HALİT ERTUĞRUL BEY İLE HİZMET HAYATINDAN KARELER

Sitemiz yazarlarından Sedat Düztepe kardeşimiz, Araştırmacı-Yazar Dr. Halit Ertuğrul beyefendi ile bir mülakat gerçekleştirdi. Bu söyleşide, Halit Bey’in gençliğinin ilk demlerinde Allah'ı ararken attığı adımları, taklid-i iman’dan


2009-11-21 04:40:00

Sitemiz yazarlarından Sedat Düztepe kardeşimiz, Araştırmacı-Yazar Dr. Halit Ertuğrul beyefendi ile bir mülakat gerçekleştirdi.

Bu söyleşide, Halit Bey’in gençliğinin ilk demlerinde Allah'ı ararken attığı adımları, taklid-i iman’dan tahkik-i iman’a geçiş devresini, bu süre içerisinde çektiği sıkıntıları ve Risale-i Nur'la nasıl tanıştığını ve daha fazlasını bulacaksınız. Özellikle Halit Bey’in gençlik dönemine ait anılarını roman tadında okuyacaksınız.

İstifadeye medâr olması dileklerimizle…Nurgül Dere-Cevaplar.org

-Kısaca tercüme-i halinizi istesem- ki bu müstakil bir eser olarak Ateşte Yeşerdim’de var- Şu halde Nurlarla nasıl tanıştınız diyelim.

-Sanki Rabbim bizi nurlara hazırladı. Çok ihtiyacı olan insanlar vardır; kalben o ihtiyacının giderileceğini hisseder, ama nasıl olacağını tahmin edemez. Kış çok şiddetlenince bahar erken gelir. Üstad diyor ki: ‘kış ne kadar eşedd olursa olsun baharın gelmesine mani olmaz’. O ufuk açar bir yerde.

Âcizane çocukluk dönemimiz çok fakir, mağdur, çaresiz bir zamandı, çok şeye muhtaçtık; Aşa, ekmeğe muhtaçlık. Çaresizliğin ne anlama geldiğini küçüklüğümüzde yaşayarak gördük. Rabbim, belki çekilen bu sıkıntılar, bu mağduriyetler, bu açlık sebebiyle, ruhumuzda, kalbimizde tükenmeyen bir arzuyu doğurdu ve tabi Risale-i Nur gibi bir hakikati Rabbim erken bir şekilde lütfetti.

Krizler en zor dönemlerde doğar ve kriz masası kurulur. Biz, kriz döneminde büyüdük. Niçin kriz dönemiydi? Bir ekmek ne anlama gelir? Benim bir arzum vardı; akşam eve gidince evimizde bir ekmeğin olmasını isterdim, çünkü ekmek alacak paramız olmazdı. Benim çocukluk hayatım simit satmakla, ayakkabı boyacılığı yapmakla geçti. Türkiye’nin en iyi ayakkabı boyacısıydım, çünkü derece almıştım ki, bu derecelerimin en iyisidir.

Öğretmen okulunu kazandım. Maalesef hocalarımızın büyük bir kısmı ateistti. Felsefe hocamız derse gelir, “bugünkü konumuz Allah’ın olmadığıdır” derdi. Allah’a, imana, Kur’an’a karşı toplu bir duruş vardı. Oradaki Anadolu’dan gelmiş gariban çocuklar, masum mağdur çocuklar, şiddetli bir materyalizmle birlikte imanlarına saldırı karşısında yer yer imanlarını kaybetmeye başladılar. Bu içimde bir ukdedir, hem de yaradır.

Arıyordum. Bir dal arıyordum, bir hakikat arıyordum. Ben Allah’a inanmak istiyordum. Allah var, bunu biliyordum. Ahiret var, bunu biliyordum, ama bunu anlatacak biri lazımdı. Bütün hocalarımızın adeta imanı silme konusundaki organize yarışında, bu süreçte, Kırşehir’deki Sanayi Camiinin harika ezanlar okuyan bir müezzini vardı. Kimdi, bilemiyorum. Allah ondan razı olsun. Ruhları ayağa kaldıran bir insandı. Onun ezan okuyuşundan ve ihlâsından ötürü birçok insan namaza başlamıştır.

Neredeyse inkâra kaydı diyebileceğim arkadaşım Ramazan ile bir ikindi vakti camii önünden geçiyoruz. Ezan okunuyor. Allah’ım, öyle bir ezan ki, iliklerimize işliyor. Ramazan tuttu kolumdan “yahu şu camilere, ezanlara, cemaate bak. Bizim hocalarımız “Allah yok” diyorlar. İmama soralım, herhalde bize bir şeyler anlatır” dedi. Caminin içine girdik. Üçbeş yaşlı var- o dönemde genç bulamazsınız zaten-imam da çok yaşlı. Doğru yanlış namaz kıldık. Ramazan dedi ki: “öğretmen okulu talebesiyiz, hocalarımız “Allah, ahiret yoktur” diye anlatıyor. Allah, ahiret var mı hocam?”

Yaşlı imam büyük bir hışımla gürledi; “Vay kâfir, kâfir oğlu kâfir, bu ne biçim söz, camiyi kirletmeyin, defolun buradan, zaten zındık öğretmen okulu talebeleri Allah’a inanmazlar.”

Neye uğradığımızı şaşırdık. Kendimizi dışarıya zor attık. Şöyle bakınca, biraz ileride, tatlı bakışlı, güzel giyinmiş bir beyefendiyi acı bir tebessümle bize bakıyor gördük. Belli ki hadiseyi seyretmişti. Ramazan da onu görünce bir anda şok oldu. Meğer o gece Ramazan bir rüya görmüş, rüyada kıyamet kopuyor, bütün insanlar çamurlu ateş deryalarında boğuluyor. Bir zat, bir taşın üstüne çıkmış, tuttuğunu alıp çıkarıyor. “İşte o zat, bu adamdı” diyor, tabi bunu sonra anlattı. Bu rahmetli Doğan Diner ağabeyimizdi. Ağabeyimiz de Kırşehir’e henüz o gün sürgün gelmiş ve o gün biz kendisiyle karşılaştık.

-Selamün Aleyküm kardeşler, ya bizim imamın kusuruna bakmayın. Konuyu ben de takip ettim, yaşlı bir adam, hanımı da öldü zaten, ne dediğini bilmez oldu şu günlerde. Onun kusurunu bağışlayın” dedi.

İmamı kurtarıyor. Hakikaten imamın hanımı ölmüş, ama on sene evvel ölmüş, ağabey vaziyeti kurtarıyor. Yaklaşım tarzı o kadar güzeldi ki, hem imamı kurtarıyor, hem de imanı kurtarıyor. Öyle olmasa biz ne diyecektik ‘ulan demek ki imam da cevaplayamıyorsa, hâşâ Allah yok!’

Benim ev şurada, hanıma “çay koy” demiştim, çay hazırdır, hem o sorduğunuz soruların harika cevaplarını anlatan kitaplar var bende, o soruları cevaplarız” deyip kolumuza girdi. Haydi bakalım. Bu adam kim? bizi nereye götürüyor? Şuradaki ev, git git bitmiyor. Eve vardık, ama ev şehrin ta dışı neredeyse, çay da hazır değil tabi. Orada Lem’alar diye bir eser getirdi 23.Lem’a diye başladı. “Tabiat Risalesi (harika bir kitap) Orada Âdem aleyhisselam’dan bu yana gelen inkâr, materyalizm hareketini 3 şıkka indirmiş:

1)Kâinat tesadüfen meydana gelmiştir.

2)Kâinatı sebepler yapmıştır.

3)Kâinatı tabiat yaratmıştır.

Eğer tesadüfen oluşamayacağını, sebeplerin de böyle bir imkânı bulunmadığını, tabiatın da böyle bir kudretinin olmayacağını ispat edersek, inkârı çürütmüş olacağız ve Cenab-ı Allah’ın yaptığı ortaya çıkar. Harika bir giriş, bizi büyüledi, tam 3 saat süren bir sohbetti. O benim hayatımın dönüm noktasıydı. Dünyalarımızı değiştirdi. “Ağabey gözünü sevelim, şu kitabı bize ver, bütün öğretmen okulu talebeleri buna muhtaç” dedik

-Aman kardeş, bugünlerde basında “bu kitaplar yasak” diye yazıp çiziyorlar, başınıza bir bela gelmesin” dedi.

“Biz öyle belaya düşecek halde değiliz, herkes bizim gibi, ekmek, su kadar bu kitaplara muhtaç” cevabını verdik.

Derken ondan bir Kur’an ile birkaç ufak kitap aldık. Öğretmen okuluna uçarak geliyoruz. Dinlediklerimizi anlatacağımız yüzlerce insan var, o şevkle geliyoruz.(Şu anki eğitim fakültesi, eski öğretmen okuluydu) Geldik, yatakhaneye girdik.

Fen bilgisi hocası ve felsefe hocası, varır varmaz, daha kitapları dolaba koymadan, durumu haber almışlar. Felsefe öğretmenimiz “vay hainler, demek siz karanlık yerlerle iletişim kurarsınız” diye haykırarak Kur’an’ı aldı hakaretlerle bana fırlattı, kitap burnuma çarptı, sıçrayıp camı kırarak aşağı düştü. Burnum hemencecik kanadı, hakaretleri anlatmam mümkün değil. Bizi bodruma indirdiler, sabaha kadar dayak yemiştik. Affınıza sığınıyorum, iki ay küçük abdestimden kan geldi. Kimsemiz yok, mağduriyetimizi anlatamıyoruz.

Sabah müdür bey çağırdı, dilekçemiz hazır. Ramazan sürgüne gönderilecek, ben ise okuldan atılacağım, beni müsebbip olarak görüyorlar. Biz Anadolu çocuğuyuz, bizi okuldan attıkları gün her şey biter. Ancak çobanlık yapabiliriz. Zaten babasızlıkla mağdur büyümüştüm. Okul giderse bütün dünyamı kaybettim demekti. Kalemi elime aldım, imzalayacağım, içimden iltica ediyorum ‘Rabbim, ben seni çok seviyorum. Bütün bunlar rızan için oldu. Atılırsam garip anama ben bunu nasıl izah ederim?”

O sırada telefon çaldı. Müdür bey: “emredersiniz, ben de zaten bu çocuğu kim ne sebeple dövdü diye araştırıyordum” demesin mi? Yüz seksen derece bir dönüş ile telefonu kapattı. Bana dönerek;

-Vali Bey geliyor, git şu gömleğini değiştir, gömlek kan içinde, dedi

-Hocam benim başka gömleğim yok, dedim.

Kendisi yakındaki lojmanlarda oturduğu için, görevliye kendi gömleklerinden getirmesini emretti. Yarım saat sonra dışarıdan bağırma sesleri geldi: “kimmiş bu hainler, bu ne cüret!

Biz validen imdat beklerken hale bakın. Vali bey kapıdan girerken “nerede onlar” deyince, müdür kapı kenarında duran beni işaret etti. Vali bey sadece benim duyacağım bir sesle: “korkma evladım, ben varım” dedi. Allah’ım.. Dağları sırtıma destek verdi zannettim. Müdüre “yırt o kağıdı, ben bunlara nefes aldırmam” dedi..

Meğer neler olmuş.. Hoca’nın fırlattığı Kur’an, camdan direk caddeye düşüyor. Pazar arabasıyla yoldan geçen adamın önüne Kur’an-ı Kerim düşünce, “zaten bu öğretmen okulu talebeleri dinsiz, imansız” diye sinirlenip, yırtık Kur’an’la Vali konağına yürüyor.

-Vali bey, Öğretmen Okulu talebeleri Kur’an’ı yırtıp atıyor diyor. Olayın duyulmasıyla şehirden birçok halk galeyana gelip, toplanıyor.

Vali bey;

-Aman susun, ben o işi hemen halledeceğim, diyor. Ve olayı öğrenmek için okula geliyor.

Yıllar geçti. Elhamdülillah Nurları yakından tanıdık. Cenab-ı Allah lütfetti, Milli Eğitim Bakanı danışmanı oldum. Yıllar sonra Kırşehir gelince, bir sohbet meclisinde bu acı hatırayı anlatınca dediler ki “yahu Halit bey, senin anlattığın adam Eğitim fakültesinde öğretim üyesi”

Şaşırdım, “bari gideyim, beni görsün de emeklerinin fuzuli olduğunu anlayıp pişman olsun” diye düşünerek fakülteye gittim. O felsefe hocasını sorunca, “mescide gitti” dediler. “Hayır, ben başkasını arıyorum” dedim. Aradığımın o olduğu hususunda ısrar edilince, mescide gittim. Allahım, bizim gece dayak yediğimiz depo mescid olmuş. Ağlıyordum. “Ya Rabbi! Sen ne kadar büyüksün, rahmetin ne kadar geniş ki bunları ahirete bırakmadan, daha bu dünyada iken gösteriyorsun.”

Mescide geldim ki, Felsefe Hocamız ve diğer hocalar namaz kılıyor. Hayatımda bu kadar ağladığım başka bir namaz bilmiyorum. Çıktık, birbirimize sarıldık, “Ben Halit” deyince ağladı “Ya Halit, ben seni iki senedir arıyorum, hakkını helal ettirmek için” dedi.

-Hocam, senin alnını secdede gördüm ya, bütün haklarım sana helal olsun. Fakat nasıl oldu, bütün bunları merak ediyorum dedim.

Anlatmaya başladı;

-Ankara-Kırşehir Elmadağ yolundaydım. Bir ara direksiyon başında uyuyakalmışım. Uyandığımda hastanedeydim, vücudumu hareket ettiremiyordum. Birçok kemiğim kırılmış, tanınmaz hale gelmiştim. Doktor geldi ve dedi ki:

-Sen parçalanmıştın, biz senin parçalarını topladık. Öbür dünyaya gittin gittin, geldin. Sen kimsin, ya Allah seni çok seviyor yahut ibret olsun diye yaşatıyor. Ben bunu çözemedim.’

Böyle deyince benim kafam dank etti. Bu vakte kadar ‘kader de neymiş? İnsan hayatını kendi çizer, kendi belirler’ derdim. O vakit ise dedim ki: ‘hadi bakalım kaderini belirle, bu haller başına nasıl geldi’

Yoğun bakımdan çıkınca, hanımımdan su istedim. Abdest alacaktım. Hanım inanamadı, ama suyu getirdi. Fakat ne hanım, ne ben abdest almayı bilmiyorduk. Hemşire hanımdan yardım istedik. O hem abdesti gösterdi, hem namaz kılmayı bize öğretti. Sonra cebinden bir kitap çıkardı. İsmi ‘Hastalar Risalesi’ idi. Her gün gelip bana bir deva okudu. Bu 28 deva benim bütün manevi dertlerime deva oldu.”

-Hocam bahsettiğiniz gibi, Risale-i Nur, iman hizmetinde bu büyük hizmetleri görmektedir, hâlâ artarak okunmaya deva etmekte. Nurlardan süzülen bu eserlerinizi yazma fikri nasıl doğdu? Gençlere seslenme gayesi mi vardı? Neydi asıl sebep?

Bütün samimiyetimle söylüyorum; benim bütün eserlerimi toplasanız, Risale-i Nur’un bir harfi etmez. Bizim bugün âcizane elimiz kalem tutuyorsa Risale-i Nur’un şerefi, izzeti, keremi hürmetinedir. O bizim ruhumuza ruh, kalbimize kalp, aklımıza akıl, gözümüze göz oldu. Kendini Arayan Adam isimli kitabımızın baskısı bini geçti.

Bu vesileyle dün postacı 80 küsur mektup getirdi, dün gelen mail sayısı ise 500 kadardı. Okuyucular elem, acı ve ızdırap dolu ve hizmetle alakalı hayat hikâyelerini gönderiyorlar. En ibretlik olanları seçiyorum; Risale-i Nurların okunmasına vesile olacak, hizmetlere kapı açacak olanları seçip, bunları kitap haline getiriyorum. Risalelerden haberi olmayan, bilmeyen, tanımayan, gayrimeşru tarzda hayat tüketen gençlere bir ışık olmak, onları Risale-i Nurlarla buluşturmak, tanıtmak, vesile olmak için bu kitaplar yazılıyor.

Elhamdülillah, bizim kitapları okuyanlar, nurları ve üstadı merak ediyor. Kitapçılara gidiyor “Risale-i Nur diye bir kitap varmış, ben ondan istiyorum” diyenler var. İşte bu yazdıklarımız tamamen yaşanmış hayat hikâyelerinden oluşmakta. O kişilerle birebir görüşüyoruz, özellikle risalelere basamak, gençlere rehber, insanlara ümit olabilecek konuları seçiyoruz. Elli küsur tane oldu hamd olsun. İki yıldır en çok okunanlar listesindeler. Bunları tekrar yazarken gözyaşları içinde kalıyorum. O kadar ibretli, tesirli, çarpıcı hadiseler ki.

Edebiyatta ünlü bir kural vardır: “Gözyaşıyla yazılan gözyaşıyla okunur.” İnanın, biz onları gözyaşlarıyla yazdık: Aysel, Canan, Ateşle Yeşerdim hepsi böyledir.

Okuyanlar da “hocam, kitaplarınızı gözyaşları ile okuduk“ diyorlar.

-Günümüzde bazı mütedeyyin yazarlar da dâhil birçokları, hidayet merkezli romanların gençliği gerçek kaynak eserlerden geri bıraktığını iddia ediyorlar, belki bahsettiğiniz hizmeti unutuluyor. Bu konuda neler diyeceksiniz?

Bizimkilere hidayet romanı diyemeyiz, biraz farklı. Hidayet romanı, gayrimüslimin İslam’la müşerref olması, namaz kılmayanın namaza başlaması, açık olanın örtünmesi konularını işler. Bizim eserlerin hepsi güncel gençlik problemlerini dile getiriyor.

Zararlı alışkanlıklar, gençliğin gözünü perdeleyen, elini ayağını bağlayan günahlar var. Bizimkiler daha çok sorgulama, hesaba çekme kitabı, bir nevi iç muhasebe. Yani bizimkiler bunların biraz dışında..

Bahsettikleriniz hep kurgu romanlar. Bizimkiler evvela kesinlikle yaşanmış, biraz daha bilimsel, biraz daha sorgulayıcı. Biz bu hayat hikâyelerine kendimizden bir şey eklemiyoruz, gençliğin problemine göre yayınlıyoruz.

-Epey zamandır yine şöyle fikirler var, muhafazakâr yazarlarımız da ifade ediyor: köylü, fukara çocuklar mühim mevkilere gelseler de tam manasıyla hizmet edemezler, eziktirler. Yazar olsalar cesaret edip her meselede yazamazlar gibisinden..

Ben ona asla katılmıyorum, hatta köyden gelenlerin artısına inananlardanım. Mağduriyeti, ızdırabı çileyi çekmiş insanlarda merhamet, vicdan, insanlık değeri oluşuyor.

Bir insan nimeti ne kadar zor elde ederse kıymetini o kadar fazla bilir. Uzun yıllar bakan danışmanlığı yaptım, bakanlığa birisi gelip derdini anlatınca, içimde yangın hissederdim. Ben bu mesleğe ilkokul öğretmenliği ile başladım. Sonra ortaokul ve lise öğretmenliği, okul müdürlüğü, milli eğitim müdürlüğü ve bakan danışmanlığı. Her kademe nasip oldu. Böylelikle, bize gelen insanlara nasıl yaklaşmak gerektiğini, çok kabiliyetli olduğumdan dolayı değil, yaşayarak geldiğim için, çok iyi biliyorum. Dolayısıyla ben buna inanmıyorum. Bilakis köyden gelen gariban insanların; insan değerini bilme, adalet, hak ve hukuka riayet hususunda daha liyakatli olduğuna inanıyorum.

Köyden gelen gariban yazarlar yüreği ile yazarlar, biz sadece aklımız ve mantığımız ile yazmadık. Ama tepeden inenlerin, yaşadığı dünya dışında âlemden haberleri yok. Hakkâri tarihi ile ilgili roman yazıyorsanız Hakkâri’de yaşamak zorundasınız. Bir yazarımız Adana pamuk tarlalarını anlatan roman yazmış. TV’de “gittiniz mi” diye soruluyor. “Hayır, ne gerek var, kitaplarda yazıyor, videolarda, slâytlarda var diyor. Hâlbuki bilmek ayrı, yaşamak ayrıdır. Ateşin yaktığını herkes bilir, ama ancak yanan anlar. Yani yazarımız garibanlığı yaşamadan, Anadolu’daki fukaralığı yazamaz. Zenginlik içinde yazılanlar bizim yaşadıklarımıza şifa olmaz, yaşayışımıza yol olamaz.

-Tekrar Risale-i Nur’a dönersek, geçmişte nurların imana karşı saldırıları önlediği, imani hususlarda büyük hizmetler görerek şüpheleri büyük ölçüde ortadan kaldırdığı düşünülerek, günümüzde eskisi kadar büyük bir ihtiyaçtan bahsedilemeyeceği düşünceleri var mesela.

Risale-i Nur’un vazifesi değişmez, iman zafiyeti kıyamete kadar devam edecektir. Doktorun işi nedir? İlaç yazmak, ilacın vazifesi nedir? Şifa olmak. Bu değişmez. Nurların vazifesi değişmedi de arttı, yaygınlaştı.

Risale-i Nur’, öğretmen, yönetici, ekonomist vs. gibi hayatın bütün yönlerine yetişmiş eleman sunuyor. Kalbinde imanında o iman tahkim etmiş, zenginleşmiş, o zenginlikle tabiri caizse hizmet içi eğitim merkezi gibi toplum hayatına elemanlar yetiştiriyor, gönderiliyor.

Risale-i Nur’un vazifesi niye arttı? Çünkü Risale-i Nur’dan istifade edilip çok kitaplar yazıldı. Çünkü herkes ulaşamıyor. Bütün dillere hızla çevriliyor, bütün dünyada dershaneler, okullar, camiler yapılıyor, oralarda cemaatler teşkil ediyor. Nurlarla toplum arasındaki boşluğu dolduracak kitaplara ihtiyaç var, her alanda. Aslında bu tip eserlerin yazıldığı günleri yaşıyoruz. Bu kitapları okuyanlar mutlaka Risaleleri merak edip bulacaklardır. Bu kimse bilim adamıysa çalıştığı alanda, tezinde bu konuya hitap eden hususiyetini ifade edecektir. Bu çalışmaların artması toplumla aradaki boşluğu doldurmuştur.

Benim asıl uzmanlığım rehberlik ve psikolojik danışmalık. Hususan da aile içi eğitim. Böyle olunca da Risaleleri bir de o yönden okumuştum. Fesuphanallah, sanki Risale-i Nur bir toplum bilim kitabı, aile içi rehberlik kitabı, bir öğretmen okuyunca eğitim kitabı.

Anlaşılıyor ki Risale-i Nur Kur’anın gerçek bir tefsiridir. Her bilim alanına hitap eden, her bilim alanının temel bilim dallarını, ana hatlarını ihtiva eden harika bir kitap.

-Bir Ağabeyimiz Risale-i Nur üzerine yine bir kitap hazırlarken, kendisine latife ederek” risale üzerine bir sürü çalışma var, yetmedi mi?” deyince ‘bilakis daha çook çalışmalar olacaktır demişti.

Aynen öyle, daha binlerce olacaktır. İnsan okudukça görüyor. Allah bizi bu hizmet-i imaniyeden ayırmasın. Bir insanın en büyük rütbesi, en büyük şerefi bu hizmeti tanımaktır. Rabbim bizi layık kılsın inşallah.

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

murat akbulut, 2009-11-24 00:34:00

Halit Ertuğrul Bey in bu güzel yazısından dolayı çok teşekkür ederim.

Bu yoruma katılıyor musunuz ?

DİĞER YAZILAR

MERHUM EBUL HASAN EN NEDVİ’NİN TÜRKİYE İZLENİMLERİ-3

MERHUM EBUL HASAN EN NEDVİ’NİN TÜRKİYE İZLENİMLERİ-3

Bursa’da Bursa’ya Ayın 15 inde, Çarşamba günü gittik. Bu şehir, İstanbul'un güneyinde

MERHUM EBUL HASAN EN NEDVİ’NİN TÜRKİYE İZLENİMLERİ-2

MERHUM EBUL HASAN EN NEDVİ’NİN TÜRKİYE İZLENİMLERİ-2

Türk’ün Gücü, Hindin Aklı, Arabın Mantığı Pazar günü saat 10’da edebiyatçılar ve

MERHUM EBUL HASAN EN NEDVİ’NİN TÜRKİYE İZLENİMLERİ-1

MERHUM EBUL HASAN EN NEDVİ’NİN TÜRKİYE İZLENİMLERİ-1

Kıymetli ziyaretçilerimiz geçen asrın son günü aramızdan ayrılan allame merhum Ebul Hasan e

MUSTAFA POLAT HOCAMIZDAN HATIRALAR

MUSTAFA POLAT HOCAMIZDAN HATIRALAR

Takdim Kıymetli ziyaretçilerimiz, değerli bir alimimizin bir seydamızın bazı hatıralarını

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-13

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-13

HOCAMIN VEFASI Hocamın çok dikkat çeken bir özelliği de vefa duygusu idi. Buna dair bir misal

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-12

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-12

HOCAMIN İBADET YÖNÜ Bana desen ki; “hocam, ibadette nasıldı.” Derim ki; “namaz adamıy

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-11

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-11

VAKIFLARLA BİR MÜZAKERE Hatırlıyorum, bazen Türkiye genelinden vakıflar “vakıf okuması

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-10

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-10

HOCAMIN DERSLERİNDEN Diyanet İşleri eski başkanı Mehmed Görmez bey hocamı ziyarete gelmişti

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-9

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-9

MUHTELİF HATIRALAR HAKİKATLARI HURAFELERLE ZAYİ ETMEMEK LAZIM "Benim bir arkadaşım bir şeh

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-8

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-8

ŞERCİL POLAT AĞABEY Merhum Şercil Polat ağabey Erzurum’da nurları hocamla birlikte ve belki

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-7

ULU BİR ÇINARIN GÖLGESİNDE-7

BABAM HACI MUSA EFENDİ Babam hayatı boyunca hocama hep destek olmuş, aynı davanın ızdırabıy

Şüphesiz Kur'an, mü'minler için gerçekten bir hidâyet rehberi ve rahmettir.

Neml, 77

GÜNÜN HADİSİ

"Biriniz bir oturma yerine girince selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalkarken yine selâm versin. Çünkü, birinci selâm ikincisinden daha üstün değildir."

Ebu Davud

TARİHTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SİTE HARİTASI