ASR-I SAADET-3-Mevlânâ Şibli-Eser Neşriyat-İstanbul-1978

Hıristiyanlık’ta ve onun mukaddes kitaplarında mucize Peygamberliğin delili olarak ileri sürülmüştür. Kur’an ise, insanları rûhanî delilleri, bâtınî hususiyetleri düşünmeye davet eder. Bu düşünme ve araştırmanın imana esas olmasını


Nurgül Dere

nurguldere@gmail.com

2009-10-07 23:50:18

Hıristiyanlık'ta ve onun mukaddes kitaplarında mucize Peygamberliğin delili olarak ileri sürülmüştür. Kur'an ise, insanları rûhanî delilleri, bâtınî hususiyetleri düşünmeye davet eder. Bu düşünme ve araştırmanın imana esas olmasını ister. S:7

İslamiyet, Hıristiyanlığın ufkunu karartan ve insanların vicdanını şaşırtan "dogma"lardan uzak kalmıştır. S:7

Kur'an-ı Kerim, Resûl-i Ekrem'e açıktan açığa ümmî demektedir. Bu itibarla O'nun ümmî olduğuna bundan daha kat'i delil olamaz. Resûl-i Ekrem ümmî olmakla ve ümmîler arasında yetişmekle, eski kitapları bilmemekle beraber her şeyi biliyordu. Bu, O'nun bir mucizesi idi. Kur'an-ı Kerim müşriklere hitaben der ki: "Onu İsrailoğulları âlimlerinin bilmesi kendileri için bir âyet (mucize) teşkil etmez mi?" (Şuarâ Sûresi: 197) S:26

Peygamberimizin ilâhî vazifesi başladığı zaman göğün durumunda da bir inkılâb hâsıl olmuştur. Eskiden göğe yaklaşabilen cinler artık göğe yaklaşmaktan men'edilmiş, göğe yaklaştıkça üzerlerine şihâb (akan yıldız) lar atılmaya başlamıştı. Kur'an-ı Kerim, Cinn sûresinde bundan bahseder. S:46-47

Müşriklerin uğradıkları bütün mağlubiyetler, Müslümanların kazandıkları bütün zaferler, Kur'an-ı Kerim'de işaret edilmiştir. Fakat bütün bu işaretler, Müslümanların en gayrimüsaid şartlar içinde yaşadıkları, Müslümanlığın kökünden yıkılacağı kanaatinin bütün Arabistan'da hüküm sürdüğü sırada vuku bulmuştu. S:56

Bütün Ashâb, Peygamberimizin gaybe muttali olma kuvvetine kesin olarak inanıyorlardı. Onun için hiçbir kimse fena bir harekette bulunmak istemezdi. Çünkü Resûl-i Ekrem'in, mutlaka o hâl ve harekete muttali olacağına kâni idi. S:111

Peygamberimizin gaybe muttali olma kuvvetine sahip olduğunu düşmanları da tasdik ederler, Resûl-i Ekrem'in onların tertip ve suikastlarını ifşâ ve ilân etmesinden korkarlardı. S:111

"Delâil" kitapları yığın yığın gayrisahih rivâyetlerle doludur. Mevlid kitaplarıyla Fezâil ve Menâkıb kitaplarının bütün sermayesi, bu "Delâil" kitaplarıdır. S:153

Fakat Sahîh kitaplar, bilhassa Sahîh-i Buharî ve Sahîh-i Müslîm, bütün bu gayrisahîh rivayetlerden arınmıştır. Hicret'in üçüncü ve dördüncü asırlarında yazılan kitaplar, son derece ihtiyatsızca yazıldığından güvenilir hadisçiler bunlara itibar etmezler. S:153

Delâil kitaplarını yazanların hedefi, mucizeler hakkında mu'teber rivayetleri toplamak değil, ancak en acayip ve en hayret uyandırıcı vak'alardan müteşekkil menâkıbî hakkında malzeme hazırlamaktır. S:153

Müslümanlar Medine'ye vardıktan sonra bir arada yaşıyor ve Resûl-i Ekrem'in etrafında toplu bir halde bulunuyorlardı. Bu yüzden o zamanın hâdiseleri büyük bir dikkat ve itina ile rivayet edilmiş, o zamana ait mucizeler hadislerde son derece zabt-u rabt ile anlatılmıştır. Bu sayede hadisçiler, bilâhare bu devre atfolunan uydurma rivayetleri kolaylıkla ayırt edebilmektedirler. S:187

Ümmet-i Muhammediye'nin daima çoğalmasının sebeplerinden biri, diğer Peygamberlerin yalnız bir millete gönderilmeleri ve cihanşümûl bir davet sahibi olmamalarıdır. S:238

Muhtelif zamanlarda insanlara gönderilen dinler, mahdud bir zaman için insanları ıslah edecekti. Onun için bu Peygamberlerin mucizeleri de, geçici idi. Mesela bugün Hz. Musa'nın asasından, Hz. Yusuf'un tâbirinden, Hz. İsa'nın nefesinden bir eser kalmamıştır. Fakat Hz. Muhammed'e vahyedilen din, kâmil ve cihanşümûl bir din olduğu için kıyamete kadar bâki kalacaktır. S:241

Hz. Âişe'nin hayatı, peygamberimizin devlethânelerinde geçtiği için, insanlığın en büyük medar-ı iftiharı olan en büyük Peygamber'in yarı hayatını onun mübarek tarihinde görüyoruz. Bu itibarla da Hz. Âişe'nin tarihini tedkik etmek icab eder. S:256

Hz. Ebû Bekir Es-Sıddîk'in evi, İslam hidayeti ışıklarının ilk aksettiği yerdir. Onun için Hz. Âişe, hayatının hiçbir dakikasında kulağına küfür ve şirk sesleri erişmeyen güzîde insanlardan biridir. Hz. Âişe diyor ki: "Ben anne ve babamı bildim bileli onları Müslüman buldum" S:260

İngiliz müsteşriklerinden Margoliouth, "Muhammed'in Hayatı" (Life of Mohammed) adlı eserinin 451. sayfasında: "Muhammed Âişe'yi gücendirdiği zaman Âişe Muhammed'in Peygamberliğini inkâr ediyor ve O'nun aldığı vahye itirazda bulunuyordu." Gerek Hz. Peygamber'in sözünden, gerek Hz. Âişe'nin cevabından böyle bir ürcûfe (yalan söz) çıkarabilmek için insan, Margoliouth gibi kör bir müteassıb, onun kadar ahlâk sahibi olmalı! S:297

Hz. Âişe, Resûl-i Ekrem'in vefatından sonra O'nun türbesi olan hücresinden ayrılmadı. Nihayet bir gün Hz. Âişe rüyada Resûl-i Ekrem'i görmüş ve bu rüya üzerine hücreden ayrılmıştı. S:328

Hz. Âişe'nin siyasî işlere katılması, Müslüman kadının hâiz olduğu hukukun mahdud olmadığını gösteren bir delildir. S:338

Bazı kötü niyet sahipleri, Hz. Âişe'nin iftira hadisesi esnasında Hz. Ali tarafından söylenen sözlere hiddetlenerek ona karşı gücenmiş olduğunu ve bu yüzden ona karşı müşkilât çıkardığını söylerlerse de Hz. Âişe'nin Hz. Ali'ye karşı fena bir fikir beslediği doğru değildir. S:350

Hz. Âişe'nin konuşmalarını ve mektuplarını nazar-ı dikkate aldığımız takdirde bunların hiç birinde de Hz. Ali hakkında, imâ tarikiyle de olsa, en küçük bir taşlamanın bile bulunmadığını görürüz. İki taraf arasındaki harp, onu meydana getirmeye teşebbüs eden ve bu yolda sinsice hareket edenlerin eseridir. S:350

Hz. Âişe'nin Hz. Ali'ye karşı gücenikliği bulunmadığını isbat eden delillerden biri onun şu rivayetidir. Bir gün Hz. Âişe'den Resûl-i Ekrem'in en çok kimi sevdiği sorulmuş, o da şu cevabı vermişti: "Resûl-i Ekrem en çok Hz. Fâtımâ'yı severdi." Resûl-i Ekrem'in erkekler içinde en çok kimi sevdiği sorulunca, o da: "Fâtımâ'nın kocasını!" dedi, "çünkü o, çok namaz kılar ve çok oruç tutardı." S:352

Hz. Âişe, Hz. Ali'nin şehit edildiği haberini aldığı zaman müteessir olmuş ve şöyle demişti: "Allah Ali'ye rahmet etsin! Bir sözü beğendi mi "Allah'ın ve Peygamberinin sözü haktır!" derdi. Iraklılar onu haksız yere suçlamışlardır." S:352

İslam'ın vaz'ettiği usûl, kendi feyzi dairesini tedrîcen (kademeli bir şekilde) genişletmekti. Müslümanlık, cahil bir millet içinde çıktığından evvela bu milleti tesirli sözlerle irşâd etmek, onlara cennet ve cehennemi anlatmak icâb ediyordu. Halk bunun tesiri altında kaldıktan sonra Müslümanlığın hükümleri, kanunları, emirleri ve yasakları indi. S:400

Sünen-i Tirmizî'nin beyanına göre ileri gelen Ashâb, müşkül bir mesele karşısında kaldıkça Hz. Âişe'ye müracaat eder, müşkülâta uğradıkları mevzuda onun vukufu bulunduğunu görürlerdi. S:414

Bazı insanlar Kur'an-ı Kerim'i çabuk çabuk okurlar ve Kur'an'ı ne kadar çok hatim ederlerse o kadar sevap kazanacaklarını zannederler. Hz. Âişe bunun hakkında diyor ki: "Onların okumaları ile okumamaları birdir. Hz. Peygamber, bütün gece ayakta kalırdı, fakat Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûrelerinden ileri geçmezdi. Bu üç sûre ile gece nihayet bulurdu." S:419

Kadın, kadın kalmakla beraber erkek gibi dinî, ilmî, içtimaî, siyasî, elhâsıl her dünyevî işi ve vazifeyi başarabilir. Hz. Âişe kendi hayatıyla bunu ispat etmiş, bilhassa İslam kadınının hâiz olduğu hukukun ne kadar yüksek olduğunu, Müslümanlığın kadınlığı ne derece yükselttiğini göstermiş, Hz. Âişe Müslümanlığın kadınlığa bahşettiği hukukun canlı bir numunesi olmuştu. S:421

Bu yazıya yorum yazın


Not: Yanında (*) işareti olanlar zorunlu alanlardır.

Bu yazıya gelen yorumlar.

DÄ°ÄžER YAZILAR

Şüphesiz Biz Seni, şahit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

Fetih, 8

GÃœNÃœN HADÄ°SÄ°

“Köleleriniz, kardeşlerinizdir”

Buhari

TARÄ°HTE BU HAFTA

ANKET

Sitemizle nasıl tanıştınız?

Yükleniyor...

SÄ°TE HARÄ°TASI