkinler içinde çalkalanıyor, süzgeçleri bazen tıkalı, bazen açık.. Bazen lokum gibi tatlı, bazen zehir gibi acı.. Bazıları enaniyet kaftanını giyiyor, bazıları kibir libasına bürünüyor, bazıları istiğna caddelerinde yürüyor, bazıları gurur buzullarında dolaşıyor; bir kısmı varlık ve servet sahralarında berduş, bir kısmı da şan ve şeref sokaklarında sarhoş..!

İnsanın irşadı, hak ve hakikat yoluna girmesi, öyle kolay değil.. İnsan turnusol kâğıdına benzemiyor; hemen küpe daldırıp çıkartmakla mazideki kötü alışkanlıklarını söküp atamıyor; bir ömür boyu telkine, takviye ve tahkime muhtaç.. Bir nefeste pişemiyor, kıvam ve kemal derecelerine çıkamıyor.

Her insan son nefesine kadar ciddi bir imtihan içinde.. Nefsin taslit ve tahakkümünün, şeytanın vehim ve vesvesesinin arkası kesilmiyor. Bazen insan ahir ömründe en amansız imtihanlarla göğüs göğüse geliyor. Hem, asır dehşetli ve bozuk.. Asrın çalkantıları büyük, dalgaları korkunç.. Şiddetle önüne katıyor, sürüklüyor, alıp götürüyor, silip süpürüyor.. Sahil-i selamete çıkmak öyle kolay değil.. Fen ve felsefeden gelen, itikat ve imanı sarsan batıl fikirler ve çarpık düşünceler dimağlara musallat oluyor, fıtratlara yapışıyor.

O zaman, “Bu dehşetli asırda ne yapmamız lazım? Nasıl bir yol bulmamız lazım? Nasıl bir metod izlememiz lazım?” sualleri akla geliyor.

Evet, öyle bir yol bulunmalı ki; insan istediği anda üstadı ile rahat görüşebilsin, dertlerini dökebilsin, suallerine cevap arayabilsin.. Aklen tatmin, kalben mutmain olabilsin.. Hatta öyle ki; günlerce onun rahle-i tedrisinde oturabilsin; ondan dersini alabilsin; ilminden, irfanından istifade edebilsin.. Hem öyle bir yol bulunmalı ki; öğrenmek istediklerine çok kolay ulaşabilsin..

Peki, öyle bir yol var mı?

Evet, öyle bir yol var..!

İşte, Risale-i Nur’un mesleği öyle bir yol.. Kolay ve çok rahat ulaşılabilir bir yol..

- “Yani, nasıl kolay ve rahat ulaşılabilir bir yol?”

Şöyle bir yol: Mesela hava alanındasın. Biraz sonra uçak kalkacak. Etrafında aşina bir çehre yok, yalnızlık üşütüyor seni.. Kalbinde de biraz hüzün var..

Uçak havalandı.. İşte şimdi uçağın penceresinden gökyüzünü seyretmeye başladın.. Semanın derinlik ve enginliğini seyre koyuldun.. Gönlüne bir hasret düştü..

“Ahh! Keşke, şu anda Bediüzzaman Hazretleri yanımda olsaydı! Sema ayinesindeki celalî tecellilerin sır, hikmet ve hakikatlerini bizzat ondan dinlese, ondan işitseydim. O’nun gözüyle şu sema âlemini temaşa etseydim! Ne kadar harika olurdu!” diye içten içe konuşmaya başladınız. O teessür anında, Hz. Üstad’ın şu cümleleri hatırınıza geldi:

Risale-i Nur'u okumak on def'a benimle görüşmekten daha kârlıdır. Zaten benimle görüşmek âhiret, îman, Kur'an hesabınadır. Dünya ile alâkamı kestiğim için dünya hesabına görüşmek mânasızdır. Âhiret, iman, Kur'an için ise; Risale-i Nur daha bana ihtiyaç bırakmamış.”

“Benimle hakikat meşrebinde sohbet etmek ve görüşmek isteyen adam, hangi risaleyi açsa; benimle değil, hâdim-i Kur'an olan üstadıyla görüşür ve hakaik-i imaniyeden zevkle bir ders alabilir.”

Sonra o an hatırınıza geldi: “Çantamda risaleler var!” Hemen açıp okumaya başladınız, şu azim sema alemi ile ilgili bahisleri, iştiyakla ve dikkatle.. Baktınız semaya.. Çarpmayan, düşmeyen, dökülmeyen, milyarlarca yıldızların arkasındaki Kudret-i İlahiyye’nin haşmet ve azametini tefekküre koyuldunuz. Semanın tedbir, tanzim, teşkil ve tedvirindeki azim tasarruf-u Rububiyyeti müşahede etmeye başladınız. Ufkunuz açıldı.. Risaleler, fikren ve ilmen yetişti imdadınıza.. Tuttu elinizden, fikrinize derinlik kattı..

Hem mesela, “Şu yaz mevsiminde afaktan tecerrüd edeyim. Şöyle kirsiz ve gürültüsüz bir yerde, bir bağ ve bahçede biraz zihnimi dinlendireyim!” diyor, sakin ve sessiz bir menzile gidiyorsunuz. Şu an, o sakin menzilde, o güzel bahçedesiniz.. Tertemiz bir hava, güzel kokulu çiçekler.. Ruhunuz teneffüs ediyor.. “Ayet-ül Kübra Risalesi”ni elinize aldınız, açtınız. Ayet-ül Kübra size sesleniyor:

“Bak kitab-ı kâinatın safha-i rengînine!

Hâme-i zerrin-i kudret, gör ne tasvir eylemiş.

Kalmamış bir nokta-yı muzlim çeşm-i dil erbabına,

Sanki âyâtın Huda, nur ile tahrir eylemiş.”

Şimdi siz, Ayet-ül Kübra’nın gözü ile kainat kitabını temaşa ediyorsunuz.. Ayet-ül Kübra size rehberlik yapıyor.. Tevhid delillerini gözünüzün önüne seriyor.. Marifet dersinde bir muallim olarak size yol gösteriyor.

Hem mesela, varsayalım ki, gece bir türlü gözünüzü uyku tutmadı, kıvranıp durdunuz, sağa sola döndünüz. Uykunuz kaçtı.. Yataktan kalktınız, karşı odaya geçtiniz. Kitaplarınız var o odada..

İşte bakın! Hakikat mürşidleri raflara dizilmişler, sabırla sizi gözlüyor, sizi bekliyorlar..

İşte! Sözler, Mektubat, Lemalar, Şualar..

Gecenin karanlığında bu ilmî mürşidler ile buluştunuz. Marifet dersini dinlediniz o mürşidlerden.. O hakikat nurları kucakladı sizi.. Aydınlandı içiniz.. Yıkandı gönlünüz.. Isındı vücudunuz..

Ya da şöyle hayal edin: Gurbettesiniz.. Gönül dostlarınızdan ırakta ve uzaktasınız. Kalbinizde bir rikkat ve içinizde bir hasret var.. Ruhunuz bir teselliye muhtaç.. Bir inşirah arıyor gönlünüz.. Bir enîse ihtiyaç duyuyor kalbiniz..

Hemen o an, açıyorsunuz Risale-i Nur’u.. Okumaya başlıyorsunuz. Okudukça doluyor bataryalarınız, açılıyor göğsünüz.. Genişliyor sadrınız.. Firdevsî bir havayı teneffüs ediyor ciğerleriniz..

Ya da, yaşlanmış, kuşe-i uzlete çekilmiş anne ve babanızı düşününüz. Yorgunluk, ihtiyarlık ve hastalık omuzlarına binmiş; hayat iki büklüm etmiş onları.. Mecalleri yok.. Bir şairin dediği gibi, yıllar başlarına yağmış, saçları beyaz kefene bürünmüş.. Babana “İhtiyarlar Risalesi”ni, annene de “Hastalar Risalesi”ni veriyorsun.. Gözlüklerini takıyor, okumaya başlıyorlar. Meşakkat, ihtiyarlık ve hastalıkların arkasındaki vech-i rahmeti hissediyorlar. İçleri açılıyor, ferahlanıyor; Allah’a hadsiz şükrediyorlar..

Ya da, bir derece afakîleştin, maddeye daldın. Dünya muhabbeti kuşattı içini.. Gösteriş, şan u şeref ve alkış hissi sarhoş etti seni.. Varlık, devlet ve servet şımarttı nefsini.. Gönlün bulanık, his dünyan karışık.. Bir lakaytlık, bir laubalilik çöktü içine... O zaman aç şeyh-ül ekber olan “İhlas Risalesi”ni.. O şeyh-ül ekberin rahle-i tedrisine diz çök, boyun kır.. Can kulağı ile dinle, o şeyh-i ekberi.. Bak, kalbini nasıl cilalayacak o şeyh-i ekber, seni ihlas vadisine sokacak..

 Ya da, uhuvvette çiğleştin, muhabbette bedevîleştin, gönül dostlarını kırıyorsun, incitiyorsun.. Kardeşlerine karşı gabîleştin, sertleştin, asabîleştin.. Hemen kalk, şeyh-i kebir olan “Uhuvvet Risalesi”ne müracaat et.. O şeyh-i kebirden uhuvvet dersini al.. Kalbini yumuşatsın o şeyh-i kebir.. Kararttığın dünyaları aydınlatsın, kapattığın kapıları bir bir açsın..

 Ya da, daha külli, daha cami ve daha muhit bir hizmet yapmak mı istiyorsun? Hemen kalk ve şeyh-i himmet olan “Hizmet Rehberi”ne yönel.. O şeyh-i himmet, sana himmet elini uzatsın, ufkunu açsın, şevkini kamçılasın, sana büyük hedefler göstersin.

Ya da, hayatın asıl gayesi olan imanda, marifet ve hakikatte derinleşmek mi istiyorsun? O zaman şeyh-ül azam olan Ayet-ül Kübra’ya, Elhüccetü’z-zehra’ya, İkinci Şua’ya, Otuzuncu Lema’ya, Onbirinci Söz’e, Ayet-i Hasbiye’ye müracaat et.. O şeyh-ül azamların her birinden iman, hakikat ve marifet derslerini al.. Bir alim-i arif-i ilm-i Kur’an ol..

Ya da, Resul-u Ekrem’in(s.a.v) nurlu, edepli, müstakim yoluna tam temessük etmek mi istiyorsun? Rehber-i ekmel, hoca-i kainat, mürşid-i ekmel olan Resul-u Ekrem(s.a.v) nurlu caddesini beyan eden “Sünnet-i Seniyye Risalesi”ni mütalaa ve müzakere et.. O risale, seni evc-i kemalata uçurtsun.. Kabe-i kemalata yükseltsin..

 Evet, Risale-i Nur, ilmî, manevî ve Kur’anî bir mürşid olarak dünyanın her tarafına ulaşmış.. Otuz küsur dile çevrilmiş; ulaştığı her mekânda, her makamda, her menzilde insanları tenvir ediyor, hakikat dili ile insanların imdadına yetişiyor. Bu mürşid ile buluşma ve görüşmenin bir külfeti de yok. Bugünkü iletişim dünyasında, isteyen herkes o Kur’anî mürşide rahatlıkla ulaşabilir, dersini alabilir.

Evet, Risale-i Nur, Kur’an’ın icazını beyan etmiş, Kur’an’ın envar, esrar ve hakikatlerini gözlere göstermiş. Her asırda olduğu gibi, bu asırda da, hakikî ve daimî mürşidin Kur’an-ı Hakîm olduğunu beyan etmiş, muhataplarının nazar ve dikkatlerini doğrudan doğruya Kur’an’a çevirmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri de kendisini mücevherat-ı Kur’aniye’nin bir dellalı olarak tavsif etmiş, bütün hayatı boyunca, makamatı ihsas edici hal ve tavırlardan şiddetle kaçınmıştır. “Mürşid-i hakikî ve daimî, Kur’an-ı Hakîmdir. Hakiki tevhid-i kıble Kur’an ile olur.” ifadesiyle Kur’an-ı Azimüşşan’ın her asırda sırr-ı veraset noktasından “velayet-i kübra”dan matlub feyz ve hakikatleri verebileceğini beyan buyurmuştur.

Evet, Risale-i Nur ve Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi, makam-ı ferdiyete mazhardır. Ve O’nun şahs-ı manevîsi, velayet-i kâmile unvanına sahiptir. Ve Risale-i Nur, velayet-i kübradan matlup feyizleri ehil olanlara verir. Risalelere mukabele sırrı ile tam teveccüh edenler, saffet ve samimiyeti, takva ve amel-i salihi, sadakat ve kanaati nisbetinde o velayet nurlarından tefeyyüz edebilirler.

Evet, velayet-i kübradan matlup feyizleri almak, elbette tatlı, hoş ve güzel.. Ama, bu mazhariyetlerin daha güzeli, daha tatlısı var.. O güzellik ve o tatlılık, doğrudan doğruya ihlas sırrına bakar. Yani muhlislerin ve muhlasların caddesi olan bu keyfiyet; kulun ibadet ve taatı, hizmet ve faaliyetleri karşılığında maddî manevî hiçbir şey istememesi; ecir ve ücretini yalnız ve yalnız Cenab-ı Allah’tan beklemesidir. Velayet nurlarını, feyz ve keşfe medar tecellileri hiç düşünmeden istikamet çizgisinde yürüyüp, hizmete, meşakkate ve külfete talip olmasıdır. Böyle bir yol, elbette daha selametli ve daha hasbî olanıdır.

Bakın, Hz. Üstad’ın şu ifadeleri bu meseleye ışık tutması ve yol göstermesi noktasından ne kadar hakimane, ne kadar güzeldir:

 “Bu dünya, dâr-ül hikmettir, dâr-ül hizmettir; dâr-ül ücret ve mükâfat değil. Buradaki a'mal ve hizmetlerin ücretleri berzahta ve âhirettedir. Buradaki a'mal, berzahta ve âhirette meyve verir. Madem hakikat budur, a'mal-i uhreviyeye ait neticeleri dünyada istememek gerektir. Verilse de memnunane değil, mahzunane kabul etmek lâzımdır. Çünki Cennet'in meyveleri gibi, kopardıkça yerine aynı gelmek sırrıyla, bâki hükmünde olan amel-i uhrevî meyvesini, bu dünyada fâni bir surette yemek, kâr-ı akıl değildir. Bâki bir lâmbayı, bir dakika yaşayacak ve sönecek bir lâmba ile mübadele etmek gibidir.

İşte bu sırra binaen; ehl-i velayet, hizmet ve meşakkat ve musibet ve külfeti hoş görüyorlar, nazlanmıyorlar, şekva etmiyorlar. "Elhamdülillahi alâküllihal" diyorlar. Keşf ü keramet, ezvak u envâr verildiği vakit, bir iltifat-ı İlahî nev'inden kabul edip setrine çalışıyorlar. Fahre değil, belki şükre, ubudiyete daha ziyade giriyorlar. Çokları o ahvalin istitar ve inkıtaını istemişler, tâ ki amellerindeki ihlas zedelenmesin. Evet makbul bir insan hakkında en mühim bir ihsan-ı İlahî, ihsanını ona ihsas etmemektir; tâ niyazdan naza ve şükürden fahre girmesin.

İşte bu hakikata binaendir ki, velayeti ve tarîkatı isteyenler; eğer velayetin bazı tereşşuhatı olan ezvak ve keramatı isterlerse ve onlara müteveccih ise ve onlardan hoşlansa; bâki uhrevî meyveleri, fâni dünyada, fâni bir surette yemek kabilinden olmakla beraber; velayetin mayesi olan ihlası kaybedip, velayetin kaçmasına meydan açar.”

-Devam Edecek-

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DİĞER YAZILAR

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-9

Soru: Üstad’ın Risaleler hakkında Kur’ân’dan bazı işaretler çıkartması da çokça ten

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-8

Soru: Ebced ve cifir İslam ulemasınca reddedilmişken Said Nursi neden bunlarla meşgul oldu? Met

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-7

Soru: Hocam, Bediüzzaman’ın eserleri medrese okuyanlara neler kazandıyor, avam için yazılmı

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-6

Soru: Bir zat; “Bir şey söyleyeyim, kimse kızıp darılmasın, Zahid El Kevserî’nin yanında

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-5

Soru: Risale-i Nurları bugün bir kişi sıfırdan telif etmek istese gerek Arabi gerek Türkçe ol

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-4

Soru: Bir araştırmacı diyor ki; “Öyle anlaşılıyor ki, Bediuzzaman‟ın hayatı incelendiğ

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-3

Soru:-Bediüzzaman’ın eserleri geçen asrın pozitivist felsefesinin getirdiği sorulara cevap de

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP-2

Soru: Bana yazdırıldı ne demektir? Bu Risaleleri kutsallaştırmak olmaz mı? Metin Yiğit: Bana

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

ÜSTAD BEDİÜZZAMAN ETRAFINDA 12 SORU-CEVAP

Prof. Dr. Metin Yiğit Hocamız Üstad Bediüzzaman etrafında zaman zaman tenkit konusu yapılan 12

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

PROF. DR. NİYAZİ BEKİ HOCAMIZLA İSLAMİ İLİMLER VE RİSALE-İ NUR ÜZERİNE

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli âlim Niyazi Beki Hocaefendi ile yaptığımız ‘san

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

LATİF ERDOĞAN BEY İLE RİSALE-İ NUR’UN İNŞA VE İHYA METODU ÜZERİNE-2

-İzninizle başka bir soruya geçmek istiyorum. Bir yerde üstad şöyle diyor; “ey uykuda iken k

Kur'an okuyacağınız zaman, kovulmuş şeytandan Allah'a sığının.

Nahl,98

GÜNÜN HADİSİ

Gerçek Müslüman

Müslüman, dilinden, elinden müslümanlar selâmette kalan kimsedir. (Buhari, Kitabü'l İman -Abdullâh b. Amr b. Âs)

TARİHTE BU HAFTA

*Çanakkale'de Kirte Zaferi(28.04.1915) *Gazneli Mahmud'un vefatı(30.04.1090) *Cezzar Ahmet Paşa Akka'da Napolyon'u püskürttü.(2.05.1799) *Fatih Sultan Mehmed'in vefatı(3.05.1481) *Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb Ensari'nin vefatı (4.05.677)(İ.hatip takvimi)

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI